İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 06.05.2025 tarih ve 54 sayılı yazısına konu TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 15.04.2025 tarihinde saat 21:00’de yayınlanan "Gazeteciler Masası" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere, TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 15.04.2025 tarihinde saat 21:00’de canlı olarak yayınlanan, sunuculuğunu Murat Taylan'ın yaptığı, Kıbrıs Bugün Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ayşemden Akın’ın konuk olarak katıldığı "Gazeteciler Masası" isimli programda, program sunucusu ile program konuğu arasında geçen diyaloglarda; (...) "Cemil Önal Ada’da 45-46 kaset olduğunu, Falyalı’nın şantaj için çektiği 45-46 kaset olduğunu, Yasin Ekrem Serim'in Hakan Fidan tarafından buraya bu kasetleri almak için görevlendirildiğini, gönderildiğini, bu kasetlerin … 45'ini aldığını ama Türkiye makamlarına 40'ını iade ettiğini, beşini kendine sakladığını ve bu kasetlerde ne olduğunu öğrenmek isteyen istihbarat ve Recep Tayyip Erdoğan'a kadar uzanan bir silsileden bahsediyorum. Ne olduğunu öğrenmek isteyen bir Cumhurbaşkanı olduğunu öğrendik. Erdoğan çağırmış Yasin Ekrem Serim'i ve ona bu kasetleri sormuş. O da hayır ben hepsini size iade ettim. “Tamam.” demiş. “Şimdi eğer o ben sana inanıyorum babana güvendiğim için ama eğer öyle bir şey varsa şu an git ve Kıbrıs'a bu kasetleri bul getir ama seni büyükelçilikten babanı da görevinden aldım.” demiş…Hakan Fidan'ın isminin bu videoların içinde Binali Yıldırım'ın ve Hakan Fidan'ın oğullarının olduğuna dair iddiaları ilk kez birinden duymuş olduk…Yani Hakan Fidan tabii Hakan Fidan eski MİT Başkanı ve Dışişleri Bakanı. Hani böyle bir görevlendirmede bulunması İbrahim Kalın’la beraber koordineli olarak belki anlaşılabilir. Ama tabii burada Hakan Fidan ismi yalnızca…Büyükelçi olarak görevlendirmesinin dışında, oğlu ve Binali Yıldırım'ın oğluna dair de iddialar var…Bu kasetlerin içeriğinde, 5 kasedin içeriğinde yani teslim edilenler ve edilmeyen 5 kasedin içeriğinde ne olduğuna dair sizinle paylaştığı bilgi var mı? Bize aktarabileceğiniz bir bilgi var mı?...Yani var. Ben de sordum tabi ki sizin gibi. O kasetlerde ne var, niçin saklamış olabilir? Hani diğerlerinde ne vardı? Bu 5'inde ne var farklı olarak diye. Diğerlerinde, yani hepsi aynı anladığım, aynı içerikli kasetler ama diğerleri önemsiz daha alt tabakadan, kasttan diyelim şahıslar belli ki. Ama o 5 kasette, şu anda yönetimde olan birilerini ilgilendiren bir şeyler olmalı ki, Yasin Ekrem Serim hem kendini hem de yakınındakilerini -eğer iddialar doğruysa- kurtarmak için kendine saklamış diye düşünmeden edemiyorum…İddialar çok ciddi tabi ki ve tamamen şantaj içerikli çekilmiş, ileride kullanılmak üzere ve birilerini herhalde koltuktan edecek veya toplumun gözünden edecek, indirecek içeriklere sahip ki bu denli devletin tepesinde bir kaset savaşları yaşanıyor…Kasetler şey mi, görüntü kaseti mi yoksa belge de...Video, evet video, hareketli videolar…Belgeler değil yani bir takım para hareketlerinin belgesi değil. Bayağı görüntü, bir kısmı cinsel içerikli anladığım bir kısmı da başka ilişkiler mi? Yani kim kimle beraber oldu, yemek filan?...Evet mutlaka o da vardır. Kim otele girdi, kim çıktı kapılardan. Çünkü hiç gelmemesi gereken isimler gelmiş olabilir. Tanışmaması gereken isimler tanışmış olabilir. ... Bunların görüntüleri, videoları vardır diye düşünüyorum. O 5 taneyi artık bilemiyoruz..." şeklinde ifadelere yer verildiği görülmüştür.
Ayrıca söz konusu yayında “Kıbrısta AKP İktidarını Sarsan Skandal”, “Kasetlerde Hakan Fidan ve Binalı Yıldırım’ın Çocuklarının Olduğu İddiası Var”, "Teslim Edilmeyen Kasetlerde Fidan ve Yıldırım'ın Oğlu Olabilir", “Erdoğan’ın Çevresine Uzanan İlişkiler Ağı”, “Hakan Fidan’dan Binalı Yıldırım’a, Yıldırım’dan İbrahim Kalın’a” şeklinde alt yazılar kullanıldığı tespit edilmiştir.
Demokrasinin en temel önceliklerinden biri halkın haber alma özgürlüğü olduğundan demokratik rejimlerde medya, kamuoyu oluşumunda hayati öneme sahip bir aktördür. Öyle ki, medyanın yasama, yürütme ve yargıdan sonra gelen dördüncü güç olduğu çoğu otorite tarafından kabul edilmektedir. Basın, yasama, yürütme ve yargıdan sonra gelen dördüncü kuvvettir.
Günümüzde medyanın gücünün artması ile medya mensuplarının sorumluluklarının da aynı ölçüde arttığı bir gerçektir. Yayıncılığın aynı zamanda bir kamusal sorumluluk görevi olduğu da düşünüldüğünde yayınların kanuni düzenlemeler ve Basın Meslek İlkeleri çerçevesinde yürütülmesi bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Medyanın gücü ne kadar fazla ise medya mensuplarının sorumluluğunun da o ölçüde arttığını söylemek mümkündür. Muhakkak ki medya mensuplarının siyasi kişi veya kuruluşları, kamu kurumlarını eleştirme ve onların gerçekleştirdikleri eylemler hakkında kamuoyunu bilgilendirme ve eleştiri hakkı bulunmaktadır. Medya mensuplarının görüşlerini herhangi bir baskı altında kalmadan açık bir şekilde ifade etmesi, birtakım kişi veya kuruluşları eleştirmesi ve onların gerçekleştirdikleri eylemler hakkında kamuoyunu bilgilendirmesi basın özgürlüğü anlamında son derece önemlidir. Ancak bu hak kullanılırken eleştiriye maruz kalan kişi veya kurumların hak ve itibarlarının da gözetilmesi gerekmektedir. Eleştiri; kanuna aykırı bir şekilde kişi, kurum ve kuruluşları itibarsızlaştırmaya, küçük düşürmeye ve aşağılamaya yönelik suçlayıcı ifadeler içeren sınırsız ve kontrolsüz bir hak olarak görülmemelidir. Nitekim Danıştay 13. Dairesi'nin 2020/613 E. ve 2021/229 K. sayılı kararında belirtilen; "Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, milletvekilleri, politikacılar, bürokratlar, diplomatlar, bilim adamları, sanatçılar, sporcular gibi kamuoyu tarafından tanınan kişilere yönelik eleştirilerin izin verilen sınırlarının, toplumda yer alan diğer kişilere oranla daha geniş olmasının, bu kişilerin özel hayatlarına, onur, şeref ve saygınlıklarına ağır ve haksız saldırılarda bulunulabileceği anlamına gelmediği de gerek iç hukukumuzda gerek AİHM kararlarında yerleşmiş bir ilkedir. Buna göre, ifadenin muhatabının konumu, ifadeyi kullananlar açısından sınırsız bir ifade özgürlüğü alanı bahşetmez. Bu nedenle demokratik toplumların çoğunda; ifade özgürlüğü kalkanı arkasına gizlenerek, kişileri yalnızca karalamak, aşağılamak, asılsız suçlamalarda bulunmak, kişilerin özel hayatlarına ölçüsüz saldırıda bulunmak gibi ifade özgürlüğünün açıkça kötüye kullanıldığı durumlar hukuken korunmaktadır. Bu anlamda; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici keyfi söz ve beyanlar ile özel hayata ve hayatın gizliliğine karşı saldırılar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeyi hedefleyen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler, ifade özgürlüğü kapsamı dışında değerlendirilmektedir. (Yargıtay 12. Ceza Dairesi, E:2017/1848, K:2018/545, Karar Tarihi: 17/01/2018)" ifadeleri ile kişi, kurum ve kuruluşlara yönelik eleştirilerin sınırsız bir ifade özgürlüğü alanı olmadığının altı çizilmiş ve ifade hürriyetinin kapsamının çerçevesi belirtilmiştir.
Demokratik rejimlerde basın, ifade hürriyetinin geniş kitlelere ulaştırılması ve farklı görüşlerin dile getirilmesinde en etkili araç olarak demokrasinin de teminatıdır. Demokrasi çeşitlilik ve çoğulculuk esasında ilerlerse halk içindir. Çoğulculuğun ve çeşitliliğin bir arada var olabilmesinin yegâne yolu karşılıklı sınırların çizilmesiyle mümkündür. Buradan hareketle devletin kitle iletişim araçlarını denetlemesi toplumsal sözleşmenin gereğinin devletçe yerine getirilmesidir. Kitle iletişim araçlarının halkın yönelimini ve kültürel birlikteliğini belirleyebilen bir güç olarak demokrasilerde çok önemli bir yer tuttuğu açıktır. Dolayısıyla halkın doğru bilgilendirilmesi, kamuoyunda özgür kanaat oluşması, medyanın elinde bulundurduğu iletişim gücünü toplumun aleyhine kullanmaması için ilgili düzenlemeler mevzuatla gerçekleştirilir ve denetleme mekanizmalarınca denetlenir. Yasa, yayıncı kuruluşların ekranlarında yer verdikleri programlarda dikkatli bir dil ve üslup kullanmalarını şart koşar. Bu dikkatli dil ekranların tarafsızlığı ve itibarının teminatıdır. Bireysel düşünce ve yargılarında herkes özgürdür. Ancak sorumlu yayıncılık anlayışını benimsemesi gereken medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda bunların ifade edilmesi sırasında hak ihlali doğurabilecek itham edici, yargılayıcı ya da itibar zedeleyici bir üslubun kullanılması hukuki ve ahlaki düzeyde çeşitli sorunları ortaya çıkarabilecektir.
İnsan hak ve özgürlüklerinden olan ifade özgürlüğü hakkı, demokratik bir toplumun temel unsurlarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açıklık ilkelerinin var olması bakımından vazgeçilmez bir karakter taşımakla beraber gerek uluslararası sözleşmelerde gerekse ulusal mevzuatımızda bu hakkın kullanılmasının belirli sınırları bulunmaktadır. Söz konusu yasal düzenlemelerin başında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası gelmektedir. Anayasa'nın 26'ncı maddesindeki “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.” hükmü ile düşünce özgürlüğüne getirilebilecek sınırlamalardan bahsedilmiştir.
5187 sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde ise; Basının özgür olduğu, bu özgürlüğün; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içereceği, basın özgürlüğünün kullanılmasının ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabileceği hükmüne yer verilmiştir.
Konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde de benzer bir hüküm bulunmaktadır. Mezkûr sözleşmenin ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddesinde: "1. Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir. 2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir." düzenlemesi yer almaktadır.
AİHM'nin Lingens Avusturya içtihadında da belirtildiği üzere, ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun asli temellerindendir. Bu toplumun ilerlemesinin ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından birini oluşturur. Basının görevi, kamu yararını ilgilendiren başka alanlarda olduğu gibi siyasi konularda da bilgi ve fikirleri açıklamaktır. Buna karşın, AİHM'nin Times Newspapers Limited No:1-2 Birleşik Krallık kararında belirtildiği üzere, Sözleşmenin 10. maddesi, basının halkın yararına olan ciddi meseleleri işlemesinin söz konusu olduğu durumlarda dahi, hiçbir sınırlama içermeyen bir ifade özgürlüğünü güvenceye almaz. Bu maddenin 2. fıkrası uyarınca, basın ifade özgürlüğünü kullanırken, görev ve sorumluluklarına uygun davranmak durumundadır. Bu görev ve sorumluluklar, görülmekte olan davada olduğu gibi, basının yayımladığı haberlerin kişilerin şeref ve hakları üzerinde ağır etkiler yaratma riski taşıdığı durumlarda, özellikle önem arz etmektedir. Diğer yandan Sözleşmenin 10. maddesinin gazetecilere sunduğu koruma, gerçeğe uygun ve sorumlu bir gazeteciliğin gerektirdiği ilkeleri gözeten, güvenilir haberler sunacak biçimde iyi niyetle hareket etme şartına bağlıdır. Yine AİHM'nin birçok kararında da kamu kurumları ve yayın kuruluşlarınca, kişiler hakkında yapılan yayınlarda masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi ve bu ilkenin de sıkı bir şekilde korunması gerektiği vurgulanmıştır.
Herhangi bir eleştiri, ifade özgürlüğü kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Ancak eleştiri sınırlarının ötesine geçen ve kişileri aşağılayan, kişilik haklarına saldırdığı ve hakaret niteliği taşıyan, insan onuruna aykırı ve özel hayatın gizliliğini ihlal eden her türden ifade ise, ifade özgürlüğü kapsamı dışında değerlendirilmelidir. Ulaş Karan da eleştiri ve ifade özgürlüğü kavramları arasındaki bu ilişkiye vurgu yaparak: “İfade özgürlüğünün, büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün garanti altına alınmasını hedeflediğini” belirtir. Bu nedenle, ifade özgürlüğünün ne tür bir özgürlük olduğuna ve nasıl sınırlandırılabileceğine dair bir çerçeve çizildiğinde, ifade özgürlüğü sınırları dışında kalan unsurların eleştiri olarak kabul edilemeyeceği söylenebilir.
Eleştirinin ifade özgürlüğü kapsamında sayılacağı, eleştiri sınırlarını aşan ve küçük düşürücü, aşağılayıcı ve iftira içeren söylemlerin ise ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği yukarıda açıklanmıştır. Kişi veya kurumlara yönelik sözlerin eleştiri kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği konusunda, bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamına girip girmediğine bakılarak karar verilebileceği de görülmektedir. Bu nedenle, ifade özgürlüğü kavramının tanımının ve sınırlarının ne olabileceğine değinmek gerekir. İnsanların insan olmaktan kaynaklı olarak, doğuştan sahip olduğu hakların “Birinci Kuşak Haklar” veya “Klasik İnsan Hakları” olarak adlandırıldığına ve ifade özgürlüğünün de bu haklar arasında yer aldığına dikkat çekilmektedir. İfade özgürlüğünün, kişilerin herhangi bir yaptırım ya da zorluğa maruz kalmaksızın görüş ve düşüncelerini açıklayabilmesi ilkesi olduğu ve bu ilkenin, “kişilerin düşünce edinebilmelerinden başlayıp bu düşünceyi geliştirebilmeleri ve sonunda bunu açıklayıp açıklamama konusunda özgür irade gösterebilmeleri şeklinde” tanımlanabileceği belirtilmektedir.
Yukarıda yer verilen açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde, ihlale konu programda, Ayşemden Akın tarafından, Cemil Önal'ın açıklamalarından hareketle Hakan Fidan'ın ve Binali Yıldırım'ın oğlunun kasetleri olduğu iddiasının gündeme getirildiği ve bu kasetlerin çekilmesinin suç oluşturan cinsel içerikli kasetler olduğunun ima edildiği görülmektedir. Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük'te özel hayatın, "Kişinin kendine özgü yaşayışı, yaşam tarzı, kendisini ilgilendiren tutum ve davranışı; öz yaşam, özel yaşam." şeklinde tanımlandığı dikkate alındığında, özel hayata ilişkin bu tür iddiaların gerçek veya gerçek dışı olup olmadığının tespiti mümkün bulunmamakta fakat bu tür hususların özel hayatın sınırları dahilinde olduğu, dolayısıyla hangi ırk, dil, din, cinsiyet, siyasi ve etnik sınıftan bireye yönelik olursa olsun fark etmeksizin, cinsel içerikli kaset iddialarının meşru yollarla elde edilmiş herhangi bir bilgi ve belgeye dayandırılmaksızın gündeme getirilmesinin hem etik, hem siyasi hem de hukuki açıdan sorunlu olduğu gibi kamusal sorumluluk anlayışıyla da bağdaşmadığı, kaldı ki gerçekliği meşru bir delile dayandırılsa dahi kişiler hakkında, şantaj ve tehdit amaçlı kullanılabilecek cinsel içerikli görüntülerin, özel hayatın gizliliğine saygılı olunması bağlamında değerlendirilmesi gerektiği ve ifşa edilmemesi gerektiğinden özel hayatı konu edinen ve özel hayatın mahremiyetini ihlal eden bu tür ifadelerin, özel hayatın gizliliğinin korunması ilkesine aykırı olmasının yanı sıra bireyleri küçük düşürücü, aşağılayıcı aynı zamanda kişinin itibarını zedeleyici nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.
Bu nedenle mezkur yayında, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinin ihlal edildiği sabit görülmüştür.
Bu itibarla;
6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri "İnsan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlali nedeniyle,
6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; “8 inci maddenin birinci fıkrasının diğer bentleri ile ikinci ve üçüncü fıkralarında ve bu Kanunun diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan ve/veya bu Kanun hükümleri kapsamında Üst Kurul tarafından belirlenen yükümlülüklerini yerine getirmeyen medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden yüzde üçüne kadar idari para cezası verilir.” hükmü uyarınca idari para cezası uygulanması gerektiği,
a) İhlalin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, kuruluşa %3 oranında idari para cezası uygulanmasına,
Ancak, ihlalin tespit edildiği tarihi itibariyle kuruluşun Mart 2025 ayına ait ticari iletişim gelir beyanının 2.050.000,00 Türk Lirası olduğu değerlendirilerek, televizyon kuruluşları için idari para cezasının 10.000 (onbin) Türk Lirasından az olamayacağından, 2025 yılı için belirlenen yeniden değerleme oranına göre 195.543,00 (yüzdoksanbeşbinbeşyüzkırküç) Türk Lirası İDARİ PARA CEZASI UYGULANMASINA,
b) İdari para cezasının tebliğinden itibaren bir ay içerisinde, Üst Kurulun T.C. Ziraat Bankası Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Tek İdare Tahsilat Alt Hesabı TR46 0001 0017 6200 9999 9955 88 no’lu hesabına “6112 sayılı kanunun 32’nci maddesine göre ödenen para cezasıdır” şerhiyle ödenmesi gerektiğinin veya 6112 sayılı kanunun 32’nci maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca, tebliğden itibaren en geç onbeş gün içerisinde Ankara İdare Mahkemelerinde dava açılabileceğinin, aynı maddenin 11’inci fıkrası uyarınca 1 ay içerisinde peşin ödeme yapılması halinde, 5326 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca cezanın dörtte üçünün tahsil edileceğinin ve taksitlendirme talebinde bulunulabileceğinin, peşin ödemenin kanun yoluna müracaat hakkını engellemeyeceğinin, en geç 1 aylık süre içerisinde ödenmeyen idari para cezasının, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Hazine ve Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairesine gönderileceğinin bildirilmesine,
c) 6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “8’inci maddenin birinci fıkrasının (a), (b) ve (d) bentleri dışındaki bentlerini, aynı maddenin ikinci fıkrasını ve bu Kanunun yayın hizmetlerinde ticari iletişimi düzenleyen hükümlerinden herhangi birini yaptırım kararının tebliğinden itibaren bir yıl içinde yirmiden fazla ihlal eden medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayını beş güne kadar durdurulur. Bir yıl içinde aynı ihlalin tekrarı halinde, medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınının beş günden on güne kadar durdurulmasına; ihlalin ikinci tekrarı halinde ise yayın lisansının iptaline karar verilir. …” hükmü uyarınca işlem tesis edileceği hususunun yapılacak tebligatta bildirilmesine,
Üst Kurul Üyesi Dr. Necdet İPEKYÜZ, Tuncay KESER ve İlhan TAŞCI’nın karşı oyları ve oy çokluğu ile karar verildi.
Toplantıya Ait Şerhler
Üst Kurulun 15.05.2025 tarih, 2025/19 sayılı toplantısında alınan 16 No.lu karara karşı oy yazısı.
Tuncay KESER Şerhidir.