İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 06.05.2025 tarih ve 54 sayılı yazısına konu TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 15.04.2025 tarihinde saat 21:00’de yayınlanan "Gazeteciler Masası" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Murat Taylan'ın yaptığı, Kıbrıs Bugün Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ayşemden Akın’ın konuk olarak katıldığı "Gazeteciler Masası" isimli programda, program sunucusu ile program konuğu arasında geçen diyaloglarda; (...) "Cemil Önal Ada’da 45-46 kaset olduğunu, Falyalı’nın şantaj için çektiği 45-46 kaset olduğunu, Yasin Ekrem Serim'in Hakan Fidan tarafından buraya bu kasetleri almak için görevlendirildiğini, gönderildiğini, bu kasetlerin… 45'ini aldığını ama Türkiye makamlarına 40'ını iade ettiğini, beşini kendine sakladığını ve bu kasetlerde ne olduğunu öğrenmek isteyen istihbarat ve Recep Tayyip Erdoğan'a kadar uzanan bir silsileden bahsediyorum. Ne olduğunu öğrenmek isteyen bir Cumhurbaşkanı olduğunu öğrendik. Erdoğan çağırmış Yasin Ekrem Serim'i ve ona bu kasetleri sormuş. O da hayır ben hepsini size iade ettim. “Tamam.” demiş. “Şimdi eğer o ben sana inanıyorum babana güvendiğim için ama eğer öyle bir şey varsa şu an git ve Kıbrıs'a bu kasetleri bul getir ama seni büyükelçilikten babanı da görevinden aldım.” demiş… Hakan Fidan'ın isminin bu videoların içinde Binali Yıldırım'ın ve Hakan Fidan'ın oğullarının olduğuna dair iddiaları ilk kez birinden duymuş olduk…” şeklinde ifadelere yer verilmesinin, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri "İnsan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, “oy birliğiyle” alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
“TELE 1” logolu medya hizmet sağlayıcıda; sunuculuğunu Murat Taylan'ın yaptığı 15.04.2025 tarihli "Gazeteciler Masası" adlı yorum programına, Kıbrıs Bugün Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ayşemden Akın canlı bağlantı ile konuk edilmiştir. Gazeteci Akın, Kuzey Kıbrıs'ta beş yıldızlı otel, kumarhane gibi sektörlerde şirketleri bulunan ve uluslararası para aklama ve uyuşturucu trafiği suçlamasıyla aranırken, 2022 yılında suikasta uğrayarak öldürülen Halil Falyalı’nın, sağ kolu olarak bilinen Cemil Önal ile yaptığı röportaja ilişkin açıklamalarda bulunmuştur.
Gazeteci Akın’ın, röportaj yaptığı Cemil Önal’ın iddialarının bir kısmını programda aktarması nedeniyle; kullanılan ifadelerin özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı ve kişileri küçük düşürücü, aşağılayıcı ve itibarlarını zedeleyici nitelikte olduğu gerekçeleriyle medya hizmet sağlayıcıya yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Yayın incelendiğinde özetle; Gazeteci Akın, Cemil Önal’ın kendisine anlattığı; “Ada’da Halil Falyalı’nın şantaj için çektiği 45-46 kaset olduğu, Yasin Ekrem Serim'in Hakan Fidan tarafından, bu kasetleri almak için görevlendirildiği ve KKTC’ye Büyükelçi olarak gönderildiği ama Serim’in Türkiye makamlarına kasetlerin 40'ını iade ettiği, beşini kendine sakladığı, verilmeyen kasetlerde Binali Yıldırım'ın ve Hakan Fidan'ın oğullarının görüntülerinin olduğu ve bu kasetlerde ne olduğunu öğrenmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yasin Ekrem Serim'i çağırarak ona bu kasetleri sorduğu, devamında da hem Yasin Ekrem Serim’i hem de babası Maksut Serim’i görevden aldığı” şeklindeki iddialarını aktarmıştır.
Uzman raporunda ve raporu dayanak alan Kurul Kararında, “…Cemil Önal'ın açıklamalarından hareketle Hakan Fidan'ın ve Binali Yıldırım'ın oğlunun kasetleri olduğu iddiasının gündeme getirildiği ve bu kasetlerin çekilmesinin suç oluşturan cinsel içerikli kasetler olduğunun ima edildiği… kişiler hakkında, şantaj ve tehdit amaçlı kullanılabilecek cinsel içerikli görüntülerin, özel hayatın gizliliğine saygılı olunması bağlamında değerlendirilmesi gerektiği ve ifşa edilmemesi gerektiği” gerekçeleriyle yaptırım kararının alındığı görülmektedir.
Öncelikle belirtmek gerekirse; Uzman Raporunda da ve Kurul Kararında, “ima edildiği” üzerine temellendirilen ve “ima yoluyla ifşa etmek” gibi zorlama bir değerlendirmeyle uygulanan yaptırım, objektif ölçütlere dayanmaktan uzak ve subjektif kanaatlerle oluşturulmuş bir karar niteliğindedir. Bu türden zorlama gerekçeler, denetim yetkisinin keyfi kullanımına zemin hazırlamakta, ifade özgürlüğü açısından ciddi bir müdahale alanı yaratmakta ve hukuki güvenlik ilkesini zedelemektedir. Doğrudan tehdit, nefret söylemi, şiddete çağrı veya açıkça iftira/hakaret içermediği sürece ima içeren ifadelerden dolayı cezai veya idari yaptırım hukuka aykırıdır.
Ayrıca; yayınlarda “ima etmenin” yani dolaylı anlatım veya örtülü eleştirilerin tek başına suç oluşturmadığı yönünde gerek AYM gerekse AİHM kararlarında çok sayıda içtihat bulunmaktadır. Özellikle ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, eleştiri hakkı ve siyasi söylem çerçevesinde değerlendirilen bu tür söylemler, açıkça bir suç unsuru taşımadığı sürece korunmaktadır.
Bu noktada; yayın içinde Uzman raporunda ve Kurul Kararında bulunmayan bir bölüm de, yayının amaç-hedef ilişkisinin gözetilmesi bağlamında dikkat çekicidir:
Bahse konu iddialar aktarıldıktan sonra; Sunucu Murat Taylan; “(21.14.35) Yasin Ekrem Serim yalnızca yedi ay görevde kaldı. Diğer taraftan babası Maksut Serim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden başlayarak hep yanında yer almış özellikle yine finans alanında her şeyini emanet ettiği isimlerden biri. Hatta devleti emanet ettiği örtülü ödeneği Başbakanlıktan başlayarak Cumhurbaşkanlığı döneminde de örtülü ödeneği emanet ettiği ve aynı zamanda Yasin Ekrem Serim görevden alınırken Maksut Serim de görevden alındı. Yani ikisi aynı zamanda görevden alındılar. Dolayısıyla bu iddiaları böyle güçlendiren bir takvimle karşı karşıyayız.” şeklinde, söz konusu iddialarla, iddialara konu gelişmelerin örtüştüğüne dair değerlendirmelerde bulunmuştur.
Bir ülkeye atanan büyükelçilerin çok kısa bir süre içinde görevden alınması, beklenen bir durum değildir ve hayatın olağan akışına aykırıdır. Bu yönüyle sürecin sorgulanmasının gazetecilik faaliyeti olduğu açıktır ve yayında gündeme getirilen konuların olgusal bir temeli bulunduğuna işaret etmektedir.
Bilindiği üzere; medyanın, özellikle üstün kamu yararı gerektiren durumlarda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meselelere yönelik iddiaları gündeme getirme, sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunmakta ve bu haklar, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunmaktadır. Ayrıca AİHM kararlarının da toplumsal yararın yüksek olduğu konulara ilişkin tartışmalarda, basın özgürlüğüne daha güçlü koruma sağladığı bilinmektedir.
Bu çerçevede; KKTC’de peş peşe yaşanan ve önemli gündem maddeleri haline gelen olayların sorgulayıcı bir dille ele alındığı bir yayına, doğrudan bir suçlama, iftira ya da hakaret olmadığı halde üst sınırdan yaptırım uygulanması, hakkaniyetli ve ölçülü değildir, basın özgürlüğüne ağır bir müdahaledir.
2- Halil FALYALI’nın sağ kolu olarak bilinen ve Hollanda’da tanık statüsünde olan Cemil ÖNAL’ın, Türk bürokrasisinde en üst görevlerde bulunan kişilere ve/veya çocuklarına ilişkin iddialarında; kuşkusuz üstün kamu yararı bulunmaktadır. AYM ve AİHM kararları incelendiğinde; kamu yararı taşıyan ve özel hayatın gizliliği ile çatışan durumlarda, kamu yararının ağır bastığının hüküm altına alındığı görülmektedir.
Uzman raporu ve Kurul Kararında, yaptırım gerekçelerinden biri; “kişiler hakkında, şantaj ve tehdit amaçlı kullanılabilecek cinsel içerikli görüntülerin, özel hayatın gizliliğine saygılı olunması bağlamında değerlendirilmesi gerektiği ve ifşa edilmemesi gerektiği” olarak gösterilmiştir. Ancak yayında ifşa edilen bir görüntü söz konusu değildir.
Yayında “Devletin üst bürokrasisinde görevde bulunanların çocuklarına yönelik görüntülerin bulunduğu” iddiası gündeme getirilirken, yaptırım gerekçesi; konunun, kendi içinde ne kadar önem taşıdığının ispatı niteliğindedir.
Programda yer alan iddialar, değerlendirme ve aktarımlar, tamamıyla kamuoyuna mal olmuş siyasal nitelikli iddiaların tartışıldığı bir bağlamda gerçekleşmiştir. Tartışılan konular;
-Devletin yüksek kademelerinde görev yapmış/halen görevde bulunan kamu görevlileri,
-Türkiye’nin dış politikasında aktif rol alan diplomatik yetkililer,
-Suç örgütü faaliyetlerine dair iddialar,
gibi kamuoyunun doğrudan bilgi edinme hakkına giren hususlardır.
Bu kapsamda ifade edilen görüşlerin, doğrudan hedef alma, aşağılama, iftira veya özel hayatın deşifre edilmesi amacıyla değil; uluslararası düzeyde kamusal tartışmaya açılmış bir konuda, kamuya mal olmuş iddialar ve geçmiş haberlerin analizine dayalı olarak dile getirildiği görülmektedir.
Bu çerçevede, tartışmaya konu yayın içeriğinde; Gazeteci Ayşemden Akın’ın, tüm söylemlerini “iddia” boyutunda dile getirdiği, konuşmasında defalarca Cemil Önal’ın iddiaları olduğunu vurguladığı, sunucu ile konuk arasında ““öğrendiğimiz kadarıyla, belirsiz, eğer iddialar doğruysa” gibi ifadelerle yayının sürdürüldüğü ve belirli kişilere isnat edilen hususların soru şeklinde sunulduğu dikkate alındığında; bu ifadelerin, kesin yargı bildiren ve doğrudan iftira niteliğinde değil, “iddia” sınırında ve gazetecilik faaliyetinin bir parçası olan “sorgulama” ve “yorum” kapsamında kaldığı görülmektedir.
3- Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan özel hayatın gizliliği, her bireyin dokunulmaz hakkıdır. Ancak bu hak, mutlak nitelikte olmayıp, başkalarının hak ve özgürlükleri veya kamu düzeni ve kamu yararı gibi meşru nedenlerle sınırlanabilir. Bu noktada “kamu yararı” gerekçesi, haberin yayımlanabilirliğini belirlemede temel kriterdir.
Her ne kadar programda özel hayata ilişkin kaset iddiaları yer alsa da; programda bu kasetlerin içeriği ifşa edilmemiş, yalnızca basına daha önce yansıyan genel bilgiler üzerinden değerlendirme yapılmıştır. İlgili bireylerin isimleri açıkça verilmezken, yayında ayrıca, doğrudan cinsel içerik teşhiri, hakaret veya aşağılama unsuru bulunmamaktadır. Programın genel akışı; bu iddiaların bir kamu gücü mücadelesi kapsamında ne tür yansımaları olabileceği üzerine kuruludur.
Özellikle siyasetçi ve yüksek bürokratlar gibi kamusal pozisyonlarda bulunan kişilerin, sıradan vatandaşlara kıyasla daha dar bir özel hayat alanına sahip olduğu, hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hem de Anayasa Mahkemesi içtihatlarında açıkça vurgulanmaktadır. AİHM’nin yerleşik içtihadına göre (Von Hannover v. Germany, Lingens v. Austria), kamusal görev yürüten kişiler; toplum önünde olmayı bilinçli olarak tercih ettikleri ve demokratik rejimlerde hesap verebilir olmaları gerektiği için; daha geniş eleştiri sınırlarına ve daha sınırlı bir özel hayat korumasına sahiptirler.
Bu yönüyle yayında yer alan içerikler, özel hayatın gizliliğine doğrudan saldırı oluşturacak nitelikte değildir. Kaldı ki, 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesini birinci fıkrasında belirlenen yayın ilkeleri de “haber değeri olan kamuya mal olmuş olaylar”ın aktarımını tamamen dışlamaz; yalnızca hakaret ve iftira kastı taşıyan yayınları hedef alır.
Ayrıca; Gazeteci Akın’ın, yayın içinde de; “Hatta biliyorsunuz bir başbakanımız vardı Ersan SANER. Onun da bir videosu bu ifşaatlardan sonra yayınlanmıştı. Bir kadınla videosu yayınlanmıştı ve görevden istifa etmişti. Hükümet düşmüştü. Burada da bir ufak çaplı depremler olmuştu.” sözleriyle vurguladığı üzere; özel hayata dair bu tür görüntülerin önem derecesi, kişilerin kamusal göreviyle yakından ilgilidir.
Dolayısıyla, kamu yararı ile özel hayatın çakıştığı durumlarda, eğer özel hayat kapsamında kalan bir eylem; görevdeki tarafsızlığı, yolsuzluk şüphesi, şantaj, nüfuz kullanımı veya kamu kaynaklarının istismarı gibi kamuya ilişkin riskleri içeriyorsa, “özel” olmaktan çıkar, kamu denetimine açılır. Bu kapsamda asıl belirleyici olan unsur, görüntülerin içeriği değil, bu içeriklerin siyasetçinin kamu görevini yerine getirme biçimini nasıl etkileyebileceği, yani kamu güveni üzerindeki etkisidir.
Belirtmek gerekirse; sıradan bir vatandaşın özel hayatına ilişkin bilgilerin ifşası hukuka aykırılık oluşturabilirken, siyasetçi ve bürokratlar için farklı bir ölçüt bulunmakta, eğer söz konusu içerikler, görevle bağ kuruyorsa veya siyasi ve ahlaki sorumluluğu ilgilendiriyorsa, kamu görevindekiler için bu tür içerikler kamu yararı gerekçesiyle haberleştirilebilmektedir. Bu durum, özel hayat hakkının ihlali değil, kamu yararının anayasal sınırlar içinde uygulanmasıdır. Her iki vakada da görüntüler hukuka aykırı elde edilmiş olsa da, bu görüntülerin içerikleri ve yansımaları, ilgili kişilerin temsil ettiği makamın taşıdığı kamusal sorumluluk ile doğrudan ilişkilidir.
Bu bakımdan yayında anlatıldığı şekliyle Ersan Saner’in istifası ve benzer olaylar, modern siyasetçi profilinin, özel yaşamıyla kamu görevini nasıl iç içe yürütmesi gerektiğine dair örnek teşkil eder. Ayrıca; hem siyasal sorumluluğun toplumsal baskıyla birleştiği, hem de özel hayat ile kamu yararı çatışmasının siyasette nasıl sonuç doğurduğunu gösteren güçlü bir örnektir.
Tele 1 logolu kuruluşta; söz konusu olaylar zincirinin ele alınmasının gazetecilik faaliyeti sınırları içinde olduğu, kamusal yarar amacı taşıyan sorgulamalar yapıldığı, bu yönüyle de üst sınırdan uygulanan yaptırımın haksız ve orantısız olduğu açıktır.
4- Bir diğer önemli husus da, Uzman raporunda yer alan ve ihlal gerekçelerinden biri olarak gösterilen, “Ayşemden AKIN, bu kaset iddialarını Sedat PEKER'in ifşaatları ile ilişkilendirmiş” şeklindeki değerlendirmedir. Ancak bu saptama, bağlamdan koparılarak yapılmış olup gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Zira Gazeteci Akın, “Ha o kasetlerle mi alakalıydı bilmiyoruz ama zamanlama çok üstüne gelmişti Sedat Peker’in açıklamalarının” şeklindeki ifadesiyle, doğrudan ve kesin bir ilişki kurmaktan kaçınmış; bunun yerine gazetecilik sorumluluğu çerçevesinde olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi ve kamuoyunun bilgilendirilmesi amacıyla analiz yapma yoluna gitmiştir. Bu bağlamda, gazetecinin yaklaşımı, iddia edilen ihlalden ziyade, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir.
Takdir edileceği üzere; basın, yalnızca haber aktaran bir araç değil; aynı zamanda kamuoyunun siyasal olaylar hakkında bilgi edinmesini sağlayan bir denetim mekanizmasıdır ve gazetecilerin görevi, toplumu bilgilendirmek, farkındalık yaratmak ve olayların gerçeklerini açıklamaktır ki gerçekleri nesnel bir biçimde, çarpıtmadan, sansürlemeden aktarmak esastır. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde bile bu husus; “Gazeteci önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoritelerine olan sorumluluklarından önce gelir.” şeklinde belirtilmektedir.
Bu kapsamda; medya mensuplarının görüş ve kanaatlerini, herhangi bir baskı altında kalmaksızın açıkça ifade edebilmeleri, siyasi kişi ve kuruluşları, kamu gücünü kullanan, kamusal yetkiyi elinde bulunduran kişiler ile kamu kuruluşlarını eleştirebilmeleri ve faaliyetleri hakkında toplumu bilgilendirebilmeleri, basın özgürlüğünün etkin biçimde kullanılması açısından son derece önemlidir. Dolayısıyla; söz konusu ifadeler nedeniyle medya hizmet sağlayıcıya yaptırım uygulanması, yalnızca bireysel ifade özgürlüğünün değil, aynı zamanda basın özgürlüğünün ve kamuoyunun doğru ve zamanında bilgi edinme hakkının da ihlali anlamına gelmektedir. Bu tür yaptırımlar, demokratik toplum düzeninde ifade ve basın özgürlüğüne yönelik caydırıcı etki doğurarak, medya üzerinde otosansür riskini artıracak ve kamu yararına hizmet eden “sorgulayıcı” ve “eleştirel haberciliği” zayıflatacak niteliktedir.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; Üst Kurulun denetim görevini yürütürken, çok hassas ve adil davranması, hak ve özgürlüklere müdahalede sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. Aksi halde çok sesliliği sağlamak, toplumun özgürce kanaat oluşturmasına katkı sunacak ortamı kurmak mümkün olmayacaktır.
Gazeteci Akın’ın konuşması bu bağlamda incelendiğinde; ihale konu edilen sözlerin “iddia” çerçevesinde sunulduğu, düşünce ve ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, uygulanan yaptırımın haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olduğu açıktır. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların haklı gerekçeler olmaksızın cezalandırılması, basın ve ifade özgürlüğünü temel alan demokratik toplum düzenine aykırı olacağı gibi, 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, “Üst Kurulun görev ve yetkilerini” belirleyen birinci fıkrasının, (a) bendinde yer alan; “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin... çoğulculuğun güvence altına alınması... amacıyla gerekli tedbirleri almak.” hükmünü de ihlal edecektir. Bu yönüyle de üst sınırdan verilen yaptırım kararı isabetli ve ölçülü değildir.
5- Üst Kurul tarafından, benzer programlarda iktidar politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında, "iddia olarak sunulan” ifadeler nedeniyle yaptırım uygulanan, ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da, “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutularak, basın/ifade özgürlüğünün öncelendiği görülmektedir.
a) Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu karar ile “Haber Türk” logolu ve “Ciner Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, 20.03.2020 tarihli “Para Gündem” programında 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci paragrafının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilerek, Üst Kurul Kararı iptal edilmiştir.
RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir. Ardından RTÜK, BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 15.06.2021 tarihli, E:2021/2226 ve K:2021/2262 No.lu kararıyla, davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
b) Üst Kurulun, 10.02.2021 tarih ve 2021/06 sayılı toplantısının, 25 No.lu kararıyla; “FOX” logolu medya hizmet sağlayıcıda, 26.01.2021 tarihli "FOX Ana Haber" adlı haber bülteninde yer verilen bir haberde; “iddianın gerçeği yansıtmadığı, küçük bir araştırmayla doğrulanması mümkün olan bir konunun sadece röportaj yapılan kişinin beyanlarını baz alarak, resmi kurumlardan teyit edilmeden, habercilik meslek etiğinin gereği olan araştırma, doğrulama ilkelerinden ödün verilerek kamuoyunu yanlış yönlendirilebilecek nitelikte olduğu” savıyla, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinin ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Danıştay Onüçüncü Daire (E:2022/2182, K:2023/1448), 28/03/2023 tarihli kararında; “...röportaj veren kişinin beyanlarının esas alınarak, teyit edilmeden ve gerekli araştırma/doğrulama yapılmadan haberin ekrana getirildiğinden bahisle dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmaktadır.
...Bu durumda, dava konusu yayında süt üreticilerinin kendi beyanlarına yer verilerek yaşadıkları ekonomik sorunlara dikkat çekildiği, bu bakımdan dava konusu işleme konu edilen yayının kişilerden edinilen ve haber niteliği taşıyan bilgi ve fikirleri izleyici kitlesine aktarılması niteliğinde olduğu, bu bilgi ve fikirlerin aktarılmasında ise Anayasanın basın hürriyeti, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamında kaldığı dikkate alındığında dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” gerekçesiyle, kuruluşun temyiz isteğini kabul etmiş ve Üst Kurul lehine olan BİM kararını bozmuştur.
Danıştay kararlarının ortak noktası; kamu yararı söz konusu olduğunda iddiaların da haberleştirilebileceği, kaynak gösterilen ya da kişilerin şikâyet ve görüşlerine dayanılarak yapılan haberlerin, basın özgürlüğü ile haber verme hakkı sınırları içerisinde değerlendirilmesi gerekliliğidir.
6- Bu noktada; bahse konu yayın içeriği ve Üst Kurul tarafından bu içeriklerin cezalandırılması kapsamında; Anayasa Mahkemesinin bakış açısının sunulması, önem taşımaktadır.
Kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
a) Anayasa Mahkemesi’nin, Hakan YİĞİT Başvurusu’nda (Başvuru No: 2015/3378), 5 Temmuz 2017 tarihinde aldığı karar, bu tür haberler kapsamında, örnek niteliğindedir. AYM söz konusu kararında, “özel haberleşmeye müdahale/özel hayatının korunması” ile “gazetecilerin bilgiyi serbestçe kullanma hakkı” arasındaki çatışmaya ilişkin, başvurucunun ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir. Kararın ilgili bölümleri şöyledir:
“51. Basının kendisi için konulmuş sınırlamalara uyması gerekmesine rağmen toplum ve devlet hayatını ilgilendiren meselelerde bilgi vermesinin bir demokrasinin düzgün bir şekilde işlemesinin sağlanmasına ilişkin temel görevi bağlamında bir zorunluluk olduğu da hatırda tutulmalıdır. Basının anılan bilgileri ve fikirleri bildirme zorunluluğunun yanı sıra halkın da bunları almaya hakkı vardır. Basın özgürlüğü kamuoyuna; siyasetçiler, yüksek bürokratlar, kanaat önderleri veya iş adamları gibi söz ve davranışları kamuoyunun ilgisinde olan kişilerin fikir ve tutumlarının keşfedilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağlamaktadır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 56-58, 82; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 49-51, 61-63; Nihat Özdemir [GK], B. No: 2013/1997, 8/4/2015, §§ 45-47, 57-58).
57. Somut olayda özel haberleşmeye müdahale, kamu gücünü kullanan organların birinden değil bir basın kuruluşundan gelmiştir. Mevcut başvuruda Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "başkalarının özel hayatlarının korunması" biçiminde ifade edilen meşru sınırlama amacı ile gazetecilerin bilginin serbest akışı ile iştigal etme hakkı arasında bir çatışma doğmuştur. Bu çatışmanın Anayasa tarafından özel olarak korunan haberleşme hakkına müdahale edildiği hâllerde daha belirgin hâle geldiği açıktır. Buna rağmen haberleşme içerikleri gibi hassas bilgilerin -yasa dışı yollardan elde edilmiş olsa bile- haberleştirilmesi gazetecileri otomatik olarak Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinin sağladığı korumadan yoksun bırakmaz.
58. Mevcut başvuruya benzer başvurularda Anayasa Mahkemesince yapılması gereken, gazetecilerin basın özgürlüğü ile özel haberleşmesine müdahale edilen bireylerin haberleşme özgürlüğünü dengelemektir. Böyle bir dengeleme; her somut olayda haberleştirilen bilginin içeriğinin, haberleşmesine müdahale edilen kişilerin kimliklerinin, haberin kamusal tartışmalara yaptığı katkının ve somut olayın geçtiği bağlam da dâhil olmak üzere tüm koşulların birlikte değerlendirilmesi ile mümkündür.
62. …Dolayısıyla konuşmanın yayımlanmasının kamuoyu gündeminin ilk sıralarında yer alan kamusal faydası yüksek bir tartışmaya katkı sunduğunda kuşku bulunmamaktadır.
68. Başka bir deyişle basının bir demokrasinin düzgün şekilde işlemesinin sağlanmasına ilişkin temel görevi dikkate alındığında başvurucunun cezalandırılmasının, basının kamu yararına olan hususlarda açık tartışmaya olan katkısını yıldırabilecek nitelikte olduğu kabul edilmelidir. Dolayısıyla başvurucunun 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılması ve beş yıl denetim altına alınarak hükmün açıklanmasının ertelenmesi biçimindeki şikâyet konusu müdahale, müştekinin özel hayatının korunması şeklinde takip edilen amaç ile orantısızdır.”
b) Anayasa Mahkemesi, Orhan Pala Başvurusu’nda, ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin karar vermiş ve basının savcı gibi ispat yükümlülüğü bulunmadığını, hüküm altına almıştır.
“21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)… Castells/İspanya davasında, ulusal yargılamaları yürüten yüksek mahkemeye göre millî kurumları karalamakla suçlanan bir kişinin gerçeği ispat hakkı bulunmamaktadır. AİHM, başvurucunun kendisi hakkında açılan söz konusu hakaret davasında gerçeği ispatlamasına ve iyi niyetini ortaya koymasına izin verilmediğine dikkat çekmiştir. AİHM'e göre başvurucu tarafından ileri sürülen olgusal iddiaların birçoğunun gerçekte olup olmadığı yerel mahkemelerin atacağı adımlarla ortaya çıkarılabilir ve başvurucu makul bir çerçevede iyi niyetini ortaya koymaya çalışabilir. AİHM, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararının Sözleşme'nin 10. maddesini ihlal ettiği sonucuna varmıştır.
41. Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kez "demokratik toplum düzeninin gerekleri" deyiminden ne anlaşılması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, toplumsal bir ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bekir Coşkun [GK], B.No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
51. Gazetecilerden bir beyanın doğruluğunu kanıtlamakla yükümlü savcı gibi hareket etmelerini beklemek aşırı yüksek bir ispat külfeti getirir ve böyle bir mükellefiyet sanık veya davalı olarak yargılandıkları davalarda hakkaniyete uygun düşmeyen sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu sebeple somut davada başvurucunun bir gazeteci olarak yeterince sorumlu bir şekilde davrandığını kabul etmek gerekir (Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, §§ 21,41,51).”
c) Anayasa Mahkemesi, Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (B. No: 2020/23730, 14/6/2023) kararında da; habercilerin olgusal temelleri olduğu müddetçe, kamuoyundaki iddiaları gündeme taşımasının, sorgulamasının ve yanıt aramasının cezalandırılamayacağına hükmetmiştir.
Adıyaman’ın Gerger İlçesi’nde yapılan ihalelerle ilgili dönemin İlçe Kaymakamı’na yönelik gündeme getirdiği iddialar nedeniyle yargılanan Gazeteci Ö.B., ceza alması üzerine ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Yargılama sonucunda da gazetecinin ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği hüküm altına alınırken, Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde şu görüşler yer almıştır:
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığı ile doğru ve güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).
24-...Dolayısıyla bir gazeteci olarak başvurucu, kaymakam hakkında bir soruşturma açılmasını değil onun birtakım işlem ve davranışlarının toplum nezdinde sorgulanmasını amaçlamaktadır…”
Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin gazeteciliğin çerçevesine ilişkin kararları dikkate alındığında; oy çokluğuyla alınan yaptırım kararının ifade ve basın özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe vuracağı kuşkusuzdur.
7- Basın özgürlüğü ile özel hayatın gizliliği konusunu içen Yargıtay kararlarına baktığımızda da, AYM kararıyla aynı doğrultuda kararlar verildiği görülmektedir.
- Ülke çapında çeşitli iş kollarında faaliyeti olan ve kamuoyu tarafından bilinen şirketler grubunun üst düzey bir yöneticisi ile Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanı'nın, şirketin devlete olan vergi borcu nedeniyle yaptıkları telefon görüşmesine ilişkin konuşma kaydının ulusal bir gazetede yayımlanmasına ilişkin davada Yargıtay, basının haber verme hakkından yana hüküm kullanmıştır. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin, E. 2013/5626, K. 2013/26685 ve 25.11.2013 tarihli kararının ilgili kısmı şöyledir:
“...haber içeriğinin görünür gerçeğe uygun olması, kamuya mal olmuş bir holdingin üst düzey yöneticisi olan katılan ile Maliye Bakanlığında Gelir İdaresi Başkanı olan üst düzey bürokrat ile yaptığı, miktarı yüksek bir vergi borcunun düşürülmesi ile ilgili olarak yapılan telefon görüşmesinin haberinin yapılmasında, bürokratın yürüttüğü kamu hizmetinin niteliği ve toplum içindeki konumu gereği, haberde kamu yararı ve toplumsal ilginin bulunması, haberi yapılan konunun güncel olması, haberde kullanılan ifadelerin ve haberle beraber yayımlanan fotoğrafların, habere konu olayla fikri bağlantısının bulunması, sonuç olarak, haberin verilişinde ölçülülük ilkesinin ihlal edilmemiş olması karşısında, yayımlanan haberin, basının haber verme hakkı sınırları içerisinde kalması sebebiyle, katılanın, sanık tarafından haberleşmesinin gizliliğinin ihlal edildiğinin kabulünün mümkün olmadığı, ..., beraata ilişkin hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 25.11.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
8- Yaptırım uygulanan konu kapsamında, AİHM kararlarının da ifade özgürlüğünü önceleyen yaklaşımı dikkati çekmektedir.
-AİHM, Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında, kamu görevlilerine yönelik eleştiriler bağlamında basın özgürlüğünü onaylamış, basın özgürlüğünün, kamuoyunun dikkatini çektiği konularda da özel bir konuma sahip olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme, başvurucunun ülkesindeki polis şiddeti konusunu gündeme getirdiğini ve bunun basının üzerine düşen “kamuoyunun ilgilendiği konularda bilgi ve fikir verme görevine dayandığını” tespit etmiştir. Mahkeme ayrıca “siyasi tartışma ile kamunun menfaatini gerektiren diğer konulardaki tartışmalar arasında …. ayrım yapılması yönünde bir neden bulunmadığını”, “halkın gözcüsü” rolünün bir parçası olarak, medyanın, “başvurandan başka kişilerin ortaya attığı ‘hikâye’ veya ‘söylenti’ veya ‘kamunun düşüncesini” tamamen asılsız olmamaları durumunda bildirmesine müsaade edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Nihayet Mahkeme, bu mahkûmiyeti “kamuoyunun ilgilendiği konuların açıkça tartışılması söz konusu olduğunda caydırıcı olması mümkün” olarak nitelendirmiştir (Thorgeir Thorgeirson/Iceland, 25 June 1992, §§ 64-6).
Bir şeyi “ima etmenin” doğrudan bir suçlama ve ispat edilmesi gereken bir isnat olarak yorumlanması, demokratik bir toplumda basın hürriyeti üzerinde caydırıcı ve sınırlayıcı bir etkiye neden olacaktır. Önüne gelen bir konuyu araştıran gazeteci söylentiler de dâhil olmak üzere kullanabileceği tüm malzemeden faydalanmaya çalışacaktır (Thorgeir Thorgeirsson /İzlanda, B.No: 13778/88, 25/6/992, § 65; Cihan Özturk/Türkiye, B.No: 17095/03, 9/6/2009, § 28).
-AİHM’nin, Axel Springer AG / Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012 kararında; ifade özgürlüğü hakkı ile kişilik haklarının basın yoluyla ihlali noktasında, çatışan hakların dengelenmesine ilişkin bazı ölçütler sunmuştur. “(i):Kamu yararının bulunduğu tartışmaya katkı. (ii) İlgili kişinin ne kadar tanınır olduğu/ kamuya mal olmuş olup olmadığı ve yayının konusu. (iii) İlgili kişinin önceki davranışları. (iv) Bilginin elde ediliş yöntemi ve doğruluğu. (v) Yayının içerik, biçim ve sonuçları. (vi) Hükmedilen yaptırımın ağırlığı.
-AİHM, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün birçok kez altını çizmiştir. AİHM'e göre basının -her ne kadar özellikle de başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de- görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkının eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre, bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102).
-AİHM’ye göre ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. Yine aynı karara göre; “ifade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez” (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, Para. 49).
-AİHM kararlarında, yapılan eleştirilerin hükûmete karşı olması durumunda, daha hoşgörülü bir yaklaşım sergilendiği görülmektedir. AİHM’ye göre hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir. Demokratik bir sistemde, hükûmetin eylemleri ve ihmalleri sadece yasama ve yargı makamlarının değil aynı zamanda basın ve kamuoyunun da yakın incelemesine tabi tutulmalıdır (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, Para. 46).
Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda alıntı yapılan Ergün Poyraz (2) [GK], kararında da söz konusu AİHM kararına yer verilerek; “69. AİHM’in yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil; aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, § 46).” şeklinde hüküm bildirilmiş ve hükûmetlerin eleştirilere daha tahammüllü olmaları gerektiğinin altı çizilmiştir (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 13).
9- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır. Bu açıdan, demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlemlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlığın ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya suçluluğu yargı kararı ile kesinleşmeden, kişilerin suçlu ilan edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de “TELE 1” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. “TELE 1” logolu kuruluşun bu ve benzeri gerekçelerle çok sayıda idari yaptırımla karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
10- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir. Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun, kamu gücünü kullananlara yapılan eleştiriler kapsamında vermiş olduğu en spesifik karar; Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri Başvurusunda hüküm altına alınmıştır. AYM kararında, Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verirken, özellikle, kamu otoritelerinin cezalandırma yoluna gitmek yerine, eleştirilere yanıt vererek kamuoyundaki tartışmalara katkı sunmaları gerektiği ifade edilmiştir. Mahkemeye göre, devletin kamusal yararı yüksek olan konulardaki eleştirileri ceza tehdidiyle bastırmak yerine, iletişim kanallarının sunduğu imkânlardan faydalanarak bu eleştirilere demokratik yollarla karşılık vermesi, hem ifade özgürlüğünün teminat altına alınmasını hem de sağlıklı bir kamu tartışma ortamının oluşmasını sağlar.
“Demokratik bir toplumda otosansür refleksine hizmet eden bir cezaya maruz kalınması, kamu gücünü kullanan organların karar ve eylemlerini sorgulanamaz hâle getirir. Oysa demokratik bir toplumda devletin, kamusal faydası yüksek olan bir tartışmanın yürütülmesini ceza tehdidi yoluyla engellemek yerine bilgi kaynaklarına ve iletişim araçlarına erişim imkânlarının genişliğinden yararlanarak kendisine yönelik eleştirileri etkili bir biçimde yanıtlamak suretiyle bu konudaki kamusal tartışmaya katkıda bulunması beklenir” (Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri, B.No:2018/17635, 26/7/2019, §137).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği ve bireylere yönelik olarak hakaret içermemek kaydıyla dile getirilen iddia ve yorumların basın özgürlüğü çerçevesinde korunduğu görülmektedir.
Sonuç itibarıyla; ihlale konu yayın içeriğinde yer verilen tüm ifadelerin “iddia” sınırında kaldığı, “ima yoluyla ifşa etme” gibi zorlama gerekçelerle üst sınırdan uygulanan yaptırım kararının, 6112 sayılı Yasa’nın uygun görülen madde hükmüyle örtüşmediği, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamında kalan ifadeler için yaptırım uygulanmasının, gücünü Anayasa’dan alan basın ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu, yayında 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal teşkil edecek bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 23.06.2025


