İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 01.10.2025 tarih ve 86 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 13.09.2025 tarihinde saat 20:00’de yayınlanan "Açıkça" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere, h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 13.09.2025 tarihinde saat 20:00’de sunuculuğunu Gökmen Karadağ'ın yaptığı, siyaset, ekonomi ve gündeme dair çeşitli olay ve gelişmelerin ele alındığı, "Açıkça" adlı programda geçen diyaloglarda; “İkinci olarak deminki soru kısmıyla birleştirerek söylemek istiyorum. AKP ile MHP birbiriyle oldukça farklı ama müthiş bir tarihsel ve bugün için çıkarsal ortaklıkları var. Yani iki parti de hiçbir zaman Atatürk'le gerçek anlamda uzlaşamamıştır. MHP de kullanır başbuğ der ama hiç laiklikten bahsetmez. Hiç devletçilikten bahsetmez. Halkçılık zaten onlar için tehlikeli bir kelimedir. Yine aynı zamanda iki tarafın da antikomünizm döneminden gelen bir sol düşmanlığı da vardır. Ama günümüzde bunlar daha arka planda kalıyor. Ön plana çıkan çıkar ortaklığı oluyor ve şu anda AKP ile MHP arasında birçok konuda farklı fikirler, yaklaşımlar olsa bile o öyle büyük kimisinin umut ettiği gibi bir kırılma olmasının, olmamasının bir nedeni var. O da şu: Bir, Ekrem İmamoğlu siyasetten silinmeli. İki, Cumhuriyet Halk Partisi etkisiz hale getirilmeli. Burada iki parti o kadar çok ortak ki diğer kalan her ayrım detay kalıyor. Var mı? Var. Çok önemli ayrımlar da var. Ama bu ikisi yani bu iktidarın nimetlerinden devam edebilmek için Ekrem İmamoğlu'nu etkisiz hale getirmek, Cumhuriyet Halk Partisi'ni bir nevi evcilleştirmek o kadar çok istiyorlar ki işte bu noktada bazı şeyleri, ayrışmalar ne yapılıyor, ne ediliyor sindiriliyor. O yüzden de MHP tabanının hoşuna gitmeyen, AKP'nin hoşuna gittiği belli konular olduğu zaman bu taban susuyor. Tam tersi durumda yaşanıyor. Az önce mesela siz Hüdapar Genel Başkanının sözlerini söylediniz. Normal şartlarda bir MHP'linin, bir ülkücünün sinirlenmesi, tepki göstermesi bu bu demesi lazım ama aynı koalisyonun içerisindeler, aynı ittifakın içerisindeler. Resmi olarak aynı ittifakın içerisindeler. Dolayısıyla bu çıkar ortaklığı bambaşka bir noktada…Burada ben muhalefeti şöyle eleştirebilirim. Maalesef bizim gibi ülkelerdeki devlet teorisi doğru işlenemedi. İşlenemediği için de özellikle 2002'den sonra Deniz Baykal'ın da biraz siyasette etkisini azaldığı dönemden sonra 2015'ten itibaren bu rolü Devlet Bahçeli üstlendi. Sanki böyle bir gücü, amacı varmıştı. Yani iktidarla muhalefet arasında bir tamponmuş. Uç nokta değilmiş, tarafsızmış, devletin bekasını düşünüyormuş gibi bir rol oynandı ve buna da maalesef muhalefetteki birçok isim de inandı. İnandığı için de taraf değiştirmeyi de bir türlü anlayamadılar, edemediler. O 2014'ten 15'ten itibaren neden MHP'nin bu kadar taraf değiştirdiğini ama bugün görüyoruz ki MHP o MHP hiç değil. Hiçbir zaman da olmadı. Hatta yani belki de izliyordur ama Sayın İmamoğlu da zamanında bu konuyla ilgili belki de hani siyasi anlamda bir hamle yapmak istemişti ama bugün aradan 6 yıl geçmiş. Hatalı bir düşünce olduğunu görüyoruz. O da şuydu. 2019 yerel seçimleri iptal edilmek istendiği zaman kendisinin iyi niyetli bir beyanı vardı. Bakın işte Binali Yıldırım, Tayyip Erdoğan AKP iptal etmeye çalışıyor. Devlet Bey demişti siz devlet adamısınız. Siz bu hataya müsaade etmeyin yapmasınlar diye. Halbuki sonradan çıktı ki MHP daha da çok bunun iptal edilmesini isteyen tarafmış. Çünkü Devlet Bahçeli de, MHP'de hiçbir zaman devleti, devletin bekasını düşünen kurum ve kişiler değillerdi. Buralardan böyle özel işte Yüce Başbuğ, bilge insan bunlar MHP'nin propagandasıdır. Bunları yutmamak gerekiyor.” şeklinde ifadelere yer verildiği görülmüştür.
Demokratik rejimlerde basın, ifade hürriyetinin geniş kitlelere ulaştırılması ve farklı görüşlerin dile getirilmesinde en etkili araç olarak demokrasinin de teminatıdır. Demokrasi çeşitlilik ve çoğulculuk esasında ilerlerse halk içindir. Çoğulculuğun ve çeşitliliğin bir arada var olabilmesinin yegâne yolu karşılıklı sınırların çizilmesiyle mümkündür. Buradan hareketle devletin kitle iletişim araçlarını denetlemesi toplumsal sözleşmenin gereğinin devletçe yerine getirilmesidir. Kitle iletişim araçlarının halkın yönelimini ve kültürel birlikteliğini belirleyebilen bir güç olarak demokrasilerde çok önemli bir yer tuttuğu açıktır. Dolayısıyla halkın doğru bilgilendirilmesi, kamuoyunda özgür kanaat oluşması, medyanın elinde bulundurduğu iletişim gücünü toplumun aleyhine kullanmaması için ilgili düzenlemeler mevzuatla gerçekleştirilir ve denetleme mekanizmalarınca denetlenir. Yasa, yayıncı kuruluşların ekranlarında yer verdikleri programlarda dikkatli bir dil ve üslup kullanmalarını şart koşar. Bu dikkatli dil ekranların tarafsızlığı ve itibarının teminatıdır.
İnsan hak ve özgürlüklerinden olan ifade özgürlüğü hakkı, demokratik bir toplumun temel unsurlarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açıklık ilkelerinin var olması bakımından vazgeçilmez bir karakter taşımakla beraber gerek uluslararası sözleşmelerde gerekse ulusal mevzuatımızda bu hakkın kullanılmasının belirli sınırları bulunmaktadır. Söz konusu yasal düzenlemelerin başında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası gelmektedir. Anayasa'nın 26'ncı maddesindeki “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.” hükmü ile düşünce özgürlüğüne getirilebilecek sınırlamalardan bahsedilmiştir. 5187 sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde ise; Basının özgür olduğu, bu özgürlüğün; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içereceği, basın özgürlüğünün kullanılmasının ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabileceği hükmüne yer verilmiştir.
AİHM'nin Lingens Avusturya içtihadında da belirtildiği üzere, ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun asli temellerindendir. Bu toplumun ilerlemesinin ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından birini oluşturur. Basının görevi, kamu yararını ilgilendiren başka alanlarda olduğu gibi siyasi konularda da bilgi ve fikirleri açıklamaktır. Buna karsın, AİHM'nin Times Newspapers Limited No:1-2 Birleşik Krallık kararında belirtildiği üzere, Sözleşmenin 10. maddesi, basının halkın yararına olan ciddi meseleleri işlemesinin söz konusu olduğu durumlarda dahi, hiçbir sınırlama içermeyen bir ifade özgürlüğünü güvenceye almaz. Bu maddenin 2. fıkrası uyarınca, basın ifade özgürlüğünü kullanırken, görev ve sorumluluklarına uygun davranmak durumundadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinin başlığı “İfade özgürlüğü”dür. Söz konusu maddede iki hüküm yer alır: 1) Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. 2) Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.
Görüldüğü gibi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesinin birinci fıkrası ifade özgürlüğü hakkının herkes için geçerli olduğunu ve kapsamını belirlerken, ikinci fıkrası ise bu hakkın sınırlandırılabilmesinin koşullarını belirler. İkinci fıkradaki “yasayla öngörülen” ifadesi, her ülkenin, bu fıkra kapsamında sayılan koşullara bağlı olarak ifade özgürlüğü hakkının yasayla sınırlandırılabileceğini gösterir. İkinci fıkrada yer alan “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” ve “gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi” gibi istisna unsurları, 6112 sayılı Kanunun 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan “kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler” ve “özel hayatın gizliliği” ile benzeşmektedir.
Eleştirinin ifade özgürlüğü kapsamında sayılacağı, eleştiri sınırlarını aşan ve küçük düşürücü, aşağılayıcı ve iftira içeren söylemlerin ise ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği yukarıda belirtilmiştir. Kişi veya kurumlara yönelik sözlerin eleştiri kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği konusunda, bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamına girip girmediğine bakılarak karar verilebileceği de görülmektedir. Bu nedenle, ifade özgürlüğü kavramının tanımının ve sınırlarının ne olabileceğine değinmek gerekir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesi kapsamında korunan ifade özgürlüğünün, yalnızca yazılı veya sözlü ifadelerle sınırlı olmadığını, bunların yanında herhangi bir düşünceyi veya bilgili açıklamak amaçlı fotoğraf, resim, eylem ya da kültürel unsurları da kapsadığını belirtir. Ayrıca 10. maddede korunan hakkın, ifade edilme yollarının da aynı şekilde korunduğunu eklerler. Buna göre radyo ve televizyon yayınları da bu kapsamda ifade özgürlüğü hakkının kullanılacağı alanlardandır.
Her ne kadar ifade özgürlüğü yayıncılık dâhil olmak üzere her mecrada temel bir hak olsa da Sözleşme’nin de hüküm altına aldığı gibi belirli koşullarda ve yasayla sınırlandırılabilir. 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanunun 8. Maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan “İnsan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez” hükmü de yayın hizmetlerinde eleştiri sınırlarını aşan her türden ifadeyi yasaklayarak, ifade özgürlüğünü uygun koşullarda ve başkalarına zarar vermemek adına sınırlandırır.
Eleştiri, “(Bir kimse veya şeyin) İyi ve kötü taraflarını ortaya koyarak değerlendirmesini yapma, tenkit, muaheze, kritik” şeklinde tanımlanmaktadır. Herhangi bir eleştiri, ifade özgürlüğü kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Ancak eleştiri sınırlarının ötesine geçen ve kişileri aşağılayan, kişilik haklarına saldırı ve hakaret niteliği taşıyan, insan onuruna aykırı ve özel hayatın gizliliğini ihlal eden her türden ifade ise ifade özgürlüğü kapsamı dışında değerlendirilmelidir. Ulaş Karan da eleştiri ve ifade özgürlüğü kavramları arasındaki bu ilişkiye vurgu yaparak ifade özgürlüğünün, büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün garanti altına alınmasını hedeflediğini belirtir. Bu nedenle, ifade özgürlüğünün ne tür bir özgürlük olduğuna ve nasıl sınırlandırılabileceğine dair bir çerçeve çizildiğinde, ifade özgürlüğü sınırları dışında kalan unsurların eleştiri olarak kabul edilemeyeceği söylenebilir.
AİHM'nin Tımes Newspapers Lımıted No1-2 -Birleşik Krallık kararında belirtildiği üzere, Sözleşmenin 10.maddesi, basının halkın yararına olan ciddi meseleleri işlemesinin söz konusu olduğu durumlarda dahi, hiçbir sınırlama içermeyen bir ifade özgürlüğünü güvenceye almaz. Bu maddenin 2.fıkrası uyarınca, basın ifade özgürlüğünü kullanırken, görev ve sorumluluklarına uygun davranmak durumundadır. Bu görev ve sorumluluklar, görülmekte olan davada olduğu gibi, basının yayımladığı haberlerin bireylerin şeref ve hakları üzerinde ağır etkiler yaratma riski taşıdığı durumlarda, özellikle önem arz etmektedir. Diğer yandan Sözleşmenin 10.maddesinin gazetecilere sunduğu koruma, gerçeğe uygun ve sorumlu bir gazeteciliğin gerektirdiği ilkeleri gözeten, güvenilir haberler sunacak biçimde iyi niyetle hareket etme şartına bağlıdır. Yine AİHM'nin birçok kararında da, kamu kurumları ve yayın kuruluşlarınca, kişiler hakkında yapılan yayınlarda masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi ve bu ilkenin de sıkı bir şekilde korunması gerektiği vurgulanmıştır.
Yukarıda yer verilen açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde, ihlale konu programda, "...hiçbir zaman Atatürk'le gerçek anlamda uzlaşamamıştır. MHP de kullanır başbuğ der ama hiç laiklikten bahsetmez. Hiç devletçilikten bahsetmez. Halkçılık zaten onlar için tehlikeli bir kelimedir. AKP ile MHP arasında birçok konuda farklı fikirler, yaklaşımlar olsa bile o öyle büyük kimisinin umut ettiği gibi bir kırılma olmasının, olmamasının bir nedeni var. O da şu: Bir, Ekrem İmamoğlu siyasetten silinmeli. İki, Cumhuriyet Halk Partisi etkisiz hale getirilmeli. iktidarın nimetlerinden devam edebilmek için Ekrem İmamoğlu'nu etkisiz hale getirmek." şeklinde yapılan açıklamaların ve kullanılan ifadelerin kamusal sorumluluk anlayışı ile bağdaşmadığı; yayın sırasında kullanılan bu ifadelerin kişi ve kurumları zedelemeyecek nitelikte olması hususuna özen gösterilmediği, yayıncılığın kamusal sorumluluk görevi olduğu ve yayınların Basın Meslek İlkeleri çerçevesinde yürütülmesi gerektiği ve medya mensuplarının kişi ve/veya kuruluşları eleştirme haklarını kullanırken kişi, kurum veya kuruluşların haklarının gözetilmesi gerektiği, dolayısıyla mezkur yayında, "Uç nokta değilmiş, tarafsızmış, devletin bekasını düşünüyormuş gibi bir rol oynandı. Çünkü Devlet Bahçeli de, MHP'de hiçbir zaman devleti, devletin bekasını düşünen kurum ve kişiler değillerdi." şeklinde ifadelerin kişi ve kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliği taşıyan ifadeler olduğu kanaatine varılmıştır.
Bu nedenle mezkur yayında, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinin ihlal edildiği sabit görülmüştür.
Bu itibarla;
6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlali nedeniyle,
6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; “8 inci maddenin birinci fıkrasının diğer bentleri ile ikinci ve üçüncü fıkralarında ve bu Kanunun diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan ve/veya bu Kanun hükümleri kapsamında Üst Kurul tarafından belirlenen yükümlülüklerini yerine getirmeyen medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak,
ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden yüzde üçüne kadar idari para cezası verilir.” hükmü uyarınca idari para cezası uygulanması gerektiği,
a) İhlalin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği tarihi itibariyle kuruluşun Ağustos 2025 ayına ait ticari iletişim gelir beyanının 17.855.662,60 Türk Lirası olduğu değerlendirilerek, yüzde üç oranı (%3) 535.670,00 TL İDARİ PARA CEZASI UYGULANMASINA,
b) İdari para cezasının tebliğinden itibaren bir ay içerisinde, Üst Kurulun T.C. Ziraat Bankası Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Tek İdare Tahsilat Alt Hesabı TR46 0001 0017 6200 9999 9955 88 no’lu hesabına “6112 sayılı kanunun 32’nci maddesine göre ödenen para cezasıdır” şerhiyle ödenmesi gerektiğinin veya 6112 sayılı kanunun 32’nci maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca, tebliğden itibaren en geç onbeş gün içerisinde Ankara İdare Mahkemelerinde dava açılabileceğinin, aynı maddenin 11’inci fıkrası uyarınca 1 ay içerisinde peşin ödeme yapılması halinde, 5326 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca cezanın dörtte üçünün tahsil edileceğinin ve taksitlendirme talebinde bulunulabileceğinin, peşin ödemenin kanun yoluna müracaat hakkını engellemeyeceğinin, en geç 1 aylık süre içerisinde ödenmeyen idari para cezasının, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Hazine ve Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairesine gönderileceğinin bildirilmesine,
c) 6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “8’inci maddenin birinci fıkrasının (a), (b) ve (d) bentleri dışındaki bentlerini, aynı maddenin ikinci fıkrasını ve bu Kanunun yayın hizmetlerinde ticari iletişimi düzenleyen hükümlerinden herhangi birini yaptırım kararının tebliğinden itibaren bir yıl içinde yirmiden fazla ihlal eden medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayını beş güne kadar durdurulur. Bir yıl içinde aynı ihlalin tekrarı halinde, medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınının beş günden on güne kadar durdurulmasına; ihlalin ikinci tekrarı halinde ise yayın lisansının iptaline karar verilir. …” hükmü uyarınca işlem tesis edileceği hususunun yapılacak tebligatta bildirilmesine,
Üst Kurul Üyesi Ahmet Can BUĞDAY, Dr. Necdet İPEKYÜZ, Tuncay KESER ve İlhan TAŞCI’nın karşı oyları ve oy çokluğu ile karar verildi.
Toplantıya Ait Şerhler
Üst Kurulun 03.10.2025 tarih, 2025/39 sayılı toplantısında alınan 18 No.lu karara karşı oy yazısı.
Tuncay KESER Şerhidir.


