İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 01.10.2025 tarih ve 86 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 13.09.2025 tarihinde saat 20:00’de yayınlanan, sunuculuğunu Gökmen Karadağ'ın yaptığı, siyaset, ekonomi ve gündeme dair çeşitli olay ve gelişmelerin ele alındığı, "Açıkça" adlı programda geçen diyaloglarda; “…AKP ile MHP birbiriyle oldukça farklı ama müthiş bir tarihsel ve bugün için çıkarsal ortaklıkları var. Yani iki parti de hiçbir zaman Atatürk'le gerçek anlamda uzlaşamamıştır. MHP de kullanır başbuğ der ama hiç laiklikten bahsetmez. Hiç devletçilikten bahsetmez. Halkçılık zaten onlar için tehlikeli bir kelimedir… Ama günümüzde bunlar daha arka planda kalıyor. Ön plana çıkan çıkar ortaklığı oluyor ve şu anda AKP ile MHP arasında birçok konuda farklı fikirler, yaklaşımlar olsa bile o öyle büyük kimisinin umut ettiği gibi bir kırılma olmasının, olmamasının bir nedeni var. O da şu: Bir, Ekrem İmamoğlu siyasetten silinmeli. İki, Cumhuriyet Halk Partisi etkisiz hale getirilmeli. Burada iki parti o kadar çok ortak ki diğer kalan her ayrım detay kalıyor. Var mı? Var. Çok önemli ayrımlar da var. Ama bu ikisi yani bu iktidarın nimetlerinden devam edebilmek için Ekrem İmamoğlu'nu etkisiz hale getirmek, Cumhuriyet Halk Partisi'ni bir nevi evcilleştirmek o kadar çok istiyorlar ki işte bu noktada bazı şeyleri, ayrışmalar ne yapılıyor ne ediliyor sindiriliyor… 2015'ten itibaren bu rolü Devlet Bahçeli üstlendi. Sanki böyle bir gücü, amacı varmıştı. Yani iktidarla muhalefet arasında bir tamponmuş. Uç nokta değilmiş, tarafsızmış, devletin bekasını düşünüyormuş gibi bir rol oynandı ve buna da maalesef muhalefetteki birçok isim de inandı. Halbuki sonradan çıktı ki MHP daha da çok bunun iptal edilmesini isteyen tarafmış. Çünkü Devlet Bahçeli de, MHP'de hiçbir zaman devleti, devletin bekasını düşünen kurum ve kişiler değillerdi. Buralardan böyle özel işte Yüce Başbuğ, bilge insan bunlar MHP'nin propagandasıdır. Bunları yutmamak gerekiyor.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; "İnsan onuruna aykırı, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
“h halk” logolu medya hizmet sağlayıcıda, her hafta Gökmen Karadağ’ın sunumuyla siyaset, ekonomi ve gündeme dair çeşitli olay ve gelişmelerin tartışılarak değerlendirildiği, "AÇIKÇA" isimli “yorum programı” canlı olarak ekrana getirilmektedir. Programın 13.09.2025 tarihli yayınında; yayın konuğu Dr. Murat Kubilay tarafından; "AKP ile MHP birbiriyle oldukça farklı ama müthiş bir tarihsel ve bugün için çıkarsal ortaklıkları var. Yani iki parti de hiçbir zaman Atatürk'le gerçek anlamda uzlaşamamıştır. MHP de kullanır başbuğ der ama hiç laiklikten bahsetmez. Hiç devletçilikten bahsetmez. Halkçılık zaten onlar için tehlikeli bir kelimedir. AKP ile MHP arasında birçok konuda farklı fikirler, yaklaşımlar olsa bile o öyle büyük kimisinin umut ettiği gibi bir kırılma olmasının, olmamasının bir nedeni var. O da şu: Bir, Ekrem İmamoğlu siyasetten silinmeli. İki, Cumhuriyet Halk Partisi etkisiz hale getirilmeli... iktidarın nimetlerinden devam edebilmek için Ekrem İmamoğlu'nu etkisiz hale getirmek... Uç nokta değilmiş, tarafsızmış, devletin bekasını düşünüyormuş gibi bir rol oynandı. Çünkü Devlet Bahçeli de, MHP'de hiçbir zaman devleti, devletin bekasını düşünen kurum ve kişiler değillerdi." şeklinde kullanılan ifadelerin, eleştiri sınırlarını aştığı gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Bilindiği üzere, yayınlarda paylaşılan görüşlerin, içerik olarak ihlal teşkil edip etmediğinin tespiti; yayında işlenilen konunun bilinmesi, yapılan konuşmaların hedefinin ve verilmek istenilen mesajın içeriğine bakılarak, konuşmaların bütün olarak değerlendirilmesiyle mümkündür. Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için, ifadelerin geçtiği konuşmaların bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi zorunluluktur.
Ancak Uzman raporunda ve raporu dayanak alan Kurul Kararında; programda işlenilen konunun bile belirtilmediği, programda MHP ve Genel Başkanı’na yönelik olarak, ihlal teşkil ettiği belirtilen söylemlerin hangi gerekçelere dayanılarak ifade edildiğinin açıklanmadığı gibi, konuşmaların amaç-hedef ilişkisinin de gözetilmediği görülmektedir.
“Açıkça” programı; Doç. Dr. Gökmen Karadağ moderatörlüğünde, çeşitli konuklarla birlikte güncel siyasi ve ekonomik gelişmelerin tartışıldığı ve yorumlandığı “Yorum Programı” kategorisinde bir programdır. Yaptırım uygulanan tarihteki yayına; Eski Devlet Bakanı Ahat Andican, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Gazeteci Fikret Bila, Siyaset Bilimci Prof. Dr. Seda Demiralp ve Ekonomist Dr. Murat Kubilay ile son bölümde Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz konuk edilmiştir.
Programda; CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diploma duruşmasındaki görüntülere soruşturma açılması, CHP Beykoz Belediye Başkan Vekili’nin AK Parti’ye geçmesi, 15 Eylül’de CHP Kurultay davasının görüşüleceği ve “Mutlak Butlan” kararı verilip verilmeyeceği ve bu konuya ilişkin YSK’nın aldığı son kararın davayı ne kadar etkileyeceği gibi siyasi arenada yaşanan son gelişmeler tartışılmıştır.
Saat 23:18’de, Devlet Bahçeli’nin Sabah Gazetesi’ndeki bir söyleşide, “15 Eylül’deki CHP davasında mutlak butlan kararı çıkar mı?” sorusuna verdiği cevapta “…Biz de geçmişte bunları yaşadık. Bizden de ayrı bir parti oluştu. Dış müdahalelerle başkaları yön vermeye çalışmamalıdır...” şeklinde verdiği cevap ile CHP’ye yönelik son dönemlerdeki açıklamaları değerlendirilmiş, bu açıklamaların iktidarı rahatsız edip etmeyeceği tartışılmıştır.
Özellikle; Devlet Bahçeli’nin iktidar politikalarıyla çelişen “Ahmet Özer’in tahliye edilmesi gerekiyor.” şeklindeki açıklamasının anlamı üzerinden yürütülen değerlendirmelerde; MHP ile AK Parti arasındaki olası görüş ayrılıkları ve ittifakın sürekliliğine ilişkin muhtemel çatlak tartışmaları, iki partinin geçmiş dönem siyasi uygulamaları ve söylemleri bağlamında ele alınmıştır.
Yaptırım uygulanan bölümde de Dr. Murat Kubilay kendisine yöneltilen soruyu yanıtladıktan sonra; “...İkinci olarak deminki soru kısmıyla birleştirerek söylemek istiyorum...” diyerek, “AKP ile MHP arasında çatlak mı var” tartışması bağlamında; “AKP ile MHP birbiriyle oldukça farklı ama müthiş bir tarihsel ve bugün için çıkarsal ortaklıkları var. Yani iki parti de hiçbir zaman Atatürk'le gerçek anlamda uzlaşamamıştır. MHP de kullanır başbuğ der ama hiç laiklikten bahsetmez. Hiç devletçilikten bahsetmez. Halkçılık zaten onlar için tehlikeli bir kelimedir. Yine aynı zamanda iki tarafın da antikomünizm döneminden gelen bir sol düşmanlığı da vardır.” şeklinde açıklamalarda bulunmuş, iki parti arasında görüş ayrılıkları olsa bile ittifakın bozulmayacağını düşündüğünü belirtmiştir.
Söz konusu ifadelerin tartışma özgürlüğü çerçevesinde dile getirilen siyasi eleştiri ve siyasi analiz olduğu, eleştiri sınırlarını aşan bir yönünün bulunmadığı görülmektedir.
Ayrıca "Uç nokta değilmiş, tarafsızmış, devletin bekasını düşünüyormuş gibi bir rol oynandı… Çünkü Devlet Bahçeli de, MHP'de hiçbir zaman devleti, devletin bekasını düşünen kurum ve kişiler değillerdi." şeklindeki değerlendirmelerin de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin şahsını, onur ve saygınlığını hedef almadığı, aksine siyasal tutum ve politik pozisyonuna yönelik bir değerlendirme niteliği taşıdığı açıktır.
“Devletin bekasını düşünmezler.” söylemi, bir siyasi partinin önceliklerini ve ideolojik yaklaşımını sorgulayan siyasi eleştiridir ve ifade özgürlüğünün sınırlarını aşması söz konusu değildir.
Görüldüğü üzere, programda işlenilen konular doğrudan siyasal sistemin işleyişi ile ilgilidir ve programın bütününde yapılan tartışmalar; güncel siyasal gelişmeler çerçevesinde, siyasi partilerin ideolojik yönelimlerine ilişkin yorumlar ve kişisel değerlendirmeler temelinde yürütülmüştür. Bu nedenle yayın konukları tarafından yapılan eleştirilerin yüksek düzeyde kamu yararı vardır. Bilindiği üzere, kamu yararı olan konularda ifade özgürlüğü daha güçlü korunur ve bu kapsamda siyasetçiler ve partiler, daha geniş eleştiriye katlanmak zorundadır. Siyasi tartışmalarda ağır eleştiri niteliğinde ifadeler kullanılması durumunda, AİHM’in Handyside kararında da vurguladığı gibi; demokratik toplumlarda ifade özgürlüğü sadece hoşa giden fikirler için değil, şoke eden ve rahatsız eden fikirler için de geçerlidir.
Dolayısıyla söz konusu ifadelerde; kişilik haklarına saldırı teşkil edecek, onur kırıcı, aşağılayıcı ya da hakaret içerikli bir ifade bulunmamaktadır. Bu yönüyle de üst sınırdan uygulanan yaptırım, rasyonel ve ölçülü değildir, eleştiri hakkını, ifade özgürlüğünü daraltıcı niteliktedir.
2- Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik toplumlarda, basın yalnızca haber aktaran bir araç değil; aynı zamanda kamuoyunun siyasal olaylar hakkında bilgi edinmesini sağlayan bir denetim mekanizmasıdır. Denetim işlevinin bir uzantısı olarak, toplumun gündeminde yer alan ve tartışılan konuların medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar, ekonomistler veya sanatçılar tarafından irdelenmesi; serbest tartışma ortamının ve ifade özgürlüğünün doğal sonucudur. Çağdaş demokrasilerde, siyasal tartışma özgürlüğü özel bir güvence altındadır ve ifade özgürlüğünün geniş yorumlanması hem kamusal denetimi güçlendirmekte hem de toplumsal faydayı artırmaktadır.
Bu özgürlük alanının bir yansıması olarak, demokratik toplum düzeninde, siyasal aktörlerin görüş, duruş ve eylemlerine yönelik yapılan yorum, nitelendirme ve eleştirilerin daha geniş bir koruma alanına sahip olduğu bilinmektedir. Siyaset alanının doğası gereği, siyasi retorikte sıkça karşılaşılan “sert”, “kırıcı” veya “rahatsız edici” nitelikteki değerlendirmeler dahi –kişisel onur veya saygınlığa doğrudan saldırı amacı taşımadığı sürece– ifade özgürlüğü kapsamında korunmakta ve hukuken hakaret sayılmamaktadır.
Bu kapsamda, siyasetçilere yönelik eleştirilerin izin verilen sınırlarının, özel kişilere nazaran daha geniş olduğu gerek ulusal hukukta gerekse uluslararası mahkeme içtihatlarında yerleşmiş bir ilkedir. Bunun temel gerekçesi, siyasetçilerin özel kişilerden farklı olarak kamuoyuna mal olmuş bireyler haline gelmeyi bilinçli bir tercihle üstlenmiş olmalarıdır. Dolayısıyla, kamu yaşamında görünür olmayı seçen siyasetçiler; basın, medya ve toplumun diğer bireyleri tarafından getirilen eleştirilere daha geniş bir hoşgörü göstermekle yükümlüdürler.
Dr. Murat Kubilay’ın açıklamaları da, değer yargılarına ve siyasi analizlere dayalıdır. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin kişisel onuru veya özel hayatı değil, siyasi açıklamaları ve MHP’nin geçmiş siyasi tutumu eleştirilmektedir. Bu yönüyle üst sınırdan uygulanan yaptırım kararı adaletli ve ölçülü değildir. Ayrıca 6112 sayılı Kanun’un 37’nci maddesiyle Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini koruma” yükümlülüğüne de ters düşmektedir.
3- Programlarda, siyasilere yönelik eleştirilerin, eleştiri sınırını aştığı gerekçesiyle Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırımların yargı süreçleri incelendiğinde; çoğunlukla ifade özgürlüğü kapsamında olduğu vurgulanarak Kurul Kararlarının iptal edildiği ve Danıştay tarafından da bu tarz siyasi içerikli eleştirilerin hakaret/aşağılama olarak kabul edilmediği ve basın özgürlüğü sınırları içinde değerlendirildiği görülmektedir. Örnek kararlar şu şekildedir:
a) Üst Kurulun 15.12.2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantısının, 20 No.lu kararıyla, “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun “İki Yorum” programında;
“Tarih, Erdoğan ve Bahçeli bu ikisini bu ülkeyi yıkan liderler olarak kaydedecek… Bu ülkenin yıkımına ortak oldular…Siz devlet misiniz Allah’ını severseniz. Devlet dediğinin bir kurumu olur, o kurumun bir haysiyeti olur o kurumun bir yaklaşımı olur. O kurumun siyasetten bağımsız bir tavrı olur…19 yıldır buna hazırlanıyorduk. Neye hazırlanıyordun? Yıkmak için mi hazırlanıyordun? Neye hazırlandın tam olarak? Dövizi alıp başını götürecek kadar mı? BAE gibi ne olduğu belli olmayan, Ortadoğu’nun çetesi bir devletin ayağına kadar götürttü seni bu yıkım. Buna mı hazırlanıyordun? Üç kuruş. Türkiye’nin ekonomik olarak işgal edilmesine mi hazırlanıyordun? 19 yıldır tam olarak neye hazırlanıyordun? İşsizlik? Çözemiyorsun. Yoksulluk? Çözemiyorsun. TL değer kaybediyor, çözemiyorsun. O değer kaybının sonunda bütün yüzyıllık emekler iki tane Arap’a üç tane yabancıya peşkeş çekiliyor bunu çözemiyorsun… Kalkıyorsun 19 yılın sonunda ve buna kendin olmadığı gibi sözüm ona devletin diğer kurumlarını da ortak ediyorsun. Bu devlet değil ki bu bir iktidarın aymazlığıdır bu iktidarın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesi. Bu Bahçeli ile Erdoğan’ın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesine bu üniformalı kendini devlette bir kurumun sözcüsü temsilcisi yetkilisi görenlere de ortak ederek bu resim… Ekonomik olarak işgale uğramadık, bu ülke bir yıkıma sürüklenmedi özür dilerim, derim. İnşallah ben böyle demek durumunda kalırım. Ama demezsek ama bu ülkeyi bir yıkıma sürüklersek, bu fotoğraftaki isimlerle beraber (MGK toplantısından fotoğraf) başta Erdoğan ve Bahçeli ve bu fotoğraftaki resimdeki olanların tamamı bu ülkeyi yıkanlar olarak bu ülkenin tarihinde yerini alacaklar… Her birinin adını her birinin resmini bu ülkenin tarihi bu ülkeyi yıkıma sürükleyenler olarak kaydedecektir”
şeklindeki söylemlerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez."” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ankara 12. İdare Mahkemesi, 28/11/2022 tarih ve E:2022/527, K:2022/2541 sayılı kararıyla, söz konusu sözlerin, demokratik bir ülkede basının haber verme ve halkın haber alma özgürlüğü kapsamı içerisinde olduğu gerekçesiyle, işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varmış ve dava konusu Üst Kurul Kararını iptal etmiştir. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf başvurusunu reddetmiş, nihayetinde, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 27/09/2023 tarih ve 2023/2034 E., 2023/3773 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını oybirliğiyle onamıştır.
b) Üst Kurul tarafından, 15/12/2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantının 18 No.lu kararıyla; "TELE 1" logolu medya hizmet sağlayıcıda, 19/11/2021 tarihinde yayınlanan "Demokrasi Arenası" adlı programda, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Engin Altay tarafından;
“Recep Tayyip Erdoğan bence diktatör… Bu bile Türkiye'yi nasıl birinin yönettiğinin çok basit, en yalın örneğidir. Ama bilinsin ki 84 milyon da ondan davacı. Ve bu mahkemenin görüleceği bir gün var. Ben o günü çok yakın olduğunu, o güne az kaldığına inanıyorum ve Türkiye'nin ilk seçimlerinde salt bir diktatörden kurtuluyor olmayacağız, Türkiye'nin ilk seçimlerinde Türkiye ikinci Kurtuluş Savaşı'nı da kazanmış olacak. Birinci Kurtuluş Savaşı'mızı emparyalist devletlere ve onların yerli işbirlikçilerine karşı yaptık, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde bir Kemal bu savaşı yaptı, şimdi başka bir Kemal de devlete çöreklenen haramilerden ve Allah ile aldatanlardan devleti kurtarmak için bir savaş veriyor.”
şeklindeki ifadelerin kullanılmasının, 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan Yayın hizmetleri “... kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 14/05/2025 tarihinde (E:2023/1218, K:2025/1965), Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesinin kararını, oy birliğiyle BOZMUŞTUR.
Bozma gerekçesinde; “…Siyasetçilerin ve hükümette bulunanların kişilik hakları ve özel hayatları ise, ifade özgürlüğü karşısında en az korunan alanlardan biridir… Uyuşmazlık konusu program yayınında ihlale konu edilen ifadelerin açıkça siyasi nitelikte olduğu, politik alanda kaldığı, Cumhurbaşkanı'nın özel hayatına yöneltilmediği, konuğun kendi bakış açısı ile yaptığı yorum ve ağır eleştiri niteliğinde olduğu, hakaret veya kişisel saldırı olarak nitelendirilemeyeceği, nitekim YARGITAY 18. CEZA DAİRESİNİN 25/09/2017 tarih ve E:2015/38212, K:2017/9587 kararının da, aynı ifadelerin eleştiri niteliğinde olduğu, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmadığından hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı yönünde olduğu; ayrıca söz konusu ifadelerin kışkırtıcı, sert ve saldırgan olduğu varsayılsa dahi, her iki tarafın siyasi birer figür oldukları da göz önünde bulundurularak, siyasetçilerin eleştirilere diğer kişilerden daha fazla hoşgörü göstermesi gerektiği de dikkate alındığında, davacının basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin, ‘başkalarının şöhret ve haklarının’ korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklinde hüküm verilmiştir.
Örnek yargı kararlarından da görüleceği üzere, siyasal bağlamda kullanılan ve toplumsal tartışmalar sırasında dile getirilen ifadeler ile bu ifadelere benzer söylemler, yüksek yargı organlarınca genellikle hakaret veya aşağılama kapsamında değerlendirilmemektedir. Bu tür ifadeler, özellikle kamu yararı ve ifade özgürlüğü ilkeleri çerçevesinde, demokratik toplumlarda hoşgörüyle karşılanması gereken sert eleştiriler olarak kabul edilmektedir. Yargı kararlarının işaret ettiği temel nokta; siyasetçiler, iktidar politikaları veya olgusal temele dayanan siyasi tartışmalar söz konusu olduğunda, program sunucusu ve konukları açısından ifade özgürlüğünün daha geniş bir biçimde yorumlanması gerektiğidir.
Bu açık duruma rağmen, Danıştay kararlarında ısrarlı şekilde vurgulanan çerçeve dikkate alınmaksızın, demokratik sistemlerin temel ilkesi olan siyasi tartışma özgürlüğünün ve eleştiri hakkının yok sayılarak, hakaret ya da aşağılama içermeyen ifadeler nedeniyle yaptırım yoluna gidilmesi; rasyonel değildir, hukuk güvenliği ve belirlilik ilkelerini zedeleyecektir.
4- Gazetecilerin görevi, toplumu bilgilendirmek, farkındalık yaratmak ve olayların gerçeklerini açıklamaktır ki gerçekleri nesnel bir biçimde, çarpıtmadan, sansürlemeden aktarmak esastır. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde bile bu husus; “Gazeteci önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoritelerine olan sorumluluklarından önce gelir.” şeklinde belirtilmektedir.
Demokratik toplumlarda ifade özgürlüğü; bireylerin farklı fikir ve düşüncelere serbestçe erişebilmesini, kanaat oluşturarak bu düşünceler arasında özgür iradeleriyle tercih yapabilmesini ve benimsedikleri görüş ve kanaatleri başkalarıyla paylaşabilme olanağına sahip olmalarını gerektirmektedir.
Bu üç unsurun bilesimi, düşünce özgürlüğünün temelini oluşturmaktadır.
Bu nedenle; medyada her türden görüşün herhangi bir baskı altında kalmadan açık bir şekilde ifade edilmesi, özellikle siyasilere ve siyasi olaylara yönelik eleştirilerde bulunularak kamuoyunun farklı bakış açılarıyla bilgilendirilmesi, basın özgürlüğü anlamında son derece önemlidir. Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatları dikkate alındığında; medyada yapılan sorgulama ve değerlendirmelerin, iktidar ya da politikacılar açısından rahatsız edici ve kışkırtıcı nitelik taşısa da ifade özgürlüğü kapsamında korunan eleştiri sınırları içinde kabul edildiği, haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerdiği bilinmektedir.
Konuk Dr. Murat Kubilay’ın, “Devlet Bahçeli de, MHP'de hiçbir zaman devleti, devletin bekasını düşünen kurum ve kişiler değillerdi.” şeklindeki ifadesi, Lingens v. Austria (AİHM, 1986) kararında da vurgulandığı üzere, politik aktörlere yöneltilmiş değer yargısı içeren bir siyasi analiz ve eleştiridir. Kamuya mal olmuş siyasetçiler, demokratik toplumda daha geniş bir eleştiri sınırına katlanmakla yükümlüdürler. Bu bağlamda yayın konuğunun ifadelerinin de “aşırı, sert, rahatsız edici” nitelik taşısa bile yargı kararları dikkate alındığında, ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı ve eleştiri sınırlarını aşan bir yönünün bulunmadığı, ayrıca söylemler bütünlüğü ve bağlamından koparılmaksızın değerlendirildiğinde, toplumun farklı kesimleri tarafından zaman zaman dile getirilen görüşler olduğu, dolayısıyla olgusal temeli olan bir konuda, eleştirel değer yargısı niteliğinde ifadeler olduğu görülmektedir.
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır” (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Bu konu kapsamında; Eski Romanya Adalet Bakanı ve Avrupa Parlamentosu Milletvekilliği yapmış olan Av. Monica Macovei tarafından hazırlanan “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi’nin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, İnsan Hakları El Kitapları, No. 2”de, AİHM’nin Lingens-Avusturya, 1986 kararı şu şekilde yer almaktadır:
“Basın özgürlüğü halka siyasi liderlerin fikirlerini ve tutumlarını keşfetmek ve bu konularda bir fikir oluşturmak bakımından en iyi araçlardan birini sunar. Daha genel olarak, siyasi tartışma özgürlüğü, AİHS’e bir baştan ötekine damgasını vuran demokratik bir toplum kavramının tam merkezinde yer alır. Buna bağlı olarak, bizatihi bir politikacı hakkında yapılacak kabul edilebilir eleştirinin sınırları, sıradan bir kişi hakkındakilerden daha geniştir. Sıradan kişiden farklı olarak, politikacı kaçınılmaz olarak ve bilinçli tarzda, kendini, her kelimesinin ve eyleminin hem gazetecilerce, hem de genel olarak kamuoyunca sıkı bir şekilde izlenmesine açık bir konuma yerleştirmiştir. Dolayısıyla, daha yüksek derecede bir hoşgörü göstermek zorundadır… Dolayısıyla tekzip edilen ifadeler seçim sonrası siyasi polemiklerin bağlamı çerçevesinde görülmelidir;...bu mücadelede herkes elinde ne silah varsa onu kullanıyordu; bu silahlar da politikanın genellikle sert geçen mücadeleleri çerçevesinde hiç de alışılmadık bir nitelik taşımıyordu” (§§ 97,98).
https://www.anayasa.gov.tr/media/3610/aihsmad10ifade.pdf (E.T.:15.10.2025)
Ayrıca yaptırım uygulanan ifadeler kapsamında AİHM kararları incelendiğinde; AİHM’in öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğunun belirlenmesi gerektiğini çünkü olgu isnadının kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesinin dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabileceğini vurguladığı görülmektedir.
- Dabrowski/Polonya davasında, Gazeteci Dabrowski, Polonya’da yayımlanan bir gazetede, yerel bir siyasetçiyi sert biçimde eleştiren bir makale kaleme almıştır. Yazıda, söz konusu siyasetçinin kamu görevini kötüye kullandığı ve etik dışı davrandığı ima edilmiştir. Bunun üzerine siyasetçi, Dąbrowski hakkında hakaret ve kişilik haklarına saldırı gerekçesiyle dava açmış; ulusal mahkemeler gazeteciyi mahkûm etmiştir. Dąbrowski ise bu mahkûmiyetin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi (ifade özgürlüğü) ile bağdaşmadığını ileri sürerek AİHM’e başvurmuştur. AİHM, bu başvuruda, 10. maddenin ihlal edildiğine karar verirken, gazetecinin bir dereceye kadar abartma hakkına sahip olmasına ve siyasetçinin kamuya mal olmuş bir kişi olarak, bazıları olgusal temelden yoksun olmayan değer yargısı olarak değerlendirilebilecek eleştirilere karşı, daha fazla hoşgörü göstermek zorunda olmasına özel bir ağırlık vermiştir (Dabrowski /Polonya, 18235/02, 19.12.2006).
- Lingens/Avusturya davasında, Avusturya’da 1975 yılında yapılan seçimlerden sonra, bir gazeteci olan başvuran Lingens, geçmişinde Nazi faaliyetleri bulunan bir siyasetçi ile koalisyon kuracağını açıklayan Federal Şansölye Bruno Kereiski’yi eleştiren yazılarında, “ahlaksızca”, “yüz kızartıcı”, “en adi türden fırsatçılık” ifadelerine yer vermiştir. Başvuranın para cezasına mahkûm olduğu bu davada AİHM, politikacıların kendilerine yöneltilen ağır eleştirilere tahammül etmek durumunda olduğunu vurgulamış ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. AİHM, içtihatlarını tekrar ederek, siyasetçilerin eleştirilere özel kişilerden daha fazla hoşgörü göstermesi gerektiği ilkesine dayanmış ve mahkûmiyetin ifade özgürlüğüne orantısız bir müdahale oluşturduğuna hükmetmiştir. Hararetli siyasi tartışmaların yaşandığı bir arka plan ışığında, başvurucunun açıklamaları, saldırgan olmakla birlikte hakaret niteliğinde görülmemiştir (Lingens/Avusturya, 9815/82, 08/07/1986).
Görüleceği üzere AİHM kararlarında; medyanın kamusal tartışmalara katkısının, demokratik toplumların temel unsuru olduğu, siyasetçilerin kamuya açık konumları gereği daha geniş bir eleştiri sınırına tabi olduğu, demokratik toplumlarda siyasetçilerin, eylem ve kararlarının kamuoyunda tartışılmasına daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerektiği, siyasilere yönelik değer yargısı niteliğinde olan ifadelerin “doğruluğunun kanıtlanmasının” beklenmemesi gerektiği; dolayısıyla bu nitelikteki ifadelerin cezalandırılmasının orantısız olduğu şeklinde temel ilkeler vurgulanmaktadır.
Bu çerçevede, program konuğunun siyasi analiz ve eleştirel değer yargısı niteliğindeki açıklamaları nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşların cezalandırılması, kamuyu ilgilendiren bir konuda serbest tartışma yolunun kapatılması, ifade özgürlüğünün daraltılması ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engellenmesi sonucunu doğuracaktır. Bu yönüyle de yaptırım kararı haksız, orantısız ve ifade özgürlüğüne aykırıdır.
5- Anayasa Mahkemesi “demokratik toplum düzeninin gereklerini” tanımlarken, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbirler için “toplumsal bir ihtiyacın karşılanması”, “orantılılık” ve “başvurulabilecek en son çare” koşullarını getirmiştir.
Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi; 07.07.2015 tarih ve 2014/6128 sayılı kararı ile siyasi tartışma özgürlüğünü, demokratik sistemlerin temel ilkesi olarak nitelenmiş ve “İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.” değerlendirmesiyle tartışma özgürlüğüne güvence getirmiştir.
Bu yönüyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda yapılan yorum ve tartışma programlarının, kamuoyunun sağlıklı şekilde oluşmasına katkı yaptığı açıktır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; program konuğu gazeteci, siyasetçi ve hukukçuların, sert eleştiri ya da eleştirel değer yargısı niteliğindeki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır. Bu yönüyle h halk logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım adil ve orantılı değildir.
Ayrıca Üst Kurulun uymakla ve uygulamakla yükümlü olduğu; 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, birinci fıkrasının, (a) bendinde yer alan, “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” ilkesiyle de çelişecektir.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlık ilkesinin ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. Kuruluşun çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla karşılaşması, (13 İdari Para Cezası + 8 Program Durdurma + 10 Gün Yayın Durdurma) hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
6- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
7- Gerek Anayasa Mahkemesi gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, kamu yararı taşıyan haberler ya da siyasi tartışmalarda ifade özgürlüğünün sınırlarını genişlettiği görülmektedir.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 58).
Anayasa Mahkemesi de ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerde, müdahalenin haklılığını değerlendirirken “ifade ile hedef alınan kişinin kimliği ve ifadenin içeriği” bakımından bazı ayrımlara gidebilmektedir. Mahkeme’ye göre kişilerin hak ve şöhretlerinin korunması kapsamında ifade özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler yapmak gereklidir. Kamuya mal olmuş kişilerin özellikle siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve gazetecilerin gördükleri işlev nedeniyle şöhretleri söz konusu olduğunda toplumun bu kişilerle ilgili olarak haber alma hakkı da dikkate alınarak bu kişilerin daha fazla eleştiriye tahammül etmeleri gerekmektedir (Nilgün Halloran Kararı, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 45).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
Yüksek yargı kararlarında; siyasetçilerin bu gibi durumları göze alarak siyasete girdiği ve her platformda kendilerini savunabilecek olanağa sahip oldukları, özellikle siyasi parti liderlerinin söz konusu olanaklar açısından çok daha ayrıcalıklı oldukları gibi hususların özellikle vurgulandığı dikkate alındığında; medya hizmet sağlayıcılara yönelik uygulanan bu ve benzeri haksız yaptırım kararlarının, medyanın asli görevini yapmasında caydırıcı etkiye neden olabileceği unutulmamalıdır.
Bu noktada belirtmek gerekirse; 6112 sayılı Kanun kapsamında yer alan ve yaptırım uygulanan, “…kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmü, medya hizmet sağlayıcılara, kişilerin şeref ve itibarını zedeleyici, iftira veya hakaret içerikli yayın yapılmaması yükümlülüğünü getirmektedir. Ancak bu hüküm, Üst Kurul tarafından siyasal eleştiri sınırlarını daraltacak şekilde yorumlanmamalı; eleştiri ve hakaret arasındaki ayrım, yargı kararları doğrultusunda ve ifade özgürlüğünün demokratik işlevi göz önüne alınarak yapılmalıdır.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlarda da görüleceği üzere, ulusal ve uluslararası hukuk metinlerinde, ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda medyanın özgürlük alanın çok daha geniş yorumlanması gerektiği, siyasilere yönelik eleştiriler söz konusu olduğunda ise kışkırtıcı, rahatsız edici nitelikteki ifadelerin bile basın ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği açıktır.
Demokratik bir toplumda basın mensupları ve medya çalışanları, kamu yararına ilişkin tartışmalara katkıda bulunmakla yalnızca bir hak değil, aynı zamanda bir toplumsal sorumluluk da üstlenmektedirler. Bu nedenle, kamusal nitelikteki siyasi tartışmalarda dile getirilen sert veya provokatif ifadelerin cezai yaptırıma konu edilmesi, ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı bir etki doğuracak ve demokratik çoğulculuğa zarar verecektir. Bu nedenle, medya hizmet sağlayıcılarda görev yapan program sunucuları, gazeteciler ve yorumcuların, özellikle siyasal bağlamda yaptıkları eleştiriler değerlendirilirken, düşünce çeşitliliğini sağlama yükümlülüğü önde tutulmalıdır. Kamu yararı taşıyan tartışmaların doğal bir parçası olan ve eleştiri sınırını aşmayan ifadelerin cezai veya idari yaptırımlarla bastırılması demokratik toplum ilkeleriyle bağdaşmayacaktır. Dolayısıyla, siyasal içerikli yayınlarda sarf edilen sert eleştirilerin, yüksek yargı kararlarında ısrarla vurgulandığı gibi, hoşgörüyle karşılanması gereken kamusal söylemler kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
Sonuç itibarıyla, söz konusu programda Dr. Murat Kubilay’ın ifadelerinin; eleştirel değer yargısı niteliğinde siyasi analiz ve eleştiriler olduğu, hakaret, iftira ya da aşağılama içermediği, uygulanan yaptırımın haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olduğu, ayrıca yayında 6112 sayılı Yasa’ya aykırı bir yön bulunmadığı gerekçeleriyle karara karşı oy kullandım. 22.10.2025


