Üst Kurul çoğunluğu, söz konusu yayında kullanılan ifadelerin eleştiri sınırlarını aştığını, kişiyi küçük düşürdüğünü ve bu nedenle 6112 sayılı Kanun’un 8/1-ç bendinin ihlal edildiğini kabul ederek üst sınırdan idari para cezası uygulanmasına karar vermiştir.
Oysa ben, ifade edilen sözlerin sert, ağır ve hatta incitici olabileceğini, ancak bunun demokratik toplumlarda ifade özgürlüğünün tabiatı gereği koruma alanı içinde kaldığını düşünüyorum. İfade özgürlüğünün amacı, yalnızca toplumda genel kabul gören, zararsız veya herkesin hoşuna giden görüşleri korumak değildir. Tam tersine, rahatsız edici, sarsıcı ve muhalif görüşlerin de güvence altına alınmasıdır.
Anayasal Çerçeve
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 26. maddesi açıkça “herkesin düşünce ve kanaatlerini açıklama ve yayma hakkına sahip olduğunu” belirtmektedir. Aynı madde, bu özgürlüğün ancak demokratik toplumda gerekli ve ölçülü sınırlarla kısıtlanabileceğini düzenler.
Anayasa Mahkemesi birçok kararında (örneğin Bianet/İnternet Erişim Engeli Kararı, 2019) ifade özgürlüğünün, siyasetçiler ve kamusal yetkililer hakkında yapılan sert eleştiriler için daha geniş bir koruma alanına sahip olduğunu vurgulamıştır.
AİHM İçtihatları
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Lingens/Avusturya (1986) kararında da ifade özgürlüğünün demokratik toplumun temel taşlarından biri olduğu, siyasetçiler ve kamu görevlilerinin eleştirilere katlanma yükümlülüğünün sıradan bireylere göre çok daha geniş olduğu ifade edilmiştir.
Keza Castells/İspanya (1992) kararında muhalefet milletvekillerinin hükümeti ve üst düzey yetkilileri sert şekilde eleştirme hakkı demokratik toplumun temeli sayılmıştır. Bu bağlamda, başdanışman sıfatıyla doğrudan yürütme erkine bağlı çalışan ve kamuya sürekli demeçler veren bir kişinin, medya aracılığıyla ağır eleştirilere maruz kalması demokratik işleyişin doğal sonucudur.
Danıştay ve Ulusal İçtihatlar
Danıştay’ın da yerleşik kararlarında, kamu gücü kullanan kişilerin eleştiriden muaf olmadıkları, hatta toplumun denetimi için bu eleştirilerin gerekli olduğu belirtilmektedir. Eleştiri sınırları aşılmış olsa bile, açık ve yakın bir şiddet çağrısı, nefret söylemi ya da asılsız iftira bulunmadıkça yaptırım uygulanması demokratik toplumda ölçülülük ilkesine aykırıdır.
Bu bağlamda, “Mehmet Uçum’un anayasa değişikliklerindeki rolü” gibi ifadeler, kişisel hayatına değil, doğrudan kamusal görevi ve politik etkilerine yöneliktir. Sözler polemik düzeyinde ağır olsa da, siyasal tartışmanın doğasından kopuk değildir.
Ölçülülük İlkesi ve RTÜK’ün Görevi
RTÜK’ün asli görevi, yalnızca “ceza veren” bir mekanizma olmak değil; aynı zamanda demokratik çoğulculuğu koruyan ve farklı görüşlerin ekrana taşınmasını güvenceye alan bir kurum olmaktır.
6112 sayılı Kanun’un 8/1-ç maddesi, kişileri küçük düşürücü yayınlara karşı koruma amacı taşır. Ancak bu hüküm, kamu gücü kullanan üst düzey siyasal aktörlerin meşru siyasi eleştirilere maruz kalmasını engelleyecek şekilde geniş yorumlanmamalıdır. Aksi takdirde bu madde, ifade özgürlüğünü boğan bir sansür aracına dönüşür.
Üstelik burada uygulanan yaptırımın üst sınırdan (ticari iletişim gelirinin %3’ü) verilmesi, açıkça ölçüsüzdür. Daha önceki içtihatlarda da (bkz. Danıştay 13. Daire, 2017/...) alt sınırdan idari para cezasının yeterli görüldüğü benzer vakalar vardır.
Sonuç olarak; Tartışma konusu yayın, siyasal bir aktörün politik rolüne dair sert eleştiriler içermektedir. Eleştiriler, rahatsız edici olsa bile demokratik toplum düzeninde koruma altındadır. İfade özgürlüğüne getirilen bu yaptırım ölçüsüzdür ve demokratik toplum gerekleriyle bağdaşmamaktadır. RTÜK’ün, çoğulculuğu koruyan, farklı görüşlerin ifade edilmesine alan açan bir anlayışla hareket etmesi gerekirken, cezalandırıcı bir refleksle hareket etmesi kabul edilemez.
Bu nedenlerle, 6112 sayılı Kanun’un 8/1-ç maddesi kapsamında verilen idari para cezası kararına katılmıyor, karşı oyumu bildiriyorum. 10.09.2025


