İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 23.07.2025 tarih ve 76 sayılı yazısına konu TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 05.07.2025 tarihinde saat 22:00’de yayınlanan "Çürüme" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Namık Koçak'ın yaptığı, "Çürüme" adlı programda, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek'in tutuklanma kararına ilişkin olarak CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır'ın açıklamalarının canlı yayında ekrana getirilmesi ve “Türkiye'nin her yerinde yargı demokrasiyi kuşatmış durumda. Yargı bir vesayet organı gibi çalışıyor artık. Tüm güçler ve erkler tek adamda birleşti. Bir parti devletiyle karşı karşıyayız. 86 milyonun iradesini bir avuç yargıç ayaklar altına alıyor. Evet darbe yapıyor... Ben soruyorum, ben soruyorum Antalya halkına. Türkiye'ye sesleniyorum. Gelin Türkiye'nin her yerinde meydanları dolduralım. Biz suç işlemiyoruz. Sokağı bırakmayacağız, sokağı asla bırakmayacağız... (Kalabalığın 'eylem' tezahüratları duyuluyor.)…"Son olarak Ankara'daki tek adama sesleniyoruz. Şu andaki Adalet Bakanı ve diğer bakanlara sesleniyoruz. Onurunuz varsa, cesaretiniz varsa, şerefiniz varsa gelin mücadelenizi bizle yapın...Bir kez daha söylüyorum, onuru, şerefi, haysiyeti varsa sandığı getirsin. Belediye başkanlarımızla uğraşmasın, hesabı bizle. Biz Ankara'dayız. Çık karşımıza Recep Tayyip Erdoğan. Yeter artık, yeter." şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan "İnsan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle “oy çokluğuyla” verilen karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; Üst Kurulun denetim görevini yürütürken, çok hassas ve adil davranması, hak ve özgürlüklere müdahalede sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. Aksi halde çok sesliliği sağlamak, toplumun özgürce kanaat oluşturmasına katkı sunacak ortamı kurmak mümkün olmayacaktır.
Ayrıca çağdaş demokrasilerde siyasi tartışma özgürlüğünün, özel güvenceye alındığı da kuşkusuzdur.
“TELE 1” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından, 05.07.2025 tarihinde yayınlanan "Çürüme" adlı programın bir bölümünde, CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır’ın, Antalya Büyükşehir Belediyesi Başkanı Muhittin Böcek’in tutuklanması ile ilgili olarak Antalya Adliyesi önünde yaptığı basın açıklaması canlı olarak yayınlanmış, Başarır’ın konuşmasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında kullandığı ifadelerin, eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde olduğu gerekçesiyle üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
Özellikle siyasal alanda yaşanan sert tartışmalar, demokratik hukuk devletlerinde çoğulcu toplum yapısının ve ifade özgürlüğünün bir parçasıdır. Bu nedenle, siyasi tartışmalarda kullanılan sert üslup ve ağır eleştiri niteliğindeki söylemler doğal kabul edilmekte ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmektedir.
Yürütme organının en üst makamında bulunan Cumhurbaşkanı’nın, demokratik bir toplumda yoğun kamu denetimine tabi olduğu ve bu denetimin sağlanmasında muhalefetin sorumluluğu kadar, medyanın rolünün de vazgeçilmez olduğu dikkate alındığında; Yüksek Mahkeme kararları ışığında bu tarz müdahalelerin kabul görmediği ve uygulanan yaptırımın ölçülülük ve demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmadığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
1- Ana Muhalefet Partisi Grup Başkanvekili de olan Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır’ın, partisinin büyükşehir belediye başkanının tutuklanmasıyla ilgili adliye önünde yaptığı basın açıklamasının, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda canlı olarak yayınlanması, hem yayıncılık işleyişi bakımından hem de gerek açıklama yapan kişinin konumu, gerekse yapılan açıklamanın önemi açısından, sorumlu yayıncılığın gereğidir. Özellikle TBMM’de sandalye sayısı açısından ikinci büyük partinin grup başkanvekilinin açıklamalarının canlı olarak ekrana taşınması, demokratik toplumlarda basının öncelikli görevleri arasındadır.
Üst Kurul aldığı kararla, yalnızca siyasi parti yöneticisinin açıklamalarını programına taşıyan bir medya hizmet sağlayıcıyı değil, aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, halkın oylarıyla temsil yetkisi kazanmış bir milletvekili ve grup başkanvekilinin, “siyasi tartışma” alanındaki açıklamaları üzerinden, ifade özgürlüğüne ve siyaset yapma özgürlüğüne müdahale etmiş, öte yandan halkın temel sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına da kısıtlama getirmiştir.
Uzman raporunda ve Kurul Kararında, Ana Muhalefet Partisi Grup Başkanvekili ve Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır’ın canlı olarak ekrana getirilen basın açıklamasında, “…Son olarak Ankara'daki tek adama sesleniyoruz. Şu andaki Adalet Bakanı ve diğer bakanlara sesleniyoruz. Onurunuz varsa, cesaretiniz varsa, şerefiniz varsa gelin mücadelenizi bizle yapın... Bir kez daha söylüyorum, onuru, şerefi, haysiyeti varsa sandığı getirsin. Belediye başkanlarımızla uğraşmasın, hesabı bizle. Biz Ankara'dayız. Çık karşımıza Recep Tayyip Erdoğan. Yeter artık, yeter." şeklindeki ifadelerin yer almasının, “Cumhurbaşkanına ve ilgili diğer Bakanlara yönelik olarak kullanılan ifadelerin kişi ve kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı ve itibarını zedeleyici nitelikte olduğu” savıyla, medya hizmet sağlayıcıya yaptırım uygulanmıştır.
Öncelikle vurgulamak gerekirse; erken seçim çağrıları, demokratik siyasal yaşamda sıklıkla başvurulan ve siyasi tartışmanın önemli bir parçası olan söylem biçimleridir. Muhalefet partileri açısından erken seçim talebi, yalnızca mevcut iktidarın politikalarına karşı bir itiraz değil, aynı zamanda kamuoyunu harekete geçirme, kendi politik alternatiflerini görünür kılma ve siyasal gündemi belirleme stratejisinin de bir aracıdır. Bu tür çağrılar, çoğu zaman mevcut ekonomik, sosyal veya siyasal sorunların aciliyetini vurgulamak amacıyla yoğun retorik unsurlar içerir; duygusal etki yaratmak, seçmen mobilizasyonunu artırmak ve iktidarı siyasal meşruiyet tartışmasına çekmek gibi işlevler üstlenir. Dolayısıyla erken seçim söylemi, salt teknik bir anayasal süreç talebi olmaktan öte, siyasal mücadele ve ikna sürecinin bir enstrümanı olarak değerlendirilmelidir.
CHP Grup Başkanvekilinin, Cumhurbaşkanına ve Bakanlara yönelik erken seçim çağrısı kapsamındaki ifadelerinin de siyasi bir tartışmanın parçası olduğu açıktır. Yaptırım uygulanan ifadelerin hedefinde, Cumhurbaşkanı’nın ve Bakanların kişisel onuru veya özel hayatı değil, siyasi tutum ve pozisyonlarının bulunduğu, demokrasilerin temel taşı olan seçim sandığını getirmeye davet eden politik söylemlerde, eleştirinin dozu yüksek olsa da, hakaret içerikli, küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde bir ifadenin bulunmadığı ortadadır. Gerek Uzman raporunda, gerekse raporu dayanak alan Kurul Kararında, hangi ifadelerin, hangi gerekçeyle ihlal teşkil ettiğine dair spesifik bir açıklamaya yer verilmemesi, somut bir tespit yerine genel bir yorumla ihlal sonucuna ulaşılması da, konuşma içeriğinde ihlal tespitine esas alınabilecek nitelikte bir ifadenin bulunmamasından kaynaklanmaktadır.
Yaptırım uygulanan ifadeler; İktidar Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı ile Bakanlara, dolayısıyla kamusal alanda etkili siyasal aktörlere yöneliktir. Oysaki kamu gücünü elinde bulunduran siyasal aktörlerin, toplumda daha fazla eleştiriye açık olmaları gerektiği, ulusal ve uluslararası yargı kararlarıyla sabittir. İhlal teşkil ettiği ileri sürülen ifadeler de, muhalefet temsilcisi bir siyasetçinin, kamu gücünü elinde bulunduran kişi ve kurumlara yönelttiği sert, ajitatif ama politik nitelikli demokratik bir tepki çağrısıdır.
Kaldı ki; “Onurunuz varsa, cesaretiniz varsa, şerefiniz varsa gelin mücadelenizi bizle yapın... Bir kez daha söylüyorum, onuru, şerefi, haysiyeti varsa sandığı getirsin.” şeklindeki söylemler, doğrudan hakaret değil, koşullu bir siyasi çağrıdır.
Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi, doğrudan “onursuzsun, şerefsizsin” gibi aşağılayıcı ifadeleri hakaret sayarken, bu tür koşullu ve siyasi bağlamda kullanılan ifadeleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmektedir.
Yargıtay 18. Ceza Dairesi, 2015/11227 E. , 2016/14515 K.
“Katılanın sanığa göndermiş olduğu mesajda hakkını helal etmeyeceğine yönelik ifadesine sanığın “…bende hakkın varsa Allah rızası için etme, edersen şerefsizsin…” diyerek karşılık verdiğinin anlaşılması karşısında, isnadın şarta bağlı veya bir olasılık halinde dile getirildiği, hakaret etme kastıyla hareket edilmediği gözetilmeden sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi, Kanuna aykırı ve sanık ...’ın ve katılan ... vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki isteme uygun olarak, HÜKMÜN BOZULMASINA…19/09/2016 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.”
TCK 125. madde kapsamında hakaret suçunun oluşabilmesi için, somut bir fiil veya olgu isnadı ya da açık sövme olması gerektiğinin belirtildiği de dikkate alındığında; atıfta bulunulan Yargıtay kararı doğrultusunda, Üst Kurul tarafından söz konusu ifadelerin “küçük düşürücü, aşağılayıcı” olarak değerlendirilmesi hukuken isabetsizdir.
Kabul edilmelidir ki; siyasetçiler ile siyasetle doğrudan ve dolaylı ilişkisi bulunan kişi ve kurumlar arasında yaşanan tartışmalarda, taraflar ifade özgürlüğünden çok daha geniş bir şekilde yararlanır. Zira siyasi tartışmaların serbestliği demokratik toplum idealinin merkezinde yer alan bir ilkedir. Seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan seçilmiş kimseler için, ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple müdahale, eğer bir siyasetçinin ve özellikle Ana Muhalefet Partisi olan CHP’nin, Grup Başkanvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik ise; her türden idari yaptırım kararının çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca; demokratik toplumlarda basın, yalnızca haber aktaran bir araç değil; aynı zamanda kamuoyunun siyasal olaylar hakkında bilgi edinmesini sağlayan bir denetim mekanizmasıdır. Bu bağlamda, siyasal açıklamaların ve tartışmaların medya yoluyla kamuoyuna aktarılması, basın özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. CHP Grup Başkanvekilinin, Cumhurbaşkanı’na ya da iktidar politikalarına yönelik sözlerini canlı yayınlamak, siyasi tartışma ve siyasi denetim hakkına katkı sağlayan bir habercilik/yayıncılık faaliyetidir.
Bir yayın kuruluşunun, bir siyasetçinin kamuya açık yaptığı siyasi konuşmayı canlı ya da banttan yayınlaması, doğrudan bu görüşleri benimsediği anlamına gelmez. Yayıncılık hukukunda bu tür içerikler “haber değeri taşıyan siyasal söylem” olarak değerlendirilir.
Üst Kurul tarafından, özellikle canlı yayınlanan bu tarz siyasi konuşmaların yayınlanmasının cezalandırılması, sansür etkisi yaratabilecek ve editoryal bağımsızlığı zedeleyebilecek niteliktedir. Aksi takdirde yayıncılar siyasal içeriği süzgeçten geçirmek zorunda kalacak ve bu da Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğünü ihlal edecektir.
Kaldı ki; siyasi aktörlerin birbirlerine yönelik eleştirileri, özellikle kamu yararı taşıyan konularda, toplumun bilgi edinme hakkının bir parçasıdır ve bu nedenle hukuken korunmalıdır.
Bu açıdan da; CHP Grup Başkanvekilinin, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yürüttüğü siyasi tartışmanın canlı yayınlanması nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşun üst sınırdan yaptırıma uğraması, adaletli ve hukuki değildir.
2- Bu noktada, önceki yıllarda Ana Muhalefet Partisi Lideri’nin konuşmasını CANLI olarak ekrana taşıyan kuruluşlara, konuşmanın içeriğinde yer alan bazı ifadeler nedeniyle, Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırımların mahkeme süreçleri ve Danıştay’ın kararı, konunun hukuki boyutunu aydınlatıcı nitelikte olacaktır.
Dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu; 24.05.2022 tarihinde twitter üzerinden açıklamalarda bulunmuş, bazı medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar tarafından bu açıklamalar CANLI olarak ekrana getirilmiş, söz konusu yayınlara, Üst Kurul tarafından yaptırım uygulanmıştır.
Üst Kurulun 30.05.2022 tarihli ve 2022/22 sayılı toplantısında; 9 No.lu kararla TELE 1’e, 10 No.lu kararla Halk TV’ye, 11 No.lu kararla KRT’ye ve 12 No.lu kararla Flash Haber’e, Ana Muhalefet Lideri’nin açıklamaları dolayısıyla, 6112 sayılı Kanun’un, 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle, idari para cezası verilmiştir.
Kuruluşların mahkeme süreçlerini başlatması üzerine; İdare Mahkemeleri kararlarıyla, Üst Kurul tarafından 4 medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım kararı da, İPTAL EDİLMİŞ, Üst Kurulun istinaf talepleri de, Bölge İdare Mahkemesi tarafından REDDEDİLMİŞTİR.
Karşı oyumu hazırladığım tarih itibarıyla, 4 medya hizmet sağlayıcı arasından DANIŞTAY kararının belli olduğu tek kuruluş, “TELE 1” logolu kuruluştur. Bu nedenle örnek olarak Danıştay tarafından BİM kararının ONANDIĞI ve RTÜK’ün temyiz isteminin reddedildiği kararın ayrıntılarının sunulması yerinde olacaktır.
Öncelikle belirtmek gerekirse; İdare Mahkemeleri benzer gerekçelerle 4 Üst Kurul Kararını da iptal etmiştir.
Ankara 9. İdare Mahkemesi, E:2022/1786, K:2023/894 sayılı ve 13/04/2023 tarihli kararında; Üst Kurulun 30.05.2022 tarih ve 2022/22 sayılı toplantısında, 9 No.lu kararla “TELE 1” logolu kuruluşa uygulanan yaptırım kararına yönelik, “dava konusu işlemin iptaline” karar vermiştir. Kararın ayrıntıları şu şekilde açıklanmıştır:
“… dava konusu isleme dayanak teşkil eden ifadelerin ana muhalefet partisi liderinin yaptığı açıklamaların aktarıldığı canlı yayına ilişkin olduğu, bu nedenle de dava konusu isleme konu edilen yayının ana muhalefet partisi liderinin açıklamalarının, bilgi ve fikirlerinin izleyici kitlesine aktarılması olduğu, bu bilgi ve fikirlerin aktarılmasının Anayasanın basın hürriyeti, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamında kaldığı, açıklamada geçen ifadelerin ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün araçlarından birinin de eleştiri yapmak olduğu, siyasetçiler tarafından ifade hürriyetinin daha geniş kullanıldığı keza hükumetlere ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırının da diğer kişilere göre daha fazla olduğu, ifade özgürlüğünün sadece memnuniyetle karşılanan zararsız veya önemsiz sayılan; insanların kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil ayni zamanda demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak sok eden, rahatsızlık veren fikirler için de uygulanması gerektiği dikkate alındığında, programda canlı yayın sırasında kullanılan siyasi nitelikli ifade ve yorumların ifade ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, nitelik ve ağırlığı itibariyle yukarıda aktarılan 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin 1. fıkrasının (ı) bendinde yer alan ilke ve kuralların ihlali olarak değerlendirilemeyeceği anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.”
Üst Kurul, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin kararı doğrultusunda istinafa başvurmuş ancak, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi (E:2023/3806, K:2023/5096), 27/09/2023 tarihli kararıyla, istinaf talebini REDDETMİŞTİR.
Son olarak, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE de, 21/01/2025 tarihinde, (E:2023/3827, K:2025/340 sayılı kararıyla, BİM kararını onamış ve RTÜK’ün temyiz istemini REDDETMİŞTİR.
3- Bu aşamada bir de, siyasilerin Cumhurbaşkanı’na yönelik benzer ifadelerinin ekran yoluyla aktarılmasına ilişkin olarak, Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırımlara dair, Danıştayın yaklaşımının incelenmesi yerinde olacaktır:
a) Üst Kurul tarafından, 15/12/2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantının 18 No.lu kararıyla; "TELE 1" logolu medya hizmet sağlayıcıda, 19/11/2021 tarihinde yayınlanan "Demokrasi Arenası" adlı programda, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Engin Altay tarafından;
“Recep Tayyip Erdoğan bence diktatör… Bu bile Türkiye'yi nasıl birinin yönettiğinin çok basit, en yalın örneğidir. Ama bilinsin ki 84 milyon da ondan davacı. Ve bu mahkemenin görüleceği bir gün var. Ben o günü çok yakın olduğunu, o güne az kaldığına inanıyorum ve Türkiye'nin ilk seçimlerinde salt bir diktatörden kurtuluyor olmayacağız, Türkiye'nin ilk seçimlerinde Türkiye ikinci Kurtuluş Savaşı'nı da kazanmış olacak. Birinci Kurtuluş Savaşı'mızı emparyalist devletlere ve onların yerli işbirlikçilerine karşı yaptık, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde bir Kemal bu savaşı yaptı, şimdi başka bir Kemal de devlete çöreklenen haramilerden ve Allah ile aldatanlardan devleti kurtarmak için bir savaş veriyor.” şeklindeki ifadelerin kullanılmasının, 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan Yayın hizmetleri “... kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 14/05/2025 tarihinde (E:2023/1218, K:2025/1965), Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesinin kararını, oy birliğiyle BOZMUŞTUR.
Bozma gerekçesinde; “…Siyasetçilerin ve hükümette bulunanların kişilik hakları ve özel hayatları ise, ifade özgürlüğü karşısında en az korunan alanlardan biridir… Uyuşmazlık konusu program yayınında ihlale konu edilen ifadelerin açıkça siyasi nitelikte olduğu, politik alanda kaldığı, Cumhurbaşkanı'nın özel hayatına yöneltilmediği, konuğun kendi bakış açısı ile yaptığı yorum ve ağır eleştiri niteliğinde olduğu, hakaret veya kişisel saldırı olarak nitelendirilemeyeceği, nitekim Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 25/09/2017 tarih ve E:2015/38212, K:2017/9587 kararının da, aynı ifadelerin eleştiri niteliğinde olduğu, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmadığından hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı yönünde olduğu; ayrıca söz konusu ifadelerin kışkırtıcı, sert ve saldırgan olduğu varsayılsa dahi, her iki tarafın siyasi birer figür oldukları da göz önünde bulundurularak, siyasetçilerin eleştirilere diğer kişilerden daha fazla hoşgörü göstermesi gerektiği de dikkate alındığında, davacının basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin, ‘başkalarının şöhret ve haklarının’ korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklinde hüküm verilmiştir.
Dolayısıyla; siyasal bağlamda kullanılan ve toplumsal tartışmalara konu olan ifadeler, her durumda hakaret kapsamında değerlendirilmemekte; özellikle kamu yararı ve eleştiri özgürlüğü çerçevesinde, demokrasilerde hoşgörüyle karşılanması gereken sert söylemler olarak kabul edilmektedir.
Anayasa Mahkemesi de; siyasetçilerin karşılıklı sert eleştirilerinde kullandıkları ifadeleri, “politik tartışmanın doğası gereği kullanılan söylemler” olarak yorumlamakta ve siyasi tartışmalar sırasında kullanılan ifadelerin toplumsal yarar taşıyan konulara katkı sağladığı sürece, rahatsız edici olsa bile koruma altında olduğunu vurgulamaktadır.
Yukarıda atıfta bulunulan Danıştay kararında da AYM’nin ve AİHM’nin konuya bakış açısı şu şekilde açıklanmaktadır:
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre, siyasi tartışma özgürlüğü, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’dir (AİHM kararı, Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, Karar tarihi: 08/07/1986, §41-42). Mahkemeye göre, hükümetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca denetlenmemelidirler, hükümetlerin aynı zamanda halk ve kitlesel medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir (AİHM kararı, Şener/Türkiye, B. No: 26680/95, Karar tarihi: 18/07/2000, §40).
AİHM’nin yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi, hükümetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükümetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (AİHM kararı, Castells/İspanya, B. No: 11798/85, Karar tarihi: 23/04/1992, §46). Ayrıca hükümetlere ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırı da özel kişilere göre daha geniştir (AYM kararı, Bekir Coşkun Kararı, B. No: 2014/12151, Karar tarihi: 04/06/2015, §69).”
Özetle; siyasi bir tartışma veya polemik içinde kullanılan bu tarz ifadeler, hem iç hukukta hem de uluslararası hukukta ifade özgürlüğünün sınırları içinde değerlendirilmekte; bu tür söylemlere ceza verilmesi ise demokratik toplum düzeniyle bağdaşmayan bir müdahale olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle; Ana Muhalefet Grup Başkanvekilinin, bir mitingde aynı zamanda İktidar Partisi Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı’na yönelik ifadelerinin amacının, doğrudan küçük düşürmek veya kişilik haklarına saldırmak değil, iktidarı seçime zorlamak için abartılı, incitici, koşullu bir siyasi çağrı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
b) Üst Kurulun 15.12.2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantısının, 20 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun “İki Yorum” programında; “Tarih, Erdoğan ve Bahçeli bu ikisini bu ülkeyi yıkan liderler olarak kaydedecek… Bu ülkenin yıkımına ortak oldular…Siz devlet misiniz Allah’ını severseniz. Devlet dediğinin bir kurumu olur, o kurumun bir haysiyeti olur o kurumun bir yaklaşımı olur. O kurumun siyasetten bağımsız bir tavrı olur…19 yıldır buna hazırlanıyorduk. Neye hazırlanıyordun? Yıkmak için mi hazırlanıyordun? Neye hazırlandın tam olarak? Dövizi alıp başını götürecek kadar mı? BAE gibi ne olduğu belli olmayan, Ortadoğu’nun çetesi bir devletin ayağına kadar götürttü seni bu yıkım. Buna mı hazırlanıyordun? Üç kuruş. Türkiye’nin ekonomik olarak işgal edilmesine mi hazırlanıyordun? 19 yıldır tam olarak neye hazırlanıyordun? İşsizlik? Çözemiyorsun. Yoksulluk? Çözemiyorsun. TL değer kaybediyor, çözemiyorsun. O değer kaybının sonunda bütün yüzyıllık emekler iki tane Arap’a üç tane yabancıya peşkeş çekiliyor bunu çözemiyorsun… Kalkıyorsun 19 yılın sonunda ve buna kendin olmadığı gibi sözüm ona devletin diğer kurumlarını da ortak ediyorsun. Bu devlet değil ki bu bir iktidarın aymazlığıdır bu iktidarın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesi. Bu Bahçeli ile Erdoğan’ın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesine bu üniformalı kendini devlette bir kurumun sözcüsü temsilcisi yetkilisi görenlere de ortak ederek bu resim… Ekonomik olarak işgale uğramadık, bu ülke bir yıkıma sürüklenmedi özür dilerim, derim. İnşallah ben böyle demek durumunda kalırım. Ama demezsek ama bu ülkeyi bir yıkıma sürüklersek, bu fotoğraftaki isimlerle beraber (MGK toplantısından fotoğraf) başta Erdoğan ve Bahçeli ve bu fotoğraftaki resimdeki olanların tamamı bu ülkeyi yıkanlar olarak bu ülkenin tarihinde yerini alacaklar… Her birinin adını her birinin resmini bu ülkenin tarihi bu ülkeyi yıkıma sürükleyenler olarak kaydedecektir” şeklindeki söylemlerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez."” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun yargı sürecini başlatması üzerine; Ankara 12. İdare Mahkemesi, 28/11/2022 tarih ve E:2022/527, K:2022/2541 sayılı kararlıyla, söz konusu sözlerin, “demokratik bir ülkede basının haber verme ve halkın haber alma özgürlüğü kapsamı içerisinde olduğu” gerekçesiyle, işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varmış ve dava konusu Üst Kurul Kararını iptal etmiştir. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf başvurusunu reddetmiştir.
Nihayetinde, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE, 27/09/2023 tarih ve E:2023/2034, K:2023/3773 sayılı kararıyla, yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını, oybirliğiyle ONAMIŞ ve RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
Bu kararların işaret ettiği nokta; siyasetçiler, iktidar politikaları veya olgusal temeli bulunan siyasi tartışmalar söz konusu olduğunda, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda program sunucuları ya da program konuğu siyasetçi ve gazeteciler için ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
Dolayısıyla, Ana Muhalefet Partisi Grup Başkanvekilinin, bir siyasi partinin genel başkanı da olan Cumhurbaşkanına yönelik eleştirilerinin medya yoluyla kamuoyuna aktarılması; yalnızca ifade özgürlüğünün değil, aynı zamanda halkın haber alma hakkının ve siyasal katılımın güvencesidir. Başarır’ın ifadelerine yer verilen bir canlı yayının yaptırıma tabi tutulması ise; yalnızca basın özgürlüğünü değil, aynı zamanda demokratik kamuoyu oluşumunu da zedelemektedir. Bu bağlamda, Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırım, AİHM içtihadında belirlenen “demokratik toplumda zorunluluk” ve “müdahalenin orantılılığı” kriterlerini karşılamamakta; ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahale teşkil etmektedir.
4- Demokratik hukuk devletlerinde muhalefet partileri, siyasal çoğulculuğun ve denge-denetleme mekanizmasının temel unsurlarındandır. Özellikle Ana Muhalefet Partisi Lideri ve yöneticileri, halk adına iktidarın uygulamalarını sorgulamak, alternatif politika önerileri sunmak ve kamuoyunu bilgilendirmekle yükümlüdür. Bu görev, sadece siyasal bir sorumluluk değil, aynı zamanda anayasal düzende tanınmış meşru bir işlevdir. Ana muhalefet partisi yöneticilerinin iktidara yönelik eleştirileri, demokratik denetimin en görünür biçimi olup, ifade özgürlüğü ve siyasal katılım hakkı kapsamında özel bir koruma altındadır. Bu çerçevede, muhalefet liderlerinin sert, hatta provokatif bulunabilecek açıklamaları dahi, kamu yararına hizmet ettiği ve siyasal tartışma sınırları içinde kaldığı sürece, ifade özgürlüğünün güvencesi altındadır.
TBMM’de, sandalye sayısı açısından ikinci büyük partinin grup başkanvekilinin, toplumun yakından takip ettiği güncel bir konudaki açıklamalarının canlı olarak ekrana taşınması, demokratik toplumlarda basının öncelikli görevleri arasındadır. Ancak; siyasi tartışmalar kapsamında uygulanan yaptırımlar, medya hizmet sağlayıcıları farklı siyasi düşünceleri ekrana taşıma konusunda tereddüte düşürecek, ifade özgürlüğü ve düşünce çeşitliliğinin sağlanması zora girecektir.
Siyasi tartışmalarda ifade özgürlüğünün çerçevesine ilişkin, Anayasa Mahkemesi’nin Tansel Çölaşan Başvurusu’na (B.No: 2014/6128, 7/7/2015) ilişkin kararı örnek niteliğindedir.
Kararda, siyasi tartışma özgürlüğü, demokratik sistemlerin temel ilkesi olarak nitelendirilmiş ve “64- İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.
65- Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).” görüşüyle, siyasi tartışmaya özel güvence getirilmiştir.
Ayrıca Ana Muhalefet Partisi Grup Başkanvekilinin adliye önünde yaptığı basın açıklamasının canlı yayınlanmasının cezalandırılması, diğer muhalefet partisi lider ve yöneticilerinin konuşmalarının da canlı verilmesini zorlaştıracak, otosansürü yaygınlaştıracak, siyasi tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu nedenlerle, Kurul çoğunluğunun yaptırım uygulanması yönündeki kararı, hukuken isabetli ve haklı değildir, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla da çelişmektedir.
5- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlık ilkesinin ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de “TELE 1” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. Kuruluşun çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
6- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca Anayasa’ya göre; ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
7- Demokrasilerde eleştirilmeyecek kurum, kuruluş ve düşünce yoktur. Her kurum eleştirilebilir ve eleştiriye açık olmalıdır. Bu kapsamda; siyasi parti liderleri de eleştirilemez değildir ve siyasetçilerin kamusal figürler olarak eleştirilere daha geniş bir hoşgörü alanı ile yaklaşmaları gerektiği, hem ulusal hukukta hem de uluslararası hukukta yerleşik bir ilkedir. Gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa dile getirilen görüşlerin, ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmekte, siyasetçilerin kamuya mal olmuş kişiler olmaları nedeniyle, daha sert ve saldırgan eleştirilere katlanmak zorunda olduklarının defalarca vurgulandığı görülmektedir.
Bunun nedeni; siyasi tartışma özgürlüğünün, çoğulcu demokrasilerin yapı taşı niteliğini taşıması ve ifade özgürlüğünün özellikle siyasal söylemler söz konusu olduğunda en yoğun koruma alanına sahip olmasıdır.
Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, yargı gibi kamu kurumları söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102).
Anayasa Mahkemesinin, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan kararlarına bakıldığında, ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” (Ali Rıza Üçer (2), B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin, gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
AİHM kararlarında, siyasetçilerin özellikle birbirlerine karşı yönelttikleri ifadelerde, abartı, provokasyon ve sert söylemin doğal olduğunu ve bu çerçevede daha geniş bir ifade özgürlüğü alanının tanınması gerektiğini açıkça belirtmektedir (Oberschlick v. Avusturya, 1991).
Ayrıca yine AYM ve AİHM; siyasetçiler, bürokratlar ve kamuoyunca tanınan kişilerin, kendilerine ilişkin söylemlerde, ortaya çıkacak kamusal yarar sebebiyle sert, ağır ve hatta incitici de olsa eleştirilere açık olmalarına hükmederken, bu kişilerin yazılı ve görsel basını kullanarak, her türlü eleştiriye cevap verebilecek olanaklara sahip olduğuna vurgu yapmaktadır.
Ana Muhalefet Partisi Grup Başkanvekilinin, bir basın açıklamasında kullandığı ifadelere yer veren canlı yayınlara yönelik olarak; Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırımlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ifade özgürlüğüne ilişkin yerleşik içtihadıyla da bağdaşmamaktadır. Özellikle Otegi Mondragon v. İspanya kararında Mahkeme, başvuranın devletin sembolik başı olan İspanya Kralı hakkında kullandığı sert ifadeleri, siyasi tartışma bağlamında değerlendirmiş; bu tür söylemlerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi kapsamında korunması gerektiğine hükmetmiştir¹. AİHM’ye göre, demokratik bir toplumda siyasi aktörlerin, özellikle de muhalefet temsilcilerinin, kamu gücünü elinde bulunduranları ağır bir üslupla eleştirmesi, siyasal çoğulculuğun ve kamusal denetimin zorunlu bir unsurudur² (1:Otegi Mondragon v. Spain, B.No:2034/07, 15/03/2011, § 55; 2: A.g.e., §§ 48-50).
Sonuç olarak; siyasi arenada, kamusal yarar taşıyan konularda, tarafların tümünün açıklamalarının kamuoyuna ulaştırılması, basının görev ve sorumluluğu kapsamındadır. Özellikle siyasi parti başkan ve yöneticilerinin sözlerini sansürlemeden vermek, gazetecilik ve habercilik sorumluluğunun bir gereğidir. Söz konusu yayında; Ana Muhalefet Partisi Grup Başkanvekili de olan Mersin Milletvekilinin, iktidar partisi lideri de olan Cumhurbaşkanının siyasi tutumuna dair eleştirilerinin ekrana getirilmesinin cezalandırılması, demokrasinin evrensel değerlerine aykırıdır ve basın özgürlüğüne vurulmuş bir darbedir. Basın kuruluşları, siyasal bir tartışma sürecinde, tarafların görüşlerini yansıttıkları sürece, bu açıklamaların içeriğinden doğrudan sorumlu tutulamaz. Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında vurguladığı üzere; basın özgürlüğü, yalnızca bilgi aktarma değil; kamu gücünü elinde bulunduranlara karşı eleştiri yapma ve eleştiri taşıyan açıklamaları aktarma özgürlüğünü de kapsar.
Bu doğrultuda; siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında korunan ve iktidarı seçime zorlamak amacıyla kullanılan, doğrudan hakaret değil, koşullu bir siyasi çağrı niteliğinde olan ve ifade özgürlüğü sınırlarını aşmayan değerlendirmeler nedeniyle “TELE 1” logolu kuruluşa üst sınırdan uygulanan yaptırımın basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı, adil ve ölçülü olmayacağı, yayında 6112 sayılı Yasa’ya aykırı bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle karara karşı oy kullandım. 22.08.2025