İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 23.07.2025 tarih ve 77 sayılı yazısına konu TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 15.07.2025 tarihinde saat 19:59’da yayınladığı "4 Soru 4 Yanıt" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Evren Özalkuş'un yaptığı, Dr. Merdan Yanardağ'ın güncel, ekonomik, tarihi ve siyasi konuların değerlendirildiği, "4 Soru 4 Yanıt" adlı programda geçen diyaloglarda; "15 Temmuz İslamcı bir darbe girişimiydi….bu darbenin temel sorumlusu AKP iktidarıdır….12 Mart darbecileri de, 12 Eylül 1980 darbecileri de, 12 Mart 1971 darbecileri de Amerikancı darbecilerdi ve gericilikle iş birliği yaptılar…Dolayısıyla ilk darbe kimin? İslamcıların. O darbeyi bastıran kim? Cumhuriyetçiler, ilericiler, hürriyetçiler, ittihatçılar, Jöntürkler, o darbeyi bastıranlar. Son darbe kimin? Yine İslamcıların.", "Ben 15 Temmuz’da kutlanacak bir an görmüyorum. 15 Temmuz'da bir darbe rezaleti var. Hep beraber bu iktidar Türkiye'yi bir darbeye sürükledi. Sonra o darbeyi ne güzel bastırdık diye bize bayram yaptırmaya çalışıyor…Yani bir ve sen bunu daha sonra bir bayram, bir ulusal egemenlik bayramı gibi sanki kutlamaya kalkıyorsun. Yok öyle bir şey." şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan; "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." ve (f) bendinde yer alan; "Toplumun millî ve manevî değerlerine, …. aykırı olamaz." hükümlerini ihlal ettiği gerekçesiyle “oy çokluğuyla” alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; Üst Kurulun denetim görevini yürütürken, çok hassas ve adil davranması, hak ve özgürlüklere müdahalede sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. Aksi halde çok sesliliği sağlamak, toplumun özgürce kanaat oluşturmasına katkı sunacak ortamı kurmak mümkün olmayacaktır.
“TELE 1” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından, 15.07.2025 tarihinde yayınlanan, “4 Soru 4 Yanıt” programında; Gazeteci Dr. Merdan Yanardağ'ın, “15 Temmuz İslamcı bir darbe girişimiydi.” sözleriyle başladığı bölümde yer alan ifadelerinin, "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle 5 GÜN YAYIN DURDURMA yaptırımı ve (f) bendinde yer alan; "Toplumun millî ve manevî değerlerine, …. aykırı olamaz." hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle de üst sınırdan yüzde 5 idari para cezası uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
Bir medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınlarının 5 gün süreyle durdurulması, Üst Kurulun en ağır yaptırımının bir öncesidir ve bahse konu ilkenin bir kez daha ihlal edilmesi durumunda kuruluşun yayın lisansı iptal edilmektedir.
Dolayısıyla, bir yayın kuruluşunun yayın faaliyetlerini 5 GÜN SÜREYLE DURDURACAK, dahası aynı ilkenin tekraren ihlali durumunda yayın hayatına son verecek nitelikteki bir ihlal için hazırlanan Uzman raporunun, usul ve esas yönünden hukuka uygun ve son derece sağlam argümanlarla sunulması, raporu esas alan Kurul Kararının da yine sağlam hukuki gerekçelere dayanması zorunludur.
Ancak; aşağıda açıklanacağı üzere, Uzman raporu ve raporu esas alan Kurul Kararı hem usul açısından hatalı, hem de içerik olarak eksik ve dayanaktan yoksundur.
1- Hukuk alanında sıklıkla atıf yapılan “usul, esastan önce gelir” ilkesinin, demokrasinin temeli olan basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin iş ve işlemlerde hassas şekilde uygulanması zorunludur.
İdari yaptırımların hukuka uygunluğu yalnızca esasa değil, aynı zamanda usule de tam anlamıyla riayet edilmesini gerektirir. Bu çerçevede, Uzman raporlarında yaptırıma dayanak gösterilen yasa hükmünün hangi ifadelerle, hangi somut bağlamda ihlal edildiğinin açık, anlaşılabilir ve denetlenebilir şekilde ortaya konulması zorunludur. Özellikle gerekçelendirme yükümlülüğünün yerine getirilmemesi, kararın hukuki dayanak ve meşruiyetten yoksun olduğunun en önemli göstergesidir.
Esas yönünden ise, idari yaptırıma konu ifade veya eylemlerin, yasa maddesinde tanımlanan ihlal veya suç unsuruyla birebir örtüşmesi gerekir. Zira, tipiklik ilkesi gereğince; bir fiil, ancak kanunda açıkça tanımlanmış olması hâlinde yaptırıma konu edilebilir. Bu bağlamda gerek usul güvencelerine riayet edilmemesi gerekse tipiklik koşulunun sağlanmaması, idari işlemi hem şekil hem de içerik yönünden hukuka aykırı hâle getirmektedir.
A) Öncelikle belirtmek gerekirse, gerek Uzman raporunun gerekse raporu dayanak alan Kurul Kararının sonuç bölümlerinde, programda sarf edilen ifadelerin, hem “toplumun milli ve manevi değerlerine aykırı” olduğu, hem de “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edebileceği” gerekçeleriyle, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (b) ve (f) bentlerinin ihlal edildiği ileri sürülerek, iki ayrı yaptırım uygulanmasına karar verilmiştir.
Oysaki Uzman raporu ve raporu esas alan Kurul Kararı ayrıntılı olarak incelendiğinde görülecektir ki; yaptırımın gerekçelendirildiği zemin, yalnızca “milli ve manevi değerlerin ihlali” üzerinden şekillenmiş, program içinde yaptırıma konu ifadelerin (b) bendine, yani “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik” hükmünü ihlal ettiğine dair herhangi somut, içeriksel veya bağlamsal bir değerlendirme sunulmamış, toplumsal nefretin doğmasına neden olabilecek doğrudan bir ifade, hedef gösterme ya da tahrik edici bir unsur tespit edilmemiştir.
Oysaki idari yaptırım sürecinde yalnızca Üst Kurulun aldığı nihai karar değil, bu karara dayanak oluşturan Uzman raporundaki tespitlerin, delillerin ve analizlerin de açık, somut, net ve denetlenebilir nitelikte olması gerekmektedir. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, hangi gerekçeyle yaptırıma tabi tutulduklarını Kurul Kararından açık biçimde anlayamamaları hâlinde, bu durum hem hukuki belirlilik ilkesine aykırılık teşkil eder hem de usul güvencelerinin ihlali anlamına gelir.
Bu çerçevede; Uzman raporunda ve Kurul Kararında yaptırımın gerekçelendirildiği bölümlere bakılması yerinde olacaktır:
-Uzman raporunda; “Yapılan yayınların özellikle de toplumsal zeminde önemli olayların aktarımında verilen bilgilerin tarafsızca, gerçekliği ve doğruluğu ile paylaşılması toplumun medyaya olan güveni noktasında belirleyici bir unsurdur. Yapılan yayınların hitap edilen kitlenin, toplumun değerleri ile uyum içinde daha doğru bir ifade ile toplumun farkında olarak yapılması toplumsal yapının korunması noktasında önem taşımaktadır. Toplumun milli ve manevi değerleri ile çatışan ve uyuşmayan yayınlar kültürel yapının yozlaşmasına ve toplumsal dinamiklerin bozulmasına sebep olabilmektedir… Yayın içeriklerinde herhangi bir dinin, inancın ve ya bu inancı temsil eden unsurların eleştiri sınırlarının ötesine geçilerek aşağılanması; bireysel inanç özgürlüğünü hedef almanın ötesinde, inanç grupları arasında kutuplaşma ve toplumsal gerilim yaratma potansiyeli taşımaktadır… Merdan Yanardağ'ın… şeklindeki sözleriyle Demokrasi ve Millî Birlik Günü olarak ilan edilen 15 Temmuz'u diğer milli bayramlarımız gibi anılmaya değer görmemek suretiyle değersizleştirmeye çalıştığı görülmekte ve bu durumun milli ve manevi değerlerimize zarar verebileceği değerlendirilmektedir… Millî ve manevi değerler; toplumun birlik, beraberlik ve bütünlüğünü sağlayan, huzurlu bir toplumsal yaşam için önemli ve korunması gereken değerlerdir. Bu bağlamda yukarıda belirtilen hususlar dikkate alındığında rapora konu "4 Soru 4 Yanıt" adlı programda 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü ve dinî inançlara yönelik kullanılan ifadelerin toplumun milli ve manevi değerlerine aykırı nitelikte olduğu kanaatine ulaşılmıştır… 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü'ne yönelik yok sayıcı ve değersizleştirici söylemler ile toplumun ortak değerlerine karşı duyarsız yaklaşımlar toplumu ayrıştırmakta, toplumsal kutuplaşmayı artırmakta ve birlikte yaşama kültürünü zedelemektedir.” şeklinde,
-Kurul Kararında da, aynı argümanlar sunularak; “Yayın içeriklerinde herhangi bir dinin, inancın veya bu inancı temsil eden unsurların eleştiri sınırlarının ötesine geçilerek aşağılanması; bireysel inanç özgürlüğünü hedef almanın ötesinde, inanç grupları arasında kutuplaşma ve toplumsal gerilim yaratma potansiyeli taşıdığı kanaatine varılmıştır… dolayısıyla 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü ve dinî inançlara yönelik kullanılan mezkur ifadelerin toplumun milli ve manevi değerlerine aykırı nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.” şeklinde,
tespitlerle yaptırım kararları gerekçelendirilmiştir.
Görüleceği üzere; yaptırım kararlarının gerekçelendirildiği tüm tespitlerde, 6112 sayılı Yasa’nın yayın ilkelerinin belirlendiği 8. maddesinin birinci fıkrası kapsamında yer alan;
(ç) …kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.
e) Irk, renk, dil, din, tabiiyet, cinsiyet, engellilik, siyasî ve felsefî düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez.
f) Toplumun millî ve manevî değerlerine… aykırı olamaz.
ı) Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…”
hükümlerine atıfta bulunulmasına rağmen; (b) bendinde belirlenen; “Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz.” hükmüne yönelik hiçbir ifade, atıf, tespit veya gerekçe bulunmamaktadır.
Dolayısıyla; bahse konu ifadelerin ihlal teşkil ettiği savı, toplumun milli ve manevi değerlerine aykırılık kapsamında ele alınmış ve bu değerlere yönelik duyarsızlık, değersizleştirme, ayrımcılık ve eleştiri sınırlarını aşan yorumlar olarak nitelendirilmiş, ancak kararın sonunda “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik” gibi çok daha ağır bir madde hükmü de eklenmiştir. Oysaki Uzman raporunda yaptırıma konu her bir ihlal savı -gerekçelendirme yükümlülüğü doğrultusunda- bağımsız, açık ve anlaşılır biçimde gerekçelendirilmek zorundadır. Bu uygulama; Kurul Kararı ile kararın gerekçe metninin açık biçimde çeliştiğinin göstergesidir. Birbiriyle çelişen ifadeler üzerinden uygulanan bir yaptırım kararının, objektiflik kriteriyle bağdaşmadığı da açıktır.
Sonuç olarak; Uzman raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararında hangi ifadenin, hangi nedenle “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik” suçu oluşturduğuna dair herhangi bir somut tespit, analiz veya bu maddeyi destekleyecek hiçbir alıntı/değerlendirme yer almaması, kararın gerekçesinin açıklanmaması, buna rağmen 5 GÜN YAYIN DURDURMA gibi 6112 sayılı Yasa’ya göre lisans iptalinin yolunu açacak en ağır yaptırımlarından birinin kararının bu hükme dayandırılarak verilmesi, usul güvencelerine, gerekçelendirme yükümlülüğüne ve adil süreç ilkelerine aykırıdır.
Ayrıca bu durum; objektif bir değerlendirme yerine, daha ağır bir yaptırım uygulama amacının güdüldüğüne işaret etmektedir. Bu yönüyle de yayın durdurma yaptırımı, hukuki dayanaktan yoksundur, rasyonel değildir.
Anayasamızın 141. maddesinde; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” hükmü bulunmaktadır ve Anayasa Mahkemesi de, idari işlemlerin gerekçesiz ya da yetersiz gerekçeli kararlarla alınmasını, hak ve özgürlüklerin ihlali olarak değerlendirmekte ve hukuka uygun sayılamayacağını birçok kararında vurgulamaktadır.
B) İdari yaptırımlarda uygulanması zorunlu olan “tipiklik” ilkesi, yaptırıma konu fiilin veya ifadenin, kanunda tanımlanan ihlal türüyle açık ve doğrudan bir biçimde örtüşmesini gerektirir. Zira idari yaptırımlar açısından, ihlale konu ifadenin ilgili kanun hükmüyle birebir örtüşmemesi, yaptırım gerekçesiyle ihlal maddesi arasında uyum bulunmaması durumunda, verilen yaptırım kararı hukuken geçerliliğini yitirir.
Bu kapsamda; Üst Kurul tarafından idari yaptırım kararları alınırken, yaptırıma konu ifadeler ile hangi yasa hükmünün ihlal edildiği açıkça ortaya konmalı, gerekçesiyle desteklenmeli, tipiklik ilkesine uygun davranılmalıdır.
“5 gün yayın durdurma” gibi bir yaptırımının uygulandığı yayında yer alan ifadelerin, “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik” ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanabilmesi için de; yayındaki ifadelerin açıkça ve doğrudan bu madde hükmüyle örtüştüğünün ispatlanması gerekmektedir. Hukuki açıdan zorunlu olan bu uygulama, aynı zamanda madde hükmünden uygulanacak yaptırımın ağırlığı, telafi edilemez zararlara sebebiyet verebilecek olması ve lisans iptali gibi geri dönülemez sonuçlara yol açabilecek olması açısından da önem taşımaktadır.
Bu nedenle, benzer yaptırımların uygulanacağı diğer maddelerle birlikte (b) maddesinden uygulanacak yaptırımların da sağlam hukuki gerekçelere dayanması, tespitlerin ayrıntılı değerlendirmelerle sunulması zorunludur.
Ancak Uzman raporunda ve Kurul Kararında, “kin ve düşmanlık” unsuruna dair somut bir ifadeye yer verilmemesi, ya da bu yönde açık bir değerlendirme yapılmaması, yalnızca usule ilişkin bir eksiklik değil; aynı zamanda tipiklik ilkesinin de ihlali anlamına gelmektedir.
Yaptırıma esas alınan “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edici yayın yapılmaması” hükmü, kamu düzenine doğrudan zarar verecek, halkı belirli bir zümreye karşı nefrete veya şiddete yönlendirecek ifadeleri kapsar.
6112 sayılı Kanun’un 8/1-(b) maddesinde yer alan; “Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz.” hükmü, nefret söylemi ve düşmanlaştırıcı propaganda ile ilgilidir. Bu hükmün uygulanabilmesi için; açık bir hedef grubu olmalı, bu gruba karşı doğrudan nefret, düşmanlık ve şiddet çağrısı veya teşviki olmalı ve içerik, ifade özgürlüğü sınırlarını aşarak kamu düzenini tehdit edici nitelik taşımalıdır.
Nitekim ihlal edildiği öne sürülen ilke, Türk Ceza Kanunu’nun 216’ncı maddesinde düzenlenmiş, koşulları belirlenmiş ve istisnası da 218’inci maddede, “Ancak, haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Merdan Yanardağ’ın düşünce açıklaması kapsamındaki ifadelerinde de; hiçbir dini grup doğrudan düşmanlaştırılmamış, hiçbir sosyal sınıfa veya mezhebe karşı nefret çağrısı yapılmamış, dahası herhangi bir şiddet teşviki ya da “kin ve nefret” uyandıracak bir söylem yer almamıştır.
Uzman raporunda yaptırım kararının “15 Temmuz’un bir milli bayram olarak kutlanmasına yönelik eleştiriler” ile “İslamcı kavramı üzerinden siyasal/ideolojik eleştiri yapılması” şeklinde iki unsura dayandığı, bahse konu ifadelerin, “15 Temmuz Darbe Girişiminde şehit olanların manevi hatıralarını, gazileri, şehit ve gazi yakınlarını incitici nitelikte olacağı, duyarsız yaklaşımların toplumu ayrıştıracağı, toplumsal kutuplaşmayı artıracağı ve milli ve manevi değerlerimize zarar verebileceği ” değerlendirilmektedir.
Dolayısıyla, yaptırıma konu yayın içeriğinde 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin (b) bendinde yer alan ‘toplumu kin ve düşmanlığa tahrik’ fiiline somut ve doğrudan bir şekilde vücut veren hiçbir ifade yer almamaktadır. Bu bağlamda, yayın içeriği ile isnat edilen ihlal arasında açık bir tipiklik bağı kurulmamış olması, söz konusu yaptırım kararını idari yaptırım hukukunun temel ilkelerinden biri olan tipiklik ilkesine aykırı hâle getirmektedir.
Sonuç itibarıyla; “milli ve manevi değerlere aykırılık” hususunun, Uzman raporunda 5 ayrı bölümde vurgulanması, söz konusu tespitlerin tümünün (f) bendi kapsamında gerekçelendirilmesi, yalnızca manevi değerler, kutsallar, 15 Temmuz’un milli simge niteliği gibi hassasiyetler üzerinden değerlendirmeler yapılması, buna karşılık Uzman raporunda ve Kurul Kararında “kin, düşmanlık, nefret” unsurlarına dair somut bir ifade veya “şiddet çağrısı içeren, tehditkâr veya tahrik edici” bir söylem gösterilememesi, yani (b) bendinde yer alan yayın ilkesi ile örtüşecek bir gerekçenin sunulamaması, kurul Kararının hem usul yönünden sakat olduğunu hem de hukuki dayanak ve gerekçeden yoksun bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
2- Uzman raporu ve Kurul Kararı incelendiğinde, yaptırım kararının temel dayanak noktasının, 15 Temmuz darbe girişiminin, “İslamcı darbe” olarak nitelendirilmesi ve “FETÖ terör örgütünün ‘İslamcı’ olarak addedilmesi” olduğu görülmekte ve bu ifadelerin “darbe girişimini İslam dini ile ilişkilendirdiği” ileri sürülmektedir.
Bahse konu yayında Gazeteci Dr. Merdan Yanardağ tarafından kullanılan; “15 Temmuz İslamcı bir darbe girişimiydi” şeklindeki ifade, Uzman raporunda; “15 Temmuz ve önceki darbe girişimlerinin İslam dini ve kendi tabirleriyle İslamcılar ile bağdaştırıldığı, en başta FETÖ terör örgütünün ‘İslamcı’ olarak addedilmesi ve bunun yanı sıra yakın tarihte yapılan darbe girişimlerinin İslam dini ile ilişkilendirilmesinin kamusal sorumluluk anlayışı ile bağdaşmadığı, bu bağlamda bireylerin, kurumların ve terör örgütlerinin menfi eylem ve söylemlerinin ön plana çıkarılması ve bu eylemler üzerinden İslam inancı ile terör örgütü arasında bağ kurulmasının İslam inancına sahip bireyleri incitici ve küçük düşürücü nitelikte olacağı” değerlendirmeleri doğrultusunda, “milli ve manevi değerlere aykırılık teşkil ettiği” gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Oysaki Türk Dil Kurumu (TDK) Güncel Türkçe Sözlüğe göre, “İslamcı” kelimesi bir sıfattır ve anlamı; “Müslümanlığın esaslarını sadece dinî hayatta değil, hukuksal, ekonomik ve siyasal düzenlemelerde de geçerli kılmak isteyen.” olarak yer almaktadır.
TDK tanımı, “İslamcı” kelimesinin bir dini inanç kategorisini değil, din temelinde siyasal ideoloji geliştiren veya bu ideolojiyle hareket eden kişi ya da grupları tanımlamak için kullanıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Yani bu kelime, İslam dinine inanan bireyleri değil, İslam’ı siyasal bir düzenin temel ilkesi olarak benimseyen aktörleri nitelendirmekte ve bu tabirin kullanılmasıyla, dinî semboller üzerinden siyasal düzen inşa etme amacını taşıyan kişilerin kast edildiğini göstermektedir.
15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ yapılanması, İslam dinine ait sembolleri, kavramları ve kurumları kendi ideolojik amaçları için kullanan; din temelli bir iktidar anlayışı geliştiren, dini referansları merkeze alan bir terör örgütlenmesidir. Bu yapı; kendi iç hiyerarşisini dini temellere dayandırmış, “cemaat”, “sohbet”, “imam” gibi dini terimlerle yapılandırmış, kamusal alanı “dini referanslarla dönüştürmeyi” hedeflemiş ve kendini İslami bir hareket gibi sunarak siyasal bir güç merkezi haline gelmeye çalışmıştır. FETÖ gibi yapılanmaların, Müslümanlık esaslarını sadece bireysel inanç boyutunda değil; siyasal, hukuksal ve ekonomik hayata da taşıma iddiası taşıyan ideolojik aktörler olduğu bilinmektedir.
Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ), hem Türkiye’de hem de uluslararası alanda dinî görünümlü, ideolojik olarak İslamcı bir yapılanma olarak tanımlanmıştır. Bu bağlamda kamuoyunda ve akademide sıkça kullanılan “İslamcı darbe” ifadesi, herhangi bir inanç sistemine değil; doğrudan FETÖ’nün ideolojik niteliğine ve siyasal yönelimine gönderme yapan bir kavramdır.
Nitekim Kurul Kararında da 15 Temmuz darbesi, “FETÖ/PDY tarafından anayasal düzeni hedef alarak gerçekleştirilen girişim” olarak nitelendirilmiş, Uzman raporunda da aynı tanımla birlikte, “Bu girişimi gerçekleştiren yapı, uzun yıllar devlet kurumlarına sızmış ve örgütsel yapısını gizli biçimde sürdürmüştür. Söz konusu yapının dini görünümlü bir yapılanma olması, darbe girişiminin İslam inancı veya Müslüman kimliğiyle bağdaştırılmasına yol açmamalıdır.” şeklindeki ifadelerle, bu yapının “dini görünümlü” olduğu belirtilmiştir.
Görüleceği üzere, Uzman raporunda ve Kurul Kararında bir yandan FETÖ’nün dini referanslara dayalı bir yapılanma olduğu ve anayasal düzeni hedef alan bir tehdit oluşturduğu ifade edilmekte, diğer yandan ise FETÖ’nün girişimi için kullanılan “İslamcı darbe” ifadesinin, ihlal teşkil ettiği ileri sürülmektedir. Bu durum Kurul Kararının kendi içinde tutarsız olduğunun ve çelişkili bir gerekçeye dayandığının göstergesidir.
Dolayısıyla; “15 Temmuz İslamcı bir darbe girişimiydi” değerlendirmesi, darbe yapanların İslamcı ideolojik referanslarla hareket ederek, dini örgütlenme üzerinden siyasal güç elde etmeye çalıştıklarını ifade eden, tarihsel ve siyasal bir analizdir ve TDK anlamıyla dini inançların, siyasal düzenin kurucu öğesi haline getirilmesi sürecini tanımlamaktadır. Akademik literatürde de “İslamcı” tanımıyla örtüşen bu ifade; nesnel ve ideolojik bir analiz olarak, “FETÖ’nün devlet kurumlarına sızarak, iktidarı ele geçirme stratejisi”ne işaret etmektedir. Özetle bu ifade, ne akademik literatürde ne de hukuki zeminde suç teşkil edecek bir nitelik taşımamaktadır ve ifade özgürlüğü kapsamındadır.
Bu nedenlerle, söz konusu ifadenin Kurul Kararıyla yaptırıma konu edilmesi, hukuki dayanaktan yoksundur ve ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahaledir.
3- Uzman raporu ve Kurul Kararı incelendiğinde; Gazeteci Dr. Merdan Yanardağ’ın 15 Temmuz’a dair ifadeleriyle, Demokrasi ve Millî Birlik Günü’nü değersizleştirmeye çalıştığı, milli-manevi değerleri zedelediği, toplumu ayrıştırdığı ve birlikte yaşama kültürünü tehdit ettiği öne sürülmüştür.
Yanardağ’ın ifadeleri, hükümet politikalarına ve 15 Temmuz’un resmi anma günü olarak kutlanmasına dair eleştiriler içermektedir. Söz konusu eleştiriler bir “değer yargısı” niteliğindedir ve doğrudan herhangi bir şiddet çağrısı, nefret söylemi, aşağılama veya dini/etnik kimlikleri hedef alan bir içerik taşımamaktadır. Eleştirilerin millî ve manevi değerleri zedelediği iddiası, öznel bir değerlendirme olup, yasal dayanakla gerekçelendirilmemiştir. Bilindiği üzere bu tür açıklamalar, demokratik bir toplumda ifade özgürlüğünün çekirdek alanında korunmaktadır. Bu nedenlerle bahse konu ifadeler nedeniyle yaptırım uygulanması, hukuki güvenlik, gerekçelendirme, ölçülülük ve ifade özgürlüğü ilkelerine aykırıdır.
Milli ve manevi değer kavramı, kişilere, bölgelere ve zamana göre değişiklik gösterebilmektedir. Bu çerçevede de yayınların “Toplumun milli ve manevi değerlerine aykırı olamaz” hükmü, oldukça soyut ve yoruma açık bir hükümdür ve bu kavramın sınırları 6112 sayılı Yasa’da açıkça tanımlanmadığı için; idarenin keyfi yorumuna açık hale gelmekte, demokratik ölçülerle ele alınmadığında, eleştirel veya muhalif görüşlerin bastırılması için kullanılacak sansür aracına dönüşme riski taşımaktadır.
Bu kapsamda, toplumun bir kesimini ya da milli/manevi değerleri doğrudan hedef almayan, eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmeler nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması, adaletli ve hakkaniyetli değildir, basın ve ifade özgürlüğüne müdahale niteliğindedir.
4- Yaptırım uygulanan programda; Gazeteci Merdan Yanardağ’ın bir inancı doğrudan hedeflememesine rağmen, "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." ve "Toplumun millî ve manevî değerlerine, …. aykırı olamaz." hükümlerinden yaptırım kararı alınmıştır.
Oysaki hedef kitlesi net olarak bilinen ve daha ağır ifadelerin dile getirildiği bir yayına, Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırım kararı, DANIŞTAY tarafından uygun bulunmamış ve RTÜK Kararı iptal edilmiştir.
I- Üst Kurulun 15.04.2020 tarihli ve 2020/16 sayılı toplantısında alınan 15 No.lu karar ile FOX logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, 30,31.03.2020 ve 01.04.2020 tarihlerinde saat 19:00’da yayınlanan ve sunuculuğunu Fatih Portakal'ın yaptığı Ana Haber Bültenlerinde, sunucu tarafımdan söylenen; “…Kötü yönetim nasıl olurmuş örneği burada. Kötü yönetmek nasıl olurmuş bir ülkeyi örneği burada. Zamanındaki paraları çarçur ederek harcamak nasıl olurmuş? Kara gün düşünmeden ülke yönetmek nasıl olurmuş örneği burada sevgili izleyenler! Büyük büyük saraylar yaparak, büyük büyük yazlık saraylar yaparak, her şeyi hacimsel olarak, büyüklük olarak ifade etmek yönetmek değilmiş demek ki. Eğer öyle olsaydı zaten dünyanın en hacimsel, en büyük şeylerine sahip ülkeler safına girerdik, o da gelişmişlik sayılırdı. Hayır... İşte geldiğimiz durum bu. Öngörüsüzlük ve ülkeyi yönetememe durumu… Bir de Diyanet. Siyasallaşan Diyanet de tabi boş durur mu? O da hemen devreye girdi. 'Siyasallaşan Diyanet' sevgili izleyenler. O da hangi yardımın ve hangi bağışın caiz olup olmadığına karar verdi. Siyasallaşan Diyanet. Hangi yardım caiz, hangisi değil, sizce?" şeklindeki sözlerinin, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan; "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." ilkesinin ihlali gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun yargı sürecini başlatması sonucunda; Ankara 9. İdare Mahkemesi 15/10/2020 tarih ve E:2020/870, K:2020/1930 sayılı kararıyla, “Haber sunucusu tarafından sarf edilen ifadelerin, basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle, dava konusu Üst Kurul kararını iptal etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf talebini reddetmiş ve DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE, 20/05/2021 tarihli ve E:2021/882, K:2021/1825 sayılı kararıyla, Bölge İdare Mahkemesi kararını ONAMIŞTIR.
II- İktidar politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutulduğu görülecektir.
Örneğin; Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihli ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de 30.11.2023 tarihli ve E.2023/7473, K.2023/6961 sayılı kararıyla, Danıştay kararı doğrultusunda, “DAVA KONUSU İŞLEMİN İPTALİNE” kararı vermiştir.
5- İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar, siyasi tartışmalar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Bu nedenle, demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için, basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; söz konusu programda olduğu gibi, gazetecilerin eleştirel nitelikteki değer yargılarını ifade etmesi nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu çerçevede, yorum programlarının düşünce çeşitliliğinin sağlandığı ve serbest tartışmanın yürütüldüğü programlar olarak ele alınması gerekmektedir. Demokratik toplumlarda medyanın, geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek hak ve görevleri bulunmaktadır.
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlık ilkesinin ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de “TELE” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. Kuruluşun 2025 yılında 13 idari yaptırımda; 13 idari para cezası + 5 Program Durdurma + 5 GÜN YAYIN DURDURMA cezalarıyla karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
6- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
7- İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda, Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da, basın ve yayın kuruluşlarının ayrı bir yeri ve önemi bulunduğunu ve tanınan hak ve özgürlüklerin çerçevesinin genişletildiğini görmekteyiz.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
8- Gazetecilerin ve medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında da özel korumalar söz konusudur.
“-AİHM’e göre, siyasi tartışma özgürlüğü, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’dir. Değer yargıları bir olay veya durum ile ilgili bakış açısı yahut kişisel değerlendirmelerdir. Bir değer yargısının doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkün olmazsa da, değer yargısının dayanağını teşkil eden gerçeklerin doğru veya yanlış olduğu tespit edilebilmektedir. AİHM’e göre, bir gazetecinin, doğruluğunu kanıtlayamadığı sürece eleştirel değer yargılarını ifade etmekten men edilmesi kabul edilemez (Lingens/Avusturya, B.No:9818/82,08.07.1986).
-İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
9- İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir¹⁹⁸ (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Sonuç olarak, doğrulanabilecek bilgi ya da verilerle birlikte, ‘doğruluğu ispatlamaya’ tabi tutulamayacak değer yargıları, eleştiri ya da spekülasyonlar 10. madde kapsamında korunmaktadır. Ayrıca, değer yargıları, özellikle de siyaset alanında ifade edilenler, çok önemli olan görüş çoğulculuğunun gereği olarak demokratik bir toplum için özel bir korumadan yararlanırlar” (S.86).
https://www.anayasa.gov.tr/media/7448/10_avrupa_insan_haklari_sozlesmesi_kapsaminda_ifade_ozgurlugunun_korunmasi.pdf (E.T.:01.08.2025)
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği “demokratik toplum düzeninin gerekleri” dikkate alındığında, Gazeteci Merdan Yanardağ’ın olgusal temeli bulunan bir konuda kamusal faydası yüksek serbest tartışma kapsamında yaptığı değerlendirmeler nedeniyle, “Tele 1” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan uygulanan yaptırım, adil ve orantılı değildir.
Sonuç itibarıyla; Kurul Kararında, yaptırımın gerekçesi olarak 6112 sayılı Kanun’un hem (b) hem de (f) bentlerine yer verilmesine rağmen, gerekçelendirme bölümünde içerik ve bağlam itibarıyla yalnızca “milli ve manevi değerlere aykırılık” yönünden değerlendirme ve tespitlerin yapıldığı, “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik” gerekçesinin, soyut ve desteklenmemiş biçimde, kararın sonuç bölümüne madde hükmünün eklendiği, bu uygulamanın gerekçelendirme yükümlülüğü, hukuki belirlilik, ifade özgürlüğü ilkelerine aykırı olduğu, gerekçesi açıklanmadan alınan 5 gün yayın durdurma kararının da, orantılılık ilkesini ihlal ettiği ayrıca yayında 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 04.08.2025