İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 02.07.2025 tarihli ve 55 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 01.07.2025 tarihinde saat 08:45’te Özlem Gürses’in sunduğu ve Dr. Murat Kubilay’ın konuk olarak katıldığı "Para Politika" adlı program canlı olarak yayınlanmıştır. Mezkûr programa ilişkin aşağıda deşifresi verilen ifadeler sebebiyle, 6112 sayılı Kanunun 8’inci maddesinin birinci fıkrası (f) bendinde yer alan “Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz” hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle, yayıncı hakkında idari yaptırım kararı alınması istenmiştir.
Söz konusu programa ilişkin ihlale konu bölümün deşifre metni ve tespitler aşağıda sunulmuştur:
(09:44:29) Dr. Murat Kubilay: Şimdi hem siz hem Ceren Hanım çok güzel bir noktaya getirdiniz. Ben de söylediklerinizi birazcık daha hem derinleştirmek hem de ekonomiyi içine dahil etmek istiyorum. Şimdi 200 yıllık bir aydınlanma mücadelesi var Türkiye'nin. Yani döner dolaşır farklı partiler, isimler, dönemler, ülkeler olur ama dönüp dolaşır kendi içlerindeki sayısız ayrı görüşe rağmen Türkiye'deki ana iki kol aydınlanma ve aydınlanma karşıtı olanlardır. 2. Mahmut’tan beri böyledir. Bunlar karşı taraf dediğimiz Atatürk'ün yolundan gitmeyenlerin en güçlü, en büyük enerji, en büyük kudret ulaştıkları ilk dönem 2. Abdülhamit dönemiydi. O yüzden o dönemi çok severler. Bir ikincisi de şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde yaşıyorlar ve 2017 yılında buna güvenerek bir referandum gerçekleşti. Yani dediler ki Türkiye'nin önemli bir kısmında, İslam'ın siyasileştirilmişliğin karşılığı var. Türklüğün siyasileştirilmişliğin karşılığı var. Eğer asgari düzeyde, ekonomi ve dış politika yönetiminde başarı sağlanırsa büyük bir kitleye biz sesleniriz ve her zaman iktidarı alırız ve Türkiye'de gittikçe daha gerici bir noktaya, onlara göre ilerici olabilir ama çok açık bir gerici noktaya taşırız dediler. Arkasından, pandemi oldu, Ukrayna Savaşı oldu, çok talihsiz bir deprem oldu. Kahramanmaraş merkezde iki deprem oldu. Ve bu esnada çok hatalı ekonomi ve dış politik gelişmelerden ötürü de iktidar zar zor 2023 seçimlerini kazandı. 2024'te de ağır bir mağlubiyet aldı. O zaman dediler ki galiba biz bu 200 yıllık ayrışmayı yeterince körükleyemiyoruz ve aynı zamanda belli alanları kötü yönetmişiz. Ekonomi ve dış politikada yeni bir sürece geçtiler. Bunların bir sürü eksileri oldu, bir sürüleri artılar oldu. Bunları konuşuruz. Ama sonra dediler ki biz birazcık daha bunları körüklemek istiyoruz diye. İşte burada da Leman Dergisi'ndeki olay ortaya çıkıyor. Yani İslamiyet Türkiye'nin bir kültürünün parçasıdır. Türkiye Müslüman bir ülke değildir. Türkiye İslam kültürünün genel geçer kabul edildiği yani bu ülkenin vatandaşı olan bir gayrimüslimseniz bile bir Ermeni kökenli, Süryani kökenliyseniz bile inşallah maşallah deyimlerini kullandığınız Ramazan ve Kurban Bayramlarında annenizi, babanızı aradığınız mezarlıklara ziyaret ettiğiniz bir kültüre sahiptir. İnanç kişinin kendi dünyasıdır. Çok inanır, az inanır. Çok inanır ama çok inanan kişinin arasındaki inanç birbirinden farklıdır. Yine bunun bir Türklük için söylenebilir. İşte bu noktada özellikle toplumun içerisindeki fayları kırmak amacıyla bir ayrım yaratmak istiyorlar. O ayrımda da Leman Gazetesi maalesef dikkatli olmamış. Evet açıkçası karikatür benim ilgimi çekmedi. Kötü bir niyetli olmadıkları da aşikâr. Hiçbir suç yok. Bu kişilerin de aynı şekilde onlara gözaltına alma sürecindeki davranışlar hiçbir şekilde de tasvip edilemez. Zaten polis tarafsız olsa en başta dışarıdaki o göstericilere gücünü olması gerektiği hukuka uygun bir şekilde yapardı. Ama en net bir şekilde söylersem de bu böyle bir dönemde bu tip faylara hassas olmak gerekiyor. Yani Fransa'nın bile bu konulardaki en güçlü ülkede bile daha önceki bir karikatür mevzusunda olayların nereye geldiğini biliyoruz veya Kur'an-ı Kerim'i yakma eylemlerinin Danimarka'da, İsveç'te neler yaptığını biliyoruz. Dolayısıyla buralara lütfen dikkatli olalım. Çünkü İktidar çok verimsiz. İktidar insanları mutlu edemiyor ve sadece bu kültür kavgasıyla 200 yıllık aydınlanmanın gerici tarafını körükleyerek kazanmaya çalışıyor. Buna çok dikkatli olalım. İkinci olarak en üzüldüğümse Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanlarının tweetleriydi. Adalet Bakanını da biliyoruz. İçişleri Bakanı da zaten biliyorduk ama örneğin İstanbul Valisi'nin eğitim geçmişine, deneyimine baktığınız zaman oldukça vasat olduğunu görüyoruz. Yani normal koşullar altında İstanbul Valisi, hiç de şahsen tanımam herhangi bir sorunum da yoktur ama olağan bir dönemde olsaydı asla İstanbul'a vali olamazdı. Ama Ali Yerlikaya olabilirdi. Daha iyi bir deneyimi var. Daha iyi bir geçmişi var. Pekala. Ama böyle bir konuda bu tweeti atmayı nasıl içine sindiriyor? Ha ben biliyorum tabii bunlar hep eksik Atatürkçülükten yani olmayan Atatürk sevgisiden. Ama bir daha kendisine de nezaketle bu çok safça bir düşünce olduğunu sözü olduğunu biliyorum. Rica ederim bu tweetleri bir daha düşünsün. Acaba doğru çizgide mi bir daha baksın ve çok acele de Kartalkaya yangınıyla ilgili, Yenidoğan çetesi ile ilgili bulguları da bizle paylaşsın. Çünkü İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü'nü de bünyesinde bulundurur. Buralarda neler yapılmış onu ben görmek isterim. Orman yangınlarında kimler dahil olmuş? Jandarma Genel Komutanlığı da İçişleri Bakanlığı bünyesinde.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun, SZC’de 01.07.2025 tarihli “Para Politika” programına ilişkin 6112 sayılı Kanun’un 8/1-f maddesi uyarınca verdiği %5 idari para cezası ve 5 kez program durdurma yaptırımı kararına katılmıyorum. Aşağıda gerekçeleriyle birlikte açıklanacağı üzere, söz konusu yaptırım kararı hem anayasal güvence altındaki ifade ve basın özgürlüğüne ağır bir müdahale teşkil etmektedir hem de somut olayda 6112 sayılı Kanun’un 8/1-f maddesinin uygulanmasına olanak sağlayacak düzeyde açık ve doğrudan bir ihlal bulunmamaktadır.
Programda konuk olarak yer alan Dr. Murat Kubilay’ın değerlendirmeleri, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal gelişmelerini tarihsel bağlam içerisinde ele alan akademik ve politik nitelikli yorumlardır. Bu değerlendirmelerde, toplumun milli ve manevi değerlerine yönelik herhangi bir açık saldırı veya hakaret bulunmamaktadır. Aynı şekilde, belirli bir inanç sistemi, dini ritüel ya da kutsal kabul edilen değerlere yönelik doğrudan, aşağılayıcı veya küçük düşürücü ifadeler de yer almamaktadır. Konuşmalar, ideolojik bir yönelimin ürünü olmayan; akademik müktesebat, iktisadi gerçeklik ve siyasal tarih perspektifinden yapılmış düşünsel çözümlemelerdir.
Ayrıca, söz konusu yorumlar, belirli kişi ya da grupları hedef almak yerine, iktidarın uygulamaları ve söylemlerine yöneltilmiş yapıcı eleştiriler kapsamında kalmaktadır. Bu yönüyle ifade özgürlüğünün sınırlarını aşmayan; tam tersine, demokratik toplum düzeninin olmazsa olmazı olan çoğulculuk ve eleştirel tartışma ilkelerini yansıtan açıklamalardır. Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatlarına göre, siyasal ifade özgürlüğü, özellikle iktidarın politikalarını sorgulama ve eleştirme hakkını kapsar ve bu tür açıklamalar en geniş anayasal korumaya tabidir. Bu nedenle, programda sarf edilen sözlerin 6112 sayılı Kanun’un 8/1-f maddesi kapsamında değerlendirilerek ağır bir yaptırımla karşılık bulması, ifade özgürlüğüne ölçüsüz ve hukuken dayanaksız bir müdahale anlamına gelmektedir.
Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerlidir ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 38).
İfade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder, [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
Anayasa Mahkemesi siyasi ifadelerle ilgili olarak AİHM’in yaklaşımını izlemektedir. Mahkemeye göre, sağlıklı bir demokrasi bir hükümetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (AYM, Bekir Coşkun Kararı, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 66; Tansel Çölaşan Kararı, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 66; Ergün Poyraz (2) Kararı, B. No: 2013/8503, 27/1/2015, § 69). Bu doğrultuda siyasetçilere yönelik eleştirilerin de kabul edilebilir sınırları, diğer kişilere yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir ve bir siyasetçi diğer kişilerden farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek halkın ve aynı zamanda diğer siyasetçilerin denetimine açtığı için daha geniş hoşgörü göstermek zorundadır (AYM, Bekir Coşkun Kararı, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 67; Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 56; Tansel Çölaşan Kararı, B. No 2014/6128, 7/7/2015, § 67; Ergün Poyraz (2) Kararı, B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 70).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
Programda konuk olan kişinin görüşlerine sunucu tarafından herhangi bir müdahalede bulunulmaması, bu görüşlerin sunucu ya da yayıncı tarafından benimsendiği anlamına gelmez. Yayıncılardan her farklı görüşe anlık ve doğrudan editoryal müdahalede bulunmaları beklenemez. Bu tür bir beklenti, pratikte yayın özgürlüğünü ciddi biçimde kısıtlar ve düşünce çeşitliliğinin ekranlara yansımasını engeller. Yayıncının görevi, görüşleri sansürlemek değil, toplumun farklı kesimlerini yansıtan fikirlerin serbestçe ifade edilmesine alan tanımaktır. Dolayısıyla, sunucunun müdahalede bulunmaması tek başına yayıncının sorumluluğunu doğurmaz.
Kaldı ki, RTÜK’ün yerleşik uygulamaları ve mahkeme kararlarına göre, bir konuğun ifadeleri nedeniyle yayıncı hakkında yaptırım uygulanabilmesi için, açık bir nefret söyleminin dile getirilmesi, şiddet çağrısında bulunulması ya da inanç sistemlerine yönelik ağır ve aşağılayıcı hakaretlerin yer alması gibi sınırların aşılması gerekmektedir. İncelenen yayında ise bu tür sınırları aşan hiçbir ifade yer almamaktadır. Bu nedenle, ilgili değerlendirmelerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlükler, yalnızca kanunla ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun, ölçülü bir biçimde sınırlandırılabilir. Oysa söz konusu yayında konuk konuşmacının ifadeleri tarihsel ve politik bir analiz niteliğindedir. Yayının genel akışı barışçıl ve akademik bir çerçevede sürmüş, herhangi bir sosyal infial ya da kamu düzeni riski doğuracak nitelikte bir içerik barındırmamıştır. Bu nedenle, yayıncı kuruluş hakkında uygulanan %5 oranında idari para cezası ve programın 5 kez durdurulması şeklindeki yaptırımlar, ifade özgürlüğüne yönelik ölçüsüz bir müdahale teşkil etmekte; caydırıcılığıyla yayıncılık faaliyeti üzerinde baskı yaratmaktadır.
Danıştay içtihatları ve Anayasa Mahkemesi kararları da benzer durumlarda ifade özgürlüğünün korunması gerektiğini, yaptırımların orantılı ve somut tehlike durumlarına dayanması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda, ilgili yaptırımların iptali ve yayın özgürlüğünün korunması gerekmektedir.
Sonuç olarak, programda ifade edilen görüşler demokratik toplum düzeninin temel unsurlarından olan çoğulculuk ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. Bu görüşler, toplumun milli ve manevi değerlerine açıkça aykırı değildir ve yaptırıma konu edilebilecek ölçüde ağır veya zararlı ifadeler içermemektedir. İfade özgürlüğüne yönelik bu tür ağır ve ölçüsüz müdahaleler, yalnızca yayıncılığı değil, kamuoyunun haber alma hakkını ve demokratik denetim işlevini de zedelemektedir. Söz konusu yaptırımı hukuki, anayasal ve demokratik ilkelere aykırı bulmam nedeniyle karara katılmıyorum. 07.08.2025