İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 02.07.2025 tarih ve 70 sayılı yazısına konu TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 01.07.2025 tarihinde saat 19:57’de yayınlanan "4 Soru 4 Yanıt" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Evren Özalkuş ve Merdan Yanardağ'ın katılımıyla, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür ÖZEL'in Saraçhane Mitinginin canlı olarak yayınlandığı "4 Soru 4 Yanıt" adlı yorum programında; “(Kalabalıktan "Cuntacı Erdoğan" sloganları)…Her darbenin başında bir cuntası olur. Bu darbenin de üç savcısı, üç hakimi, üç tane gizli tanığı, iftiracıları var ve bu darbenin başında bir başkan, bir cunta başkanı var. Milletin geçmişte Cumhurbaşkanı diye seçip yetki verdiği birisi, Recep Tayyip Erdoğan. (Yuhalama sesleri) Artık Cumhurbaşkanı değil, cunta başkanıdır. Cunta başkanı. (Yuhalama sesleri ve Cuntacı Tayyip sloganları)…Ayrıca, miting konuşmaları ekrana getirilirken "Cuntaya Karşı Boyun Eğmeyeceğiz", "Millet İradesine Darbede 100'üncü Gün", "Özgür Özel: Cunta Başkanı Erdoğan", "Cunta Başkanı Erdoğan" şeklinde sözlü ve yazılı ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan "İnsan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle “oy çokluğuyla” verilen karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; Üst Kurulun denetim görevini yürütürken, çok hassas ve adil davranması, hak ve özgürlüklere müdahalede sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. Aksi halde çok sesliliği sağlamak, toplumun özgürce kanaat oluşturmasına katkı sunacak ortamı kurmak mümkün olmayacaktır.
Ayrıca çağdaş demokrasilerde siyasi tartışma özgürlüğünün, özel güvenceye alındığı da kuşkusuzdur.
“TELE 1” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından, 01.07.2025 tarihinde yayınlanan, “4 Soru 4 Yanıt” programında; CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’in canlı yayın konuşmasına yer verilmiş ve konuşma esnasında sarf ettiği bazı ifadeler alt yazı ile ekrana getirilmiştir. Özgür Özel’in konuşmalarında, Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında kullandığı ifadelerin ve altyazı ile ekrana getirilmesinin eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde olduğu gerekçesiyle üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
Özellikle siyasal alanda yaşanan sert tartışmalar, demokratik hukuk devletlerinde çoğulcu toplum yapısının ve ifade özgürlüğünün bir parçasıdır. Bu nedenle, siyasi tartışmalarda kullanılan sert üslup ve ağır eleştiri niteliğindeki söylemler doğal kabul edilmekte ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmektedir
Yürütme organının en üst makamında bulunan Cumhurbaşkanı’nın, demokratik bir toplumda yoğun kamu denetimine tabi olduğu ve bu denetimin sağlanmasında muhalefetin sorumluluğu kadar, medyanın rolünün de vazgeçilmez olduğu dikkate alındığında; Yüksek Mahkeme kararları ışığında bu tarz müdahalelerin kabul görmediği ve uygulanan yaptırımın ölçülülük ve demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmadığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
1- Ana Muhalefet Partisi Lideri Sayın Özgür Özel’in, Saraçhane’de yaptığı mitingin medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda canlı olarak yayınlanması, hem yayıncılık işleyişi bakımından hem de gerek açıklama yapan kişinin konumu, gerekse yapılan açıklamanın önemi açısından, sorumlu yayıncılığın gereğidir. Özellikle TBMM’de sandalye sayısı açısından ikinci büyük partinin genel başkanının açıklamalarının canlı olarak ekrana taşınması, demokratik toplumlarda basının öncelikli görevleri arasındadır.
Üst Kurul aldığı kararla, yalnızca siyasi parti liderinin açıklamalarını programına taşıyan ve ifadelerini alt yazıyla ekrana yansıtarak haberleştiren bir medya hizmet sağlayıcıyı değil, aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil edilen ikinci büyük parti olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanı’nın açıklamalarının canlı yayınlanması üzerinden, doğrudan bir siyasi parti genel başkanının düşünce ve ifade özgürlüğü ile siyaset yapma özgürlüğü hakkına müdahale etmiştir.
Uzman raporunda ve Kurul Kararında, CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’in canlı yayınlanan konuşması içinde kullandığı "Cuntaya karşı boyun eğmeyeceğiz", "Millet iradesine darbede 100 'üncü gün", "Cunta başkanı Erdoğan" ifadeleri ile bu ifadelerden yapılan alıntıların alt yazı olarak ekrana taşınması, ihlal gerekçesi yapılmıştır.
CHP Genel Başkanı’nın ifadelerinin, Cumhurbaşkanı ile yürüttüğü bir siyasi tartışmanın parçası olduğu açıktır. Cumhurbaşkanı, bakanlar ve AKP yöneticilerinin CHP Genel Başkanı ve CHP’ye yönelik benzer ve daha ağır ifadeler kullandığı dikkate alındığında, iki siyasi parti arasındaki siyasi tartışma yerine bir kişinin ifadelerine odaklanılarak, dahası o kişinin siyasi kimliği göz ardı edilerek söylemlerinin suç teşkil ettiği savıyla yaptırım uygulanması, adaletli ve hakkaniyetli bir yaklaşım değildir.
Tartışmanın bütününde taraflar arasında aynı tarz ve üslubun kullanıldığı dikkate alındığında; bu ifadelerin siyasi eleştiri niteliğinde ve ifade özgürlüğü kapsamında korunması gerektiği açıktır. Zira bu sözler, bir özel şahsa değil, iktidar partisi genel başkanı ve Cumhurbaşkanı’na, dolayısıyla kamusal alanda etkili bir siyasal aktöre yöneliktir.
CHP Genel Başkanı’nın sözlerinin, Cumhurbaşkanı’nın kişiliğine yönelik olmadığı gibi, aynı zamanda bir bütün olarak siyasi bir değer yargısı içerdiği de açıktır ve siyasal bağlamda kullanıldığı için de AİHM ve Anayasa Mahkemesi içtihatları kapsamında korunan, siyasi ifade sınırları içindedir.
Hedef alınan kişi siyasi kimliğiyle ele alınmakta, kişisel onuru veya özel hayatı değil, siyasi tutumu ve pozisyonu eleştirilmektedir. Bu yönüyle üst sınırdan uygulanan yaptırım kararı adaletli ve ölçülü değildir.
Kabul edilmelidir ki; siyasetçiler ile siyasetle doğrudan ve dolaylı ilişkisi bulunan kişi ve kurumlar arasında yaşanan tartışmalarda, taraflar ifade özgürlüğünden çok daha geniş bir şekilde yararlanırlar. Zira siyasi tartışmaların serbestliği demokratik toplum idealinin merkezinde yer alan bir ilkedir. Seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan seçilmiş kimseler için, ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple müdahale, eğer bir siyasetçinin ve özellikle Ana Muhalefet Partisi Lideri’nin ifade özgürlüğüne yönelik ise; her türden idari yaptırım kararının çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca; demokratik toplumlarda basın, yalnızca haber aktaran bir araç değil; aynı zamanda kamuoyunun siyasal olaylar hakkında bilgi edinmesini sağlayan bir denetim mekanizmasıdır. Bu bağlamda, siyasal açıklamaların ve tartışmaların medya yoluyla kamuoyuna aktarılması, basın özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. Ana Muhalefet Lideri’nin, Cumhurbaşkanı’na ya da iktidar politikalarına yönelik sözlerini canlı yayınlamak ve konu başlıklarını altyazı ile ekrana getirmek, siyasi tartışma ve siyasi denetim hakkına katkı sağlayan bir habercilik/yayıncılık faaliyetidir.
Kaldı ki; siyasi aktörlerin birbirlerine yönelik eleştirileri, özellikle kamu yararı taşıyan konularda, toplumun bilgi edinme hakkının bir parçasıdır ve bu nedenle hukuken korunmalıdır.
Bu yönüyle; Ana Muhalefet Partisi Lideri Özgür Özel’in, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yürüttüğü siyasi tartışmanın canlı yayınlanması nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşun üst sınırdan yaptırıma uğraması, rasyonel ve ölçülü değildir.
2- Uzman raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararında;
“Özgür ÖZEL'in ‘Bu darbenin başında bir başkan, bir cunta başkanı var. Milletin geçmişte Cumhurbaşkanı diye seçip yetki verdiği birisi, Recep Tayyip ERDOĞAN. Artık Cumhurbaşkanı değil, cunta başkanıdır. Cunta başkanı.’ şeklindeki ifadeleri ile Recep Tayyip ERDOĞAN'ı ‘cuntacı’ olmakla itham ettiği görülmüştür. Türkiye’de ‘cuntacı’ terimi, hem tarihsel bağlamı hem de güncel siyasi kullanımı bakımından oldukça yüklü ve olumsuz anlamlar içeren bir ifadedir. ‘Cunta’ kelimesi, Türk Dil Kurumu’na göre: ‘Bir ülkede yönetime silah zoruyla el koyan kimselerden oluşan grup’ şeklinde tanımlanmaktadır. Dolayısıyla ‘cuntacı’, bu tür bir topluluğun üyesi, destekçisi ya da darbeci zihniyeti savunan kişi anlamına gelmektedir.” şeklinde, “cuntacı” ifadesinin TDK Sözlük’te olumsuz anlam içermesine dayanılarak yaptırım kararı gerekçelendirilmiştir.
Yine; “Siyasi tartışmalarda ‘cuntacı’ kelimesi, doğrudan yasa dışı darbeci, silahlı müdahaleyle iktidar değiştirmeyi savunan kişi anlamında ağır bir suçlama olarak kullanılmaktadır. Bir kişi veya siyasi yapı ‘cuntacı’ olarak niteleniyorsa, bu onların demokratik yollarla değil, baskı, zor, tehdit ve şiddet yoluyla iktidar elde ettiği veya elde tutmaya çalıştığı anlamına gelmektedir.” şeklinde bir değerlendirmeyle, bu ifadenin siyasi tartışmalarda da sözlük anlamında kullanıldığının belirtildiği ve ihlal tespiti yapıldığı görülmektedir.
a) Öncelikle; yaptırım kararından hareketle, “cuntacı” ifadesinin kullanımının, sözlük anlamı kapsamında ihlal teşkil edip etmediği konusunda; Yüksek Mahkeme kararlarına bakmak gerekmektedir.
Yargıtay içtihatlarına göre, “cuntacı” ifadesi, bağlamına göre sert bir siyasi eleştiri olarak değerlendirilebilmekte, her durumda kişilik haklarına saldırı teşkil eden yahut hakaret suçu oluşturan bir niteleme olarak kabul edilmemektedir.
Yargıtay 4. CD Esas: 2014/4926, Karar: 2014/32175, Tarih: 06.11.2014
“…Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye yönelik olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşa yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Yargılamaya konu somut olayda;… ‘Cuntacısınız, diktatörsünüz’ şeklindeki ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, sanığın müştekilere yönelttiği sözlerin, müştekilerin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, ağır eleştiri niteliğinde olduğu ve hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı… 06.11.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Görüleceği üzere yaptırım kararında; “AİHM de bu çerçevede, kamu görevlileri (Cumhurbaşkanı) hakkında yapılan eleştirilerin daha geniş bir hoşgörü alanına sahip olduğunu kabul etmekle birlikte, mesnetsiz ağır hakaretlerin bu kapsamda korunamayacağını belirtmiştir” şeklinde, yaptırım gerekçesi olarak gösterilen “cuntacı” ifadesinin “mesnetsiz ağır hakaret” niteliğinde olmadığı, Yargıtay kararlarıyla sabittir.
b) Uzman raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararında yaptırım gerekçesi olarak gösterilen temel neden; ‘cuntacı’ ifadesinin, siyasi tartışmalarda da sözlük anlamında kullanıldığı, doğrudan yasa dışı darbeci ya da silahlı müdahaleyle iktidarı değiştirmeyi savunan kişiyi tanımladığı ve bu nedenle ağır bir suçlama niteliği taşıdığı yönündeki değerlendirmedir.
Oysaki mecazi veya polemiksel ifade kullanımına siyaset dilinde sıklıkla rastlanılır ve siyasi arenada kullanıldığında her sözcük, doğrudan sözlük anlamıyla örtüşmeyebilir. Siyasetçilerin kamusal alandaki bu tarz söylemleri ve eleştirileri, abartılı, sert, rahatsız edici veya provoke edici dahi olsa, ifade özgürlüğü kapsamında kabul edilir. Yüksek yargı organları siyasetin doğası gereği sarf edilen bu tarz ifadelerin, demokratik toplum düzeninin temeli olan çoğulculuk ve siyasal katılım ilkeleri uyarınca korunması gerektiğini açıkça ifade etmektedir.
“Cuntacı” ifadesi de, özellikle Türkiye gibi yakın geçmişinde askerî müdahaleler yaşamış ülkelerde, siyasal retorikte sıkça başvurulan, sert ama yaygın bir nitelendirmedir. Siyasetçilerin sıklıkla başvurdukları “diktatör”, “faşist”, “kukla yönetim”, “cuntacı”, “vesayet rejimi” gibi kavramlar çoğu zaman mecaz anlamlıdır. Buradaki amaç; somut bir suç isnadından çok, muhatabın yönetim tarzına ilişkin güçlü bir eleştiri yöneltmektir.
Yaptırıma konu ifadeler de; çoğu zaman, demokratik teamüllere aykırı hareket eden kişi ya da grupları tanımlamak amacıyla, doğrudan hakaret kastı güdülmeden, eleştirel veya uyarıcı bir anlamla kullanılmaktadır. Özgür Özel de miting alanında fiili bir darbe iddiasında bulunmaktan ziyade, Cumhurbaşkanı’nın yetki kullanım biçimine yönelik siyasi bir eleştiride bulunmaktadır. Konu bağlamında “cuntacı” ifadesinin, Cumhurbaşkanının yürütme yetkisini tek taraflı ve denetimsiz kullanmasına yönelik bir metafor olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla, sözlük anlamı dahi Yüksek Mahkeme kararlarında hakaret kapsamında değerlendirilmeyen “cuntacı” ifadesinin, siyasi tartışma alanında kullanılması ve bu ifadenin ekranda altyazı olarak yer almasının ihlal teşkil ettiğinin ileri sürülmesi; nesnel bir hukuki tespitten ziyade, yoruma dayalı ve subjektif bir kanaat bildirimidir. Bu tür bir yaklaşım, hem Anayasa Mahkemesi’nin hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik içtihadında açıkça vurgulanan “ifadenin bütünsel bağlamda değerlendirilmesi” ilkesine de aykırılık teşkil etmektedir.
Bu nedenle, bağlamından koparılmadan değerlendirildiğinde, bu tür bir ifadenin siyasi tartışma ortamında, özellikle miting gibi, siyasi partilerin halka açık şekilde düşüncelerini açıkladığı ve siyasi rekabetin yürütüldüğü anayasal platformlardan birinde dile getirilmesi, AYM ve AİHM içtihatlarına göre daha geniş hoşgörüyle değerlendirilmekte ve ifade özgürlüğünün koruma alanı içinde kabul edilmektedir.
Bu noktada, siyasilerin Cumhurbaşkanı’na yönelik benzer ifadelerinin ekran yoluyla aktarılmasına ilişkin, Danıştay’ın bakış açısına bakılması yerinde olacaktır:
Üst Kurul tarafından, 15/12/2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantının 18 No.lu kararıyla; "TELE 1" logolu medya hizmet sağlayıcıda, 19/11/2021 tarihinde yayınlanan "Demokrasi Arenası" adlı programda, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili Engin Altay tarafından;
“Recep Tayyip Erdoğan bence diktatör… Bu bile Türkiye'yi nasıl birinin yönettiğinin çok basit, en yalın örneğidir. Ama bilinsin ki 84 milyon da ondan davacı. Ve bu mahkemenin görüleceği bir gün var. Ben o günü çok yakın olduğunu, o güne az kaldığına inanıyorum ve Türkiye'nin ilk seçimlerinde salt bir diktatörden kurtuluyor olmayacağız, Türkiye'nin ilk seçimlerinde Türkiye ikinci Kurtuluş Savaşı'nı da kazanmış olacak. Birinci Kurtuluş Savaşı'mızı emparyalist devletlere ve onların yerli işbirlikçilerine karşı yaptık, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde bir Kemal bu savaşı yaptı, şimdi başka bir Kemal de devlete çöreklenen haramilerden ve Allah ile aldatanlardan devleti kurtarmak için bir savaş veriyor.” şeklindeki ifadelerin kullanılmasının, 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan Yayın hizmetleri “... kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 14/05/2025 tarihinde (E:2023/1218, K:2025/1965), Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesinin kararını, oy birliğiyle BOZMUŞTUR.
Bozma gerekçesinde; “…Siyasetçilerin ve hükümette bulunanların kişilik hakları ve özel hayatları ise, ifade özgürlüğü karşısında en az korunan alanlardan biridir… Uyuşmazlık konusu program yayınında ihlale konu edilen ifadelerin açıkça siyasi nitelikte olduğu, politik alanda kaldığı, Cumhurbaşkanı'nın özel hayatına yöneltilmediği, konuğun kendi bakış açısı ile yaptığı yorum ve ağır eleştiri niteliğinde olduğu, hakaret veya kişisel saldırı olarak nitelendirilemeyeceği, nitekim Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 25/09/2017 tarih ve E:2015/38212, K:2017/9587 kararının da, aynı ifadelerin eleştiri niteliğinde olduğu, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmadığından hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı yönünde olduğu; ayrıca söz konusu ifadelerin kışkırtıcı, sert ve saldırgan olduğu varsayılsa dahi, her iki tarafın siyasi birer figür oldukları da göz önünde bulundurularak, siyasetçilerin eleştirilere diğer kişilerden daha fazla hoşgörü göstermesi gerektiği de dikkate alındığında, davacının basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin, ‘başkalarının şöhret ve haklarının’ korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklinde hüküm verilmiştir.
Dolayısıyla; siyasal bağlamda kullanılan ve toplumsal tartışmalara konu olan ifadeler, her durumda hakaret kapsamında değerlendirilmemekte; özellikle kamu yararı ve eleştiri özgürlüğü çerçevesinde, demokrasilerde hoşgörüyle karşılanması gereken sert söylemler olarak kabul edilmektedir.
Anayasa Mahkemesi de; siyasetçilerin karşılıklı sert eleştirilerinde kullandıkları ifadeleri, “politik tartışmanın doğası gereği kullanılan söylemler” olarak yorumlamakta ve siyasi tartışmalar sırasında kullanılan ifadelerin toplumsal yarar taşıyan konulara katkı sağladığı sürece, rahatsız edici olsa bile koruma altında olduğunu vurgulamaktadır.
Yukarıda atıfta bulunulan Danıştay kararında da AYM’nin ve AİHM’nin konuya bakış açısı şu şekilde açıklanmaktadır:
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre, siyasi tartışma özgürlüğü, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’dir (AİHM kararı, Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, Karar tarihi: 08/07/1986, §41-42). Mahkemeye göre, hükümetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca denetlenmemelidirler, hükümetlerin aynı zamanda halk ve kitlesel medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir (AİHM kararı, Şener/Türkiye, B. No: 26680/95, Karar tarihi: 18/07/2000, §40).
AİHM’nin yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi, hükümetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükümetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (AİHM kararı, Castells/İspanya, B. No: 11798/85, Karar tarihi: 23/04/1992, §46). Ayrıca hükümetlere ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırı da özel kişilere göre daha geniştir (AYM kararı, Bekir Coşkun Kararı, B. No: 2014/12151, Karar tarihi: 04/06/2015, §69).”
Yine AİHM kararlarında, siyasetçilerin özellikle birbirlerine karşı yönelttikleri ifadelerde, abartı, provokasyon ve sert söylemin doğal olduğunu ve bu çerçevede daha geniş bir ifade özgürlüğü alanının tanınması gerektiğini açıkça belirtmektedir (Oberschlick v. Avusturya, 1991).
Özetle; siyasi bir tartışma veya polemik içinde kullanılan bu tarz ifadeler, hem iç hukukta hem de uluslararası hukukta ifade özgürlüğünün sınırları içinde değerlendirilmekte; bu tür söylemlere ceza verilmesi ise demokratik toplum düzeniyle bağdaşmayan bir müdahale olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle; Ana Muhalefet Liderinin, bir mitingde aynı zamanda iktidar partisi genel başkanı olan Cumhurbaşkanına “cuntacı” ifadesini kullanmasının amacının, doğrudan küçük düşürmek veya kişilik haklarına saldırmak değil, iktidarın bazı eylemlerini askeri vesayete benzetmek ya da demokratik teamüllere aykırılıkla itham etmek gibi siyasal bir eleştiri olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla, Ana Muhalefet Liderinin, bir siyasi partinin genel başkanı da olan Cumhurbaşkanına yönelik eleştirilerinin medya yoluyla kamuoyuna aktarılması; yalnızca ifade özgürlüğünün değil, aynı zamanda halkın haber alma hakkının ve siyasal katılımın güvencesidir. Özgür Özel’in ifadelerine yer verilen bir canlı yayının yaptırıma tabi tutulması ise; yalnızca basın özgürlüğünü değil, aynı zamanda demokratik kamuoyu oluşumunu da zedelemektedir. Bu bağlamda, Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırım, AİHM içtihadında belirlenen “demokratik toplumda zorunluluk” ve “müdahalenin orantılılığı” kriterlerini karşılamamakta; ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahale teşkil etmektedir.
c) CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in mitingdeki konuşma başlıklarının, medya hizmet sağlayıcıda “alt yazı” olarak ekrana getirilmesinin, Uzman raporunda ve raporu dayanak alan Kurul Kararında; “…ifadelerin yayıncı kuruluş tarafından ekrana getirilmesi ve hatta bant yazı ile söylemlerin pekiştirilerek yayınlanmasının toplumsal kutuplaşmayı derinleştirme, kamu düzenini zedeleme ve halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanını itibarsızlaştırma niteliğinde olduğu…” şeklinde bir argüman ile ihlal gerekçelerinden sayıldığı görülmektedir.
Ancak bu konuda, gözden kaçırılan başka bir husus daha bulunmaktadır.
Medya hizmet sağlayıcılar, toplumu ilgilendiren siyasi gelişmeleri kamuoyuna iletmekle yükümlüdür. Bir siyasi partinin genel başkanının miting konuşması ise kuşkusuz kamu yararı taşıyan bir olaydır. Bu tür konuşmaların içeriğindeki çarpıcı başlıkların altyazı ile verilmesi; yorum ya da tahrifat içermediği sürece, yalnızca kamuoyunun bilgiye erişim hakkına hizmet eder. Özellikle canlı yayınlarda belirli başlıkların alt bantta sunulması haber dilinin doğal bir parçasıdır ve bu uygulama, konuşmayı manipüle etmeksizin aktarılan altyazılar yoluyla basın özgürlüğünün bir uzantısı niteliği taşır. Bu bağlamda, Ana Muhalefet Lideri’nin sözlerinin, kamuoyunu bilgilendirme amacıyla ekrana yansıtılması nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması; hem ifade ve basın özgürlüğünü ihlal eder hem de yayıncı kuruluşlar üzerinde otosansür baskısı oluşturur ki bu durum, demokratik bir toplumda kabul edilemez.
Ayrıca altyazı kullanımı yalnızca görsel medyada bir iletişim biçimi ve izleyiciye bilgi iletme aracı değil, aynı zamanda engelli bireyler açısından da bilgiye eşit erişim hakkının teminatıdır.
Konuya atfedilen önemin ortaya konulması açısından; RTÜK tarafından “SAĞIRLARIN, İŞİTME VE GÖRME ENGELLİLERİN YAYIN HİZMETLERİNE ERİŞİMİNİN İYİLEŞTİRİLMESİNE İLİŞKİN USUL VE ESASLAR HAKKINDA YÖNETMELİK” hazırlandığı dikkate alındığında, haberin bu tarz sunumlarının engelli bireylerin temel bir hak olan kamusal enformasyona ulaşımını sağladığı ve bu uygulamanın kamu yararına hizmet ettiği görülecektir.
Bahse konu Yönetmelik’te “ayrıntılı altyazı” ifadesinin 9 farklı maddede vurgulanması, özellikle “Engelli Dostu Programlar”da altyazı kullanımına ilişkin şekil ve süre gibi teknik ayrıntıların ayrıntılı biçimde düzenlenmesi, programlarda kullanılan ayrıntılı altyazı yönteminin, işitme engelli bireylerin haber veya olaylar hakkında bilgilendirilmesine yönelik, temel bir araç olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.
Bununla birlikte Yönetmelik, medya hizmet sağlayıcıların engelli bireyler için erişilebilir yayın oranlarını kademeli olarak artırmalarını öngörmekte ve ayrıntılı altyazı kullanımını hukuki bir yükümlülük haline getirmektedir. Bu çerçevede ayrıntılı altyazı tekniği, yalnızca görsel destek değil, engelli bireylerin bilgiye eşit erişim hakkının güvencesi olarak değerlendirilmekte; dolayısıyla bu yönde yapılan uygulamalar, kamu yararı ile doğrudan ilişkilendirilmektedir (https://kms.kaysis.gov.tr/Home/Kurum/70203335). (E.T.:21.07.2025)
Bu bağlamda, haber içeriklerinin altyazı ile sunulması, yalnızca teknik bir tercih değil, aynı zamanda hukuki bir zorunluluk ve kamu yararına yönelik bir yükümlülük niteliği taşımaktadır.
Bu nedenlerle, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in konuşmalarını altyazı yoluyla kamuoyuna aktarılması nedeniyle bir medya hizmet sağlayıcıya yaptırım uygulanması, ne hukuki bir dayanağa sahiptir ne de kamu yararına hizmet eden yayıncılık anlayışıyla bağdaştırılabilir. Aksine, bu tür bir yaptırım, engelli bireylerin haber alma hakkını önceleyen yasal düzenlemelerle çelişmekte ve erişilebilir yayıncılığı caydırıcı bir etki doğurmaktadır.
3- Demokratik hukuk devletlerinde muhalefet partileri, siyasal çoğulculuğun ve denge-denetleme mekanizmasının temel unsurlarındandır. Özellikle ana muhalefet partisi lideri, halk adına iktidarın uygulamalarını eleştirmek, alternatif politika önerileri sunmak ve kamuoyunu bilgilendirmekle yükümlüdür. Bu görev, sadece siyasal bir sorumluluk değil, aynı zamanda anayasal düzende tanınmış meşru bir işlevdir. Ana muhalefet liderinin iktidara yönelik eleştirileri, demokratik denetimin en görünür biçimi olup, ifade özgürlüğü ve siyasal katılım hakkı kapsamında özel bir koruma altındadır. Bu çerçevede, muhalefet liderinin sert, hatta provokatif bulunabilecek açıklamaları dahi, kamu yararına hizmet ettiği ve siyasal tartışma sınırları içinde kaldığı sürece, ifade özgürlüğünün güvencesi altındadır.
TBMM’de sandalye sayısı açısından ikinci büyük partinin genel başkanının, toplumun yakından takip ettiği güncel bir konudaki açıklamalarının canlı olarak ekrana taşınması, demokratik toplumlarda basının öncelikli görevleri arasındadır. Ancak; siyasi tartışmalar kapsamında uygulanan yaptırımlar, medya hizmet sağlayıcıları farklı siyasi düşünceleri ekrana taşıma konusunda tereddüte düşürecek, ifade özgürlüğü ve düşünce çeşitliliğinin sağlanması zora girecektir.
Dolayısıyla, Üst Kurul aldığı bu kararla; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, halkın oylarıyla temsil yetkisi kazanmış bir milletvekili ve parti başkanının, “siyasi tartışma” alanındaki açıklamaları üzerinden, ifade özgürlüğüne ve siyaset yapma özgürlüğüne müdahale etmiş, öte yandan halkın temel sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına da kısıtlama getirmiştir.
Siyasi tartışmalarda ifade özgürlüğünün çerçevesine ilişkin, Anayasa Mahkemesi’nin Tansel Çölaşan Başvurusu’na (B.No: 2014/6128, 7/7/2015) ilişkin kararı örnek niteliğindedir.
Kararda, siyasi tartışma özgürlüğü, demokratik sistemlerin temel ilkesi olarak nitelendirilmiş ve “64- İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.
65- Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).” görüşüyle, siyasi tartışmaya özel güvence getirilmiştir.
Ayrıca Ana Muhalefet Liderinin bir mitingde yaptığı konuşmasının canlı yayınlanmasının cezalandırılması, diğer parti genel başkanlarının konuşmalarının da canlı verilmesini zorlaştıracak, otosansürü yaygınlaştıracak, siyasi tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu nedenlerle, Kurul çoğunluğunun yaptırım uygulanması yönündeki kararı, hukuken isabetli ve haklı değildir, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla da çelişmektedir.
4- Bu noktada; önceki yıllarda Ana Muhalefet Partisi Lideri’nin konuşmasını CANLI yayınlayan kuruluşlara, Üst Kurul tarafından, uygulanan yaptırımların, MAHKEME SÜREÇLERİ, konunun hukuki boyutunu aydınlatıcı nitelikte olacaktır.
Dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu; 24.05.2022 tarihinde twitter üzerinden açıklamalarda bulunmuş, bazı medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar tarafından bu açıklamalar CANLI olarak ekrana getirilmiş, söz konusu yayınlara, Üst Kurul tarafından yaptırım uygulanmıştır.
Üst Kurulun 30.05.2022 tarihli ve 2022/22 sayılı toplantısında; 9 No.lu kararla TELE 1’e, 10 No.lu kararla Halk TV’ye, 11 No.lu kararla KRT’ye ve 12 No.lu kararla Flash Haber’e, Ana Muhalefet Lideri’nin açıklamaları dolayısıyla, 6112 sayılı Kanun’un, 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle, idari para cezası verilmiştir.
Kuruluşların mahkeme süreçlerini başlatması üzerine; İdare Mahkemeleri kararlarıyla, Üst Kurul tarafından 4 medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım kararı da, İPTAL EDİLMİŞ, Üst Kurulun istinaf talepleri de, Bölge İdare Mahkemesi tarafından REDDEDİLMİŞTİR.
Karşı oyumu hazırladığım tarih itibarıyla, 4 medya hizmet sağlayıcı arasından DANIŞTAY kararının belli olduğu tek kuruluş, “TELE 1” logolu kuruluştur. Bu nedenle örnek olarak Danıştay tarafından BİM kararının ONANDIĞI ve RTÜK’ün temyiz isteminin reddedildiği kararın ayrıntılarının sunulması yerinde olacaktır.
Öncelikle belirtmek gerekirse; İdare Mahkemeleri benzer gerekçelerle Üst Kurul Kararlarını iptal etmiştir.
Ankara 9. İdare Mahkemesi, E:2022/1786, K:2023/894 sayılı ve 13/04/2023 tarihli kararında; Üst Kurulun 30.05.2022 tarih ve 2022/22 sayılı toplantısında, 9 No.lu kararla “TELE 1” logolu kuruluşa uygulanan yaptırım kararına yönelik, “dava konusu işlemin iptaline” karar vermiştir. Kararın ayrıntıları şu şekilde açıklanmıştır:
“… dava konusu isleme dayanak teşkil eden ifadelerin ana muhalefet partisi liderinin yaptığı açıklamaların aktarıldığı canlı yayına ilişkin olduğu, bu nedenle de dava konusu isleme konu edilen yayının ana muhalefet partisi liderinin açıklamalarının, bilgi ve fikirlerinin izleyici kitlesine aktarılması olduğu, bu bilgi ve fikirlerin aktarılmasının Anayasanın basın hürriyeti, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamında kaldığı, açıklamada geçen ifadelerin ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün araçlarından birinin de eleştiri yapmak olduğu, siyasetçiler tarafından ifade hürriyetinin daha geniş kullanıldığı keza hükumetlere ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırının da diğer kişilere göre daha fazla olduğu, ifade özgürlüğünün sadece memnuniyetle karşılanan zararsız veya önemsiz sayılan; insanların kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil ayni zamanda demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak sok eden, rahatsızlık veren fikirler için de uygulanması gerektiği dikkate alındığında, programda canlı yayın sırasında kullanılan siyasi nitelikli ifade ve yorumların ifade ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, nitelik ve ağırlığı itibariyle yukarıda aktarılan 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin 1. fıkrasının (ı) bendinde yer alan ilke ve kuralların ihlali olarak değerlendirilemeyeceği anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.”
Üst Kurul, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin kararı doğrultusunda istinafa başvurmuş ancak, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi (E:2023/3806, K:2023/5096), 27/09/2023 tarihli kararıyla, istinaf talebini REDDETMİŞTİR.
Son olarak, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE de, 21/01/2025 tarihinde, (E:2023/3827, K:2025/340 sayılı kararıyla, BİM kararını onamış ve RTÜK’ün temyiz istemini REDDETMİŞTİR.
5- Cumhurbaşkanına veya iktidar politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutulduğu görülecektir.
a) Üst Kurulun 15.12.2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantısının, 20 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun “İki Yorum” programında; “Tarih, Erdoğan ve Bahçeli bu ikisini bu ülkeyi yıkan liderler olarak kaydedecek… Bu ülkenin yıkımına ortak oldular…Siz devlet misiniz Allah’ını severseniz. Devlet dediğinin bir kurumu olur, o kurumun bir haysiyeti olur o kurumun bir yaklaşımı olur. O kurumun siyasetten bağımsız bir tavrı olur…19 yıldır buna hazırlanıyorduk. Neye hazırlanıyordun? Yıkmak için mi hazırlanıyordun? Neye hazırlandın tam olarak? Dövizi alıp başını götürecek kadar mı? BAE gibi ne olduğu belli olmayan, Ortadoğu’nun çetesi bir devletin ayağına kadar götürttü seni bu yıkım. Buna mı hazırlanıyordun? Üç kuruş. Türkiye’nin ekonomik olarak işgal edilmesine mi hazırlanıyordun? 19 yıldır tam olarak neye hazırlanıyordun? İşsizlik? Çözemiyorsun. Yoksulluk? Çözemiyorsun. TL değer kaybediyor, çözemiyorsun. O değer kaybının sonunda bütün yüzyıllık emekler iki tane Arap’a üç tane yabancıya peşkeş çekiliyor bunu çözemiyorsun… Kalkıyorsun 19 yılın sonunda ve buna kendin olmadığı gibi sözüm ona devletin diğer kurumlarını da ortak ediyorsun. Bu devlet değil ki bu bir iktidarın aymazlığıdır bu iktidarın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesi. Bu Bahçeli ile Erdoğan’ın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesine bu üniformalı kendini devlette bir kurumun sözcüsü temsilcisi yetkilisi görenlere de ortak ederek bu resim… Ekonomik olarak işgale uğramadık, bu ülke bir yıkıma sürüklenmedi özür dilerim, derim. İnşallah ben böyle demek durumunda kalırım. Ama demezsek ama bu ülkeyi bir yıkıma sürüklersek, bu fotoğraftaki isimlerle beraber (MGK toplantısından fotoğraf) başta Erdoğan ve Bahçeli ve bu fotoğraftaki resimdeki olanların tamamı bu ülkeyi yıkanlar olarak bu ülkenin tarihinde yerini alacaklar… Her birinin adını her birinin resmini bu ülkenin tarihi bu ülkeyi yıkıma sürükleyenler olarak kaydedecektir” şeklindeki söylemlerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez."” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun yargı sürecini başlatması üzerine; Ankara 12. İdare Mahkemesi, 28/11/2022 tarih ve E:2022/527, K:2022/2541 sayılı kararlıyla, söz konusu sözlerin, “demokratik bir ülkede basının haber verme ve halkın haber alma özgürlüğü kapsamı içerisinde olduğu” gerekçesiyle, işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varmış ve dava konusu Üst Kurul Kararını iptal etmiştir. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf başvurusunu reddetmiştir.
Nihayetinde, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE, 27/09/2023 tarih ve E:2023/2034, K:2023/3773 sayılı kararıyla, yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını, oybirliğiyle ONAMIŞ ve RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
b) Üst Kurulun 2 Haziran 2021 tarih ve 2021/22 sayılı toplantısının, 29 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şirin Payzın’la Sözüm Var” programında, sunucunun; “Bu kadar kadına yönelik şiddetin konuşulduğu bir ortamda Cumhurbaşkanı’nın çıkıp bir kadın siyasetçiye şimdilik az dövdüler ama ileride daha fazla da dövebilirler anlamında şiddeti ve dövmeyi önceleyen ve de yücelten bir tavır takınması İstanbul Sözleşmesi’nden de neden çıktığımızı anlatıyor ve üslubun da bu yani şu kadınları da gördük demek ki kadın siyasetçi… Kadınların siyasete bakışı ve sahip çıkmasıyla birtakım baş edilemediği görüldüğü zaman yumruklar konuşsun diyen bir erkek siyasetçiden bahsediyoruz gibi bir durum var, bu boyutu da var yani kadına yönelik şiddettir bu açıklamalar.” şeklindeki söylemlerinin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak; Danıştay Onüçüncü Dairesi,16/05/2023 tarih ve 2023/944 E., 2023/2414 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır
Bu kararların işaret ettiği nokta; siyasetçiler, iktidar politikaları veya olgusal temeli bulunan siyasi tartışmalar söz konusu olduğunda, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda program sunucuları ya da program konuğu siyasetçi ve gazeteciler için ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
6- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlık ilkesinin ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de “TELE 1” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. Kuruluşun çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
7- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca Anayasa’ya göre; ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
8- Demokrasilerde eleştirilmeyecek kurum, kuruluş ve düşünce yoktur. Her kurum eleştirilebilir ve eleştiriye açık olmalıdır. Bu kapsamda; siyasi parti liderleri de eleştirilemez değildir ve siyasetçilerin kamusal figürler olarak eleştirilere daha geniş bir hoşgörü alanı ile yaklaşmaları gerektiği, hem ulusal hukukta hem de uluslararası hukukta yerleşik bir ilkedir. Gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa dile getirilen görüşlerin, ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmekte, siyasetçilerin kamuya mal olmuş kişiler olmaları nedeniyle, daha sert ve saldırgan eleştirilere katlanmak zorunda olduklarının defalarca vurgulandığı görülmektedir.
Bunun nedeni; siyasi tartışma özgürlüğünün, çoğulcu demokrasilerin yapı taşı niteliğini taşıması ve ifade özgürlüğünün özellikle siyasal söylemler söz konusu olduğunda en yoğun koruma alanına sahip olmasıdır.
Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, yargı gibi kamu kurumları söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102).
Anayasa Mahkemesinin, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan kararlarına bakıldığında, ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” (Ali Rıza Üçer (2), B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin, gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar, şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır.” (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
AYM de, kamu gücü kullanan kişilere yöneltilen ağır eleştirilerin tolere edilmesi gerektiğini ve bu tür ifadelerin çoğu zaman “değer yargısı” niteliğinde olduğunu kabul etmiştir. Bu kapsamda; Özgür Özel’in kullandığı “cuntacı” ifadesi; bağlamı, amacı ve söylemin geçtiği zemin dikkate alındığında olgu bildiren bir isnat değil, siyasi içerikli, sert ama korunması gereken bir değer yargısıdır.
Ayrıca yine AYM ve AİHM; siyasetçiler, bürokratlar ve kamuoyunca tanınan kişilerin, kendilerine ilişkin söylemlerde, ortaya çıkacak kamusal yarar sebebiyle sert, ağır ve hatta incitici de olsa eleştirilere açık olmalarına hükmederken, bu kişilerin yazılı ve görsel basını kullanarak, her türlü eleştiriye cevap verebilecek olanaklara sahip olduğuna vurgu yapmaktadır.
Ana Muhalefet Partisi Lideri Özgür Özel’in, bir miting konuşmasında kullandığı ifadelere yer veren canlı yayınlara yönelik olarak; Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırımlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ifade özgürlüğüne ilişkin yerleşik içtihadıyla da bağdaşmamaktadır. Özellikle Otegi Mondragon v. İspanya kararında Mahkeme, başvuranın devletin sembolik başı olan İspanya Kralı hakkında kullandığı sert ifadeleri, siyasi tartışma bağlamında değerlendirmiş; bu tür söylemlerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi kapsamında korunması gerektiğine hükmetmiştir¹. AİHM’ye göre, demokratik bir toplumda siyasi aktörlerin, özellikle de muhalefet temsilcilerinin, kamu gücünü elinde bulunduranları ağır bir üslupla eleştirmesi, siyasal çoğulculuğun ve kamusal denetimin zorunlu bir unsurudur² (1:Otegi Mondragon v. Spain, B.No:2034/07, 15/03/2011, § 55; 2: A.g.e., §§ 48-50).
Sonuç olarak; siyasi arenada, özellikle kamusal yarar taşıyan konularda, tarafların tümünün açıklamalarının kamuoyuna ulaştırılması, basının görev ve sorumluluğu kapsamındadır. Özellikle siyasi parti başkanlarının sözlerini sansürlemeden vermek, gazetecilik ve habercilik sorumluluğunun bir gereğidir. Söz konusu yayında; Ana Muhalefet Partisi Liderinin, bir diğer siyasi parti lideri ve Cumhurbaşkanının siyasi tutumuna ve geçmiş eylemlerine dair eleştirilerinin ekrana getirilmesinin cezalandırılması, demokrasinin evrensel değerlerine aykırıdır ve basın özgürlüğüne vurulmuş bir darbedir. Basın kuruluşları, siyasal bir tartışma sürecinde, tarafların görüşlerini yansıttıkları sürece, bu açıklamaların içeriğinden doğrudan sorumlu tutulamaz. Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında vurguladığı üzere; basın özgürlüğü, yalnızca bilgi aktarma değil; kamu gücünü elinde bulunduranlara karşı eleştiri yapma ve eleştiri taşıyan açıklamaları aktarma özgürlüğünü de kapsar.
Bu doğrultuda; siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında korunan ve ifade özgürlüğü sınırlarını aşmayan değerlendirmeler nedeniyle “TELE 1” logolu kuruluşa üst sınırdan uygulanan yaptırımın basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı, adil ve ölçülü olmayacağı, yayında 6112 sayılı Yasa’ya aykırı bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle karara karşı oy kullandım. 04.08.2025


