İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 02.07.2025 tarih ve 55 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 01.07.2025 tarihinde saat 08:45’te yayınlanan "Para Politika" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Özlem Gürses’in yaptığı, Dr. Murat Kubilay’ın konuk olarak katıldığı "Para Politika" adlı programda, program konuğu tarafından; “Şimdi 200 yıllık bir aydınlanma mücadelesi var Türkiye'nin…O zaman dediler ki galiba biz bu 200 yıllık ayrışmayı yeterince körükleyemiyoruz ve aynı zamanda belli alanları kötü yönetmişiz. Ekonomi ve dış politikada yeni bir sürece geçtiler. Bunların bir sürü eksileri oldu, bir sürüleri artılar oldu. Bunları konuşuruz. Ama sonra dediler ki biz birazcık daha bunları körüklemek istiyoruz diye. İşte burada da Leman Dergisi'ndeki olay ortaya çıkıyor. Yani İslamiyet Türkiye'nin bir kültürünün parçasıdır. Türkiye Müslüman bir ülke değildir. Türkiye İslam kültürünün genel geçer kabul edildiği yani bu ülkenin vatandaşı olan bir gayrimüslimseniz bile bir Ermeni kökenli, Süryani kökenliyseniz bile inşallah maşallah deyimlerini kullandığınız Ramazan ve Kurban Bayramlarında annenizi, babanızı aradığınız mezarlıklara ziyaret ettiğiniz bir kültüre sahiptir. İnanç kişinin kendi dünyasıdır. Çok inanır, az inanır. Çok inanır ama çok inanan kişinin arasındaki inanç birbirinden farklıdır. Yine bunun bir Türklük için söylenebilir. İşte bu noktada özellikle toplumun içerisindeki fayları kırmak amacıyla bir ayrım yaratmak istiyorlar. O ayrımda da Leman Gazetesi maalesef dikkatli olmamış. Evet açıkçası karikatür benim ilgimi çekmedi. Kötü bir niyetli olmadıkları da aşikâr. Hiçbir suç yok. Bu kişilerin de aynı şekilde onlara gözaltına alma sürecindeki davranışlar hiçbir şekilde de tasvip edilemez. Zaten polis tarafsız olsa en başta dışarıdaki o göstericilere gücünü olması gerektiği hukuka uygun bir şekilde yapardı…Çünkü iktidar çok verimsiz. İktidar insanları mutlu edemiyor ve sadece bu kültür kavgasıyla 200 yıllık aydınlanmanın gerici tarafını körükleyerek kazanmaya çalışıyor. Buna çok dikkatli olalım.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan; "Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; Üst Kurulun denetim görevini yürütürken, çok hassas ve adil davranması, hak ve özgürlüklere müdahalede sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. Aksi halde çok sesliliği sağlamak, toplumun özgürce kanaat oluşturmasına katkı sunacak ortamı kurmak mümkün olmayacaktır.
“SZC” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 01.07.2025 tarihinde yayınlanan “Para Politika” programında, program konuğu Dr. Murat Kubilay’ın bazı değerlendirmeleri, “Toplumun millî ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz” ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Uzman raporu ve Kurul Kararına bakıldığında; yaptırımın temel gerekçesi, program konuğu Dr. Murat Kubilay’ın yayında ifade ettiği bazı görüşlere ilişkin yapılan, “Sağlam ve güvenilir kaynaklara dayanmadan din adına verilen bilgiler...” ve “...son derece hassas bir mefhum olan dini değerler hakkında şahsi kanaatlerin mutlak gerçekler olarak sunulması...” tespitleridir.
Bir yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin saptanabilmesi için; programın ilgili bölümünün bütün olarak değerlendirilmesi, yapılan konuşmaların amacının, eleştirilerin hedefinin ve verilmek istenilen mesajın anlaşılabilmesi ile mümkündür ve bu nedenle ihlale gerekçe gösterilen ifadelerin bağlamının göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
İhlale gerekçe gösterilen ifadeler, bağlamı ve bütünlüğü içerisinde incelendiğinde; demokrasilerde vazgeçilmez ilkelerden olan eleştiri hakkı ve siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında ifade edilen eleştirel değer yargısı niteliğindeki görüşler olduğu açıktır. Konuşmanın bütünlüğü yerine bazı ifadelerin kesilip, parçalanarak ihlal gerekçesi oluşturulmaya çalışılması hukuki ve hakkaniyetli değildir.
Dr. Murat Kubilay’ın, Leman Dergisi’nde yayınlanan bir karikatür ile ilgili başlayan tartışmaya katıldığı, özellikle İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın paylaşımları üzerinden iktidarın bu konudaki tutumu ve genel olarak izlediği politikalarla ilgili eleştirel değerlendirmeler yaptığı, dini bir bilgi paylaşmadığı görülmektedir.
Dr. Kubilay’ın “...Yani İslamiyet Türkiye'nin bir kültürünün parçasıdır. Türkiye Müslüman bir ülke değildir...” ifadelerinin dini bir değerlendirme olmadığı, Anayasal açıdan bir değerlendirmede bulunduğu, ayrıca devamındaki “...Türkiye İslam kültürünün genel geçer kabul edildiği yani bu ülkenin vatandaşı olan bir gayrimüslimseniz bile bir Ermeni kökenli, Süryani kökenliyseniz bile inşallah maşallah deyimlerini kullandığınız Ramazan ve Kurban Bayramlarında annenizi, babanızı aradığınız mezarlıklara ziyaret ettiğiniz bir kültüre sahiptir. İnanç kişinin kendi dünyasıdır. Çok inanır, az inanır. Çok inanır ama çok inanan kişinin arasındaki inanç birbirinden farklıdır.” şeklindeki ifadelerle birlikte okunduğunda, sosyolojik bir analiz yapıldığı görülmektedir.
Söz konusu ifadeler, dini bir bilgi paylaşımı değil, laik bir devlet yapısı çerçevesinde bir yorum ve analizdir. Dinin kültürel, tarihsel ve toplumsal etkisine işaret edilmektedir ve milli ve manevi değerleri hedef alan bir yönü bulunmamaktadır.
Din sosyolojisi literatüründe de din çoğu zaman hem inanç sistemi hem de kültürel unsur olarak ele alınır. Sonuç olarak bahse konu ifadeler; Anayasa’da tanımlı laiklik ilkesiyle örtüşmektedir, hakaret içermemektedir ve sosyolojik bir değerlendirme olarak ifade özgürlüğü sınırlarını aşan bir unsur içermemektedir.
Ayrıca Uzman raporu ve Kurul Kararında da hangi ifadenin, hangi temel dini kaynağa aykırı olduğu somut olarak ortaya konmuş değildir. Bu yönüyle de; Uzman raporu ve Kurul kararındaki “temel dini kaynaklara aykırılık” iddiası, temelsizdir, izaha muhtaçtır.
“Aydınlanma Mücadelesi” konusunun, Türkiye’de dönem dönem yapılan siyasi/ sosyolojik tartışma başlıklarından biri olduğu, bu noktada kullanılan ifadelerin de olgusal temelinin bulunduğu açıktır.
Uzman raporunda ve Kurul Kararında ayrıca Dr. Kubilay’ın bazı ifadeleri temel alınarak “ayrımcılık” vurgusu yapılırken, Dr. Kubilay’ın “... Ama en net bir şekilde söylersem de bu böyle bir dönemde bu tip faylara hassas olmak gerekiyor. Yani Fransa'nın bile bu konulardaki en güçlü ülkede bile daha önceki bir karikatür mevzusunda olayların nereye geldiğini biliyoruz veya Kur'an-ı Kerim'i yakma eylemlerinin Danimarka'da, İsveç'te neler yaptığını biliyoruz. Dolayısıyla buralara lütfen dikkatli olalım.” şeklinde dengeleyici ve provokasyonlara karşı uyarıcı nitelikteki sözlerinin dikkate alınmaması, hakkaniyetli bir tutum olmaktan uzaktır.
Ayrıca, Dr. Kubilay’ın konuk olduğu “Para Politika” programı, Uzman raporunda da belirlendiği şekilde; “yorum programı”dır ve Dr. Kubilay, ülke gündeminde olan bir tartışmaya ilişkin kişisel düşünce ve yorumlarını paylaşmıştır. Dr. Kubilay’ın hakaret, iftira, aşağılama içermeyen ifadelerinin, toplumun milli ve manevi değerlerine aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Bir yorum programında ifade edilen görüşlerin “şahsi kanaatlerin mutlak gerçeklermiş gibi sunulduğu” gibi bir iddia ile yaptırım gerekçesi yapılması, rasyonel ve hukuki değildir. Böyle bir varsayım hem yayıncılık ilkeleri, hem de ifade özgürlüğünün doğası ile bağdaşmamaktadır. Bu tür programların amacı, farklı bakış açılarına yer vermek suretiyle kamusal tartışmayı zenginleştirmektir; dolayısıyla ifade edilen görüşlerin, bu tarz zorlama ve subjektif gerekçelerle yaptırıma konu edilmesi, demokratik toplumlarda ifade özgürlüğünün güvenceleriyle bağdaşmadığı gibi, yaptırım kararının da hukuki olmadığının göstergesidir.
Nitekim Üst Kurul tarafından yaptırım uygulanan, ancak programın “yorum programı” ve ifadelerin de “kişisel görüş açıklaması” olması nedeniyle, mahkeme tarafından iptal edilen bir karar, örnek niteliğindedir:
- Üst Kurulun 05.04.2023 tarih ve 2023/14 sayılı toplantısının 25 No.lu kararıyla; “TELE 1” logolu kuruluşa, 22.03.2023 tarihinde saat 19:58’de yayınladığı "18 Dakika" isimli programdaki bazı ifadelerin, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan; "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır…” ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak, Ankara 16. İdare Mahkemesi, 13/03/2024 tarihli (E:2024/436, K:2024/398) kararıyla; “18 Dakika adlı programın yorum programı olduğu, programda gündemdeki haberlere ilişkin değerlendirmelerde bulunulduğu, kullanılan ifadelerin kişinin kendi bakış açısıyla sarf ettiği yorum niteliğinde olduğu, ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kanaatine varıldığından, dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklinde hüküm bildirerek, Üst Kurul kararını iptal etmiştir.
Yine Üst Kurul tarafından yaptırım uygulanan, ancak yargı aşamasının tüm süreçlerinde RTÜK aleyhine gelişen ve son olarak Danıştay tarafından onaylanan ve aşağıda ayrıntıları yer alan bir kararda da; “kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda, doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği” hüküm altına alınmıştır.
Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu kararıyla; “HABER TÜRK” logolu medya hizmet sağlayıcıda, 20/03/2020 tarihinde yayınlanan "Para Gündem" isimli programda geçen bazı ifadelerin, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan; "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır…” ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun yargı sürecini başlatması üzerine; Ankara 10. İdare Mahkemesi, 12/11/2020 tarihli (E:2020/976, K:2020/1674) kararında;
“…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklinde hüküm bildirmiştir.
Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, Üst Kurulun istinaf istemi reddedilmiş, Danıştay Onüçüncü Dairesi de, 15.06.2021 tarihli (E:2021/2226, K:2021/2262) kararında; BİM kararını onayarak, RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
Mahkeme kararları ışığında görüleceği üzere; Dr. Murat Kubilay’ın, bağlamı ve bütünlüğü dikkate alındığında, iktidar politikalarının eleştirisi niteliğindeki ifadelerinin, “...Sağlam ve güvenilir kaynaklara dayanmadan din adına verilen bilgiler niyet ve maksat ne olursa olsun muhatap kitlede yanlış algıların oluşmasına sebep olabilecektir. Ayrıca program içerisinde konuk olarak yer alan Dr. Murat Kubilay’ın ifadeleri son derece hassas bir mefhum olan dini değerler hakkında şahsi kanaatlerin mutlak gerçekler olarak sunulmasının kamusal sorumluluk anlayışıyla bağdaşmadığı açıktır.” şeklinde yorumlanarak, yaptırım gerekçesi oluşturulması hukuki ve rasyonel değildir, 5 program durdurma ve yüzde 5 idari para cezası şeklinde üst sınırdan yaptırım uygulanması da ölçülü değildir.
2- Kişilere, bölgelere veya zamana göre bile değişiklik gösteren “milli ve manevi değer” kavramının somutlaştırılması mümkün değildir ve demokratik ölçütlerle tanımlanmadığında, ifade özgürlüğü daralacak, “yasaklar” genişleyecektir. Dolayısıyla, bu kapsamda yapılacak tespitlerin; gerçekçi ve somut bulgularla desteklenmesi, yaptırımın sağlam hukuki gerekçelere dayanması zorunludur. Bağlamı ve bütünlüğü dikkate alınmaksızın, ifade özgürlüğü ve çoğulculuk ilkeleri göz ardı edilerek yapılacak değerlendirmelerle yaptırım yoluna gidilmesi, demokrasi ve basın özgürlüğünü zedeleyecektir.
Eleştiri hakkı ve siyasi tartışma özgürlüğü çerçevesinde; Anayasa Mahkemesi, AİHM kararları dikkate alındığında; toplumun bir kesimi için “incitici, şoke edici, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa, dile getirilen görüşlerin ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
Söz konusu yayınla ilgili yaptırıma gerekçe gösterilen değerlendirmelerde, toplumun bir kesimini ya da toplumun milli ve manevi değerlerini hedef alan hakaret, iftira ya da aşağılama içeren bir ifade söz konusu değildir.
Ayrıca hedef kitlesi net olarak bilinen ve daha ağır eleştirilerin dile getirildiği bir yayına, Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırım kararı, DANIŞTAY tarafından uygun bulunmamış ve RTÜK Kararı iptal edilmiştir.
Üst Kurulun 15.04.2020 tarihli ve 2020/16 sayılı toplantısında alınan 15 No.lu karar ile FOX logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, 30,31.03.2020 ve 01.04.2020 tarihlerinde saat 19:00’da yayınlanan ve sunuculuğunu Fatih Portakal'ın yaptığı Ana Haber Bültenlerinde, sunucu tarafımdan söylenen; “…Kötü yönetim nasıl olurmuş örneği burada. Kötü yönetmek nasıl olurmuş bir ülkeyi örneği burada. Zamanındaki paraları çarçur ederek harcamak nasıl olurmuş? Kara gün düşünmeden ülke yönetmek nasıl olurmuş örneği burada sevgili izleyenler! Büyük büyük saraylar yaparak, büyük büyük yazlık saraylar yaparak, her şeyi hacimsel olarak, büyüklük olarak ifade etmek yönetmek değilmiş demek ki. Eğer öyle olsaydı zaten dünyanın en hacimsel, en büyük şeylerine sahip ülkeler safına girerdik, o da gelişmişlik sayılırdı. Hayır... İşte geldiğimiz durum bu. Öngörüsüzlük ve ülkeyi yönetememe durumu… Bir de Diyanet. Siyasallaşan Diyanet de tabi boş durur mu? O da hemen devreye girdi. 'Siyasallaşan Diyanet' sevgili izleyenler. O da hangi yardımın ve hangi bağışın caiz olup olmadığına karar verdi. Siyasallaşan Diyanet. Hangi yardım caiz, hangisi değil, sizce?" şeklindeki sözlerinin, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan; "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." ilkesinin ihlali gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun yargı sürecini başlatması sonucunda; Ankara 9. İdare Mahkemesi 15/10/2020 tarih ve E:2020/870, K:2020/1930 sayılı kararıyla, “Haber sunucusu tarafından sarf edilen ifadelerin, basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle, dava konusu Üst Kurul kararını iptal etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf talebini reddetmiş ve DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE, 20/05/2021 tarihli ve E:2021/882, K:2021/1825 sayılı kararıyla, Bölge İdare Mahkemesi kararını ONAMIŞTIR.
Bu nedenlerle; söz konusu programda, bir akademisyen tarafından belli bir kişi veya belli bir kuruluş hedeflenmeksizin, olgusal temeli bulunan bir tartışma ve iktidar uygulamalarına yönelik eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler nedeniyle, 5 program durdurma ve yüzde 5 idari para cezası şeklinde, üst sınırdan yaptırım uygulanması; ölçülü değildir, haksız ve orantısızdır.
3- Bu noktada; Cumhurbaşkanı, iktidar politikaları ve olgusal temeli bulunan kamusal faydası yüksek tartışmaların yürütüldüğü yayınlara uygulanan yaptırımlarla ilgili DANIŞTAY tarafından uygun görülmeyerek Üst Kurul Kararının iptal edildiği yayın içeriklerine bakılması, yön gösterici olacaktır.
a) Üst Kurulun 15 Aralık 2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantısının, 20 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “İki Yorum” programında; “Tarih, Erdoğan ve Bahçeli bu ikisini bu ülkeyi yıkan liderler olarak kaydedecek. Belli ki bu liderler kendine mevcut MKYK üyelerini de ortak ediyorlar. Tarih hepsini beraber yazacak…Bu ülkenin yıkımına ortak oldular…Siz devlet misiniz Allah’ını severseniz. Devlet dediğinin bir kurumu olur, o kurumun bir haysiyeti olur o kurumun bir yaklaşımı olur. O kurumun siyasetten bağımsız bir tavrı olur…19 yıldır buna hazırlanıyorduk. Neye hazırlanıyordun? Yıkmak için mi hazırlanıyordun? Neye hazırlandın tam olarak? Dövizi alıp başını götürecek kadar mı? BAE gibi ne olduğu belli olmayan, Ortadoğu’nun çetesi bir devletin ayağına kadar götürttü seni bu yıkım. Buna mı hazırlanıyordun? Üç kuruş. Türkiye’nin ekonomik olarak işgal edilmesine mi hazırlanıyordun? 19 yıldır tam olarak neye hazırlanıyordun? İşsizlik? Çözemiyorsun. Yoksulluk? Çözemiyorsun. TL değer kaybediyor, çözemiyorsun. O değer kaybının sonunda bütün yüzyıllık emekler iki tane Arap’a üç tane yabancıya peşkeş çekiliyor bunu çözemiyorsun… Kalkıyorsun 19 yılın sonunda ve buna kendin olmadığı gibi sözüm ona devletin diğer kurumlarını da ortak ediyorsun. Bu devlet değil ki bu bir iktidarın aymazlığıdır bu iktidarın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesi. Bu Bahçeli ile Erdoğan’ın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesine bu üniformalı kendini devlette bir kurumun sözcüsü temsilcisi yetkilisi görenlere de ortak ederek bu resim… Ekonomik olarak işgale uğramadık, bu ülke bir yıkıma sürüklenmedi özür dilerim, derim. İnşallah ben böyle demek durumunda kalırım. Ama demezsek ama bu ülkeyi bir yıkıma sürüklersek, bu fotoğraftaki isimlerle beraber (MGK toplantısından fotoğraf) başta Erdoğan ve Bahçeli ve bu fotoğraftaki resimdeki olanların tamamı bu ülkeyi yıkanlar olarak bu ülkenin tarihinde yerini alacaklar…ama toplumun önüne çıkıp hiçbir şey yokmuş gibi davranmaları bu yıkıma ortak olmalarıdır. Her birinin adını her birinin resmini bu ülkenin tarihi bu ülkeyi yıkıma sürükleyenler olarak kaydedecektir. Umut ederim ki biz yanılırız umut ederim ki biz özür dilmek zorunda kalırız…”
şeklindeki söylemlerinin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez."” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, oy çokluğu ile yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun kararı yargıya taşıması sonucunda; Ankara 12. İdare Mahkemesince verilen 28/11/2022 tarih ve E:2022/527, K:2022/2541 sayılı kararda; "…programda, siyaset ve ekonomiye dair olay ve gelişmelerin ele alındığı, programda sunucular "M.S." ile "L.G." tarafından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli'ye yönelik sarf edilen sözlerin, demokratik bir ülkede basının haber verme ve halkın haber alma özgürlüğü kapsamı içerisinde olduğu anlaşıldığından, 6112 sayılı Kanun uyarınca davacı yayın kurulusuna idari para cezası verilmesine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklinde hüküm bildirilerek, dava konusu Üst Kurul kararı iptal edilmiştir.
Üst Kurul Kararının istinaf aşamasında da; Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi'nce; istinaf başvurusu reddedilmiştir. Üst Kurulun temyize başvurması üzerine; DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 27/09/2023 tarih ve E:2023/2034, K:2023/3773 sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır.
b) Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 23/03/2023 tarih ve E:2023/520, K:2023/1378 sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de, Danıştay’ın bozma kararına uyarak, 30/11/2023 tarihinde, E:2023/7473, K:2023/6961 sayılı kararı ile “Dava Konusu İşlemin İptaline” kararı vermiştir.
Bu kararların işaret ettiği nokta; iktidar politikaları veya olgusal temeli bulunan siyasi tartışmalar söz konusu olduğunda, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda program sunucuları ya da program konuğu siyasetçi ve gazeteciler için ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
Danıştay kararlarının belirlediği ölçüt teme alındığında, program konuğu Dr. Murat Kubilay’ın toplumun bir kesimi ya da mille/manevi değerleri doğrudan hedef almayan, hakaret ve aşağılayıcı bir ifadesinin bulunmayan yayına ceza verilmesi, Danıştay kararlarına aykırı olacağı da açıktır.
4- Medyanın, özellikle kamu yararı söz konusu olduğunda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunmakta ve bu haklar, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunmaktadır. Bu nedenle, medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez.
Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ve yeterli bir gerekçeye dayanmadan yapılan kamusal müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla basın/ifade özgürlüğüne yeterli, sağlam hukuki gerekçeye dayanmayan veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan ölçütleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler, Anayasa'nın 25, 26 ve 28. maddelerini ihlal edecektir. Anayasa Mahkemesi kararlarında istikrarlı şekilde vurgulanan hususlardan birisi de; yazılı ya da sözlü bir beyan içerisinde kullanılan ifadelerin ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verilirken, kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekliliğidir.
Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar) https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. T.:22.07.2025)
Bu nedenlerle; Dr. Kubilay’ın ifadelerinin bağlamından koparılarak ve dengeleyici ifadeleri yok sayılarak yapılan değerlendirmelerle üst sınırdan verilen yaptırım kararı, hakkaniyete uygun olmadığı gibi, basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı bir sonuç doğmasına yol açacaktır.
Ayrıca yorum programlarının düşünce çeşitliliğinin sağlandığı ve serbest tartışmanın yürütüldüğü programlar olarak ele alınması gerekmektedir. Yaptırımın hedefi olan “Para Politika” programı da bir yorum programıdır ve bu tarz programlarda konukların kamusal yararı olan konularda görüş ve önerilerini açıklamaları veya eleştirilerde bulunmaları demokrasinin gereğidir. Bu açıdan, Dr. Kubilay’ın açıklamalarının eleştiri hakkı ve bir siyasi tartışmanın parçası olarak değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
Bu çerçevede, siyasi tartışmalarda ifade özgürlüğünün kapsamına ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin Tansel Çölaşan Başvurusu’na (B.No: 2014/6128, 7/7/2015) ilişkin kararına bakmak yerinde olacaktır.
Kararda, siyasi tartışma özgürlüğü, demokratik sistemlerin temel ilkesi olarak nitelendirilmiş ve “64- İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.
65- Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).” görüşüyle, siyasi tartışmaya özel güvence getirilmiştir.
Bu nedenlerle, Üst Kurul çoğunluğunun yaptırım uygulanması yönündeki kararı, hakkaniyetli olmadığı gibi, hukuken de isabetli değildir, ayrıca 6112 sayılı Kanun’un 37’nci maddesiyle Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini koruma” yükümlülüğüne de ters düşmektedir.
5-Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlık ihlali, eleştiri sınırlarının aşıldığı gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. SZC logolu kuruluşun çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
6- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca Anayasa’ya göre; ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
7- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, iktidar uygulamaları söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102).
İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir. Bu nedenle, düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır (Bekir Coşkun, B.No: 2014/1215, 4/06/2015).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 7/12/1976).
Hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/04/1992, §46).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır.” (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere, hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, olgusal temeli olan konularda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler ve bir siyasi tartışma söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Yaptırımın hedefi olan yorum programında, Dr. Murat Kubilay, Leman Dergisi’nde yayınlanan bir karikatür ile sonrasında yaşanan gözaltı ve Leman binasına yönelik saldırıları birlikte değerlendirdiği, iktidarın genel politikası ile İçişleri Bakanı’nın sosyal medya paylaşımı üzerinden süreçle ilgili eleştirilerde bulunduğu, konuşmasının içinde dengeleyici ve provokasyonlara karşı uyarıcı nitelikte unsurlara da yer verdiği açıktır. Dr. Kubilay’ın din adına bir bilgi paylaşmadığı, bir dine ya da milli ve manevi değerlere yönelik ifadesinin de bulunmadığı görülmektedir. Hakaret, aşağılama içermeyen, dinin kültürel, tarihsel ve toplumsal etkisine işaretle yapılan sosyolojik bir değerlendirme nedeniyle medya kuruluşlarının yaptırıma uğraması, ifade ve basın özgürlüğünü zedeleyecektir.
Bu doğrultuda; bir yorum programında program konuğunun demokrasinin temel ilkelerinden olan tartışma özgürlüğü kapsamında ifade ettiği düşünceler nedeniyle 5 program durdurma ve yüzde 5 idari para cezası şeklinde üst sınırdan uygulanan yaptırımın, eleştiri hakkı ve basın özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı, adil ve ölçülü olmayacağı ve yayında 6112 sayılı Yasa’ya aykırı bir yönün bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 04.08.2025