İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 24.06.2025 tarihli ve 59 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 22.06.2025 tarihinde "Sinem Fıstıkoğlu ile Sansürsüz" isimli program canlı olarak yayınlanmıştır. Programı Sinem Fıstıkoğlu sunmakta olup Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, Liberal Demokrat Parti Eski Genel Başkanı Cem Toker, CHP Milletvekili Bülent Tezcan, Atom Mühendisi Prof. Dr. Tolga Yarman, Ekonomist Nazlı Sarp, Doç. Dr. Deniz Tansi, Akademisyen Emre Akanak programa konuk olmuştur. Mezkur programa ilişkin aşağıda deşifresi verilen ifadelere sebebiyle 6112 sayılı Kanunun 8’inci maddesinin birinci fıkrası (b) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri “Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz.” ilkesinin ihlali nedeniyle yaptırım kararı istenmiştir.
22.06.2025 tarihinde gerçekleştirilen söz konusu programa konuk olan Atom Mühendisi Prof. Dr. Tolga Yarman'ın konuşmaları aşağıda deşifre edilmiştir:
(Klip 2: Sünnokratik Yeni Osmanlıcılık)
(22:13) Prof. Dr. Tolga Yarman: Şimdi buraya, bu resimle bakılınca, yani İran'a bunca çullanılınca amaç bir defa petrolüne ve doğalgazına çökmek. Irak'a girmenin amacı neydi? Petrole ve doğalgaza çökmekti bu kadar. Suriye'ye girmenin amacı neydi? Yeni Osmanlıcılık, sünnokratik bir yeni Osmanlıcılık şemsiyesi altında bir yapı oluşturulmak istendi ve o sünnokratik yapıyla İran vurulmak istendi. Az önce söz konusu oldu PKK olayı bunun parçasıdır, PYD bunun parçasıdır. Onlar ucuz asker olarak kullanılacaklar, çok açık söylüyorum. Eğer benim biraz okuma kabiliyetim varsa resmi bunu hemen ifade edebilirim. Şimdi gelelim nükleer bombaya...
(Klip 3: Prof. Dr. Tolga Yarman'ın Konuşması)
(22:38) Sinem Fıstıkoğlu: "Mümkün müdür? Kırmazsanız beni çok mutlu olurum."
(22:38) Prof. Dr. Tolga Yarman: "Şimdi bir temel. "
(22:38) Sinem Fıstıkoğlu: "Buyurun Hocam. 5 dakika sonra sizi yolcu edeceğiz hocam."
(22:38) Prof. Dr. Tolga Yarman: "Bir temel enerji teoremi şudur. Telaffuz edilmez ama hepimiz biliriz ve söyleriz, ‘Drain OPEC Oil First’ önce OPEC petrolünü bitir. Amerika ve Batı âlemi, zaten Batı Avrupa enerji açısından kuraktır, nükleer santrallere onun için yönelmiştir. Bu teoremi hep izleye gelmişlerdir. İkinci teorem; ‘Don't Leave Any Cause Out There’, dışarıda hiçbir koz bırakmayacaksın. Kimseye koz bırakmayacaksın. Yani kimsenin elinde koz bırakmayacaksın. Şimdi bu iki teoremi gayet güzel uygulamayı başara geldiler bugüne kadar. Yine devam ediyorlar. Kendi ellerine geçirmek istiyorlar. Nasıl ki Irak’ı ciddi olarak petrolü ve fosil kaynakları için vurdular idiyse İran’ı şimdi o sebepten dolayı vurduklarına şahsen inanıyor isem aynı bağlamda bölgede hiçbir şekilde başkalarının elinde koz bırakmamak üzere uzun vadede bir hamle geliştirmekteler. Aynı bağlamda çok gözden kaçan bir başka husus var. Nedir biliyor musunuz? Doğu Akdeniz tabanının altındaki petrol ve doğalgaz, Gazze onun için haritadan silinmek istendi. Çünkü Gazze onun paydaşıdır. Ağızdan yer alsın Hatay'ımız da öyledir. Ağızdan yel alsın maazallah. Ama dikkat çekmek zorundayım. Ve bakın biz Doğu Akdeniz'de petrol arayamıyoruz değil mi? Nasrettin Hoca'nın öyküsünde olduğu gibi neresini aydınlatıyorlarsa oraya yolluyoruz petrol arama gemilerimizi. Somali açıklarında petrol aradık mesela. Kimseyi tırmalamak istiyor değilim ama Türkiye ciddi olarak bu noktaya getirilmiştir. Aynı bağlamda Pentagon'un oynadığı harikulade bir oyun var çok kimse bunu yedi. Türkiye dincileşiyor değil, mezhebileşiyor. Yani İran'a karşı Yavuz Sultan Selim Köprüsü' nün adının konulmasından itibaren bakarsak İran'a karşı azmettirildik. O zamanlar sevgili Ahmet Paşa, öteki komutanlar, mayın arkadaşları içeridelerken en tepede olan sorumlulara seçimlerdeki başarılarınız saklı olmakla beraber ‘sizi İran'a karşı Saddamlaştırıyorlar’ diye yazı yazdım, yazı yazmanın onurunu taşıyorum. Bu yazıyı arkadaşlarımla da paylaştım tabii. Tekrar etmek ihtiyacındayım bizi İran'a karşı Saddamlaştırıyorlar. Şimdi söylemiyorum 15 sene önceden itibaren mezhebi savaşta şimdi kimsenin kılı kımıldamıyor. Bakıyorsunuz Suudi Arabistan'ın keyfi yerinde 60.000 insan perişan edilmiş, yok edilmiş, mahvedilmiş çoluk çocuk demeden, dönüp bakmıyorlar bile. Demek ki öyle bir İslam birliği vesaire değil. Zaten mezhebileşmedir önemli olan. Neden? İran'a karşı çünkü orası Şii. Suriye ile sorunumuz neydi? Neden Emeviye Camii'nde Cuma namazını kılacaktık? Neden yeni Osmanlıcılık öne çekildi? Zaten yeni Osmanlıcılık, Arap Baharı, ılımlı İslam ve Büyük Ortadoğu projesi bunlar eş anlamlıdırlar önemli ölçüde. Neden? Demin ifade ettiğim gibi yıllar boyunca hiçbir ilmiğin gerçekleşmesinde kusura düşürmeden icra edilmiştir söz konusu proje. Neden Suriye'nin kuzeyi boşaltıldı biliyor musunuz? Neden oradaki Araplar buraya icbar edildiler? Neden mayınlar kaldırıldı biliyor musunuz? Orada Kürtçü devlet kurulsun diye. Bakın onun başladığı tarih 10 sene 15 sene öncesinden itibaren yol almaya koyulmuş görünüyor, bugüne geldik. Neden o yapıldı onu söyleyeyim neden Kürtçü devlet kurulmak istendi biliyor musunuz? Emperyalizmin kucağında Kurtuluş Savaşı olmaz. Ankara'nın 1000 tane vebali vardır eyvallah katılıyorum ama emperyalizmin kucağında hiçbir şekilde Kurtuluş Savaşı yapılmaz, olmaz. Neden orada Kürtçü devlet kurulmak isteniyor biliyor musunuz? İran'a karşı ucuz asker olarak kullanılmak üzere. Yazık ki böyle.
Sinem Fıstıkoğlu: Peki çok teşekkür ediyorum Hocam. Sağ olunuz bu saat dilimine kadar bizlere katkı sunduğunuz için.
Uzman raporunda, 22 Haziran 2025 tarihinde yayınlanan “Sinem Fıstıkoğlu ile Sansürsüz” isimli programda, Prof. Dr. Tolga Yarman’ın Türkiye’nin dış politikasına ve toplumsal dönüşümüne dair değerlendirmelerinde kullandığı bazı ifadelerin örneğin “Türkiye dincileşmiyor, mezhebileşiyor”, “sünnokratik yeni Osmanlıcılık”, “Yavuz Sultan Selim ismiyle İran’a karşı azmettirildik” mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edebileceği, toplumda nefret duyguları oluşturabileceği veya toplumu bölebileceğine yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. Raporda, bu ifadelerin iç ve dış politika analizinin ötesine geçerek toplumsal barışı zedeleyici söylemler içerdiği ve 6112 sayılı Kanun’un 8/1-b maddesini ihlal ettiği ileri sürülmüştür.
Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerlidir ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 38).
İfade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).
Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder, [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
Anayasa Mahkemesi siyasi ifadelerle ilgili olarak AİHM’in yaklaşımını izlemektedir. Mahkemeye göre, sağlıklı bir demokrasi bir hükümetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (AYM, Bekir Coşkun Kararı, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 66; Tansel Çölaşan Kararı, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 66; Ergün Poyraz (2) Kararı, B. No: 2013/8503, 27/1/2015, § 69). Bu doğrultuda siyasetçilere yönelik eleştirilerin de kabul edilebilir sınırları, diğer kişilere yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir ve bir siyasetçi diğer kişilerden farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek halkın ve aynı zamanda diğer siyasetçilerin denetimine açtığı için daha geniş hoşgörü göstermek zorundadır (AYM, Bekir Coşkun Kararı, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 67; Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 56; Tansel Çölaşan Kararı, B. No 2014/6128, 7/7/2015, § 67; Ergün Poyraz (2) Kararı, B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 70).
Söz konusu yayın, aynı yıl içerisinde 6112 sayılı Kanun’un 8/1-b maddesinden verilen ilk cezanın tekrarı niteliğinde olduğundan, Üst Kurulca 10 güne kadar yayın durdurma cezası gündeme getirilmiştir. Ancak ifade özgürlüğü açısından bakıldığında, bu yaptırım ölçüsüz, ağır ve caydırıcılığı aşan bir nitelik taşımaktadır. Yayında dile getirilen ifadeler, toplumu bilgilendirme ve politikaları eleştirme hakkı kapsamında değerlendirilmelidir. Ayrıca, aynı maddeden aynı yıl içinde üçüncü kez yaptırım uygulanması halinde yayın kuruluşunun yayın lisansının iptali riski doğacaktır. Bu durum, ifade özgürlüğünün Anayasa’nın 26. maddesi ve AİHS’nin 10. maddesi ile güvence altına alınan özüne müdahale oluşturabilecek düzeyde orantısız bir tehdit niteliğindedir. Yaptırım tehdidi altında yayıncıların oto sansüre yönelmesi ve kamu yararına olan tartışmaların bastırılması tehlikesi doğmaktadır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi, “Kamu denetimine açık olmayan bir devlet yapısının demokratik olarak tanımlanması mümkün değildir” tespitinde bulunmuş; ifade ve basın özgürlüğünün bu denetimin “en önemli parçası” olduğunu açıkça belirtmiştir (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 57). Mahkemeye göre, “Demokratik bir sistemde devletin eylem ve işlemlerinin, adli ve idari yetkililerin olduğu kadar basının ve aynı zamanda kamuoyunun da denetimi altında bulunması gerekir” (Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 66; R.V.Y., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 34). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de devlet organlarının kamu yararını ilgilendiren konularda eleştirilere karşı daha geniş bir hoşgörü sınırına sahip olması gerektiğini sürekli olarak vurgulamakta; basının yalnızca haber vermekle değil, aynı zamanda devletin uygulamalarını eleştirmekle de yükümlü olduğunu belirtmektedir. Bu bağlamda basın, “demokrasinin bekçisi” olarak görev yapmakta, bu işlevi de ancak ifade özgürlüğü teminat altına alındığında yerine getirebilmektedir. Bu içtihatlar ışığında bakıldığında, incelenen yayındaki ifadeler, kamu politikalarını tartışmaya açma ve eleştirme amacı taşımakta olup, yayıncının sorumlu habercilik sınırları içinde kaldığı kabul edilmelidir. Bu tür yayınların cezalandırılması, sadece basın özgürlüğünü değil, aynı zamanda toplumun bilgi alma hakkını da zedeleyeceği açıktır.
“Türkiye dincileşiyor değil, mezhebileşiyor” ifadesi, bir akademisyenin Türkiye’deki siyasal dönüşümü kendi perspektifinden yorumlamasına ilişkindir. Yorumun içeriğinde doğrudan bir mezhebi aşağılama veya hedef gösterme bulunmamakta, yalnızca siyasal gözleme dayalı bir ayrım yapılmaktadır. Raporda bahsedilen “Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün ismiyle İran’a karşı azmettirildik” ifadesi, tarihsel semboller üzerinden yapılan bir dış politika eleştirisidir. Akademisyenler ve kanaat önderleri bu tür sembollerin politik anlamlarını sorgulamakta serbesttir. Tarihi olaylara referans vermek suretiyle güncel gelişmelerin yorumlanması düşünce açıklamasıdır, kin ve düşmanlık yaratacak bir çağrı değildir.
“Sünnokratik yeni Osmanlıcılık” kavramsallaştırması, politik analiz bağlamında üretilmiş akademik bir nitelik taşır. Bir mezhebi övme ya da diğerini aşağılama amacı taşımadığı gibi Türkiye’nin dış politikasında mezhepsel motivasyon olup olmadığına dair kişisel bir değerlendirmeyi ifade etmektedir. Basın özgürlüğü, sadece zararsız veya önemsiz görülen bilgilerin değil, aynı zamanda şok edici, rahatsız edici veya kışkırtıcı bilgilerin de ifade edilmesini kapsar (Lingens/Avusturya, B. No:9815/82, 8/7/1986, § 41).
“Türkiye İran’a karşı Saddamlaştırılıyor” ifadesi, Türkiye’nin Batılı güçlerce İran’a karşı konumlandırıldığı yönündeki bir jeopolitik eleştiridir. İronik ve sert bir dille ifade edilmesi, söylemin suç oluşturduğu anlamına gelmez. Uzman görüşünde belirtilen mezhepsel ayrışma riskleri, ancak açık nefret söylemi veya şiddet çağrısı içeren ifadelerle gündeme getirilebilir. Oysa söz konusu yayında ne bir nefret söylemi ne de bir azınlık grubuna karşı doğrudan hedef alma söz konusudur. Aksi yöndeki değerlendirme, yayıncıları ve konukları makul eleştiriden dahi kaçınmak zorunda bırakabilir.
Bu nedenlerle, Prof. Dr. Tolga Yarman’ın ifadeleri kamusal tartışma alanında kalan ve siyasal analiz niteliği taşıyan değerlendirmelerdir. Bu ifadelerde ne bir mezhebi aşağılayan, hedef gösteren söylem ne de toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edecek açık bir çağrı bulunmaktadır. Üstelik bu yayına uygulanacak yaptırım, aynı maddeden ilk tekrar niteliğinde olması sebebiyle yayın durdurmaya kadar uzanan orantısız bir müdahaleyi beraberinde getirmektedir. Demokratik toplum düzeninde, basın ve ifade özgürlüğü, rahatsız edici dahi olsa bu tür söylemleri koruma altına alır. Bu nedenlerle, 6112 sayılı Kanun’un 8/1-b maddesi uyarınca yaptırım uygulanmasına ilişkin karara katılmadım. 08.07.2025


