İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 25.06.2025 tarih ve 64 sayılı yazısına konu “SZC” logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 20, 22.06.2025 tarihinde 20:07 ve 20:00 saatlerinde yayınladığı "Öncesi Sonrası Gece" ve “Sözün Aslı” adlı program yayınlarına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Senem Toluay Ilgaz’ın yaptığı, Türker Ertürk'ün konuk olarak katıldığı, "Öncesi Sonrası Gece" adlı programda; “(...) Şimdi İsrail bu savaşı durdurmak istemiyor. Bu işe devam etmek istiyor. Orada bir rejim değişikliği, yeni bir harita çizme planı var. Bu işi Amerika dâhil olmadan yapmasına imkân olmadığı için bütün gücüyle bunu zorluyor... Suriye'de, Irak'ta yapılanlar Libya’da yapılanlar ve şu anda İran'da yapılmaya çalışanlar. Koltuğa endeksli açılım da bunun içinde. Biraz önce siz ifade ettiniz, ne demiş? Üst kimliğimiz Müslüman. Bakın bu da bu projenin içinde… Sayın Erdoğan söylemiş. Bakın bu da bu projenin içinde. Bakın çok net bu. Şimdi İkbal Bey dedi ki küresel güçler böyle bir plan yaptılarsa razı olmaktan başka. Yüz yıl önce çöpe attık, yine çöpe atacağız. Bakın yüz yıl önce çöpe attık yine yine yapacağız. Şimdi Davutoğlu, ya bu projenin içinde Davutoğlu var. "Stratejik Derinlik" kitabının içinde aynen şöyle yazmış: “Küresel büyük düzenin kendi bölgemizde alt düzenleyicisi olacağız.” Bu teknik bir laf… Türkçesini ben tercüme edeyim mi? Türkçesi ne demek? Biz emperyalizmin kendi bölgemizde taşeronluğunu yapacağız. Bakın Suriye’de taşeronluk yaptık, Irak’ta taşeronluk yaptık. Yani şimdi ya bakın burada görüyorsunuz siyasi haritayı değil mi? Böyle değil bu değişti bu değişti diyorum size… Yani geçmiş resme bakın bu resim değişti. Peki, bu duruma kim getirdi? Siyasi iktidar. Şimdi sen hep antisemitik söylemler yapacaksın, işte İsrail'e sen öldürmesini bileceksin diyeceksin. Suriye'de İsrail’e yardım yataklık yaptınız. ... Peki, biz bu projeye yardım ettik. Biz diyoruz ki, bu siyasi hatta şöyle bir şey söyleyeyim size. Rejim değişikliği diyoruz biz değil mi? Bu bölgedeki ilk rejim değişikliği nerede oldu biliyor musunuz? Türkiye'de, 2002’de ve bu projelere yardım ve yataklık yapmaya kalktılar. İşte bölgenin, daha doğrusu ülkenin, dinamik güçleri buna itiraz edince onlara operasyon yapıldı ve işte Türkiye bu hale geldi.”,
22.06.2025 tarihinde saat 20.00'da yayınlanan “Sözün Aslı” adlı programda ise; “23 yıldır hizmet etti Büyük Orta Doğu projesine bu iktidar. Yıl 2007 bakın yıl 2007. İsrail Suriye’deki nükleer santrale Deyrizor bölgesinde El Kibar santraline saldırdı. Nereden saldırdı biliyor musunuz? Türkiye. Türkiye topraklarını komşusu bir Müslüman ülkeye saldırılması için İsrail’e açtı biliyor musunuz? Bunu mütedeyyin insanlarımız biliyor mu bakın bu gerçek var. Peki bu saldırı şu anda 35 yıldır neredeyse devam eden bu büyük Orta Doğu projesinin realizasyonunda çok önemli bir hamleydi biliyor musunuz. Yani şimdi niçin biraz önce PYD’den SDG’ye dönüldü, niçin Amerika bastırdı? İktidar siyasi ikbali için hani biraz önce Sevr 2.0 diyorum ya buna razı oldu. Onun için söylemini değiştirdi yani koltuk için Türkiye’nin çıkarları yok sayılıyor. İslami rejimi eleştirmek doğru. Katılıyorum. Tasvip de etmem. Ama Türkiye’nin çıkarları önemli. Yani İran’da bir güç boşluğu oluşmamalı. Üniter yapı bozulmamalı. Kaos olmamalı. İstikrar sağlanmalı. Ama Türkiye’deki iktidar ne yazık ki 23 yıldır bu istikrarsızlığa hizmet etti. Bu kaosa hizmet etti. Büyük Ortadoğu Projesi’nin realizasyonuna hizmet etti. Ya Gazze’de savaş devam ederken bile İsrail’e destek oldu. Yani kınama. Kınamanın pratikte hiçbir karşılığı yok ki. Ne söylediğiniz değil ne yaptığınız önemlidir. Yaptıklarıyla bu iktidar Türkiye’nin çıkarları, Türkiye’nin güvenliği lafına hizmet etmişlerdir. Büyük Ortadoğu Projesi’nin realizasyonunda çok büyük mesafeler kat etmişlerdir.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğuyla” alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
“SZC” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 20.06.2025 tarihinde yayınlanan, “Öncesi Sonrası Gece” ve 22.06.2025 tarihinde yayınlanan “Sözün Aslı” adlı programda, Türker Ertürk’ün iktidar politikalarına yönelik bazı ifadelerinin eleştiri sınırını aştığı gerekçesiyle üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Hukuk alanında sıklıkla atıf yapılan “Usul, esastan üstündür.” ilkesinin, demokrasinin temeli olan basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin iş ve işlemlerde hassas şekilde uygulanması zorunludur.
Bu kapsamda; öncelikle “SZC” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmasına neden olan Uzman raporunun usul yönünden incelenmesi yerinde olacaktır.
a) Uzman raporunun künyesinde; ihlal olduğu belirtilen yayınla ilgili bilgiler, “Programın Adı: Öncesi Sonrası Gece”, “Programın Tarihi: 20.05.2025” ve “İhlal saati ve süresi: 21.06.2025, 00:38-5 dakika 42 saniye” şeklinde yer almaktadır.
Raporun gündeme alınmasına ilişkin, Üst Kurula sunulan İzleme ve Değerlendirme Başkanlığının [S 2025/64] sayılı ve 25.06.2025 tarihli yazısında da, yaptırıma gerekçe gösterilen yayının, 20.06. 2025 tarihli “Öncesi Sonrası Gece” programı olduğu belirtilmektedir.
Ancak Uzman raporu incelendiğinde, 22.06.2025 tarihli “Sözün Aslı” programına ilişkin deşifrelerin ve içerik analizine dair bilgilerin de rapor kapsamına alındığı, buna rağmen raporun sonuç kısmında “…söz konusu yayını ile…” ifadesiyle ve yalnızca tek bir programa atıfla ihlal değerlendirmesinin yapıldığı anlaşılmaktadır.
Oysaki Üst Kurul Uzmanlarının, hazırladıkları raporlarda ihlal tarihi ve saati bölümüne, ihlal olarak değerlendirilen her bir programın tarihini, adını ve ihlal saatini yazmaları gereklidir. 20 Haziran 2025 tarihli “Öncesi Sonrası Gece” programında ihlal olduğu değerlendirerek yaptırım önerilen bir rapora, 22 Haziran 2025 tarihli “Sözün Aslı” programından da seçilen ifadelerin eklenmesi, Üst Kurul Uzmanlarının, rapor yazım teknik ve usullerine uygun değildir.
Üst Kurulun geçmiş dönem uygulamalarına bakıldığında da bu durum net olarak görülecektir. Üst Kurul teamüllerine göre; İzleme ve Değerlendirme Daire Başkanlığı Uzmanları tarafından, ihlal olduğu değerlendirilen her bir programa ait bilgilere, “künye” bölümünde yer verilmekte ve bu husus Üst Kurula sunulan “Daire Başkanlığı Üst Yazısı”nda da, “Kurul Kararı”nda da aynı şekilde uygulanmaktadır.
Üst Kurul Uzmanları tarafından, azami derecede özen gösterilmesi gereken bu prosedürün uygulanması, Üst Kurul Kararlarının sağlam hukuki gerekçelerle oluşturulması ve yargı süreçlerinde hukuki açıdan sorunlar yaşanmaması amaçlıdır.
Şöyle ki;
Üst Kurul tarafından medya hizmet sağlayıcılara yönelik uygulanan yaptırımlarda; belirli bir tarihteki programa, tek bir kez ceza verilebilmekte, aynı tarihli programa farklı yaptırımlar uygulanamamaktadır. Dolayısıyla, Uzmanlar tarafından raporlarının künye bölümünde ihlal tarihi belirtilmesine rağmen, rapor içeriğinde farklı tarihlerdeki programlardan eklemeler yapılması durumunda, ekleme yapılan tarihteki program içerikleri, aynı metodun uygulandığı bir başka rapora da farklı nedenlerle konu olabilecek, bu uygulama mükerrer cezaların yolunu açabilecektir. Özellikle yaptırım uygulanan yayıncı kuruluşların dava yoluna başvurduğu düşünüldüğünde, hukuki açıdan karışıklıkların ve sorunların yaşanma olasılığını artıracaktır.
Bu nedenlerle; söz konusu Uzman raporunun künye bölümüne, ya ihlal olduğu düşünülen programların tüm tarihlerinin eklenmesi, ya da ihlal tarihi olarak hangi tarih belirtildiyse, yalnızca o tarihe yönelik değerlendirme yapılması gerekmektedir. Dolayısıyla, ihlal olup/olmadığına ilişkin incelemede, yalnızca 20 Haziran 2025 tarihli “Öncesi Sonrası Gece” programında geçen ifadeler dikkate alınmalıdır.
Görüleceği üzere; söz konusu uygulama ile yaptırımın gerekçesi, içerik olarak güçlendirilmeye çalışılırken, usule aykırı davranılmıştır ve bu durum hukuki açıdan sorunludur.
2- Programlarda yapılan değerlendirmelerin, ihlal teşkil edip/etmediğinin tespiti noktasında, yayında verilmek istenilen mesaj ile söylemlerin ana fikrinin ve bağlamının bilinmesi, gerekli ve zorunludur.
Uzman raporunda, iki ayrı tarihte, İran-İsrail çatışmasının ele alındığı yayınlardaki bazı ifadelerin, bağlamları dikkate alınmaksızın, bir araya getirilerek ihlal gerekçesi oluşturulması ve üst sınırdan yaptırım uygulanması, usul yönünden sakat olmasının yanı sıra, söylemlere amaç/hedef ilişkisi gözetilerek içerik açısından bakıldığında da adaletli, rasyonel ve ölçülü değildir.
İhlal teşkil ettiği savıyla yaptırım önerilen yayının konusuna, bağlamına, işlenen konunun ana fikri ile konuşmaların gelişimine ve ifade tarzlarına bakıldığında; bahse konu ifadelerin odak noktasının, başta ABD olmak üzere diğer ülkelerin Ortadoğu’ya yönelik müdahale niteliğindeki politikaları ile stratejik hedef ve projelerinin bulunduğu ve bu doğrultuda iktidar politikalarına yönelik, eleştirel biçimde analizler yapıldığı görülmektedir.
Emekli bir asker olan Türker Ertürk’ün ifadeleri bağlamı ve bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde; İsrail’in İran’a saldırısının “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında olduğu, projenin hazırlayıcısı olan ABD ve müttefiklerinin, Ortadoğu bölgesindeki siyasi yapılanmayı yeniden şekillendirmeyi amaçladığı, Türkiye’nin bu süreçteki pozisyonu ile bu projeden nasıl etkilendiği/etkileneceğine ilişkin bir analizde bulunduğu ve iktidarın dış politikasını, sorgulayıcı bir dille eleştirdiği görülmektedir. İfadelerde hakaret, iftira ya da bir aşağılama söz konusu değildir.
Dolayısıyla; ihlale gerekçe gösterilen ifadelerin; demokrasilerde vazgeçilmez ilkelerden biri olan siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında ifade edilen eleştirel değer yargısı niteliğindeki görüşler olduğu açıktır. Bu açık duruma rağmen, yaptırım yoluna gidilmesi ve “SZC” logolu kuruluşa üst sınırdan ceza verilmesi, rasyonel ve ölçülü değildir. Basın özgürlüğünün, eleştiri hakkı ve siyasi tartışma özgürlüğünün yok sayılması niteliğindedir.
Kaldı ki gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse AİHM kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa, dile getirilen görüşlerin ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
Bu çerçevede, program konuğu siyasetçi/emekli askerin bir siyasi tartışmanın parçası olarak kullandığı, eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeleri, 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal teşkil etmemektedir. Bu nedenle, üst sınırdan uygulanan yaptırım kararı, isabetli ve hukuki değildir.
3- Medyanın, özellikle kamu yararı söz konusu olduğunda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunmakta ve bu haklar, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunmaktadır. Bu nedenle, medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez.
Temel hak ve özgürlüklerle ilgili, yeterli bir gerekçeye dayanmadan yapılan kamusal müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla basın/ifade özgürlüğüne yeterli, sağlam hukuki gerekçeye dayanmayan veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan ölçütleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler, Anayasa'nın 25, 26 ve 28. maddelerini ihlal edecektir. Anayasa Mahkemesi kararlarında istikrarlı şekilde vurgulanan hususlardan birisi de; yazılı ya da sözlü bir beyan içerisinde kullanılan ifadelerin ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verilirken, kullanılan ifadelerin bağlamından kopartılmaksızın olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekliliğidir.
Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹²³ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.¹²⁴ Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.¹²⁵” [(123: AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (124: AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (125: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76)] (43. ve 44. sayfalar) https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. Tarihi: 07.07.2025)
Bu nedenlerle; farklı tarihlerdeki yayınlardan seçilerek ve bağlamından koparılarak yapılan değerlendirmelerle verilen yaptırım kararı, hakkaniyete uygun olmadığı gibi, basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı bir sonuç doğmasına yol açacaktır.
4- Bu noktada; Üst Kurul tarafından Cumhurbaşkanı, iktidar politikaları ve bakanlara yönelik eleştiri sınırının aşıldığı savıyla yaptırım uygulanan, ancak DANIŞTAY tarafından uygun görülmeyerek Üst Kurul Kararının iptal edildiği yayın içeriklerine bakılması, yön gösterici olacaktır.
a) Üst Kurulun 15 Aralık 2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantısının, 20 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “İki Yorum” programında;
“Tarih, Erdoğan ve Bahçeli bu ikisini bu ülkeyi yıkan liderler olarak kaydedecek. Belli ki bu liderler kendine mevcut MKYK üyelerini de ortak ediyorlar. Tarih hepsini beraber yazacak…Bu ülkenin yıkımına ortak oldular…Siz devlet misiniz Allah’ını severseniz. Devlet dediğinin bir kurumu olur, o kurumun bir haysiyeti olur o kurumun bir yaklaşımı olur. O kurumun siyasetten bağımsız bir tavrı olur…19 yıldır buna hazırlanıyorduk. Neye hazırlanıyordun? Yıkmak için mi hazırlanıyordun? Neye hazırlandın tam olarak? Dövizi alıp başını götürecek kadar mı? BAE gibi ne olduğu belli olmayan, Ortadoğu’nun çetesi bir devletin ayağına kadar götürttü seni bu yıkım. Buna mı hazırlanıyordun? Üç kuruş. Türkiye’nin ekonomik olarak işgal edilmesine mi hazırlanıyordun? 19 yıldır tam olarak neye hazırlanıyordun? İşsizlik? Çözemiyorsun. Yoksulluk? Çözemiyorsun. TL değer kaybediyor, çözemiyorsun. O değer kaybının sonunda bütün yüzyıllık emekler iki tane Arap’a üç tane yabancıya peşkeş çekiliyor bunu çözemiyorsun… Kalkıyorsun 19 yılın sonunda ve buna kendin olmadığı gibi sözüm ona devletin diğer kurumlarını da ortak ediyorsun. Bu devlet değil ki bu bir iktidarın aymazlığıdır bu iktidarın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesi. Bu Bahçeli ile Erdoğan’ın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesine bu üniformalı kendini devlette bir kurumun sözcüsü temsilcisi yetkilisi görenlere de ortak ederek bu resim… Ekonomik olarak işgale uğramadık, bu ülke bir yıkıma sürüklenmedi özür dilerim, derim. İnşallah ben böyle demek durumunda kalırım. Ama demezsek ama bu ülkeyi bir yıkıma sürüklersek, bu fotoğraftaki isimlerle beraber (MGK toplantısından fotoğraf) başta Erdoğan ve Bahçeli ve bu fotoğraftaki resimdeki olanların tamamı bu ülkeyi yıkanlar olarak bu ülkenin tarihinde yerini alacaklar…ama toplumun önüne çıkıp hiçbir şey yokmuş gibi davranmaları bu yıkıma ortak olmalarıdır. Her birinin adını her birinin resmini bu ülkenin tarihi bu ülkeyi yıkıma sürükleyenler olarak kaydedecektir. Umut ederim ki biz yanılırız umut ederim ki biz özür dilmek zorunda kalırız…” şeklindeki söylemlerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "..., kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez."” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, oy çokluğu ile yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun kararı yargıya taşıması sonucunda; Ankara 12. İdare Mahkemesince verilen 28/11/2022 tarih ve E:2022/527, K:2022/2541 sayılı kararda; "…programda, siyaset ve ekonomiye dair olay ve gelişmelerin ele alındığı, programda sunucular "M.S." ile "L.G." tarafından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli'ye yönelik sarf edilen sözlerin, demokratik bir ülkede basının haber verme ve halkın haber alma özgürlüğü kapsamı içerisinde olduğu anlaşıldığından, 6112 sayılı Kanun uyarınca davacı yayın kurulusuna idari para cezası verilmesine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklinde hüküm bildirilerek, dava konusu Üst Kurul Kararı iptal edilmiştir.
Üst Kurul Kararının istinaf aşamasında da; Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi'nce; istinaf başvurusu reddedilmiştir. Üst Kurulun temyize başvurması üzerine; DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 27/09/2023 tarih ve E:2023/2034, K:2023/3773 sayılı kararıyla, sayılı kararıyla, davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını ONAMIŞ ve RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
b) Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 23/03/2023 tarih ve E:2023/520, K:2023/1378 sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de, Danıştay’ın bozma kararına uyarak, 30/11/2023 tarihinde, E:2023/7473, K:2023/6961 sayılı kararı ile “Dava Konusu İşlemin İptaline” kararı vermiştir.
Bu kararların işaret ettiği nokta; iktidar politikaları veya kamu kurumlarının uygulamaları söz konusu olduğunda, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda program sunucuları ya da program konuğu siyasetçi ve gazeteciler için ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
Danıştay kararlarının belirlediği ölçütler temel alındığında; program konuğu Türker Ertürk’ün doğrudan bir hakaret ve aşağılayıcı bir ifadesinin bulunmadığı yayına ceza verilmesinin, Yüksek Mahkeme kararlarına aykırı olacağı da açıktır.
5- İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar, siyasi tartışmalar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Bu nedenle, demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için, basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; söz konusu programda olduğu gibi, konuk siyasetçinin, siyasi tartışma özgürlüğü kapsamı içinde kalan sözleri nedeniyle cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu çerçevede, yorum programlarının düşünce çeşitliliğinin sağlandığı ve serbest tartışmanın yürütüldüğü programlar olarak ele alınması gerekmektedir. Yaptırımın hedefi olan “Öncesi Sonrası Gece” programı da bir yorum programıdır ve bu tarz programlarda konukların kamusal yararı olan konularda görüş ve önerilerini açıklamaları veya eleştirilerde bulunmaları demokrasinin gereğidir. Bu açıdan, Türker Ertürk’ün açıklamalarının, siyasi kimliği de dikkate alındığında, siyasi tartışmanın parçası olarak değerlendirilmesi doğru olacaktır.
a) Bu çerçevede, siyasi tartışmalarda ifade özgürlüğünün kapsamına ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin Tansel Çölaşan Başvurusu’na (B. No: 2014/6128, 7/7/2015) ilişkin kararına bakmak yerinde olacaktır.
Kararda, siyasi tartışma özgürlüğü, demokratik sistemlerin temel ilkesi olarak nitelendirilmiş ve “64- İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.
65- Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).” görüşüyle, siyasi tartışmaya özel güvence getirilmiştir.
Bu nedenlerle, Üst Kurul çoğunluğunun yaptırım uygulanması yönündeki kararı, hakkaniyetli olmadığı gibi, hukuken de isabetli değildir, ayrıca 6112 sayılı Kanun’un 37’nci maddesiyle Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini koruma” yükümlülüğüne de ters düşmektedir.
b) Devlet ve iktidar politikaları söz konusu olduğunda ifade özgürlüğünün sınırlarının daha geniş olduğuna yönelik, Anayasa Mahkemesi tarafından, 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, 26/7/2019) başvurusundaki kararı da yön gösterici niteliktedir.
Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiş, kararda; “Devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğu” ve “Kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişilerin, güçlü nedenler olmadan cezalandırılmaması gerektiği” şeklinde hüküm bildirmiştir.
“…Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadelerine yer verilen bildiri ve bildiriye gerekçe gösterilerek verilen yaptırıma ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69; Ayşe Çelik, § 53).
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
108. Beşinci olarak bildirideki ifadelerin son derece sert olduğu kabul edilse bile bildirinin bir bütün olarak herhangi bir kişiyi veya resmî görevliyi doğrudan hedef almadığı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda büyük bir toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırdığı kabul edilmelidir. Bununla bağlantılı olarak ilk derece mahkemelerinin bildirinin ülkemizi uluslararası alanda küçük düşürme amacı bulunduğu (bkz. § 18) gerekçesine dayanmaları müdahalenin meşru sebebi olarak kabul edilemez. Başvurucuların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin meşru sebebi kamu güvenliğinin sağlanmasıdır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle kişilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması ve bu suretle ifade özgürlüklerinin sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.
109. Altıncı olarak bildiri -bir bütün olarak bakıldığında- yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir. Herhangi bir düşünce açıklamasının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altında bulunan yaşam hakkı ile ilgili olması durumunda resmî otoritelerin eylemlerine ilişkin eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir.”
İlgili Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
“128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…”
İlgili Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
“134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
Örnek olarak sunulan Anayasa Mahkemesi kararlarının işaret ettiği nokta; iktidar uygulamaları söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
6- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlık ihlali veya eleştiri sınırlarının aşıldığı gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de “SZC” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. “SZC” logolu kuruluşun çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
7- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca Anayasa’ya göre; ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
8- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, iktidar uygulamaları söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102).
İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir. Bu nedenle, düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır (Bekir Coşkun, B.No: 2014/1215, 4/06/2015).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 7/12/1976).
Hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/04/1992, §46).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır.” (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere, hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, olgusal temeli olan konularda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler ve bir siyasi tartışma söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Yaptırımın hedefi olan yorum programında, İsrail-İran çatışması bağlamında Ortadoğu coğrafyasındaki değişimlerin ele alındığı, uzun yıllardır tartışılan “Büyük Ortadoğu Projesi” ile bölgesel gelişmelerin ülkemize ilişkin yansımalarının analiz edildiği açıktır. Program konuğu emekli asker/siyasetçi Türker Ertürk’ün, uzmanlık alanında olan bir konuda değerlendirmelerde bulunduğu, Ortadoğu coğrafyasındaki çatışmalar ve iktidar değişimleri dikkate alındığında ifadelerinin olgusal bir temelinin olduğu açıktır. Ertürk’ün ifadelerinde; eleştiri sınırını aşan ve ihlal oluşturacak nitelikte bir yön bulunmamaktadır.
Bu doğrultuda; bir yorum programında program konuğunun demokrasinin temel ilkelerinden biri olan siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında ifade ettiği, eleştiri sınırını aşmayan sözleri nedeniyle üst sınırdan uygulanan yaptırımın, eleştiri hakkı ve basın özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı, adil ve ölçülü olmayacağı ve yayında 6112 sayılı Yasa’ya aykırı bir yönün bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 14.07.2025


