İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 24.06.2025 tarih ve 59 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 22.06.2025 tarihinde saat 20:44’te yayınladığı “Sinem Fıstıkoğlu ile Sansürsüz” adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Sinem Fıstıkoğlu’nun yaptığı, “Sinem Fıstıkoğlu ile Sansürsüz” adlı programda geçen diyaloglarda; “Şimdi buraya, bu resimle bakılınca, yani İran'a bunca çullanılınca amaç bir defa petrolüne ve doğalgazına çökmek. Irak'a girmenin amacı neydi? Petrole ve doğalgaza çökmekti bu kadar. Suriye'ye girmenin amacı neydi? Yeni Osmanlıcılık, sünnokratik bir yeni Osmanlıcılık şemsiyesi altında bir yapı oluşturulmak istendi ve o sünnokratik yapıyla İran vurulmak istendi. Az önce söz konusu oldu PKK olayı bunun parçasıdır, PYD bunun parçasıdır. Onlar ucuz asker olarak kullanılacaklar, çok açık söylüyorum. Eğer benim biraz okuma kabiliyetim varsa resmi bunu hemen ifade edebilirim. Şimdi gelelim nükleer bombaya... - "Mümkün müdür? Kırmazsanız beni çok mutlu olurum."- "Şimdi bir temel. "- "Buyurun Hocam. 5 dakika sonra sizi yolcu edeceğiz hocam."- "Bir temel enerji teoremi şudur. Telaffuz edilmez ama hepimiz biliriz ve söyleriz, ‘Drain OPEC Oil First’ önce OPEC petrolünü bitir. Amerika ve Batı âlemi, zaten Batı Avrupa enerji açısından kuraktır, nükleer santrallere onun için yönelmiştir. Bu teoremi hep izleye gelmişlerdir. İkinci teorem; ‘Don't Leave Any Cause Out There’, dışarıda hiçbir koz bırakmayacaksın. Kimseye koz bırakmayacaksın. Yani kimsenin elinde koz bırakmayacaksın. Şimdi bu iki teoremi gayet güzel uygulamayı başara geldiler bugüne kadar. Yine devam ediyorlar. Kendi ellerine geçirmek istiyorlar. Nasıl ki Irak’ı ciddi olarak petrolü ve fosil kaynakları için vurdular idiyse İran’ı şimdi o sebepten dolayı vurduklarına şahsen inanıyor isem aynı bağlamda bölgede hiçbir şekilde başkalarının elinde koz bırakmamak üzere uzun vadede bir hamle geliştirmekteler. Aynı bağlamda çok gözden kaçan bir başka husus var. Nedir biliyor musunuz? Doğu Akdeniz tabanının altındaki petrol ve doğalgaz, Gazze onun için haritadan silinmek istendi. Çünkü Gazze onun paydaşıdır. Ağızdan yer alsın Hatay'ımız da öyledir. Ağızdan yel alsın maazallah. Ama dikkat çekmek zorundayım. Ve bakın biz Doğu Akdeniz'de petrol arayamıyoruz değil mi? Nasrettin Hoca'nın öyküsünde olduğu gibi neresini aydınlatıyorlarsa oraya yolluyoruz petrol arama gemilerimizi. Somali açıklarında petrol aradık mesela. Kimseyi tırmalamak istiyor değilim ama Türkiye ciddi olarak bu noktaya getirilmiştir. Aynı bağlamda Pentagon'un oynadığı harikulade bir oyun var çok kimse bunu yedi. Türkiye dincileşiyor değil, mezhebileşiyor. Yani İran'a karşı Yavuz Sultan Selim Köprüsü' nün adının konulmasından itibaren bakarsak İran'a karşı azmettirildik. O zamanlar sevgili Ahmet Paşa, öteki komutanlar, arkadaşları içeridelerken en tepede olan sorumlulara seçimlerdeki başarılarınız saklı olmakla beraber ‘sizi İran'a karşı Saddamlaştırıyorlar’ diye yazı yazdım, yazı yazmanın onurunu taşıyorum. Bu yazıyı arkadaşlarımla da paylaştım tabii. Tekrar etmek ihtiyacındayım bizi İran'a karşı Saddamlaştırıyorlar. Şimdi söylemiyorum 15 sene önceden itibaren mezhebi savaşta şimdi kimsenin kılı kımıldamıyor. Bakıyorsunuz Suudi Arabistan'ın keyfi yerinde 60.000 insan perişan edilmiş, yok edilmiş, mahvedilmiş çoluk çocuk demeden, dönüp bakmıyorlar bile. Demek ki öyle bir İslam birliği vesaire değil. Zaten mezhebileşmedir önemli olan. Neden? İran'a karşı çünkü orası Şii. Suriye ile sorunumuz neydi? Neden Emeviye Camii'nde Cuma namazını kılacaktık? Neden yeni Osmanlıcılık öne çekildi? Zaten yeni Osmanlıcılık, Arap Baharı, ılımlı İslam ve Büyük Ortadoğu projesi bunlar eş anlamlıdırlar önemli ölçüde. Neden? Demin ifade ettiğim gibi yıllar boyunca hiçbir ilmiğin gerçekleşmesinde kusura düşürmeden icra edilmiştir söz konusu proje. Neden Suriye'nin kuzeyi boşaltıldı biliyor musunuz? Neden oradaki Araplar buraya icbar edildiler? Neden mayınlar kaldırıldı biliyor musunuz? Orada Kürtçü devlet kurulsun diye. Bakın onun başladığı tarih 10 sene 15 sene öncesinden itibaren yol almaya koyulmuş görünüyor, bugüne geldik. Neden o yapıldı onu söyleyeyim neden Kürtçü devlet kurulmak istendi biliyor musunuz? Emperyalizmin kucağında Kurtuluş Savaşı olmaz. Ankara'nın 1000 tane vebali vardır eyvallah katılıyorum ama emperyalizmin kucağında hiçbir şekilde Kurtuluş Savaşı yapılmaz, olmaz. Neden orada Kürtçü devlet kurulmak isteniyor biliyor musunuz? İran'a karşı ucuz asker olarak kullanılmak üzere. Yazık ki böyle. ....” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan; Yayın hizmetleri "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, “oy birliğiyle” alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
“h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 22.06.2025 tarihinde saat 20:44’de yayınlanan "Sinem Fıstıkoğlu ile Sansürsüz" adlı programda, Konuk Prof. Dr. Tolga Yarman’ın, bazı ifadelerinin, “Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz” ilkesini (tekraren) ihlal ettiği gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından, üst sınırdan “10 gün süreyle yayınlarının durdurulmasına” karar verilmiş, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
Bir medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınlarının 10 gün süreyle durdurulması, Üst Kurulun en ağır yaptırımının bir öncesidir ve bahse konu ilkenin bir kez daha ihlal edilmesi durumunda da kuruluşun yayın lisansı iptal edilmektedir.
Dolayısıyla, bir yayın kuruluşunun yayın faaliyetlerini 10 GÜN SÜREYLE DURDURACAK, dahası bahse konu ilkenin tekraren ihlali durumunda yayın hayatına son verecek nitelikteki bir ihlal için hazırlanan Uzman raporunun, son derece sağlam argümanlarla sunulması, raporu esas alan Kurul Kararının da yine sağlam hukuki gerekçelere dayanması zorunludur.
Yayınlarda paylaşılan görüşlerin, içerik olarak ihlal teşkil edip/etmediğinin tespiti noktasında, yayında verilmek istenilen mesaj ile söylemlerin ana fikrinin ve bağlamının bilinmesi, gerekli ve zorunludur. Ancak Uzman raporunda ve raporu dayanak alan Kurul Kararında; yayının bu bölümünde işlenilen konunun belirtilmediği, programda ihlal teşkil ettiği belirtilen söylemlerin hangi gerekçelere dayanılarak ifade edildiğinin açıklanmadığı gibi, konuşmaların amaç-hedef ilişkisinin de gözetilmediği görülmektedir.
Bu nedenle, yaptırıma konu programda yer alan söylemlerin, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığının belirlenebilmesi için; bu bölümde Uzman raporunda yer verilmeyen diyalogların tamamına bakılması, konuşmaların amacının, hedefinin ve verilmek istenilen mesajın içeriğinin ortaya konulması ve programın bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
1- Gerek Uzman raporunda, gerekse raporu esas alan Kurul Kararında; yaptırım gerekçesi iki ana başlık halinde gerekçelendirilmiştir:
I- Uzman raporunda yaptırım gerekçelerinden ilki;
“Konuk Yarman Türkiye'nin dış politikasını ‘Sünnokratik’ Yeni Osmanlıcılık yapmakla suçlamakta ve mezhepsel davranıldığı yönünde eleştirmektedir. / Prof. Dr. Tolga Yarman'ın kullandığı ‘sünnokratik bir yeni Osmanlıcılık’ ifadesi, Türkiye'nin dış politika yaklaşımına dair eleştirel bir kavramlaştırma sunmaktadır./ Yarman, bu kavramı özellikle Türkiye'nin Suriye politikası bağlamında kullanmaktadır: ‘Suriye'ye girmenin amacı neydi? Yeni Osmanlıcılık, sünnokratik bir yeni Osmanlıcılık şemsiyesi altında bir yapı oluşturulmak istendi ve o sünnokratik yapıyla İran vurulmak istendi.’ Bu ifade, Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesinin arkasında mezhepsel motivasyonlar olduğunu ima etmektedir.” şeklinde temellendirilmiş ve Kurul Kararı da bu kapsamda alınmıştır.
Oysaki ihlal teşkil ettiği gerekçesiyle yaptırıma konu edilen yayının konusu, içeriği ve bağlamı bütün olarak ele alındığında, konu akışı ile anlatımların genel seyri ve ifade tarzlarına bakıldığında ve yayında verilmek istenilen mesaj ile birlikte değerlendirildiğinde görülecektir ki; yaptırım konusu ifadelerin odağında “Türkiye’nin dış politikası” değil, başta ABD olmak üzere küresel aktörlerin Ortadoğu’ya yönelik müdahale niteliğindeki politikaları ile stratejik hedef ve projeleri bulunmakta ve bu doğrultuda eleştirel biçimde analiz yapılmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekirse, programın bu bölümünün konusu; ABD’nin, İran’daki nükleer tesisi bombalayarak, İran-İsrail savaşına katılmasıdır.
Sunucu Sinem Fıstıkoğlu, bu bölümü şu sözlerle açmıştır:
“(22.00.39) Operasyonun adı, ‘Gece Yarısı Çekici’. Günlerdir İsrail’le İran arasında devam eden savaş haline, Amerika Birleşik Devletleri’nin katılıp katılmayacağı tartışma konusuydu. Son olarak Birleşik Devletler Başkanı Donald Trump, ‘Müzakere için bir şans var, 15 gün süre verdim.’ demişti ancak yine sağ gösterip sol vurdu, yerel saatle dün 02:10’da İran’ın üç nükleer santrali, üç kritik noktası katil uçaklar tarafından vuruldu. Aralarında günlerdir akıbeti tartışılan Fordo Nükleer Tesisi de vardı. Bu uçaklar, bu bomba tipleri, Hayber füzeleri ile verilen yanıtlar, Pentagon’dan gelen, ‘Dünya, düne göre daha güvenli bir yer.’ açıklamasını ve İran Dışişleri Bakanı’nın bugün, İslam İş Birliği Toplantısı’nda yaptığı açıklamaların ayrıntılarını konuşmaya başlayacağız.”
Devamında; yayın konukları Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz ile Atom Mühendisi ve Akademisyen Prof. Dr. Tolga Yarman tarafından, İran’daki Fordo Nükleer Santrali ile birlikte vurduğu iki kritik noktanın vurulmasına ilişkin, teknik detaylar hakkında bilgi verilmiştir.
Teknik bilgiler verildikten sonra, yayında şu açıklamalarda bulunulmuştur:
“Prof. Dr. Tolga Yarman: (22:06:27) Radarda görünmeyen bir teknoloji bombaları konuşabiliriz aylar boyunca konuşabiliriz dersler yapabiliriz ama bunun konuyla hiçbir alakası yok. Sana söylemiyorum yanlış anlama yanlış anlama ama ben de bunu söylemezsem olmaz olmaz yani burada dehşetli bir tuzak var. Size tuzak var seyirciye tuzak var konuyu anlamayan siyasal bilimcilere tuzak var, var oğlu var. İzleyen bütün dünya kamuoyuna tuzak var. Ne olmuş vurdu? Vuracaksa vursaydı yani mesele bu değil. / Sunucu: Mesele ne hocam?
Prof. Dr. Tolga Yarman: Mesele İran’ın petrolüne ve doğalgazına çökmektir bir. İkincisi… İkincisi benim şahsen gördüğüm, yani biraz Harp Akademilerinin 30 yıl kadar hocalığını yapmanın getirdiği birikimlerin bana bahşettiği bir ayrıcalık varsa ikincisi, Ukrayna Rusya için ne idiyse Rusya’yı tırmalamak açısından, aynı bağlamda rejimi değiştirilmiş olacak.
Sunucu: Böyle bir niyetimiz yok diyorlar. / Prof. Dr. Tolga Yarman: Bir dakika ama ya bir dakika. Onlar onu söyleyecekler ben de bunu yemeyeceğim kimse kusura bakmasın. Yersem bana yakışmaz. Rejimi değiştirilmiş olan İran’la, Çin tırmalanacaktır. Ben böyle görüyorum denklemi ben böyle görüyorum. Hiçbir yerde okumadım yazdım ama. Şimdi buralara gireriz (ekranı göstererek) konuşuruz saatler boyunca konuşuruz. Elimizde çubuk yok bir tek. / Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz: Ben de bunu daha önce şöyle ifade ettim; şöyle söylüyor insanlar AMERİKA önceliğini Pasifik’e verdi. Bu şu demek; tasını tarağını topladı Pasifik’e gitti. HAYIR. Burada İran’ı kendi safına çektiği zaman, Çin’den çok büyük bir parça kopartacak. Yani bunun için burada Tolga Hocam çok haklı bir şey söyledi. Bir defa bu harekâtın, bu savaşın maksadına siyasi maksadına bakmamız lazım. Siyasi maksat İran’da rejimi çökertmek. Benim tespitlerime göre de tespit demeyi de değerlendirmeme göre de böyle. İstediğiniz bombayı atın bir nükleer tesisi ne yapacaksınız yani reaktöre ulaşmadıktan sonra ulaştığına nasıl emin olabiliyorsunuz? Olabilirler mi hocam yani… / Prof. Dr. Tolga Yarman: …Bu koordinasyonu gerçekleştiren komuta merkezlerindeki bütün bıçkın subayları kutluyorum. Ama bunun üzerinde bir teneke siyaset var ya. Teneke siyaset var, yemezler. Ne olacak ben bunu söyleyeceğim kim gelirse isterse batı doğuda nerede olurlarsa olsunlar konuşabileceğimiz bir resim ama burada çok vahim bir resim var bakın şimdi İran’daki rejimi niye değiştirmek istiyoruz, demokrat değil diktatör bir rejim. Suriye’deki rejim yıkıldığı ne oldu? Yerine gelen rejim çok mu demokrat? Unuttuk onu değil mi? Suriye’deki rejimi unuttuk ama şunu söylemek zorundayım. Bütün bu olup biten 15 yıldır öncesini bırakırsak öncesini bırakırsak ilmik ilmik döşenmiş olan ve her bir halkası bugüne kadar başarıyla gerçekleştirilmiş büyük bir projenin parçaları olarak gerçekleşti. Ahmet Paşam arkadaşları komutanları mahiyeti bunun için Ergenekon ve Balyozdan ve öteki davalardan içeridelerdi tutuklandı. Şimdi bir tek buna bakmakla hiçbir yere gidemeyiz bir defa onu söyleyeyim
Sunucu: Şimdi 7 Ekim 2023’te, Gazze saldırıları başladığında dönemin Birleşik Devletler Başkanı Biden ve Netenyahu dediler ki “Orta Doğu’da sınırlar yeniden çizilecek.” Çok iyi hatırlıyorum bugün de kontrol ettim İran’da rejim yıkılacak. Bu cümleyi bugün kontrol etmek lazım. / Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz: Ha onu zaten 2004’te söylediler.
Sunucu: 2023’te de işte bu Gazze’deki saldırıları..
Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz: Tekrar söylediler evet. / Prof. Dr. Tolga Yarman: Condoleezza Rice kendisi söyledi coğrafya değişecek dedi.
Sunucu: Pentagon ısrarla bugün böyle bir niyetimiz yok, İran’da rejim değiştirmek gibi bir niyetimiz yok diyor. / Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz: Öyle diyecek ama bunu, bunların demeleri bize ispatlamayacak. Önümüzdeki dönemde yaşananlar gösterecek. Yani onu bilmemiz lazım. Yoksa böyle bir harekât niye icra edilsin? Bu tür bir mücadele nükleer kapasiteyi ortadan kaldırmaz belki geciktirir.
Prof. Dr. Tolga Yarman: Şimdi onu söyleyeyim bir dakika onu söyleyeyim. Şimdi bana soruyorlar İran’ın nükleer bombası var mı diyorlar. Yok diyemem. Olsa orada olmaz. Başka yerdedir. Uranyum zenginleştirme tesisleri kurulmuş oradan %60’a kadar çıkılmışmış. Yani Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimi altında kameralar vs falan var ama İran bu noktayı sıkıştırıldıktan sonra, yani fevkalade samimi davranacaktır diye bir kaide yok. Düşmanca davranılıyor çünkü İran’a. Ve bakın şunu da söyleyeyim İran bizim bölgedeki en temel en doğal dostlarımızdan biridir. Şimdi bakın şunu da söyleyeyim Rusya İran ve Türkiye üçgenine bakarsak, bu üçgen çok muhkem bir üçgen olarak harekete geçirilebilir. / Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz: Ama Suriye dağıldı.
Prof. Dr. Tolga Yarman: Başka bir şey söylemek ihtiyacındayım. Şimdi bu üçgenin Rusya-Türkiye ayağı zaten her zaman netamelidir. İran-Türkiye ayağı beraberce Rusya’ya denktir. Rusya-İran-Türkiye ayağı, Amerika’ya denktir. Teknolojik güç itibarıyla. Şimdi buraya, bu resimle bakılınca, yani İran'a bunca çullanılınca amaç bir defa petrolüne ve doğalgazına çökmek. Irak'a girmenin amacı neydi? Petrole ve doğalgaza çökmekti bu kadar. Suriye'ye girmenin amacı neydi? Yeni Osmanlıcılık, sünnokratik bir yeni Osmanlıcılık şemsiyesi altında bir yapı oluşturulmak istendi ve o sünnokratik yapıyla İran vurulmak istendi…”
Uzman raporunda, Tolga Yarman’ın ihlal teşkil ettiği düşünülerek yaptırım önerilen ifadeleri, son paragraftaki altı çizili bölümdür ve tam olarak bu noktada söylenmiştir.
Programın bu bölümde işlenilen konuya ve –Uzman raporunda bulunmayan- ihlal gerekçesiyle yaptırım önerilen konuşmaların öncesine bakıldığında ve Sunucu Sinem Fıstıkoğlu’nun soruları bağlamında konu bütünlüğü göz önüne alındığında; Uzman raporunda iddia edildiği gibi konuşmaların bağlamının doğrudan ve tekil olarak Türkiye’nin dış politikası olmadığı görülecektir.
Açıklamalar, bölgesel jeopolitik analiz kapsamında dile getirilmiş; özellikle Irak ve İran politikaları üzerinden emperyal müdahale ve enerji kaynaklarının kontrolüne yönelik küresel stratejilere işaret edilmiştir. Irak’a yapılan müdahale örneğiyle “Irak'a girmenin amacı neydi? Petrole ve doğalgaza çökmekti bu kadar. Suriye'ye girmenin amacı neydi? Yeni Osmanlıcılık, sünnokratik bir yeni Osmanlıcılık şemsiyesi altında bir yapı oluşturulmak istendi ve o sünnokratik yapıyla İran vurulmak istendi.” şeklindeki değerlendirmenin, ABD’nin Ortadoğu politikasına gönderme olduğu açıktır. Konuşmanın devamında yer alan nükleer bomba tartışması da doğrudan İran ve Batı (özellikle ABD) ilişkilerine bağlanmakta, konuşmanın genel bağlamı ABD merkezli bir emperyal eleştiri üzerine kurulmaktadır.
“Suriye’ye girmenin amacı…” ifadesiyle birlikte dile getirilen “yeni Osmanlıcılık” ve “sünnokratik yapı” gibi kavramlar, mevcut Türkiye hükûmetinin dış politika perspektifine dolaylı bir eleştiri içerse de bu ifadeler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni veya Türk milletini hedef alan, ulusal bütünlüğü zedeleyici bir nitelik taşımamaktadır. Kaldı ki söz konusu kavramlar, akademik ve siyasal tartışma literatüründe de sıklıkla kullanılan analiz kategorileridir. Ayrıca bu ifadelerle Yarman; Türkiye’nin değil, bu politikaları uygulamak isteyen dış güçlerin (örneğin ABD’nin), bölgesel bazı yapılarla birlikte hareket ederek İran’a karşı bir eksen kurmak istediğini öne sürmektedir. Yani Türkiye bu anlatıda özne değil, dolaylı olarak bir jeopolitik stratejinin içinde değerlendirilen aktörlerden biridir.
Dolayısıyla, eleştiri odağının çarpıtılması suretiyle basın özgürlüğü kapsamında kalan yorumların yaptırım konusu yapılması, ifade özgürlüğünün kapsamına ve demokratik kamu tartışmasına doğrudan müdahale niteliği taşımaktadır.
Konuşmanın genelinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin doğrudan suçlanmadığı, devlet organlarının yasa dışı faaliyetlerle itham edilmediği ya da kamu düzenini tehdit eden bir nefret söyleminin bulunmadığı görülmektedir. Dolayısıyla bu ifadelerin 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında değerlendirilip, üst sınırdan 10 gün süreyle yayın durdurma idari yaptırımının uygulanmasını gerektirecek düzeyde ağır ve açık bir ihlal içerdiği sonucuna varılması, isabetli ve ölçülü değildir.
Kaldı ki; Konuk Yarman bu bölümdeki konuşmasının başında şahsi fikirleri olduğunu; “Benim şahsen gördüğüm, yani biraz Harp Akademilerinin 30 yıl kadar hocalığını yapmanın getirdiği birikimlerin bana bahşettiği bir ayrıcalık varsa” şeklindeki sözlerle net olarak belirlemiştir.
Ancak, programa konuk edilen bir akademisyenin, “uzmanlık alanı, tecrübesi ile bilgi birikimine” dayanarak, yaptığı açıklamaların, başlangıç bölümü kesilerek, bağlamından koparılarak ve suç unsuru oluşturacak şekilde Uzman raporuna konu edilmesi, hakkaniyetli ve hukuki olmamasının yanı sıra, üst sınırdan yaptırım uygulanması nedeniyle de orantısızdır, ölçüsüzdür. Ayrıntılı olarak açıklandığı üzere; yayındaki tüm konuşmalar, bütünlüğü içinde ve bağlamında değerlendirildiğinde ihlal unsuru taşımamaktadır.
II- Uzman raporunda; yaptırım gerekçelerinden ikincisi;
“Prof. Dr. Tolga Yarman'ın ‘Türkiye dincileşiyor değil mezhebileşiyor’ ifadesi, Türkiye'nin siyasi ve toplumsal dönüşümüne dair ciddi iddialar içermektedir. Yarman'ın yaptığı bu ayrım, Türkiye'deki dini-siyasi dönüşüm üzerine toplumsal bölünme tehlikesi oluşturabilecek kritik bir iddiadır. Yarman, bu mezhebileşme vurgusunu özellikle dış politika bağlamında yapmaktadır.” değerlendirmeleridir.
İhlal gerekçesi olarak, “...bu analizlerin kendisi mezhepsel ayrışmaları pekiştiren bir söyleme dönüşme” olasılığı üzerinden yayın lisansı iptalinin önünü açacak şekilde, 10 günlük yayın durdurma yaptırımı uygulanmıştır.
Ancak, Yarman bu söylemin başında; “Aynı bağlamda Pentagon'un oynadığı harikulade bir oyun var çok kimse bunu yedi. Türkiye dincileşiyor değil, mezhebileşiyor” ifadesini kullanarak, Türkiye’nin iradesi dışında dış güçler tarafından bir bölgesel çatışmaya sürüklendiği yönünde, uyarı niteliğinde şahsi kanaatini açıklamıştır. Ayrıca bu ifadeler, konuşmasının devamında sarf ettiği; “Bizi İran'a karşı Saddamlaştırıyorlar” ifadesi ile birlikte değerlendirildiğinde anlaşılacağı üzere; Türkiye’nin dış politikası kapsamında “mezhep farkı gözeterek kin ve nefret duyguları oluşturma” kastının veya bu çerçevede bir suçlamanın amaçlanmadığı, aksine dış müdahalelerle şekillenen jeopolitik oyunlara karşı bir politik farkındalık yaratılmak istendiği görülmektedir. Kabul edileceği üzere; bu ifadeler Türkiye’nin dış politikası ekseninde politik oyunlara “dikkat çekme” ve “uyarı” niteliğindedir.
Dolayısıyla; program konuğu Prof. Dr. Tolga Yarman’ın ifadeleri bağlamı ve bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde; İsrail’in İran’a saldırısının “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında olduğu, projenin hazırlayıcısı olan ABD ve müttefikleri tarafından, Ortadoğu bölgesindeki siyasi yapılanmanın, yeniden şekillendirilmesinin amaçlandığı, Türkiye’nin de bu projeden nasıl etkilendiğine ilişkin analizde bulunduğu görülmektedir.
Arap Baharı ve sonrasında bölgemizde yaşanan süreçler dikkate alındığında, Yarman’ın analizinin olgusal bir temelinin bulunduğuna kuşku yoktur.
Yayın bütün olarak ve bağlamı içinde değerlendirildiğinde; söz konusu tüm konuşmaların herhangi bir toplumsal kesime, devlete ya da anayasal düzene yönelik, kin ve düşmanlığa tahrik niteliği taşımadığı ya da nefret duyguları oluşturacak içerikte olmadığı konusunda, tereddüt bulunmamaktadır.
Bu duruma rağmen; uluslararası bir çatışmaya ilişkin siyasi tartışmanın yürütüldüğü yayında, toplumun bir kesimini hedef almayan ve eleştiri sınırlarını aşmayan ifadeler nedeniyle, medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, lisans iptalinin de önünü açacak şekilde 10 gün süreyle yayın durdurma yaptırımı uygulanması, haksızdır, ölçüsüzdür, rasyonel değildir. Siyasi tartışma özgürlüğü ve eleştiri hakkını yok saymaktır.
Ayrıca yaptırıma konu bölümün tamamının; “FORDO ÇOKTAN TAŞINMIŞ MIYDI? / İRAN ABD’NİN VURDUĞU NÜKLEER ÜSSÜ ÇOKTAN BOŞALTMIŞ MIYDI” ve “FORDO GERÇEKTEN ORTADAN KALKTI MI? / ABD, İRAN NÜKLEER GÜCÜNÜ YOK EDEBİLDİ Mİ?” alt yazıları eşliğinde sunulduğu da dikkatlerde tutulması gereken bir başka noktadır.
III- Uzman raporunda ve Kurul Kararında, “ima etmektedir” gerekçesiyle iç ve dış politikaya yönelik ifadelerin yaptırıma konu edilmesi:
Yaptırıma konu konuşmaların tamamına bakıldığında; suçlayıcı bir dil değil, uyarıcı ve eleştirel bir tonun hâkim olduğu, Türkiye’nin değil, emperyalizm, Pentagon, Büyük Ortadoğu Projesi gibi dış faktörlerin esas muhatap olarak alındığı ve Türkiye’nin dış politikasının emperyal baskılardan etkilenmemesi gerektiği yönünde uyarıcı mahiyette bir dil ve üslup kullanıldığı açıktır.
Ancak gerek Uzman raporunda gerekse Kurul Kararında, değerlendirmelerin Türkiye’nin iç ve dış politikasına yönelik olduğu savunulmuştur.
Program konuğu Prof. Dr. Tolga Yarman’ın ifadelerine ilişkin olarak; Uzman raporunda;
-“Prof. Dr. Tolga Yarman'ın kullandığı ‘sünnokratik bir yeni Osmanlıcılık’ ifadesi, Türkiye'nin dış politika yaklaşımına dair eleştirel bir kavramlaştırma sunmaktadır… Bu terim, Sünni mezhebi referanslarının siyasi karar alma mekanizmalarında belirleyici olduğu bir yönetim anlayışını ima etmektedir.
- Sünnokratik’ terimi, Türkiye'nin dış politikasındaki mezhepsel boyutu vurgulamak için analitik bir araç olarak kullanılmaktadır. “O sünnokratik yapıyla İran vurulmak istendi" ifadesi, Türkiye'nin Sünni kimliği öne çıkararak İran'ın bölgesel etkisini dengelemeye çalıştığını ima etmektedir.
-Suriye'ye girmenin amacı neydi? Yeni Osmanlıcılık, sünnokratik bir yeni Osmanlıcılık şemsiyesi altında bir yapı oluşturulmak istendi ve o sünnokratik yapıyla İran vurulmak istendi. Bu ifade, Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesinin arkasında mezhepsel motivasyonlar olduğunu ima etmektedir."
şeklinde yer alan değerlendirmelerle, ihlal gerekçesi yapılan ifadelerinin bağlamının dış politika olduğu değerlendirilmektedir.
Aynı şekilde Kurul Kararında da, “Söz konusu programda, ‘sünnokratik’ terimi ve ‘mezhebileşme’ vurgusu, Türkiye’nin iç ve dış politikasındaki dini-mezhepsel boyutu analiz etmek için kullanılan kavramsal araçlardır... Mezhepsel kimlikler üzerinden yapılan analizler, siyasi ve toplumsal dinamikleri basitleştirme ve indirgemeci bir yaklaşıma yol açma tehlikesi içerebilir.” değerlendirmesiyle, Prof. Dr. Yarman’ın iktidarın iç ve dış politikasına yönelik bir analiz yaptığı savunulmaktadır.
Kabul edilmelidir ki, yaptırıma konu ifadeler iktidarın iç ve dış politikasına ilişkin olsa bile; programda yapılan analiz ve değerlendirmelerde, toplumun bir kesimini doğrudan hedef alan hakaret ya da aşağılayıcı bir ifade ile kin ve nefret uyandıracak toplumu ayrıştıracak bir söylem bulunmamaktadır.
Bununla birlikte; Uzman raporu dikkatle incelendiğinde, yaptırım gerekçelerinin paragraflar hâlinde sunulduğu, ancak bu paragrafların önemli bir kısmında (toplam beş kez) yalnızca “…İMA ETMEKTEDİR” ifadesine dayanılarak yaptırımın gerekçelendirildiği, yine Kurul Kararının son cümlesinde de “…YANSITILDIĞININ İMA EDİLDİĞİ” şeklinde bir gerekçe ile bahse konu ilke ihlaline dayanak oluşturulduğu görülmektedir.
Söz konusu yaptırım gerekçelerinin “ima” üzerinden savunulması, yaptırım kararının somut, açık ve doğrudan bir ihlal tespitine değil; yoruma ve dolaylı çıkarımlara dayandırıldığını kanıtlamaktadır.
“10 günlük yayın durdurma” gibi ağır bir yaptırım kararının, subjektif gerekçelerle ve öznel bir bakış açısıyla hazırlanmış bir değerlendirme raporuna dayanılarak verilmesi, demokratik hukuk düzenlerinde kabul edilebilir bir yaklaşım/uygulama değildir.
Yine Kurul Kararında yer aldığı şekliyle; “... Ancak bu tür kavramsallaştırmalar, aynı zamanda mezhepsel kimlikleri siyasi tartışmanın merkezine yerleştirme ve toplumsal ayrışmaları derinleştirme riski taşımaktadır. Mezhepsel kimlikler üzerinden yapılan analizler, siyasi ve toplumsal dinamikleri basitleştirme ve indirgemeci bir yaklaşıma yol açma tehlikesi içerebilir.” gibi ihtimale dayalı zorlama yorumlar ve olasılıklar üzerinden, “…mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz” ilkesinin ihlal edildiğinin öne sürülmesi ve üst sınırdan yaptırım yoluna gidilmesi, haksız ve orantısızdır. Çünkü, “riski taşımaktadır” ya da “içerebilir” ifadeleri, doğrudan bir mezhep ayrımcılığını, nefret söylemini veya toplumsal gerilim oluşturma çağrısını kanıtlayıcı bir yeterliliğe sahip değildir.
Bu nedenlerle olasılık ve yoruma dayalı değerlendirmelerle alınan yaptırım kararı; “hukuki belirlilik” ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
2- Bahse konu yayında, ihlal gerekçesi olarak sunulan konuşmalar, eleştirel değer yargısı niteliğindedir ve ifade özgürlüğü kapsamındadır.
Gerek Anayasa Mahkemesi (AYM) gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa dile getirilen görüşlerin, ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
İhlale gerekçe gösterilen program konuğunun ifadeleri, bağlamı ve bütünlüğü içerisinde incelendiğinde; demokrasilerde vazgeçilmez ilkelerden biri olan, siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında ifade edilen, olgusal temeli bulunan ve görünür gerçekle örtüşen, eleştirel değer yargısı niteliğindeki görüşler olduğu açıktır. Söz konusu ifadelerde hiçbir toplumsal grup hedef alınmamıştır, hiçbir toplumsal grubun tahrik edilmesi de söz konusu değildir. Hiçbir toplumsal sınıfa yönelik aşağılayıcı ya da hakaret içeren bir ifade de bulunmamaktadır.
Bu yönüyle de "ırk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz” ilkesinin ihlal edildiğinin öne sürülmesi, hukuki dayanaktan yoksundur. Bu gerekçe ile lisans iptalinin de önünü açacak şekilde üst sınırdan 10 gün süreyle yayın durdurma yaptırımı yoluna gidilmesi, haksızdır, ölçüsüzdür, basın ve ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı niteliktedir.
Ayrıca, program konuğunun bir akademisyen olduğu dikkate alındığında; hakaret ya da aşağılama içermeyen ve bir sürecin analizi niteliğindeki değerlendirmeler nedeniyle yaptırım uygulanması, Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini korumak” göreviyle de çelişki oluşturmaktadır.
3- Medyanın, özellikle kamu yararı söz konusu olduğunda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunmakta ve bu haklar, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunmaktadır. Bu çerçevede; medyaya, halk adına denetim görevi yüklenmiş durumdadır. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez.
Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ve yeterli bir gerekçeye dayanmadan yapılan kamusal müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla basın/ifade özgürlüğüne yeterli, sağlam hukuki gerekçeye dayanmayan veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan ölçütleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler, Anayasa'nın 25, 26 ve 28. maddelerini ihlal edecektir. Anayasa Mahkemesi kararlarında istikrarlı şekilde vurgulanan hususlardan birisi de; yazılı ya da sözlü bir beyan içerisinde kullanılan ifadelerin ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verilirken, kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekliliğidir.
Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹²³ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.¹²⁴ Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.¹²⁵” [(123: AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (124: AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (125: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76)] (43. ve 44. sayfalar) https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. Tarihi: 04.07.2025)
Bu nedenlerle; bütünlüğü içinde değerlendirilmeyen, gerekçesi net olarak ortaya konmamış eksik açıklamalar ve eksik deşifrelerle, bölünerek ya da seçilerek, dahası bağlamından koparılarak hazırlanan Uzman raporuna dayalı verilen yaptırım kararı, hakkaniyete uygun olmadığı gibi, basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı bir sonuç doğmasına yol açacaktır.
Ayrıca ihlal edildiği öne sürülen "Irk dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz ”hükmü, Türk Ceza Kanunu’nun 216’ncı maddesinde düzenlenmiş, koşulları belirlenmiş ve istisnası da 218’inci maddede, “Ancak, haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Söz konusu ifadeler bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde; ırk, dil, din, cinsiyet, sınıf gözetme durumu söz konusu olmadığı gibi, kin ve düşmanlığa tahrik içeren bir yön de bulunmamaktadır. Ortadoğu bölgesinde yaşanan süreç ile bu sürecin ülkemizin iç ve dış politikasına etkilerine ilişkin, hakaret ya da aşağılama içermeyen analizin, basın ve ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı açıktır.
4- Yaptırım uygulanan programda; Prof. Dr. Tolga Yarman, bir inancı doğrudan hedeflememesine rağmen, "Irk, renk, dil, din, tabiiyet, cinsiyet, engellilik, siyasi ve felsefi düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez." hükmünden yaptırım kararı alınmıştır.
Oysaki hedef kitlesi net olarak bilinen ve daha ağır ifadelerin dile getirildiği bir yayına, Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırım kararı, DANIŞTAY tarafından uygun bulunmamış ve RTÜK Kararı iptal edilmiştir.
a) Üst Kurulun 15.04.2020 tarihli ve 2020/16 sayılı toplantısında alınan 15 No.lu karar ile FOX logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, 30,31.03.2020 ve 01.04.2020 tarihlerinde saat 19:00’da yayınlanan ve sunuculuğunu Fatih Portakal'ın yaptığı Ana Haber Bültenlerinde, sunucu tarafından söylenen;
“Cumhurbaşkanı'nın başlattığı kampanyayla CHP'li belediyelerin başlattığı kampanyalar birbirinden ayrı. Belediyeler halka en yakın kurumlar… Daha 24 saat geçmeden CHP'li belediyelerin hesaplarına bloke konulunca bir rekabet ortamı algısı yaratıldı, iktidarın CHP'li belediyelerin kampanyasını engellemeye çalıştığı yönünde bir algı oluştu. CHP de bunu iletti… Kötü yönetim nasıl olurmuş örneği burada. Kötü yönetmek nasıl olurmuş bir ülkeyi örneği burada. Zamanındaki paraları çarçur ederek harcamak nasıl olurmuş? Kara gün düşünmeden ülke yönetmek nasıl olurmuş örneği burada sevgili izleyenler! Büyük büyük saraylar yaparak, büyük büyük yazlık saraylar yaparak, her şeyi hacimsel olarak, büyüklük olarak ifade etmek yönetmek değilmiş demek ki. Eğer öyle olsaydı zaten dünyanın en hacimsel, en büyük şeylerine sahip ülkeler safına girerdik, o da gelişmişlik sayılırdı. Hayır... İşte geldiğimiz durum bu. Öngörüsüzlük ve ülkeyi yönetememe durumu… Bir de Diyanet. Siyasallaşan Diyanet de tabi boş durur mu? O da hemen devreye girdi. 'Siyasallaşan Diyanet' sevgili izleyenler. O da hangi yardımın ve hangi bağışın caiz olup olmadığına karar verdi. Siyasallaşan Diyanet. Hangi yardım caiz, hangisi değil, sizce?"
şeklindeki sözlerin, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan; "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, % 3 idari para cezası ve program yayınının 3 kez durdurulmasına karar verilmiştir.
Kuruluşun yargı sürecini başlatması sonucunda; Ankara 9. İdare Mahkemesi 15/10/2020 tarih ve E:2020/870, K:2020/1930 sayılı kararıyla, “Haber sunucusu tarafından sarf edilen ifadelerin, basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle, dava konusu Üst Kurul Kararını iptal etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf talebini reddetmiş, devam eden süreçte DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE, 20/05/2021 tarihli ve E:2021/882, K:2021/1825 sayılı kararıyla, Bölge İdare Mahkemesi kararını ONAMIŞ ve Üst Kurulun temyiz istemini reddetmiştir.
DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ tarafından alınan kararın gerekçesi, şu şekilde açıklanmıştır:
“…konuşmalarda hükûmetin devlet yönetimine, ekonomiye ve salgın hastalık sürecindeki yardım kampanyalarına ilişkin politikasının ele alınarak değerlendirme konusu yapılmasının ve eleştirilmesinin genel olarak kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğu, ayrıca hükûmetlere ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırının diğer kişilere göre daha fazla olduğu açık olduğundan, bu sebeplerle dava konusu Kurul kararıyla davacının basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu itibarla, programda kullanılan ve siyasi nitelikli yorum ve değerlendirmeler içeren ifadeler nedeniyle 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin ihlâl edildiğinden bahisle davacı kuruluş hakkında tesis edilen işlemde hukuka uygunluk, dava konusu işlemin iptali yönündeki İdare Mahkemesi kararına yönelik istinaf başvurusunun reddi yolundaki Bölge İdare Mahkemesi kararında ise sonucu itibarıyla hukukî isabetsizlik bulunmamaktadır.”
Bu nedenlerle; bir inancı hedef almaktan öte iktidarın tutumunun eleştirilmesi nedeniyle üst sınırdan yaptırım uygulanması; Danıştay kararlarına aykırı ve Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı şekliyle “ölçülülük ve hukuki güvenlik” ilkelerine de uygun değildir, haksızdır, orantısızdır.
b) Üst Kurul tarafından “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik ettiği ve toplumda nefret duyguları oluşturduğu” savıyla yaptırım uygulanan, ancak DANIŞTAY tarafından uygun görülmeyerek iptal edilen bazı yayın içerikleri incelendiğinde de; Yüksek Mahkemenin benzer konulardaki ifade özgürlüğüne bakış açısı ve tutumu anlaşılacaktır:
Üst Kurulun, 7 Mayıs 2020 tarih ve 2020/19 sayılı toplantısında, 17 No.lu karar ile HALK TV logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 29.04.2020 tarihinde ekrana getirilen, sunuculuğunu Şirin Payzın’nın yaptığı, "Sözüm Var" adlı programda, program konuğu tarafından, “(…) Şöyle cevap vereyim birincisi bugün yaşanılanlar, bugün iktidarın yaptıkları bana aynen 31 Mart öncesindeki gibi yine çok korktuklarını ve vatandaşların hem CHP örgütlerini bunu sahada çok net görüyoruz birazdan örneklemek isterim hem de CHP Belediyeleri’nin yaptıklarının vatandaşta çok büyük karşılık olduğunu görüyorlar. Ve bunu engelleme adına korkularından akla gelmez herkesi susturmaya ya da algıların olguların üzerini örtmesine dönük bir çalışma halinde olduklarını görüyoruz. Şimdi bu nereye götürür bizi? Yani burası bu gündem korona sırasında yorum yapıp korona sonrasına dair bir öngörüde ya da fikirde bulunmak kolay değil. Ama şöyle bir gerçeklik var ki bu korkuları, bu savrulmaları, bu akılla değil öfkeyle, hırsla, egoyla bir kişinin aklıyla iş yapmaları iktidarı hiç iyi bir yere götürmüyor, bu da önümüzdeki seçimde bir erken seçimle veya başka bir şekilde bu ülkenin, gerçekten halkın artık gözü açıldı, kimin kendisine hizmet için uğraştığını, çaba gösterdiğini biliyor, kimin de böylesi bir dönemde dahi neyle uğraştığını görüyor. Şöyle söyleyeyim bir iktidar değişikliğine hatta ben size daha ileri bir şey söyleyeyim iktidar değişikliği değil bir sistem değişikliğine gidişatı görüyorum ve böyle olacağını da düşünüyorum. İşimiz kolay değil ama ancak böylesi bir yönetim anlayışı, iktidar değişimi ve yeniden bir sistem değişikliği ile bu yaralarımızı, bu hasarlarımızı tedavi edebileceğimizi görüyorum, bunun da olacağını görüyorum, sahada sokakta bu çok yoğun hissediliyor Şirin Hanım." şeklinde ifadelere yer verilmesinin, “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik ettiği, toplumda nefret duyguları oluşturduğu” gerekçesiyle, % 5 idari para cezası ve program yayınının 5 kez durdurulmasına karar verilmiştir.
Kuruluşun yargı yoluna başvurması üzerine; DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ tarafından (E:2024/679, K:2024/1804), 25/04/2024 tarihinde; “…dava konusu işlemin iptali yolundaki Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi'nin 07/09/2023 tarih ve E:2023/5157, K:2023/4121 sayılı temyize konu kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, anılan Bölge İdare Mahkemesi kararının ONANMASINA,..” kararı verilerek, Üst Kurulun temyiz isteği reddedilmiştir.
Anılan Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi'nin söz konusu kararının gerekçe bölümünde; “…programda, hükümetin ve yönetim sisteminin değiştirilmesine yönelik kullanılan ifadelerin şiddeti teşvik veya şiddete çağrı unsurlarını barındırmadığı gibi farklı gruplara karşı bir nefret söylemini de ihtiva etmediği, bu kapsamda, programın yayın dönemi ve programdaki ifadelerin tümü göz önünde bulundurulduğunda demokrasilerde, muhalefet partisinin amacının iktidarı eleştirmek ve yapılacak seçimlerde halkı ikna ederek iktidar olmak olduğu, ana muhalefet partisinin İstanbul il başkanı olarak görev yapan program konuğunun hükümet ve yönetim sistemine yönelik ifadelerinin basın özgürlüğü kapsamında olduğu, bahse konu ifadeler nedeniyle basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin de ‘demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü’ olmadığı anlaşıldığından, dava konusu Üst Kurul kararında hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Belirtilen gerekçelerle, istinaf başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesi'nce verilen kararın kaldırılmasına ve dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.” hükmü bulunmaktadır.
Danıştay kararlarında açıkça vurgulanan husus; iktidar politikaları ile kamu kurum ve kuruluşlarının uygulamalarına yönelik eleştirilerin, anayasal güvence altındaki basın özgürlüğü ve siyasi tartışma çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğidir. Bu bağlamda; söz konusu eleştiriler nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara idari yaptırım uygulanamayacağı belirtilmektedir. Ayrıca, doğrudan toplumun belirli bir kesimini hedef almayan ve siyasi eleştiri niteliği taşıyan ifadelerin, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu kapsamında yorumlanmaması gerektiği de Danıştay içtihatlarında altı çizilen bir ilkedir.
5- Siyasetçilerin, akademisyenlerin, gazetecilerin ve medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında da özel korumalar söz konusudur. İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, siyasetçiler veya gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Sonuç olarak, doğrulanabilecek bilgi ya da verilerle birlikte, ‘doğruluğu ispatlamaya’ tabi tutulamayacak değer yargıları, eleştiri ya da spekülasyonlar 10. madde kapsamında korunmaktadır. Ayrıca, değer yargıları, özellikle de siyaset alanında ifade edilenler, çok önemli olan görüş çoğulculuğunun gereği olarak demokratik bir toplum için özel bir korumadan yararlanırlar” (S.86).
https://www.anayasa.gov.tr/media/7448/10_avrupa_insan_haklari_sozlesmesi_kapsaminda_ifade_ozgurlugunun_korunmasi.pdf (E.T.:04.07.2025)
6- İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar, siyasi tartışmalar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Bu nedenle, demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için, basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; söz konusu programlarda olduğu gibi, konukların siyasi tartışma özgürlüğü kapsamı içinde kalan sözleri nedeniyle cezalandırılması, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu kapsamda, haber programları ile yorum programlarının düşünce çeşitliliğinin sağlandığı ve serbest tartışmanın yürütüldüğü programlar olarak ele alınması gerekmektedir. Yaptırımın hedefi olan program da; yorum programıdır. Bu tarz programlarda konukların kamusal yararı olan konularda görüş ve önerilerini açıklamaları veya eleştirilerde bulunmaları demokrasinin gereğidir.
a) Bu çerçevede, siyasi tartışmalarda ifade özgürlüğünün kapsamına ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin Tansel Çölaşan Başvurusu’na (B.No: 2014/6128, 7/7/2015) ilişkin kararına bakmak yerinde olacaktır.
Kararda, siyasi tartışma özgürlüğü, demokratik sistemlerin temel ilkesi olarak nitelendirilmiş ve “64- İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.
65- Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).” görüşüyle, siyasi tartışmaya özel güvence getirilmiştir.
Bu nedenlerle, Üst Kurul çoğunluğunun yaptırım uygulanması yönündeki kararı, hakkaniyetli olmadığı gibi, hukuken de isabetli değildir.
b) Devlet ve iktidar politikaları söz konusu olduğunda ifade özgürlüğünün sınırlarının daha geniş olduğuna yönelik, Anayasa Mahkemesi tarafından, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, 26/7/2019) başvurusundaki kararı da yön gösterici niteliktedir.
Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiş, kararda; “Devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğu” ve “Kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişilerin, güçlü nedenler olmadan cezalandırılmaması gerektiği” şeklinde hüküm bildirmiştir.
“…Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadelerine yer verilen bildiri ve bildiri gerekçe gösterilerek verilen cezaya ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69; Ayşe Çelik, § 53).
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler şöyledir:
“128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…”
Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
“134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
Örnek olarak sunulan Anayasa Mahkemesi kararlarının işaret ettiği nokta; iktidar uygulamaları söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
7- Temel hak ve özgürlüklerle ilgili, yeterli bir gerekçeye dayanmadan yapılan kamusal müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır. Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlık ilkesinin ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
8- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca Anayasa’ya göre; ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
9- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, iktidar uygulamaları söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 7/12/1976).
Basında yayınlanan bilginin tüm yönleri ile doğruluğunun ortaya koyulması gerekmez. Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında başvuranın mahkûmiyeti, polis şiddetine ilişkin iddiaların gerçekliğini ortaya koyamamasına dayanmaktadır. AİHM, başvurucuyu sert bir dille dile getirdiği bazı iddiaların doğruluğunu ortaya koyma yükünden muaf tutmuştur. AİHM’ye göre, başvurucu başkaları tarafından söylenenleri haberleştirmiştir. Bu nedenle, iddiaların içeriği ile ilgili olarak sorumlu görülmemiştir. Ayrıca iddiaların tamamen asılsız olduğu da ortaya koyulamamıştır. Ayrıca, başvurucunun amacı polisin itibarına zarar vermek değil, Adalet Bakanlığını polis şiddetine ilişkin iddialarla ilgili bir soruşturma başlatmaya sevk etmektir (Thorgeir Thorgeirson v/İzlanda, 13778/88, 25.06.1992).
Hükûmetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca denetlenmemelidirler, hükûmetlerin aynı zamanda halk ve kitlesel medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir (Şener/Türkiye, B. No: 26680/95, 18/07/2000, §40).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere, hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, olgusal temeli olan konularda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler ve bir siyasi tartışma söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Bu çerçevede; bahse konu yorum programında, İsrail-İran çatışması bağlamında Ortadoğu coğrafyasındaki değişimlerin ele alındığı, bölgesel gelişmelerin ülkemize ilişkin yansımalarının analiz edildiği görülürken, olgusal temeli bulunan değerlendirmelerde; eleştiri sınırını aşan ve ihlal oluşturacak nitelikte bir yön bulunmamaktadır. Ayrıca söz konusu ifadelerde, ırk, dil, din, cinsiyet, sınıf gözetme durumu da, toplumdaki farklı gruplara yönelik kin ve düşmanlığa tahrik de söz konusu değildir. Bu açık duruma rağmen, bahse konu yayın kuruluşuna, lisans iptalinin önünü açacak madde hükmünden yetersiz gerekçelerle ve üst sınırdan 10 gün yayın durdurma yaptırımı uygulanması, hakkaniyetli, rasyonel, ölçülü ve hukuki değildir, Yüksek Mahkeme kararlarına da açıkça aykırıdır.
Sonuç olarak; “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa 10 gün geçici yayın durdurma içeren yaptırımın, basın özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı, adil ve ölçülü olmayacağı, ihlal olarak değerlendirilen yayında, 6112 sayılı Yasa’ya aykırı bir yön bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 10.07.2025


