İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 29.01.2025 tarih ve 12 sayılı yazısına konu NOW logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 24.01.2025 tarihinde saat 23:45’te yayınlanan "Orta Sayfa" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Moderatörlüğünü Doğan Şentürk'ün yaptığı; Nevşin Mengü, Deniz Zeyrek, Murat Yetkin ve Çiğdem Toker’in yorumcu olarak katıldığı "Orta Sayfa" adlı programda geçen diyaloglarda; “Burada şunu söylemek istiyorum. Pardon. Yani hiç mi hırsızın suçu yok? Burada hırsız belli. Halil Ergül, damadı neydi ismi Emir Aras tutuklandılar. Ya her şeyin bir kenarının işte Nevşin söylüyor. Kim bilir nasıl hallettiler. Tabi burada rüşvet alan da veren de suçlu. Şey yani onu da söyleyelim. Fakat hani o belgeleri nasıl aldılar yıllar yılı. Ya bu kadar candan sorumlu birde şeyi de var. Hani bu şirketin sahiplerinden bir tanesi ya da ortaklarından bir tanesi efendim hassasiyet gösterin demişler. Neyin hassasiyeti ya utanmıyorlar yani…Evet. Deniz şimdi bu yeni bilirkişi heyeti atanacak atandı hatta. Adalet Bakanı bu yeri bilirkişi heyetine şey mi yaptıracaklar suçlu Bolu Belediyesidir. Onu mu dedirtmek istiyorlar? Ya da suçlu Bolu Belediyesidir dedirtene kadar bilirkişileri yeniden mi atayacaklar?...Öyle görünüyor. Öyle görünüyor. Yani bir kere dürüst davransalar, vicdanlı davransalar bu ön raporu dikkate alırlar. Bırakırlar yani ki soruşturma kendi halinde ilerlesin. Siyaset bir kere bu soruşturmaya müdahil olmaz. Dürüst davransalar…Buradaki şeyi yani bu matematik adam sadece 10 milyon lirayı kasasında tutmak için 78 cana kıydı ve Turizm Bakanı da, İçişleri Bakanı da, Sosyal Güvenlik, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı da bunu seyretti. Durum bence bundan ibaret. Yani sorumlu kimdir deniyor ya bir otel sahibidir. Birinci sorumlu otel sahibidir. İkinci sorumlu Turizm Bakanıdır. İzlediği için. Üçüncü sorumlu ruhsatları verdiği veren makamın mülki amiri olduğu için İçişleri Bakanıdır. Üçüncü sorumlu bu iş güvenliği işte yangın denetimleri vesaire falan Çalışma Bakanlığının uhdesindedir. Çalışma Bakanlığı bu tür şeylere dikkat eder. Onlar da denetler vesaire...” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan; "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğuyla” verilen yaptırım kararına karşı oy kullandım.
Karşı Oy Gerekçesi
Basın Özgürlüğü ve Demokratik Toplum
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Basın ve ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamalar da ancak demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun, ölçülü, bir toplumsal ihtiyacı karşılayan ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde ise kabul edilebilir niteliktedir. Bu ilkelere uymayan müdahaleler demokratik toplumda meşru görülemez.
Kartalkaya Yangın Faciası ve Medyanın Tepkisi
Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi’ndeki bir otelde 21 Ocak 2025 tarihinde meydana gelen ve 78 kişinin hayatını kaybettiği, 50’yi aşkın kişinin de yaralandığı yangın faciası, ara tatil dönemine denk gelmesi, ölenlerin çoğunun küçük yaşta çocuklar olması ve bazı ailelerin tüm üyelerini yitirmesi gibi nedenlerle ülke gündeminin en önemli konusu haline gelmiştir. Ölenlerin sayısının fazlalığının yanı sıra, otelin bu tür durumlara karşı gerekli yangın tedbirlerini almadığının ortaya çıkması, otelin denetiminden hangi kuruluşun sorumlu olduğu sorusunu da gündeme taşımıştır. Bu bağlamda ilgili bakanlıklar ile Bolu Belediyesi arasında karşılıklı açıklamalar yapılırken, medyada da “sorumlu kim?” tartışmaları alevlenmiştir.
NOW logolu televizyon kanalında yayınlanan ve yaptırıma konu edilen Orta Sayfa programı da (25 Ocak 2025 tarihli) bu tartışmalar ekseninde gerçekleşmiştir. Programda kamuoyuna yansıyan ilk resmi açıklamalar ile olayla ilgili hazırlanan Bilirkişi Ön Raporu’ndaki bulgular ele alınmıştır. Nitekim ön raporda Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik madde 6’ya göre, 2009 sonrasında ruhsat ve yapı kullanma izni vermeye yetkili kurum olan Bolu İl Özel İdaresi ile otel için Turizm İşletme Belgesi düzenleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu yönetmelik hükümlerinin uygulanmasından sorumlu olduğunun değerlendirildiği ifade edilmiştir.
Yayında devamında, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in (00:09:23) bilirkişi ön raporunun henüz teslim alınmadığı, 7 kişilik bilirkişi heyetine baskı yapıldığı ve hatta heyete görevden el çektirileceği yönündeki açıklaması ile Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un (00:09:38) söz konusu ön raporun soruşturmayı yürüten Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulmadığı, “korsan bir metin” olduğu yönündeki beyanları art arda ekrana getirilmiş; ayrıca Turizm Bakanı’nın CNN Türk’teki değerlendirmesi de izleyicilere aktarılmıştır. Bu çerçevede program yorumcuları, yangın faciasına ilişkin ihmalleri ve sorumluluk iddialarını kendi perspektiflerinden yorumlamışlardır.
Orta Sayfa Programındaki Eleştiriler
Programda gazeteci Murat Yetkin, oteldeki eksiklikler ve yıllar boyu denetimsiz şekilde faaliyet yürütülmesi konusunu sorgulamış; “Hiç mi hırsızın suçu yok? Burada hırsız belli. Halil Ergül, damadı neydi ismi Emir Aras – tutuklandılar. ... Burada rüşvet alan da veren de suçlu... O belgeleri nasıl aldılar yıllar yılı?” diyerek süreçte olası yolsuzluklara işaret etmiştir. Gazeteci Deniz Zeyrek ise yaptığı çalışmada, 11 katlı 300 yataklı bir otelin tam teşekküllü yangın tertibatının maliyetinin yaklaşık 10 milyon TL olduğunu, oysa yalnızca 15 günlük bir sömestr tatilinde otelin 64 milyon TL gelir elde ettiğini belirtmiştir. Zeyrek, “Adam sadece 10 milyon lirayı kasasında tutmak için 78 cana kıydı ve Turizm Bakanı da, İçişleri Bakanı da, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı da bunu seyretti. Durum bence bundan ibaret. Sorumlu kimdir deniyor ya: Birinci sorumlu otel sahibidir. İkinci sorumlu Turizm Bakanıdır (izlediği için). Üçüncü sorumlu ruhsatları veren makamın mülki amiri olduğu için İçişleri Bakanıdır. Üçüncü sorumlu (bir diğer) Çalışma Bakanlığı’dır; bu tür iş güvenliği, yangın denetimleri onların uhdesindedir.” diyerek faciada otel sahibinin yanı sıra ihmal gösteren bakanlıkların da sorumluluk taşıdığını ifade etmiştir.
Görüleceği üzere, yaptırım kararına konu edilen bu ifadeler; gazetecilerin 78 can kaybıyla sonuçlanan bir yangın faciasına ilişkin eleştirel değer yargıları niteliğinde sorgulamalarından ibarettir. Konuşmacılar bazı noktaları iddia olarak dile getirmiş, program boyunca anlatılan olayların sıklıkla bir iddia olduğu belirtilmiştir. Gazetecilerin kişisel fikir ve kanaatlerini açıklamasını “suç isnadı” olarak nitelendirmek demokratik bir ülkede kabul göremez. Nitekim konuşmaların bütününe bakıldığında da verilmek istenen mesajın, facia karşısında sorumlu olabilecek kişi ve kuruluşlara dikkat çekmek olduğu ortadadır.
Buna rağmen Üst Kurul çoğunluğu, “...anlatılan olayların sıklıkla bir iddia olduğu belirtilse de yapılan bazı yorumların olayın kuşkusuz bu şekilde yaşandığı izlenimi uyandırdığı, kamuoyunda suçluymuş intibası oluşmasına neden olabilecek nitelikte bir yayın yapıldığı” şeklinde öznel ve zorlama bir değerlendirmeyle ihlal kararı almıştır. Böylesi subjektif gerekçelerle üst sınırdan yaptırım uygulanması hakkaniyetli değildir. Ayrıca Kurul kararındaki “...haklarında çeşitli iddialar olan kişi veya kurumların suçlu olduğu düşüncesini oluşturacak şekilde teşhir edilmeleri durumunda ... masumiyet karinesinin zedeleneceği...” ifadelerinden, yayında tam olarak kimlerin suçluymuş gibi gösterildiği ya da kimlerin masumiyet karinesinin ihlal edildiğine dair net bir tespit de bulunmamaktadır.
Kurul kararında alıntılanan konuşmalar incelendiğinde, gazetecilerin otel sahipleri ile ilgili ve bazı bakanlarla ilgili sorumluluk vurgusu yaptıkları görülmektedir. Kamuoyuna yansıyan bilgiler ışığında bu sorgulamaların yüksek bir kamusal fayda taşıdığı, özellikle otel sahiplerine ilişkin değerlendirmelerin “görünür gerçekle örtüştüğü” ortadadır. Bakanlar hakkında ise herhangi bir yargı süreci bulunmadığına göre, adil yargılanma hakkının ya da masumiyet karinesinin ihlal edilmesi de söz konusu olamaz. Kaldı ki bakanlara dair ifadeler de görünür gerçeğe uygundur; olgusal temeli bulunan bir konuda dile getirilen bu eleştirel değer yargılarında belirgin bir kamu yararı olduğu açıktır.
Dolayısıyla, ülke çapında büyük acı yaratan – aralarında 36 çocuğun da bulunduğu – 78 kişinin ölümüyle sonuçlanan böylesi bir faciada gerçeklerin tüm yönleriyle ortaya çıkarılabilmesi için olayın sorumlularının sorgulanması, gazetecilerin görevi olmanın ötesinde kamusal sorumluluğudur. Bu kapsamda programa üst sınırdan yaptırım uygulanması adil ve ölçülü olmadığı gibi basın ve ifade özgürlüğüne de aykırıdır. Aynı zamanda 6112 sayılı Kanun’un Üst Kurul’a verdiği “düşünce çeşitliliğini koruma” göreviyle de çelişmektedir.
Değerlendirme ve Dayanaklar
1. Toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren adli süreçler ve benzeri konularda, kişi ya da kurumların doğrudan suçlanmadığı (suçlu ilan edilmediği) yayınlara dahi yaptırım uygulanmaya başlanması, basın özgürlüğü açısından ciddi sakıncalar doğuracaktır. Bu yaklaşım, bugünlerde neredeyse her gün yayınlanan ve halkı uyarıcı nitelikte olan “dolandırıcılık”, “fon vurgunu” gibi haber ve yorumların yapılmasını dahi güçleştirebilecektir. Yargılama süreçlerine ilişkin haber ve programlarda, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar kadar Üst Kurul’un da çok hassas davranması gerektiği açıktır. Toplumsal vicdanı yaralayan böylesi facialarda gazetecinin görevi; gerçeklerin ortaya çıkması, olayın tüm yönleriyle aydınlatılması için soru sormak ve yanıt aramaktır. Gerçeğe ulaşılabilmesi için de basın özgürlüğünün en geniş biçimde kullanılabildiği bir ortamın sağlanması zorunludur.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Özgür Boğatekin kararında (B.No: 2020/23730, 14/6/2023, RG: 7/12/2023) da, bir gazetecinin kamu kurumlarındaki usulsüzlük iddialarını gündeme taşıyıp yanıt aramasının basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Kararın gerekçesinde şöyle denilmektedir: “Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil, yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır.”. Devamında Mahkeme, “Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez.” diyerek gazetecinin duyumları aktarmasının ve yetkilileri hesap vermeye çağırmasının cezalandırılamayacağının altını çizmiştir. Nitekim başvurucu gazetecinin köşe yazılarında, ortaya attığı iddiaları kesin bir gerçek gibi sunmak yerine bunların söylenti olduğunu özellikle belirttiği ve iddiaların doğruluğuna ilişkin kendisinin hiçbir şüphesi olmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmaktan kaçındığı da belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi, bu olgusal temeli olan söylentileri aktarma ve sorgulama faaliyeti nedeniyle gazetecinin ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir. Bu yüksek yargı kararı gösteriyor ki, somut olayda da gazetecilerin bazı iddiaları gündeme getirerek sorumlulardan açıklama talep etmesi, sağlıklı bir demokratik toplumda cezalandırılması bir yana, kamu yararı açısından gerekli bir gazetecilik faaliyetidir.
2. Üst Kurul’un benzer nitelikteki önceki kararlarına baktığımızda, Danıştay tarafından iptal edilen bir yaptırım kararı da yol gösterici niteliktedir. Habertürk televizyonunun 19.02.2020 tarihli ana haber yayınında “Kırklareli eski Valisi O.Ç. eski sevgilisini darp etti” başlıklı habere yer verilmesi üzerine, adı geçen O.Ç. yayını RTÜK’e şikâyet etmiştir. Üst Kurul 14.05.2020 tarihli toplantısında, 6112 sayılı Kanun’un 8/1-(i) bendinin ihlal edildiği gerekçesiyle yayıncı kuruluşa “uyarı” yaptırımı uygulamıştır. Ancak yayıncı kuruluşun yargıya taşıdığı bu işlem, Danıştay 13. Dairesi’nin 08.03.2023 tarihli kararıyla RTÜK aleyhine bozulmuştur. Danıştay kararının sonuç bölümünde, söz konusu haberde olaya ilişkin açıklamaların “iddiaya göre” ve “ileri sürülmüştü” gibi kesinlik vurgusu içermeyen ifadelerle aktarıldığı, ileri sürülen iddiaların görünür gerçekliğe uygun olduğu, haberin kovuşturma evresine geçilmiş güncel bir gelişmeyi konu aldığı ve haber konusunda kamu menfaatinin bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca haberde mağdur M.Ö.’nün beyanlarının yanı sıra eski Vali O.Ç.’nin basın açıklamasına da yer verilmesiyle öz ile biçim arasındaki dengenin sağlandığı, kullanılan ifadelerin de haberin gerektirdiği ölçüde olduğu vurgulanmıştır. Dolayısıyla haberde, hakkında haber yapılan kişiyi peşinen suçlu ilan etme durumu olmadığı ve yapılan yayın ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı için Üst Kurul yaptırımının hukuka aykırı bulunduğu tespit edilmiştir.
Somut olaya benzer şekilde; oy çokluğuyla yaptırım uygulanan Orta Sayfa programında da gündeme getirilen konuların görünür gerçekle örtüştüğü, yapılan sorgulamaların yüksek bir kamusal fayda içerdiği, programda hiç kimsenin doğrudan suçlu ilan edilmediği ve bazı hususların iddia niteliğinde dile getirildiği açıktır. Bu yönüyle de söz konusu yayın hakkında üst sınırdan verilen yaptırım kararı isabetli ve hakkaniyetli değildir.
3. Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin “demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun” olup olmadığını denetlediği birçok kararında, şu ilkeyi vurgulamıştır: “Temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez.”. Bu çerçeve, ifade özgürlüğünün korunmasında ölçülülük ilkesinin altını çizmektedir. Kaldı ki 6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ile halkın haber alma hakkını ve düşünce çeşitliliğini sağlamaktır. Demokrasinin sağlıklı işlemesi için hayati öneme sahip basın ve ifade özgürlüğünün etkin şekilde kullanılabilmesi adına, medya hizmet sağlayıcılarına yönelik düzenleme ve denetlemelerde en hassas ve özgürlükleri gözeten tutumun benimsenmesi zorunludur. İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkını sağlamakla görevli RTÜK’ün de, basın özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinçle hareket etmesi demokratik toplumun kökleşmesi için şarttır.
Ancak son dönemde, RTÜK çoğunluğunun tarafsızlık ihlali veya eleştiri sınırlarının aşılması gerekçeleriyle hep aynı yayın kuruluşlarına sık yaptırımlar uyguladığı görülmektedir. Bu kuruluşlardan biri de NOW TV’dir. NOW logolu yayın kuruluşuna 2024 ve 2025 yıllarında, ağırlıkla “eleştiri sınırının aşıldığı” gerekçesiyle, 11 ayrı idari yaptırım (toplam 97,7 milyon TL para cezası) uygulanmıştır. Böylesine tekrar eden ve ölçüsüz cezalandırmalar hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, söz konusu yayıncı kuruluşa basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok adil davranılmadığı algısını doğurmakta; tarafsız olması gereken Üst Kurul’un yaptırım kararlarını kamuoyu nezdinde sorgulanır hale getirmektedir. Çoğulculuğu boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu tutum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfî müdahale, hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul göremez; Anayasa Mahkemesi’nin çizdiği demokratik toplum düzeni gerekleriyle de bağdaşmamaktadır.
4. İfade özgürlüğü, insan hakları belgelerinde ve Anayasamızda birinci kuşak temel haklar arasında yer almaktadır. Anayasa’nın 25. maddesi “düşünce ve kanaat hürriyeti”, 26. maddesi “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlıkları altında herkesin düşüncelerini ifade etme hakkını güvence altına almıştır. Anayasa’nın 28. maddesinde ise “Basın hürdür, sansür edilemez” denilerek basın özgürlüğü özel olarak korunmuştur. 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesinde de “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükmü yer almakta olup, basının eleştiri ve haber verme hakkı yasal güvence altındadır. Anayasa’nın 90. maddesine göre usulüne uygun yürürlüğe konulmuş uluslararası andlaşmalar kanun hükmünde olduğundan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi de “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir...” diyerek düşünceyi açıklama ve haber alma/verme özgürlüğünü teminat altına almaktadır.
Gerek Anayasa Mahkemesi gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin birçok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri ve kamusal yetki kullanan kişiler söz konusu olduğunda ifade özgürlüğünün, bir ölçüde abartıya ve hatta kışkırtıcı üsluba izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmiştir. Bu kişiler, konumları gereği kendilerine yönelik daha ağır eleştirilere katlanmak durumundadır; haklarındaki eleştirinin sınırları da sıradan bireylere göre çok daha geniştir. İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedefler. Dolayısıyla düşüncelerin ifade edilmesi sırasında kullanılan ifadelerin sert ve sarsıcı olması da doğal karşılanmalıdır. Nitekim AİHM’in Handyside/Birleşik Krallık kararında vurguladığı üzere, ifade özgürlüğü sadece hoşa giden ve rahatsız etmeyen fikirler için değil, “devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler” için de geçerlidir; demokratik toplumun olmazsa olmaz koşulları çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülüktür.
İfade özgürlüğü alanında uzman bir hukukçu tarafından hazırlanan bir el kitabında da gazetecilerin dile getirdiği eleştirel değer yargıları konusunda şu tespit yer alır: “Değer yargıları bir olay veya duruma ilişkin bakış açısı veya kişisel değerlendirmelerdir; doğru ya da yanlış oldukları kanıtlanamaz. Buna karşın bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen olguların doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesinin, bir gazeteci için kabul edilemez olacağını’ belirtmiştir.”. Sonuç olarak, doğrulanabilir bilgi veya olgulara dayanan ve “doğruluğunu ispatlama” yükümlülüğüne tabi tutulamayacak değer yargıları, hele ki siyaset alanında ifade edilenler, 10. madde kapsamında korunmaktadır. Hatta bu tür değer yargıları – demokratik toplum için hayati olan görüş çoğulculuğunun bir gereği olarak – özel bir korumadan yararlanırlar.
Somut olayda da program yorumcularının ifadeleri, olgusal temeli bulunan eleştirel değer yargıları niteliğindedir. 78 kişinin yaşamına mal olan otel yangınına ilişkin olarak; otelde yangın alarmı ve söndürme sistemlerinin bulunmadığı, işletmecinin maliyeti nedeniyle bu tedbirleri almamış olabileceği, otel sahibinin ihmali sonucu 78 insanın hayatını kaybettiği ve görevlerini yerine getirmeyen denetleyici kurumların sorumluluğu gibi, herkesin malumu olan görünür gerçekler ve resmi raporlara yansıyan bulgular söz konusudur. Gazetecilerin bu olgulara dayanarak sorumlulara sert eleştiriler yöneltmesi, hiçbir yetkiliye yönelik hakaret veya iftira içermediği sürece, ifade ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. Nitekim ulusal ve uluslararası yargı kararları uyarınca, olgusal temeli olan konulardaki eleştirel değer yargılarında ifade özgürlüğünün alanı daha geniş yorumlanmaktadır. Bu tür değer yargılarının doğruluğunu mutlak surette kanıtlama yükümlülüğünü gazeteciye yüklemek ise, özgür tartışma ortamını ortadan kaldıracak ölçüde ağır bir müdahale olacaktır.
Sonuç ve Kanaat
Yukarıdaki gerekçeler ışığında, Orta Sayfa programında yer alan yayın nedeniyle 6112 sayılı Kanun’un 8/1-(i) bendinin ihlal edildiği iddiasıyla verilen yaptırım kararına katılmıyorum. Programdaki ifadeler, yargı kararıyla suçluluğu sabit olmadıkça kimsenin suçlu ilan edilemeyeceği ilkesini ihlal etmemiş; tersine, görünür gerçeklerle desteklenen ve kamusal faydayı amaçlayan eleştirel yorumlar niteliğinde kalmıştır. Böylesine büyük bir trajedide sorumluların ortaya çıkarılması amacıyla yapılan yayın nedeniyle üst düzeyde idari para cezası ve müeyyide uygulanması, basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe oluşturacaktır. Kararın demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü olmadığı kanaatiyle, karara karşı oy kullanıyorum.