İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 27.05.2025 tarih ve 63 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 15.05.2025 tarihinde saat 20:00’de yayınlanan "Açıkça" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Gökmen Karadağ’ın yaptığı, her hafta dünyadaki gelişmeler ve iç politikaya dair güncel meselelerin konuklar ile birlikte yorumlandığı "Açıkça" adlı programda ekrana taşınan bazı ifadeler nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan, "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar, siyasi tartışmalar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
“h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 15.05.2025 tarihli “Açıkça” programında; İBB soruşturması ile Taşyapı firmasının sahibi Emrullah Turanlı’nın 14.05.2025 tarihinde Ekol TV’de yaptığı açıklamalar ile İstanbul’da yürüttüğü bazı inşaat projeleri ile ilgili yargı süreçleri, program konukları Prof. Dr. Hasan Sınar, önceki dönem Milletvekili Melda Onur, Gazeteci Hilmi Hacaloğlu, Gazeteci Fikret Bila, İyi Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez ve CHP Milletvekili Zeynel Emre tarafından ele alınmış ve değerlendirilmiştir.
Söz konusu değerlendirmelerle ilgili; Emrullah Turanlı’nın avukatının başvurusu üzerine, “…soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz” ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Toplumun gündeminde olan ve tartışılan konuların, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda siyasetçiler, gazeteciler, yazar ve sanatçılar tarafından irdelenmesi; serbest tartışmanın, ifade özgürlüğünün doğal parçasıdır. Bu noktada bir tereddüt ya da tartışma söz konusu değildir. Bu çerçevede ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması, toplumsal faydayı arttıracaktır.
Ayrıca, gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse AİHM kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar, kamuoyunda tanınan kişiler söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa dile getirilen görüşlerin, ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
Yaptırım uygulanan “Açıkça” programına ilişkin hazırlanan Uzman raporunda ve Kurul Kararında, “Taşyapı” firmasının sahibi Emrullah Turanlı ile ilgili kullanılan ifadelerin, eleştiri sınırını aştığı ve küçük düşürücü olduğu saptaması yapılmasına karşın, yaptırıma ilişkin temel tespit cümlesi, “...tarafsız bir dil kullanılarak seyircinin kendi değerlendirmesini yapmasına imkân tanınması gerekirken soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberlerin, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı...” şeklindedir.
Söz konusu “Açıkça” programı bir haber bülteni ya da haber programı değildir, Uzman raporunda da yer verildiği şekliyle bir “yorum” programıdır. Kurul Kararından anlaşılmamakla birlikte, Uzman raporunda görüleceği üzere, ihlale gerekçe yapılan ifadeler de akademisyen Prof. Dr. Hasan Sınar, CHP İstanbul Milletvekili Zeynel Emre, İyi Parti Grup Başkanvekili Turan Çömez ve Gazeteci Hilmi Hacaloğlu’na aittir.
Program konuğu akademisyen, siyasetçi ve gazetecilerinin, tartışma özgürlüğü kapsamında eleştirel değer yargısı niteliğindeki yorumlarının, haber aktarımı olarak nitelendirilerek, “doğruluk ölçütü” konması ve “ispat yükümlülüğü” getirilmesi; bu gerekçe ile medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanması, ölçülü ve rasyonel değildir.
Bir yayının ihlal teşkil edip/etmediği tespitinin yapılabilmesi için; o yayında verilmek istenilen mesaj ile söylemlerin bağlamının birlikte değerlendirilmesi zorunludur. Programda “Taşyapı” firmasının gündem başlıklarından biri olmasının gerekçesi, firma sahibi Emrullah Turanlı’nın 14.05.2025 tarihinde Ekol TV’de 14:55’te yayınlanan “Pınar Işık Ador ile Geniş Açı” adlı programında yaptığı “...İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı çete lideri ile benim sorunum. Şişli Belediye Başkanı, çete lideri yardımcısıyla benim sorunum. Benim Kartal'la da sorunum var. Benim Üsküdar’la da sorunum var. Benim Tuzlay'la sorunum var. Benim Sarıyer'le sorunum var. Niye sorunum var? Bunlar çete üyeleri. Onun için sorunum var....” şeklindeki açıklamalarıdır.
Emrullah Turanlı’nın söz konusu açıklamaları ve Taşyapı firmasının inşaat projeleriyle ilgili yürüyen yargı süreçleri, program konuklarının değerlendirmelerinin olgusal temelinin bulunduğuna işaret etmektedir. Bu çerçevede söz konusu ifadelerin, “haber” kategorisinde değil, kamusal faydası yüksek bir tartışmanın ve eleştiri hakkının parçası olarak değerlendirilmesi doğru olacaktır. Bu yönüyle, bir yorum programında eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler dolayısıyla, “soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberlerin, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı” gerekçesiyle üst sınırdan yaptırım uygulanması isabetli ve hakkaniyetli değildir.
Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da; temel hak ve özgürlüklerden olan basın ve ifade özgürlüğüne üst sınırdan bir yaptırımla müdahale edilirken, müdahalenin sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunluluğudur. Ancak Kurul Kararına, bütünüyle şikâyet dilekçesinde ifade edilen iddia ve hususların temel alındığı görülmektedir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, firmanın inşaat projeleri ile ilgili yürüyen yargı süreçleri bulunmaktadır ve kesin bir karar ortaya çıkmış değildir. Bir yanda şikâyetçinin iddiaları, diğer yanda da “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta program konuğu akademisyen, siyasetçi ve akademisyenlerin tartışma özgürlüğü ve eleştiri hakkı kapsamında gündeme getirilen eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeleri söz konusudur. Üst Kurulun bir soruşturma makamı gibi iddiaları araştırma imkânı bulunmamaktadır.
Gerek Uzman raporunda gerekse de Kurul Kararında, cevap ve düzeltme hakkı başvurusu ve bu talebin, medya hizmet sağlayıcı tarafından karşılanıp karşılanmadığına ilişkin bir bilgi de yer almamaktadır.
Bu duruma rağmen; Üst Kurulun, taraflardan biri sayılabilecek bir firmanın şikâyet dilekçesini “bütünüyle doğru” kabul ederek ve eleştirel yorumlara haber niteliği atfederek yaptırım yoluna gitmesi rasyonel ve ölçülü değildir.
Söz konusu “Açıkça” programında, Emrullah Turanlı’nın açıklamalarıyla gündem maddesi haline gelen bir konuda değerlendirmeler yapıldığı, doğrudan bir suçlamanın gündeme getirilmediği, İstanbul’un bazı merkezlerinde yürütülen inşaat projeleriyle ilgili toplumda oluşan merakın giderilmeye çalışıldığı ve kamuoyunun sağlıklı oluşumuna katkı sunan bir yayıncılık yapıldığı görülmektedir.
Bu yönüyle de yayında ihlal teşkil edecek hiçbir hususun bulunmadığı, “h halk” logolu kuruluşa üst sınırdan uygulanan yaptırım kararının da hakkaniyetten yoksun ve adaletsiz olduğu ortadadır.
2- Hukuk alanında sıklıkla atıf yapılan “Usul, esastan üstündür.” ilkesinin, demokrasinin temeli olan basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin iş ve işlemlerde hassas şekilde uygulanması zorunludur.
Bu kapsamda; öncelikle “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa, üst sınırdan yaptırım uygulanmasına neden olan Uzman raporu ve raporu esas alan Kurul Kararının, usul yönünden incelenmesi de yerinde olacaktır.
Uzman raporunda; program konuğu akademisyen, siyasetçi ve gazetecilerin yorumları, “haber” olarak nitelenmiş ve haberde doğruluk kıstasına alınmıştır. Bu yapılırken de 4 başlık halinde değerlendirme yoluna gidilmiştir. Raporun ilgili bölümünün özet hali şöyledir:
“1. ‘Çete’ ve ‘Örgüt’ İmaları
... Yargı kararıyla kesinleşmiş bir "örgüt" suçlaması olmaksızın böyle bir niteleme yapılması, eleştiri sınırlarını aşmaktadır.
2. ‘Hançer’ Metaforu ve Aşağılayıcı İfadeler
...Bu tür metaforlar, eleştiri sınırlarını aşıp küçük düşürücü nitelik kazanabilir.
3. Rüşvet İddiası ve Suç İsnadı
... Yargı kararıyla kesinleşmemiş bir suç isnadı, eleştiri sınırlarını aşabilir.
4. Kumpas İddiası ve Kayyum İlişkilendirmesi
...Somut delil olmaksızın yapılan bu tür iddialar, eleştiri sınırlarını aşabilir.”
Görüleceği üzere; Uzman raporunda 4 konu başlığı altında ihlal oluşturduğu varsayılan ifadelerle ilgili ortak tespit, eleştiri sınırının aşılmasıdır.
Kurul Kararında da; “...yargı kararıyla kesinleşmiş bir ‘örgüt’ suçlaması olmaksızın bu şekilde yapılan imaların ve bu tür metaforların eleştiri sınırlarını aşıp küçük düşürücü nitelikte olduğundan...” şeklinde, Uzman raporunda olduğu şekliyle “eleştiri sınırının aşıldığı” tespiti yapılmıştır.
Üst Kurulun uygulamakla yükümlü olduğu 6112 sayılı Kanun’un yayın ilkelerini düzenleyen 8’inci maddesinin 1’inci fıkrasının eleştiri sınırlarının aşılması ilgili “ç” bendi “İnsan onuruna ve özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” şeklindedir.
Gerek Uzman raporunda gerek Kurul Kararında, ihlal “ç” bendine göre tanımlanmasına ve bu zeminde gerekçelendirilmesine karşın, yaptırımın “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz;...” şeklindeki “ı” bendinden uygulanması isabetli ve rasyonel değildir.
Yukarıda da belirtildiği şekilde “Açıkça” programı bir yorum programıdır. Program konuğu yorumcuların eleştirel değer yargısı niteliğindeki kimi ifadelerinin haber aktarımı gibi değerlendirilerek “ı” bendinden yaptırım yoluna gidilmesi, ifade özgürlüğünü, tartışma özgürlüğünü, eleştiri hakkını yok saymaktır.
3- Ayrıca “h halk” logolu kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanmasına neden olan Uzman raporu ve Kurul Kararında; “çete, örgüt” gibi ifadelerin kesinleşmiş bir yargı kararı olmaksızın kullanılması, ihlal gerekçesi olarak gösterilmiştir.
Ancak aynı ifadeler, “h halk” logolu kuruluşla ilgili şikâyette bulunan Taşyapı firmasının sahibi Emrullah Turanlı tarafından 14.05.2025 tarihli Ekol TV’de yayınlanan “Pınar Işık Ador ile Geniş Açı” programında, ““...İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı çete lideri ile benim sorunum. Şişli Belediye Başkanı, çete lideri yardımcısıyla benim sorunum. Benim Kartal'la da sorunum var. Benim Üskudar'la da sorunum var. Benim Tuzlay'da sorunum var. Benim Sarıyer'le sorunum var. Niye sorunum var? Bunlar çete üyeleri. Onun için sorunum var....” şeklinde, birden çok belediye başkanı ve yöneticisi için kullanılmıştır.
Söz konusu Ekol TV yayınında kullanılan ifadelerin de bir yargı kararına dayanmadığı, belediye başkanları ile ilgili kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmadığı kuşkusuzdur.
Üst Kurulun aynı ifadeleri, bir medya hizmet sağlayıcı kuruluş için ihlal ve yaptırım gerekçesi olarak değerlendirirken, aynı veya benzer ifadelerin başka bir medya hizmet sağlayıcısı yayınında geçmesine rağmen herhangi bir yaptırım uygulanmaması, çifte standart algısını besleyecek, kurumsal uygulama standartları açısından açık bir çelişki doğuracak niteliktedir. Kurul Kararlarının eşit uygulanabilirliği açısından ciddi bir tutarsızlık göstergesi olan bu durum; Üst Kurulun tarafsızlığına zarar verecek, Kurul Kararlarını tartışmalı hale getirecektir. 6112 sayılı Yasa kapsamında Üst Kurul; tüm kuruluşlara tarafsızlık ve hakkaniyet ölçülerinde, makul ve ayrımcılık içermeyecek koşullarda hizmet vermek zorundadır.
4- Soruşturma/yargılama süreçleriyle ilgili haber ve yorumlarda, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar kadar, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun da çok hassas davranması gerektiği açıktır. İstanbul’daki imar uygulamaları, rüşvet iddiaları ve bu bağlamdaki yargı süreçleri ile ilgili, gerçeklerin ortaya çıkarılabilmesi, olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi için basın özgürlüğünün en geniş şekilde kullanılabileceği ortamın oluşturulması zorunludur.
Çağdaş demokrasilerde basın, “halkın gözcüsü/gözetleyici” (watchdog) durumundadır ve siyasilere, tanınmış kişilere ilişkin haber ve yorumlarda çok daha geniş bir özgürlük alanına sahip olması gerektiğine kuşku yoktur.
Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi’nin Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (B. No: 2020/23730) 14/6/2023 tarihli kararı; gazetecilerin kimi iddiaları gündeme taşıması ve yanıt araması faaliyetinin çerçevesine ilişkin büyük önem taşımaktadır. Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde, şu görüşler yer almıştır:
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).”
Gazetecilerden bir beyanın doğruluğunu kanıtlamakla yükümlü savcı gibi hareket etmelerini beklemek aşırı yüksek bir ispat külfeti getirir ve böyle bir mükellefiyet sanık veya davalı olarak yargılandıkları davalarda hakkaniyete uygun düşmeyen sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu sebeple somut davada başvurucunun bir gazeteci olarak yeterince sorumlu bir şekilde davrandığını kabul etmek gerekir (Orhan Pala, 2014/2983, 15/2/2017, §51).
Görüleceği üzere; Anayasa Mahkemesi, olgusal temeli bulunan konularda söylentilerin bile haberleştirilmesine olanak tanımaktadır. Yaptırıma konu yorum programında da olgusal temeli bulunan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğinde değerlendirmeler yapılmıştır.
Bu açık duruma rağmen; Anayasa Mahkemesi’nin, gazeteciliğin çerçevesine ilişkin kararı dikkate alınmaksızın üst sınırdan verilen yaptırım kararı, hukuka aykırıdır, ifade ve basın özgürlüğünü daraltıcı niteliktedir.
5- Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da, haber programı ile yorum programları arasındaki farklılıktır.
Söz konusu program ile ilgili ihlal iddiası; gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul kararında, “Haber aktarımında doğruluk, gerçeklik ve tarafsızlık haberciler açısından hem hukuki hem de ahlaki zorunluluktur.” denilerek, “haber” ve “gazetecilik” üzerinden gerekçelendirilmiştir.
Ancak, yaptırıma konu edilen ifadeler; bir haber bülteni ya da haber programında, sunucu ya da gazeteci tarafından gündeme getirilmiş değildir. Program konuğu gazeteci, akademisyen ve siyasetçinin canlı yayında yaptığı sorgulama/açıklamaların, haber aktarımı olarak tanımlanması ve bunun üzerinden, “haberlerin soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı” gerekçesi ile medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması hukuki değildir.
RTÜK’ün program türlerine ilişkin rehberindeki (https://www.rtuk.gov.tr/program-turleri-kod-kitapcigi/3832) tanımlamalar dikkate alındığında; “h halk” logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan ve yaptırım uygulanan “Kayda Geçsin” programı, güncel programlar türü altında, “yorum programı” kategorisine girmektedir. Uzman raporunda da yayının türü, “Güncel programlar, Yorum Programları” olarak kodlanmıştır.
Bu duruma rağmen; siyasetçilerin, akademisyenlerin, gazetecilerin bir yorum programında ifade ettiği görüşler ve gündeme getirdiği iddiaların, “haber” kategorisinde değerlendirilmesi ve “ispat yükümlülüğü” aranması, rasyonel değildir, haksızdır ve dayanaktan yoksundur.
Bir yorum programında, olgusal temeli bulunan yorumlar nedeniyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması; toplumun genelini ilgilendiren konularda serbest tartışmanın yolunun kapanması, basın ve ifade özgürlüğünün daralması sonucunu doğuracaktır. Bu yönüyle de üst sınırdan uygulanan yaptırım kararı; haksız, orantısız ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici niteliktedir.
6- Yorum programları özelinde, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi’nin, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun benzer bir konudaki yaptırım işlemini hukuka uygun bulmayan ve Danıştay Onüçüncü Daire tarafından onanan kararı, yol gösterici niteliktedir.
Üst Kurulun 19.03.2020 tarih ve 2020/12 sayılı toplantısında alınan, 27 No.lu kararla; Haber Türk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan “Gerçek Fikri Ne?” programında, sunucu ve program konuklarının; dış politik gelişmeler ve iç savaş riski üzerine yaptıkları değerlendirmelerle, “tarafsızlık, gerçeklik doğrularını esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır” ilkesini ihlal ettikleri gerekçesiyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanmıştır.
Yaptırım kararı yayıncı kuruluş tarafından yargıya taşınmış, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin davanın reddi yönündeki kararı, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesinin, 30.11.2023 tarih ve 2023/5695 E., 2023/6967 K. sayılı kararı ile bozulmuştur. Kararın gerekçesinde; “...söz konusu programın, haber programı olmayıp sosyal ve politik hususlarda fikirlerin ileri sürüldüğü bir tartışma programı olduğu, davacının ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ‘milli güvenliğin’ korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı... Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 19.3.2020 tarih ve toplantı No: 2020/12, Karar No:27 sayılı işleminde hukuka uygunluk, davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır” değerlendirmesi yer almıştır.
İlgili kararın Üst Kurul tarafından temyiz edilmesi sonucunda; DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE (E:2024/897, K:2024/3031), 02/07/2024 tarihinde, RTÜK’ün temyiz istemini reddederek, Bölge İdare Mahkemesi kararını ONAMIŞTIR.
Danıştay tarafından onanan karar, RTÜK tarafından yapılan haber programı ve yorum programı ayrımının yargı tarafından da kabul edildiğinin göstergesidir.
7- Yine bu çerçevede; Danıştay Onüçüncü Dairesi tarafından onaylanan ve aşağıda ayrıntıları yer alan başka bir kararda da; kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda, doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği belirtilmektedir. Şöyle ki;
- Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu karar ile “Haber Türk” logolu ve “Ciner Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, 20.03.2020 tarihli “Para Gündem” programında 6112 sayılı Yasa’nın 8/1 (ı) bendinden yaptırım uygulanmıştır.
- Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilmiştir.
- RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir.
- Ardından RTÜK; BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE (E:2021/2226, K:2021/2262), 15/06/2021 tarihli kararında; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
8- Yayınlarda zaman zaman bazı kişi ya da kurumlarla ilgili iddiaların da gündeme taşınması, olağan bir durumdur. Kişi ve kurumların da bu iddialara ilişkin cevap ve düzeltme hakkı vardır ve bu hak, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un, “Yayın Hizmeti İlkeleri” başlıklı 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (o) bendinde, “Kişi ve kuruluşların cevap ve düzeltme hakkına saygılı olmak zorundadır” şeklinde düzenlenerek, koruma altına alınmıştır. Bu kapsamda; Taşyapı Firması ve firma sahibi Emrullah Turanlı’nın düzeltme ve cevap hakkının da bu koruma altında olduğuna şüphe yoktur.
Düzeltme ve cevap hakkı, 6112 sayılı Kanun’un 18. maddesinde daha ayrıntılı şekilde düzenlenmiş, bu hakkın hangi durumlarda ve ne şekilde kullanılacağına dair hükümler, 7 fıkra halinde açıklanmıştır. “Düzeltme ve cevap hakkı” başlıklı 18’inci maddesinin birinci fıkrasında; “Gerçek ve tüzel kişiler, …veya gerçeğe aykırı yayın yapılması hâlinde, yayın tarihinden itibaren altmış gün içinde, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmamak ve suç unsuru içermemek kaydıyla, düzeltme ve cevap yazısını ilgili medya hizmet sağlayıcıya gönderir. Medya hizmet sağlayıcılar, hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde, cevap ve düzeltmeye konu yayının yapıldığı saatte ve programda, izleyiciler tarafından kolaylıkla takip edilebilecek ve açıkça anlaşılabilecek biçimde düzeltme ve cevabı yayınlar. Düzeltme ve cevap hakkı doğuran programın yayından kaldırıldığı veya yayınına ara verildiği durumlarda, düzeltme ve cevap hakkı, yedi günlük süre içinde anılan programın yayın saatinde kullandırılır. Düzeltme ve cevapta, buna neden olan yayın belirtilir.” hükmüne yer verilerek, söz konusu hakkın kapsamı belirlenmiştir.
Dolayısıyla 6112 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri, medya hizmet sağlayıcılar ile muhatapları arasındaki ilişkiyi, olası bir yaptırımdan önce, “düzeltme ve cevap hakkını” önceleyen bir anlayışla ele almaktadır.
Üstelik cevap ve düzeltme hakkı dayanağını doğrudan Anayasamızdan almaktadır. Anayasamızın 32’inci maddesinde; “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir. Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir” hükmü yer almaktadır. Görüleceği üzere, cevap ve düzeltmeye karar verecek yargılama makamının kararını kaç gün içinde vereceği hükmünün dahi Anayasa’yla düzenlenmesi, bu hakkın yasa koyucu tarafından ne derece önemsendiğinin göstergesidir.
Bu çerçevede, 6112 sayılı Kanun’da, “Düzeltme ve Cevap Hakkı” özel olarak düzenlenmişken; bu yola başvurulmaksızın, doğrudan bir suçlama içermeyen değerlendirmeler nedeniyle, basın ve ifade özgürlüğünü de zedeleyecek şekilde, bir yayının doğrudan yaptırım konusu yapılması, ölçülü ve rasyonel değildir, yaptırımların kanuniliği ve eşitliği ilkesine aykırıdır.
9- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yönüyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda yapılan yorum ve tartışma programlarının, kamuoyunun sağlıklı şekilde oluşmasına katkı yaptığı açıktır.
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; Üst Kurulun denetim görevini yürütürken, çok hassas ve adil davranması, hak ve özgürlüklere müdahalede sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. Aksi halde çok sesliliği sağlamak, toplumun özgürce kanaat oluşturmasına katkı sunacak ortamı kurmak mümkün olmayacaktır.
Ancak son dönemde, tarafsızlığın ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya suçluluğu yargı kararı ile kesinleşmeden, kişilerin suçlu ilan edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
10- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
11- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, tanınmış kişiler söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir. (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102)
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir.¹⁹⁸ (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD])
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, siyasi tartışma ve eleştiri hakkı söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Sonuç itibarıyla, siyasetçilerin, akademisyenlerin, gazetecilerin bir yorum programında, ifade özgürlüğü kapsamında gündemde olan bir konuyu tartıştığı, olgusal temel bulunan bir konudaki eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmeler için ispat yükümlülüğü aranması ve haber aktarımı olarak nitelendirilmesini gerektirecek bir durumun olmadığı açıktır. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşun da kamusal sorumluluk anlayışına aykırı bir tutumunun olmadığı görülmektedir.
Bu nedenlerle; olgusal temeli olan bir konuda yapılan sorgulamalar ve kamusal faydası yüksek serbest tartışma gerekçe gösterilerek uygulanan yaptırımın, toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici nitelikte olacağı, basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe oluşturacağı, ayrıca yayında 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 26.06.2025


