İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 18.03.2025 tarih ve 39 sayılı yazısına konu TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 10.03.2025 tarihinde saat 20:00’de yayınladığı "18 Dakika" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere, TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 10.03.2025 tarihinde saat 20:00’de canlı olarak yayınlanan moderatörlüğünü Dr. Merdan Yanardağ ve Prof. Dr. Emre Kongar'ın yaptığı dinî, tarihi, siyasi vb. konuların ele alındığı "18 Dakika" adlı programda Dr. Merdan Yanardağ tarafından; “...Pes ya! Bu nasıl bir ilkelliktir, nasıl bir Ortaçağ anlayışı, zihniyetidir? İnsanları dil, din, etnik köken, felsefî tercih ve siyasal görüşleri nedeniyle ötekileştirmek, düşmanlaştırmak ve onları yok edilecek, gebertilecek insanlar olarak görmek ancak ve ancak bir Ortaçağ ilkelliği bir Orta Çağ ilkelliğiyle mümkün. Bu nedenle İslam Dünyası’nın o maalesef büyük Orta Çağı devam ediyor. Bu nedenle İslam Dünyası’nda oluk oluk kan akıyor, Müslümanlar Müslümanları öldürüyor tekbir getirerek. O yüzden hala İslam Dünyası büyük bir sefalet, yoksulluk ve ilkellik içinde kıvranıyor. O yüzden bilim üretemiyor, teknoloji üretemiyor, refah üretemiyor, barış üretemiyor, istikrar üretemiyor. O yüzden kadınlar hiçbir demokratik hak ve özgürlüğe sahip değiller o ülkelerde. O nedenle tek gelişmiş bir İslam ülkesi yok, tek. Öne çıkan İslam ülkesi yok…” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yer alan; "Irk, renk, dil, din, tabiiyet, cinsiyet, engellilik, siyasi ve felsefi düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğuyla” verilen karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; Üst Kurulun denetim görevini yürütürken, çok hassas ve adil davranması, hak ve özgürlüklere müdahalede sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. Aksi halde çok sesliliği sağlamak, toplumun özgürce kanaat oluşturmasına katkı sunacak ortamı kurmak mümkün olmayacaktır.
“Tele 1” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 10.03.2025 tarihinde yayınlanan, "18 Dakika” adlı programda, Gazeteci Merdan Yanardağ’ın bazı ifadelerinin "Irk, renk, dil, din, tabiiyet, cinsiyet, engellilik, siyasi ve felsefi düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez." ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle Üst Kurul çoğunluğu tarafından, yayıncı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Tele 1 logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, yaptırım uygulanan 10.03.2025 tarihli “18 Dakika” isimli programı, Uzman raporunda da belirtildiği gibi bir yorum programıdır ve programda, Merdan Yanardağ’ın;
“...Pes ya! Bu nasıl bir ilkelliktir, nasıl bir Ortaçağ anlayışı, zihniyetidir? İnsanları dil, din, etnik köken, felsefî tercih ve siyasal görüşleri nedeniyle ötekileştirmek, düşmanlaştırmak ve onları yok edilecek, gebertilecek insanlar olarak görmek ancak ve ancak bir Ortaçağ ilkelliği bir Orta Çağ ilkelliğiyle mümkün. Bu nedenle İslam Dünyası’nın o maalesef büyük Orta Çağı devam ediyor. Bu nedenle İslam Dünyası’nda oluk oluk kan akıyor, Müslümanlar Müslümanları öldürüyor tekbir getirerek. O yüzden hala İslam Dünyası büyük bir sefalet, yoksulluk ve ilkellik içinde kıvranıyor. O yüzden bilim üretemiyor, teknoloji üretemiyor, refah üretemiyor, barış üretemiyor, istikrar üretemiyor. O yüzden kadınlar hiçbir demokratik hak ve özgürlüğe sahip değiller o ülkelerde. O nedenle tek gelişmiş bir İslam ülkesi yok, tek. Öne çıkan İslam ülkesi yok…” şeklindeki "İslam Dünyası"na ilişkin sözlerinin, sekter, ayrımcı ve aşağılayıcı olduğu savıyla, rapor düzenlenmiştir.
Ancak, Uzman raporunda programda hangi konunun işlendiğine dair bir bilgi olmadığı gibi, Merdan Yanardağ’ın, yaptırıma konu ifadelerinin, neden ve neye istinaden yapıldığına yönelik bir açıklama da bulunmamaktadır.
Bu noktada yayında işlenilen konunun belirtilmesi, yerinde olacaktır. Programda; 6-7 Mart 2025 tarihleri arasında, dünya gündemi ile birlikte ülke gündeminde de geniş yer tutan ve özellikle ülkemizde ciddi tepkilere yol açan, kamuoyuna “Suriye’de Alevi katliamı” olarak yansıyan olaylar ele alınmıştır. Merdan Yanardağ programı;
“(20:00) Değerli seyirciler, kötü bir hafta sonu yaşadı bölge ve Türkiye. Suriye’de bir Alevi katliamı var. Suriye’deki rejiminin, bir Orta Çağ rejimi olduğunun en önemli işareti bu. Mezhep çatışması, mezhep savaşları, mezhep kavgaları Orta Çağa özgü arızalardır. Örneğin Batının 13. 14. yüzyılda bıraktığı en son belki 15. yüzyılda tanık olduğu ilkel sadece inançları nedeniyle başka insanları öldürmeyi ve yok etmeyi amaçlayan, inançlar üzerinde yükselen bir egemenlik ve hegemonya anlayışının hüküm sürdüğü tarihsel kesitlerdir. Avrupa’nın neredeyse bin yıla yakın süredir bıraktığı terk ettiği o karanlığın içinde Doğu İslam dünyası hala delinmeye devam ediyor. O nedenle dünyada gelişmiş, bilim üreten, teknoloji üreten tek bir İslam ülkesi yok. Bunlardan bir istisna Türkiye Cumhuriyeti idi, bu dünyanın tek istisnası. O Türkiye Cumhuriyeti’ni de, paçalarından o İslam Dünyası’nın devam eden o karanlık Orta Çağın içine çekmeye çalışıyorlar. Sırf Alevi diye, sırf farklı bir İslami yoruma sahip diye, farklı bir mezhebe sahip diye, insanları yok etmek, katletmek ancak bir Orta Çağ ilkelliğiyle, barbarlığıyla açıklanabilir. Suriye’de insanlığa karşı bir suç işleniyor.” şeklindeki sözlerle açmış, program bu konu üzerine devam etmiştir.
Uzman raporunda ve raporu dayanak alan Kurul Kararında, bir yandan, “sunucunun kullandığı ifade ve üslubu itibariyle ayrım ve aşağılamaya verimli ortam oluşmasına aracılık ettiği” savı ileri sürülürken, diğer yandan “program sunucusunun sekter bir üslupla ayrımcı ve aşağılayıcı bir tutum benimsediği” ileri sürülerek yaptırım ihlali gerekçelendirilmektedir. Birbiriyle çelişen ifadeler üzerinden uygulanan bir yaptırım kararının, objektiflik kriteriyle bağdaşmadığı ortadadır.
Ayrıca; sunucunun konuşmaları bütünlüğü ve bağlamında değerlendirildiğinde, yayında tam tersi bir yaklaşımın sergilendiği, Suriye’de Alevi kesiminin ayrımcılık ve aşağılamaya maruz kalmasının eleştirildiği görülmektedir. Sunucunun, “İnsanları dil, din, etnik köken, felsefî tercih ve siyasal görüşleri nedeniyle ötekileştirmek, düşmanlaştırmak ve onları yok edilecek, gebertilecek insanlar olarak görmek ancak ve ancak bir Orta Çağ ilkelliğiyle mümkün.” şeklindeki ifadelerinin; konuşmaların ana fikri ve verilmek istenilen mesaj zemininde ele alındığında da, mezhep farklılıklarının çatışma ve katliam gerekçesi yapılmasına tepki olduğu açıktır. Bu duyarlılığın sert bir üslupla ortaya konulmasında kamu yararını olduğu da açıktır.
Kurul Kararında yaptırım gerekçelerinden biri de; “İslam Dünyası’na yönelik olarak sarf edilen ifadelerin; 6-7 Mart tarihlerinde Suriye'nin Lazkiye ve Tartus kentlerinde yaşanan hadiseler ile alakalı yaşanan olaylara sağduyulu bir düşünceyle yaklaşmaktan ziyade olayların daha büyümesine ve özellikle mezhepsel provokasyonlara sebebiyet verecek nitelikte olduğu” gösterilmiştir.
Söz konusu programdaki ifadelerin bağlamının, Suriye’nin çeşitli kentlerinde yaşanan ve bine yakın Suriye vatandaşının yaşamını yitirdiği olaylarla ilgili olarak kullanıldığı açıktır. Ulusal ve uluslararası medyaya yansıyan haberlerde de; saldırılarda yaşamını yitirenlerin büyük bölümünün, Suriye’de yaşayan Alevi inancına sahip kişiler olduğu, hatta olayların araştırılması için Suriye yönetiminin bağımsız bir komisyon kurduğu şeklinde bilgilerin yer aldığı görülmüştür. 09.03.2025 tarihli haberlerden bir örnek şu şekildedir:
“Suriye Cumhurbaşkanı Şara, Lazkiye’deki olaylar için bağımsız soruşturma komitesi kurulduğunu duyurdu. Suriye Cumhurbaşkanlığından yapılan yazılı açıklamada, Lazkiye'deki olayların tüm yönleriyle incelenmesi ve sorumluların belirlenmesi amacıyla yedi üyeden oluşan bağımsız bir komitenin görevlendirildiği belirtildi. Bağımsız soruşturma komitesi, olayların çıkış nedenlerinin ve gelişim sürecinin araştırılması, sivillere yönelik ihlallerin soruşturulması ve sorumluların belirlenmesi, kamu kurumları, güvenlik güçleri ve orduya yönelik saldırıların incelenmesi için yetkilendirildi.
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/suriye-cumhurbaskani-sara-lazkiyedeki-olaylar-icin-bagimsiz-sorusturma-komitesi-kuruldugunu-duyurdu/3504650 (E:T.:09.05.2025)
Görüleceği üzere; Merdan Yanardağ’ın Suriye’deki olayların, Türkiye’ye olası yansımaları ile ilgili görüşlerini ifade ettiği, inançlarından ötürü kimsenin ötekileştirilmemesi ve aşağılanamaması gerektiğine vurgu yaptığı, Suriye’de bazı grupların, önceki yönetimin uygulamaları nedeniyle Alevi inancına sahip kişilere karşı önyargılı ve tehditkâr bir tutum içine girdiğine dikkat çektiği görülmektedir. Yanardağ’ın, olayların doğru analiz edilmesi ve sağlıklı politikalar oluşturulmasına yönelik iktidara yönelik uyarılar yaptığı, benzer durumlarda pek çok siyasetçi ve kanaat önderinin de dile getirdiği şekliyle, siyasi bir kavram olan İslam Dünyası’na ilişkin eleştirel bir dil kullandığı, ifadelerin olgusal bir temelinin bulunduğu ortadadır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da zaman zaman “İslam Dünyası” başlığında değerlendirmelerde bulunduğu ve benzer eleştirileri dile getirdiği görülmektedir. Bu çerçevede; Cumhurbaşkanı Erdoğan, 19.12.2019 tarihinde, Kuala Lumpur Zirvesi açılışında yaptığı;
“Ticaretten siyasete, dış politikadan savunma sanayi ve teknolojiye kadar hemen her alanda potansiyellerinin çok altında rakamlarla karşı karşıya olduklarını vurgulayan Erdoğan, İslam ülkelerinin dünya ekonomisindeki toplam payının yüzde 10'u dahi bulmadığını anlattı… Erdoğan, dünya genelinde okuryazarlık oranı yüzde 82,5 iken bu oranın İslam dünyasında yüzde 70 civarında seyrettiğini, İslam ülkelerinin milli gelirlerinin yalnızca 3,7'sini eğitime ayrılırken diğer ülkelerin ortalama yüzde 4,8'ini tahsis ettiğini aktardı.
Şu an dünya genelinde yaşanan çatışmalarda ölenlerin yüzde 94'ünü Müslümanların oluşturduğunu, hâlihazırda dünyada satılan her 3 silahtan birinin Ortadoğu'ya gittiğini ifade eden Erdoğan, Müslümanların çoğu zaman basit sebeplerle birbirine kurşun sıkarken, kaynaklarını eğitim, sağlık, araştırma-geliştirme yerine silahlanmaya ayırırken zenginleşenlerin Batılı silah tüccarları olduğunu bildirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları kaydetti: ‘Az önce izledik yapay zekânın, kuantum bilgisayarlarının, robotik teknolojilerin konuşulduğu bir dönemde ne yazık ki biz enerjimizi iç kavgalarla heba ediyoruz…’
Savunma, enerji, ileri teknoloji, finans başta olmak üzere stratejik önemi haiz alanlarda iş birliğini daha da ilerletmeleri gerektiğini belirten Erdoğan, milli paralarla ticaretten yatırımlara, zekat müessesesinin ihyasından israfının önlenmesine, çevreden eğitime, sağlığa, turizme kadar kısa süre içerisinde atılabilecek pek çok adım olduğunu söyledi.” https://www.aa.com.tr/tr/dunya/cumhurbaskani-erdogan-islam-aleminin-kaderini-5-ulkenin-keyfine-birakan-sistem-omrunu-tamamlamistir/1677837 (E:T::09.05.2025)
Yine, 30.04.2025 tarihinde yaptığı; “Bu hazin tablonun ortaya çıkmasında İslam coğrafyası olarak bizim hiç payımız yok mu? Yaşadığımız zorluklar, sınamalar, ihtilaflar karşısında birbirimize daha sıkı kenetlenemez miydik? El ele verip daha adil, daha müreffeh bir dünyayı hep birlikte inşa edemez miydik? İlahi Kelimetullahı mihver kabul ederek barışı, huzuru, güvenliği yeryüzünde hâkim kılamaz mıydık? Geçmişten gerekli dersleri çıkarıp, geleceğe çok daha sağlam adımlarla yürüyemez miydik? Filistin’de, Suriye’de, Yemen’de, Somali’de, Sudan’da, Lübnan’da, daha pek çok yerde çekilen acıları indiremez miydik? Ecdadın mirasına sahip çıkarak medeniyetimizi yeniden dünyanın en yüksek seviyesine getiremez miydik? Bu sorular hiç şüphesiz çoğaltılabilir. Ancak sorular farklı olsa da, cevapların hep aynı olduğunu görüyoruz.” https://www.tccb.gov.tr/konusmalar/353/159743/uluslararasi-kur-an-i-kerim-i-guzel-okuma-yarismasi-odul-toreni-nde-yaptiklari-konusma (E.T.:09.05.2025)
şeklindeki konuşmalarının, Merdan Yanardağ’ın İslam Dünyası’na ilişkin ifadeleriyle örtüştüğü ve söylemlerin olgusal temeli niteliğinde olduğu görülmektedir.
Benzer değerlendirmelerin pek çok kesim tarafından zaman zaman dile getirildiği dikkate alındığında, yayında ifade edilen görüşlerin olgusal temeli bulunan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğinde olduğu, iktidar politikalarına tepki olarak dile getirilen görüşlerin toplumun bir kesimini hedef almadığı, mezhepsel ya da inanç yönünden aşağılama veya ayrımcılık içermediği, basın ve ifade özgürlüğünü aşan bir yönünün bulunmadığı açıktır.
Bu çerçevede; ihlal gerekçesi olarak sunulan argümanlara bakıldığında; zorlama ve subjektif yaklaşımlarla yaptırım kararının gerekçelendirildiği, benzer eleştirilerin zaman zaman siyasi arenada da dile getirildiği, bir gazetecinin, eleştirel nitelikteki değerlendirmeleri nedeniyle, yayın kuruluşunun yaptırıma maruz kalmasının kabul edilemez olduğu ortadadır.
Anayasa Mahkemesi ile AİHM kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa, dile getirilen görüşlerin ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
Bu yönüyle Gazeteci Merdan Yanardağ’ın olgusal temeli bulunan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğinde olan ve ifade özgürlüğü kapsamında kalan ifadeleri nedeniyle Tele 1 logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanması, adil ve ölçülü değildir, basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı niteliktedir.
2- Yaptırım uygulanan programda; Gazeteci Merdan Yanardağ’ın bir inancı doğrudan hedeflememesine rağmen, "Irk, renk, dil, din, tabiiyet, cinsiyet, engellilik, siyasi ve felsefi düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez." hükmünden yaptırım kararı alınmıştır.
Oysaki hedef kitlesi net olarak bilinen ve daha ağır ifadelerin dile getirildiği bir yayına, Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırım kararı, DANIŞTAY tarafından uygun bulunmamış ve RTÜK Kararı iptal edilmiştir.
I- Üst Kurulun 15.04.2020 tarihli ve 2020/16 sayılı toplantısında alınan 15 No.lu karar ile FOX logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, 30,31.03.2020 ve 01.04.2020 tarihlerinde saat 19:00’da yayınlanan ve sunuculuğunu Fatih Portakal'ın yaptığı Ana Haber Bültenlerinde, sunucu tarafımdan söylenen; “…Kötü yönetim nasıl olurmuş örneği burada. Kötü yönetmek nasıl olurmuş bir ülkeyi örneği burada. Zamanındaki paraları çarçur ederek harcamak nasıl olurmuş? Kara gün düşünmeden ülke yönetmek nasıl olurmuş örneği burada sevgili izleyenler! Büyük büyük saraylar yaparak, büyük büyük yazlık saraylar yaparak, her şeyi hacimsel olarak, büyüklük olarak ifade etmek yönetmek değilmiş demek ki. Eğer öyle olsaydı zaten dünyanın en hacimsel, en büyük şeylerine sahip ülkeler safına girerdik, o da gelişmişlik sayılırdı. Hayır... İşte geldiğimiz durum bu. Öngörüsüzlük ve ülkeyi yönetememe durumu… Bir de Diyanet. Siyasallaşan Diyanet de tabi boş durur mu? O da hemen devreye girdi. 'Siyasallaşan Diyanet' sevgili izleyenler. O da hangi yardımın ve hangi bağışın caiz olup olmadığına karar verdi. Siyasallaşan Diyanet. Hangi yardım caiz, hangisi değil, sizce?" şeklindeki sözlerinin, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan; "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." ilkesinin ihlali gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun yargı sürecini başlatması sonucunda; Ankara 9. İdare Mahkemesi 15/10/2020 tarih ve E:2020/870, K:2020/1930 sayılı kararıyla, “Haber sunucusu tarafından sarf edilen ifadelerin, basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle, dava konusu Üst Kurul kararını iptal etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf talebini reddetmiş ve DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE, 20/05/2021 tarihli ve E:2021/882, K:2021/1825 sayılı kararıyla, Bölge İdare Mahkemesi kararını ONAMIŞTIR.
II- Yine Üst Kurulun 25.03.2020 tarihli ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 19 No.lu karar ile “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, 20.03.2020 tarihli Medya Mahallesi programında; Sunucu Ayşenur Arslan ile konuğu arasında geçen diyaloglarda; “Ben Faruk Bey de bahsetti hakikaten en önemli şeylerden birinin medyanın gerçekten bu sefer sorumluluğu, bu konunun uzmanı, bu bir kamu sağlığı, bu iş İdlip'de kaç kişi öldü ölmedi, terör var mı, o var mı meselesi değil anlatabildim mi? Belki kamunun önemli bir bölümü ya da seçmeni AKP seçmeni bununla ilgilenmiyor olabilir, ama bu virüs herkesi, yani virüsün siyasi bir şeyi yok sen osun sen busun kayırmayacak, ağırlıklı olarak yaşlılara vuruyor ve Ak Parti'nin zaten seçmeni yaşlı bir seçmen. Yani ben olsam çok ciddi titizlik yaparım. Yani medyaya uzmanlar çıksın istiyorum, bilim insanları çıksın konuşsun artık. -Dahası Diyanet Cuma Namazları ve Kandillerde camiler kapalı dedi. Daha önce dediler ki açık kalacak ama gitmeyin. Olur mu öyle hani insafına bırakacaklar, gitmeyin giderseniz de mesafe koyun olmadı, olmadığını görünce de gecikmiş bir karar. Mesele zaten bu, halk dalkavukluğu diyeceğiz buna herhalde.” şeklindeki ifadelerin, belli siyasi görüşe yönelik bir tutumun sergilendiği, bu tutum sonucu medyadan etkilenen bir çok kişinin bireyleri daha hiç tanımadan olumsuz bir yargıya ulaşılabileceği, örneklem olarak sadece Ak Parti'nin yaşlı seçmeninin verilmenin, bu kesimi toplumun diğer kesimlerinden ayrıştırmaya yönelik olumsuz bir durum oluşturduğu kanaatiyle, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinin ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun yargı sürecini başlatması sonucunda; Ankara 5. İdare Mahkemesi 25/02/2021 tarih ve E:2020/969, K:2021/256 sayılı kararıyla, “ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle, dava konusu Üst Kurul kararını iptal etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf talebini reddetmiş ve DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE, 14/03/2022 tarihli ve E:2022/324, K:2022/969 sayılı kararıyla, Bölge İdare Mahkemesi kararını ONAMIŞTIR.
Bu nedenlerle; bir inancı hedef almaktan öte iktidarın tutumunun eleştirilmesi nedeniyle üst sınırdan yaptırım uygulanması; Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı şekliyle “ölçülülük ve hukuki güvenlik” ilkelerine uygun değildir, haksızdır, orantısızdır.
3- İktidar politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutulduğu görülecektir.
Örneğin; Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de 30.11.2023 tarihli ve E.2023/7473, K.2023/6961 sayılı kararıyla, Danıştay kararı doğrultusunda, “DAVA KONUSU İŞLEMİN İPTALİNE” kararı vermiştir.
4- İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar, siyasi tartışmalar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Bu nedenle, demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için, basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; söz konusu programda olduğu gibi, gazetecilerin eleştirel nitelikteki değer yargılarını ifade etmesi nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu çerçevede, yorum programlarının düşünce çeşitliliğinin sağlandığı ve serbest tartışmanın yürütüldüğü programlar olarak ele alınması gerekmektedir. Demokratik toplumlarda medyanın, geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek hak ve görevleri bulunmaktadır.
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlık ilkesinin ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de “TELE” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. Kuruluşun son iki yılda çok sayıda idari yaptırımla (2024 ve 2025 yılında 16 idari yaptırımda; 2.5 milyon TL para cezası) karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
5- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
6- İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda, Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da, basın ve yayın kuruluşlarının ayrı bir yeri ve önemi bulunduğunu ve tanınan hak ve özgürlüklerin çerçevesinin genişletildiğini görmekteyiz.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
7- Gazetecilerin ve medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında da özel korumalar söz konusudur.
“-AİHM’e göre, siyasi tartışma özgürlüğü, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’dir. Değer yargıları bir olay veya durum ile ilgili bakış açısı yahut kişisel değerlendirmelerdir. Bir değer yargısının doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkün olmazsa da, değer yargısının dayanağını teşkil eden gerçeklerin doğru veya yanlış olduğu tespit edilebilmektedir. AİHM’e göre, bir gazetecinin, doğruluğunu kanıtlayamadığı sürece eleştirel değer yargılarını ifade etmekten men edilmesi kabul edilemez (Lingens/Avusturya, B.No:9818/82,08.07.1986).
-İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
8- İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir¹⁹⁸ (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Sonuç olarak, doğrulanabilecek bilgi ya da verilerle birlikte, ‘doğruluğu ispatlamaya’ tabi tutulamayacak değer yargıları, eleştiri ya da spekülasyonlar 10. madde kapsamında korunmaktadır. Ayrıca, değer yargıları, özellikle de siyaset alanında ifade edilenler, çok önemli olan görüş çoğulculuğunun gereği olarak demokratik bir toplum için özel bir korumadan yararlanırlar” (S.86).
https://www.anayasa.gov.tr/media/7448/10_avrupa_insan_haklari_sozlesmesi_kapsaminda_ifade_ozgurlugunun_korunmasi.pdf (E.T.:09.05.2025)
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği “demokratik toplum düzeninin gerekleri” dikkate alındığında, Gazeteci Merdan Yanardağ’ın olgusal temeli bulunan bir konuda kamusal faydası yüksek serbest tartışma kapsamında yaptığı değerlendirmeler nedeniyle, “Tele 1” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan uygulanan yaptırım, adil ve orantılı değildir.
Sonuç itibarıyla; bir inanç ya da mezhebi aşağılama kastı taşımayan ve ifade özgürlüğü sınırlarını aşmayan, olgusal temeli olan eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmeler nedeniyle, medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmasının, kamusal yararı olan serbest tartışma ve özgürce kanaat oluşumunu engelleyici olacağı, ayrıca yayında 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 13.05.2025


