İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 17.03.2025 tarih ve 36 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 10.03.2025 tarihinde saat 14:57’de yayınladığı "Öncesi Sonrası" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Senem Toluay Ilgaz’ın yaptığı, Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan’ın konuk olarak katıldığı "Öncesi Sonrası" adlı programda, konuk Mustafa Aslan tarafından; “Bugün Suriye'de Aleviler inançlarından dolayı hedef tahtası haline gelmiş. Suriye'de "Esad kırıntıları" cümlesi Suriye'de yaşayan Alevilere hakarettir. Dünyanın dört bir yanında yaşayan Alevilere hakarettir. Suriye'de mevcut iktidarın yapmış olduğu sivil halka yönelik katliam, sivil halkın öldürülmesini getirip provoke olayına indirmenin vicdani ve insani olmadığını söylüyoruz. Bugün Suriye'de camilerde "Alevilerin katli vacip" türü fetvaları söyleniyorsa hükümetin bu gerçeği saklaması, gizlemesi asla ve asla doğru değil.” şeklinde ifadelere yer verilmesinin, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yer alan; "Irk, renk, dil, din, tabiiyet, cinsiyet, engellilik, siyasi ve felsefi düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez." ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle “oy çokluğuyla” alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; Üst Kurulun denetim görevini yürütürken, çok hassas ve adil davranması, hak ve özgürlüklere müdahalede sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. Aksi halde çok sesliliği sağlamak, toplumun özgürce kanaat oluşturmasına katkı sunacak ortamı kurmak mümkün olmayacaktır.
“SZC” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 10.03.2025 tarihinde yayınlanan, "Öncesi Sonrası” adlı programda, Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan’ın bazı ifadelerinin; "Irk, renk, dil, din, tabiiyet, cinsiyet, engellilik, siyasi ve felsefi düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez." ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından, yayıncı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Söz konusu haber programına; Suriye'nin Lazkiye ve Tartus kentlerinde 6-7 Mart 2025 tarihlerinde yaşanan olayların değerlendirilmesi amacıyla, Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan konuk edilmiştir. Aslan, “Bugün Suriye'de Aleviler inançlarından dolayı hedef tahtası haline gelmiş. Suriye'de ‘Esad kırıntıları’ cümlesi Suriye'de yaşayan Alevilere hakarettir. Dünyanın dört bir yanında yaşayan Alevilere hakarettir. Suriye'de mevcut iktidarın yapmış olduğu sivil halka yönelik katliam, sivil halkın öldürülmesini getirip provoke olayına indirmenin vicdani ve insani olmadığını söylüyoruz. Bugün Suriye'de camilerde ‘Alevilerin katli vacip’ türü fetvaları söyleniyorsa hükümetin bu gerçeği saklaması, gizlemesi asla ve asla doğru değil.” şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. Aslan’ın değerlendirmeleri, “mezhepsel ayrıma” neden olabileceği gerekçesiyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmıştır.
Söz konusu ifadelerin, Suriye’nin çeşitli kentlerinde 6-7 Mart 2025 tarihinde yaşanan ve bine yakın Suriye vatandaşının yaşamını yitirdiği olaylarla ilgili olarak kullanıldığı açıktır. Saldırılarda yaşamını yitirenlerin büyük bölümünün Suriye’de yaşayan Alevi inancına sahip kişiler olduğu bilinmektedir. Suriye yönetimi de bağımsız bir komisyon kurarak, olayların araştırılması yoluna gitmiştir. 09.03.2025 tarihli haberlerden bir örnek şu şekildedir:
“Suriye Cumhurbaşkanı Şara, Lazkiye’deki olaylar için bağımsız soruşturma komitesi kurulduğunu duyurdu. Suriye Cumhurbaşkanlığından yapılan yazılı açıklamada, Lazkiye'deki olayların tüm yönleriyle incelenmesi ve sorumluların belirlenmesi amacıyla yedi üyeden oluşan bağımsız bir komitenin görevlendirildiği belirtildi. Bağımsız soruşturma komitesi, olayların çıkış nedenlerinin ve gelişim sürecinin araştırılması, sivillere yönelik ihlallerin soruşturulması ve sorumluların belirlenmesi, kamu kurumları, güvenlik güçleri ve orduya yönelik saldırıların incelenmesi için yetkilendirildi.”
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/suriye-cumhurbaskani-sara-lazkiyedeki-olaylar-icin-bagimsiz-sorusturma-komitesi-kuruldugunu-duyurdu/3504650 (E.T.:09.05.2025)
Söz konusu olaylara ilişkin haberler, kamuoyunun ilgi, merak ve beklentisi doğrultusunda, medyada geniş şekilde yer almış, çok yönlü sorgulamalar eşliğinde haber, haber programlar ve yorum programlarına taşınmıştır. Konunun ulusal ve uluslararası gündemdeki yerini halen korumaya devam ettiği göz önüne alındığında; Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan’ın yaptığı sorgulamaların, olgusal temeli olduğuna kuşku bulunmamaktadır. Böylesi bir olayın haberleştirilmesinde, kamu yararı bulunmadığını iddia etmek de mümkün değildir. Bu çerçevede; programda yer alan kişisel değerlendirmeler, yorum ve sorgulamalar nedeniyle, kuruluşa yaptırım uygulanması, hakkaniyetli ve adaletli olmadığı gibi, vicdani de değildir.
2- Program konuğu Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Mustafa Aslan’ın, bir inanç kesiminin sözcülerinden biri olduğu açıktır ve Türkiye’de oluşan bir hassasiyeti ifade ettiği, inançlarından ötürü kimsenin ötekileştirilmemesi ve aşağılanmaması gerektiğine vurgu yaptığı görülmektedir. Suriye’de bazı grupların, önceki yönetimin uygulamaları nedeniyle Alevi inancına sahip kişilere karşı önyargılı ve tehditkâr bir tutum içine girdiğine dikkat çekilirken, kamuoyuna yansıyan haberlerden, Mustafa Aslan’ın ifadelerinin olgusal bir temelinin bulunduğu ortadadır. Ayrıca Mustafa Aslan’ın ifadelerinin bir inancı hedef almaktan öte, toplumda oluşan hassasiyetin dikkate alınarak, daha duyarlı olunması ve sağlıklı sonuçlar çıkarılmasına yönelik iktidarın olaylara iliştin tutumunu eleştirdiği ve halkın doğru bilgilendirilmesini talep ettiği görülmektedir.
Suriye’de 2011 yılında başlayan halk ayaklanması kısa sürede mezhepsel ve bölgesel boyutları da içeren bir iç savaşa dönüşmüştür. Bu süreçte özellikle Alevi topluluklara yönelik söylem ve eylemlerde, dinsel meşruiyet üretildiği bilinen bir durumdur. Mustafa Aslan’ın açıklaması da Suriye’deki iç savaşın, dinsel söylemlerle meşrulaştırılmasına dikkat çekmek amaçlıdır. Türkiye’de Alevi toplumunun temsilcilerinden biri olan Mustafa Aslan’ın bu doğrultudaki yorumları, yalnızca duyuma dayalı güncel bir değerlendirme değil, aynı zamanda bölgedeki mezhepçiliğin tarihsel süreci kapsamında, değer yargısı niteliğinde bir ifadedir.
Söz konusu ifadelerin, sürecin doğru analiz edilmesine yönelik “uyarı” niteliğinde olduğu ve ihlal teşkil etmediği görülmektedir.
Bu çerçevede, yayında ifade edilen görüşlerin, olgusal temeli bulunan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğinde olduğu, toplumun bir kesimini hedef almadığı, mezhepsel ya da inanç yönünden aşağılama veya ayrımcılık içermediği, basın ve ifade özgürlüğünü aşan bir yönünün bulunmadığı açıktır.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa, dile getirilen görüşlerin ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
Bu yönüyle Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı’nın olgusal temeli bulunan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğinde olan ve ifade özgürlüğü kapsamında kalan ifadeleri nedeniyle SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanması, adil ve ölçülü değildir, basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı niteliktedir.
3- Yaptırım uygulanan programda; Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı’nın bir inancı doğrudan hedeflememesine rağmen, "Irk, renk, dil, din, tabiiyet, cinsiyet, engellilik, siyasi ve felsefi düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez." hükmünden yaptırım kararı alınmıştır.
Oysaki hedef kitlesi net olarak bilinen ve daha ağır ifadelerin dile getirildiği bir yayına, Üst Kurul tarafından uygulanan yaptırım kararı, DANIŞTAY tarafından uygun bulunmamış ve RTÜK Kararı iptal edilmiştir.
Üst Kurulun 15.04.2020 tarihli ve 2020/16 sayılı toplantısında alınan 15 No.lu karar ile FOX logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, 30,31.03.2020 ve 01.04.2020 tarihlerinde saat 19:00’da yayınlanan ve sunuculuğunu Fatih Portakal'ın yaptığı Ana Haber Bültenlerinde, sunucu tarafımdan söylenen; “…Kötü yönetim nasıl olurmuş örneği burada. Kötü yönetmek nasıl olurmuş bir ülkeyi örneği burada. Zamanındaki paraları çarçur ederek harcamak nasıl olurmuş? Kara gün düşünmeden ülke yönetmek nasıl olurmuş örneği burada sevgili izleyenler! Büyük büyük saraylar yaparak, büyük büyük yazlık saraylar yaparak, her şeyi hacimsel olarak, büyüklük olarak ifade etmek yönetmek değilmiş demek ki. Eğer öyle olsaydı zaten dünyanın en hacimsel, en büyük şeylerine sahip ülkeler safına girerdik, o da gelişmişlik sayılırdı. Hayır... İşte geldiğimiz durum bu. Öngörüsüzlük ve ülkeyi yönetememe durumu… Bir de Diyanet. Siyasallaşan Diyanet de tabi boş durur mu? O da hemen devreye girdi. 'Siyasallaşan Diyanet' sevgili izleyenler. O da hangi yardımın ve hangi bağışın caiz olup olmadığına karar verdi. Siyasallaşan Diyanet. Hangi yardım caiz, hangisi değil, sizce?" şeklindeki sözlerinin, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan; "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." ilkesinin ihlali gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun yargı sürecini başlatması sonucunda; Ankara 9. İdare Mahkemesi 15/10/2020 tarih ve E:2020/870, K:2020/1930 sayılı kararıyla, “Haber sunucusu tarafından sarf edilen ifadelerin, basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle, dava konusu Üst Kurul kararını iptal etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf talebini reddetmiş ve DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE, 20/05/2021 tarihli ve E:2021/882, K:2021/1825 sayılı kararıyla, Bölge İdare Mahkemesi kararını ONAMIŞTIR.
Bu nedenlerle; bir inancı hedef almaktan öte iktidarın tutumunun eleştirilmesi nedeniyle üst sınırdan yaptırım uygulanması; Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı şekliyle “ölçülülük ve hukuki güvenlik” ilkelerine uygun değildir, haksızdır, orantısızdır.
4- İktidar politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutulduğu görülecektir.
Örneğin; Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de 30.11.2023 tarihli ve E.2023/7473, K.2023/6961 sayılı kararıyla, Danıştay kararı doğrultusunda, “DAVA KONUSU İŞLEMİN İPTALİNE” kararı vermiştir.
5- İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar, siyasi tartışmalar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Bu nedenle, demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için, basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; söz konusu programda olduğu gibi, konuk gazetecilerin eleştirel değer yargısı niteliğindeki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu çerçevede, yorum programlarının düşünce çeşitliliğinin sağlandığı ve serbest tartışmanın yürütüldüğü programlar olarak ele alınması gerekmektedir. Demokratik toplumlarda medyanın, geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek hak ve görevleri bulunmaktadır.
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlık ilkesinin ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. SZC logolu kuruluşun çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla (2024 ve 2025 yılında 17 idari yaptırımda; 12 milyon TL para cezası, 8 program durdurma cezası ve 10 GÜN EKRAN KARARTMA CEZASI) karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
6- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
7- İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda, Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da, basın ve yayın kuruluşlarının ayrı bir yeri ve önemi bulunduğunu ve tanınan hak ve özgürlüklerin çerçevesinin genişletildiğini görmekteyiz.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
8- Gazetecilerin ve medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında da özel korumalar söz konusudur.
“-AİHM’e göre, siyasi tartışma özgürlüğü, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’dir. Değer yargıları bir olay veya durum ile ilgili bakış açısı yahut kişisel değerlendirmelerdir. Bir değer yargısının doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkün olmazsa da, değer yargısının dayanağını teşkil eden gerçeklerin doğru veya yanlış olduğu tespit edilebilmektedir. AİHM’e göre, bir gazetecinin, doğruluğunu kanıtlayamadığı sürece eleştirel değer yargılarını ifade etmekten men edilmesi kabul edilemezdir (Lingens/Avusturya, B.No:9818/82,08.07.1986).
-İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
9- İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir¹⁹⁸ (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Sonuç olarak, doğrulanabilecek bilgi ya da verilerle birlikte, ‘doğruluğu ispatlamaya’ tabi tutulamayacak değer yargıları, eleştiri ya da spekülasyonlar 10. madde kapsamında korunmaktadır. Ayrıca, değer yargıları, özellikle de siyaset alanında ifade edilenler, çok önemli olan görüş çoğulculuğunun gereği olarak demokratik bir toplum için özel bir korumadan yararlanırlar” (S.86).
https://www.anayasa.gov.tr/media/7448/10_avrupa_insan_haklari_sozlesmesi_kapsaminda_ifade_ozgurlugunun_korunmasi.pdf (E.T.:09.05.2025)
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği “demokratik toplum düzeninin gerekleri” dikkate alındığında, Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan’ın, olgusal temeli bulunan bir konuda kamusal faydası yüksek serbest tartışma kapsamında yaptığı değerlendirmeler nedeniyle, SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan uygulanan yaptırım, adil ve orantılı değildir.
Sonuç itibarıyla; bir inanç ya da mezhebi aşağılama kastı taşımayan ve ifade özgürlüğü sınırlarını aşmayan, olgusal temeli olan eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmeler nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmasının, kamusal yararı olan serbest tartışma ve özgürce kanaat oluşumunu engelleyici olacağı, ayrıca yayında 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 15.05.2025


