İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 20.03.2025 tarih ve 32 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 19.03.2025 tarihinde saat 16:09’da yayınlanan "Parantez" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere; h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 19.03.2025 tarihinde saat 16:09’da canlı olarak yayınlanan, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve Bupar araştırma Genel Direktörü Doç. Dr. Onur Alp Yılmaz'ın konuk olarak katıldığı, sunuculuğunu Sorel Dağıstanlı'nın yaptığı, "Parantez" adlı programda geçen diyaloglarda; "12 Eylül'ün hemen ardından yapılan referandumda 1982 referandumunda anayasa referandumunda toplumun % 90'dan fazlası bu anayasaya evet dedi. Bir an önce demokratik rejime dönmek için. O yüzden her zaman toplum böyle bir reaksiyon üretir diye bir şey yok. Sizin bu tür yaklaşımlarda, bu tür aslında meselelerde ne kadar dik durup duramadığınıza bağlı olarak aslında toplumun tavrı ortaya çıkıyor. O yüzden şunu vurgulamak isterim bugün artık Türkiye'de siyasi elitler başta olmak üzere bütün kanaat önderleri, bütün sanatçılar bu sürece destek olup mutlaka konfor alanlarından çıkmalı ve dayak yemeyi göze alan siyasi elitler, kanaat önderleri, meslek odası başkanları, sanatçılar olmazsa eğer ki iktidar hakikaten yaratmak istediği Putinvari rejime doğru Türkiye'yi götürür. Muhalefetsiz Türkiye, kendi muhalefetini inşa eden bir iktidarla karşı karşıya kalabiliriz…Şunu da sormak istiyorum yani eğer en güçlü rakibini iktidar bu şekilde yargı üzerinden saf dışı etmeye çalışıyorsa seçim öncesinde, o zaman o kurulan sandığın bir anlamı kalıyor mu? O sandıktan istenen sonuç her şeye rağmen çıkmazsa ne olacak?...Zaten tam da bu Sorel yani en tehlikeli mesele bu. Artık sonuç üretmeyen sandıklar oluşmaya başlar…Nasıl olması gerektiğini bir siyaset bilimci olduğu için Onur Alp YILMAZ'a sormak istiyorum. Yani eğer parlamentodaki muhalefet bu kadar etkisiz, yargı kararları hukukçular tarafından bizzat eleştiriliyorsa, muhalefet üzerindeki baskı sürekli artırılıyorsa, böylesine bir korku iklimi toplum üzerinde yaratılıyorsa muhalefet açısından çıkış yolu nedir? Ne yapması gerekir?...Evet tabii az önce ifade ettim zaten büyük ölçüde. Hem kurumsal muhalefetin, hem toplumsal muhalefetin kanaat önlerinden meslek odası başkanlarına sanatçılarına kadar herkesin az önce ifade ettiğim gibi konfor alanından çıkıp demokrasi adına mücadele etme günü bugün. Dayak yemeyi göze alma günü bugün. Aradan yıllar geçtikten sonra ben o gün zaten söylemiştim demenin anlamı olmayacağı günler yaşıyoruz." şeklinde ifadelere yer verildiği görülmüştür.
İnsan hak ve özgürlüklerinden olan ifade özgürlüğü hakkı, demokratik bir toplumun temel unsurlarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açıklık ilkelerinin var olması bakımından vazgeçilmez bir karakter taşımakla beraber gerek uluslararası sözleşmelerde gerekse ulusal mevzuatımızda bu hakkın kullanılmasının belirli sınırları bulunmaktadır.
Söz konusu yasal düzenlemelerin başında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın geldiğini söylemek mümkündür. Anayasa'nın 26'ncı maddesindeki “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyet'in temel nitelikleri ve Devlet'in ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.” hükmüyle düşünce özgürlüğüne getirilebilecek sınırlamalardan bahsedilmiştir. Özetle, demokratik toplumlarda iktidarın denetlenmesi ve kamuoyunun bilgilendirilmesi işlevi açısından basın zaruri bir unsurdur. Anayasa'nın 26. maddesinde de "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" ile basının özgürce haber verme hakkı desteklenmektedir. Fakat bu özgürce haber verebilme hakkı sınırsız olmayıp basın, kamu güvenliği ve düzeninin korunması bakımından hassasiyetini her daim korumak zorundadır.
5187 sayılı Basın Kanunu'nun 3. maddesinde; basının özgür olduğu, bu özgürlüğün; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içereceği, basın özgürlüğünün kullanılmasının ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabileceği hükmüne yer verilmiştir. Konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde de benzer bir hüküm bulunmaktadır. Mezkûr sözleşmenin ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddesinde: "1. Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir. 2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir." kuralı yer almaktadır.
AİHM'nin Lingens Avusturya içtihadında da belirtildiği üzere, ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun asli temellerindendir, bu, toplumun ilerlemesinin ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından birini oluşturur. Basının görevi, kamu yararını ilgilendiren başka alanlarda olduğu gibi, siyasi konularda da bilgi ve fikirleri açıklamaktır. Buna karşın, AİHM'nin Times Newspapers Limited No 1-2 Birleşik Krallık kararında belirtildiği üzere, Sözleşmenin 10. maddesi, basının halkın yararına olan ciddi meseleleri işlemesinin söz konusu olduğu durumlarda dahi, hiçbir sınırlama içermeyen bir ifade özgürlüğünü güvenceye almaz. Bu maddenin 2. fıkrası uyarınca, basın ifade özgürlüğünü kullanırken, görev ve sorumluluklarına uygun davranmak durumundadır.
Kamusal alan içerisinde muhtelif ideolojiler tarafından üretilen söylemler, belirli bir karşıtlık içerisinde iktidar mücadelesi eder. Demokratik bir toplumda farklı dini, ulusal, etnik vs. kimlikleri haiz muhtelif gruplar arasındaki fikir ve inanç farklılığının korunması hem kamusal alanı oluşturan kurumlar hem de bireyler açısından temel bir gerekliliktir. Demokrasinin en temel önceliklerinden biri halkın haber alma özgürlüğü olduğundan demokratik rejimlerde medya, kamuoyu oluşumunda hayati öneme sahip bir aktördür. Medya organlarının günümüzde toplum üzerinde oldukça etkili olup kamuoyu oluşumunda pay sahibi haline gelmesi, medya hizmet sağlayıcıların dikkat etmesi gereken sorumlu yayıncılık anlayışı ve öz denetim ilkesini de beraberinde getirmiştir. Medyanın gücü ne kadar artarsa medya mensuplarının sorumluluğu da o ölçüde artmaktadır.
Nitekim Danıştay 13. Dairesi'nin 2020/613 E. ve 2021/229 K. sayılı kararında belirtilen; "... Buna göre, ifadenin muhatabının konumu, ifadeyi kullananlar açısından sınırsız bir ifade özgürlüğü alanı bahşetmez. Bu nedenle demokratik toplumların çoğunda; ifade özgürlüğü kalkanı arkasına gizlenerek, kişileri yalnızca karalamak, aşağılamak, asılsız suçlamalarda bulunmak, kişilerin özel hayatlarına ölçüsüz saldırıda bulunmak gibi ifade özgürlüğünün açıkça kötüye kullanıldığı durumlar hukuken korunmaktadır. Yayın kuruluşunun bu türden bir içeriğin aktarımına aracılık etmesi sonucu, 6112 Sayılı Yasa bağlamında, belirtilen yayının ihlal unsurları taşıdığı kanaatine ulaşılmıştır.
Her ne kadar medya, görüş ve eleştirilerin ifade edilebildiği mecra olarak görev yapsa da bu görev yerine getirilirken bazı değerlerin ve hassasiyetlerin gözetilmesi gerekmektedir. Medya, topluma sürekli bir “anlam sistemi” sunmakta olağan ve doğal olan ile olağan dışı ve doğal olmayanın neler olduğunu göstermekte, kısacası, normalin ne olduğunun başlıca belirleyicisi olmaktadır. Bu yüzden medya aracılığıyla yapılan çağrışımlar, anlamlandırmalara dikkat edilmesi gerekmektedir, aksi takdirde kamuoyunda farklı bir geri dönüşüm ile karşılaşabilir. Bu noktada medyaya yönelik Baudrillard, “Günlük yaşamda önemli rol oynayan ve özerk hipergerçek alanını oluşturan imajlar, işaretler ve kodlar üreten ana simülasyon makineleri.” ifadelerini kullanmaktadır. Medya izleyicisinin deneyimini aktif süreçten geçirme veya anlam üretme bağlamında ele almaktadır. Medyada üretilen içeriğe anlam yüklemede, izler kitlenin yapacağı katkıların da göz önünde bulundurulması ve gerekli hassasiyetlerin taşınması sorumlu yayıncılık açısından önemlidir. Fakat söz konusu programda kullanılan ifadelerin izler kitlenin kendi özgül anlamlandırması ve bunun sonucunda gerçekleşecek travmalara yol açabilecek nitelikte olduğu açıktır.
Yukarıda görüldüğü üzere tüm temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi ifade özgürlüğünün kullanım alanının sınırları yasal düzenlemelerle açık ve net bir şekilde çizilmiştir. Bu bağlamda kişilerin düşüncelerini açıklarken nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik ifadeler kullanmaları eleştiri sınırlarının aşılması olarak değerlendirilmektedir. Nitekim Danıştay 13. Dairesi'nin 2020/613 E. ve 2021/229 K. sayılı kararında belirtilen; "... Buna göre, ifadenin muhatabının konumu, ifadeyi kullananlar açısından sınırsız bir ifade özgürlüğü alanı bahşetmez. Bu nedenle demokratik toplumların çoğunda; ifade özgürlüğü kalkanı arkasına gizlenerek, kişileri yalnızca karalamak, aşağılamak, asılsız suçlamalarda bulunmak, kişilerin özel hayatlarına ölçüsüz saldırıda bulunmak gibi ifade özgürlüğünün açıkça kötüye kullanıldığı durumlar hukuken korunmaktadır. Bu anlamda; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici keyfi söz ve beyanlar ile özel hayata ve hayatın gizliliğine karşı saldırılar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeyi hedefleyen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler, ifade özgürlüğü kapsamı dışında değerlendirilmektedir." hükmü ile "savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeyi hedefleyen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadelerin" ifade özgürlüğü alanı olmadığının altı çizilmiş ve ifade hürriyetinin kapsamı bu hüküm çerçevesinde belirlenmiştir. Bu nedenle nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik sözler söylemek, ifade özgürlüğünün kapsamı içinde değerlendirilmez. Bu anlamda ırk, etnik köken, renk, cinsiyet, milliyet, inanç gibi unsurlar ön plana çıkartılarak herhangi bir kişiyi rencide edici, küçük düşürücü, aşağılayıcı ve hatta bulunduğu toplumdan ayrıştırıcı nitelikte söylem ve ifadelerde bulunulması, hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda birleştirici, bütünleştirici bir etkiye sahip olan insani değerlerin yozlaşmasına ve toplumda huzursuzluğa, çatışma ve kavga ortamının doğmasına neden olabilecektir. Çünkü toplumları bir arada tutan, barış ve huzurun sürekliliğini sağlayan toplumsal değerlerimizdir.
Yukarıda yer verilen açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde ihlale konu programda; "Şunu vurgulamak isterim bugün artık Türkiye'de siyasi elitler başta olmak üzere bütün kanaat önderleri, bütün sanatçılar bu sürece destek olup mutlaka konfor alanlarından çıkmalı ve dayak yemeyi göze alan siyasi elitler, kanaat önderleri, meslek odası başkanları, sanatçılar olmazsa eğer ki iktidar hakikaten yaratmak istediği Putinvari rejime doğru Türkiye'yi götürür…O zaman o kurulan sandığın bir anlamı kalıyor mu?...Zaten tam da bu Sorel yani en tehlikeli mesele bu. Artık sonuç üretmeyen sandıklar oluşmaya başlar…sandığın bir anlamı var mı?...sonuç üretmeyen sandıklar oluşur…Muhalefet açısından çıkış yolu nedir? Ne yapması gerekir?...Hem kurumsal muhalefetin, hem toplumsal muhalefetin kanaat önlerinden meslek odası başkanlarına sanatçılarına kadar herkesin az önce ifade ettiğim gibi konfor alanından çıkıp demokrasi adına mücadele etme günü bugün. Dayak yemeyi göze alma günü bugün." şeklinde sarf edilen ifadelerle, 12 Eylül referandumunda toplumun %90'ının biran önce demokratik rejime dönmek için anayasaya evet dediğini ancak toplumun her zaman böyle demokratik reaksiyon gösteremeyeceğini savunup, provokatif bir dille tepkinin sokağa çıkması gerekliliğinin ifade edildiği, dolayısıyla mezkur yayının toplumda düşmanlık, kutuplaşma ve ötekileştirme hissi yaratarak halkın bir kesimini diğerine karşı kışkırtma ve ayrımcılık yaratma riski taşıdığı kanaatine varılmıştır.
Bu nedenle mezkur yayında, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan; "Irk dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." hükmünün ihlal edildiği sabit görülmüştür.
6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin ihlali nedeniyle; Kanun’un 32’inci maddesinin birinci fıkrası hükmü uyarınca, ihlalin ağırlığı, ihlalin mahiyeti, anılan madde ile korunmak istenen kamusal menfaat göz önünde bulundurularak, %3 oranında idari para cezası uygulanmasına ve idari tedbir olarak program yayınının üç (3) kez durdurulmasına karar verilmesi takdir edilmiştir.
Bu itibarla;
6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan; "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." ilkesinin ihlali nedeniyle;
6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Bu Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (d), (f), (g), (ğ), (h), (n), (ö), (s), (ş) ve (t) bentlerindeki yayın hizmeti ilkelerine ve aynı maddenin dördüncü fıkrasına aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara, ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde ikisinden beşine kadar idarî para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz. Ayrıca, idarî tedbir olarak, ihlale konu programın yayınının beş keze kadar durdurulmasına, isteğe bağlı yayın hizmetlerinde ihlale konu programın katalogdan çıkarılmasına karar verilir. İhlalin mahiyeti göz önünde bulundurularak, bu fıkra hükümlerine göre idarî para cezası ile birlikte idarî tedbire karar verilebileceği gibi, sadece idarî para cezasına veya tedbire de karar verilebilir.” hükmü uyarınca, idari para cezası ve program yayını durdurma idari tedbirinin uygulanması gerektiği,
a) İhlalin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği tarihi itibariyle kuruluşun Şubat 2025 ayına ait ticari iletişim gelir beyanının 22.518.258,58 Türk Lirası olduğu değerlendirilerek, yüzde üç oranı (%3) 675.548,00 TL İDARİ PARA CEZASI UYGULANMASINA,
b) İdari para cezasının tebliğinden itibaren bir ay içerisinde, Üst Kurulun T.C. Ziraat Bankası Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Tek İdare Tahsilat Alt Hesabı TR46 0001 0017 6200 9999 9955 88 no’lu hesabına “6112 sayılı kanunun 32’nci maddesine göre ödenen para cezasıdır” şerhiyle ödenmesi gerektiğinin veya 6112 sayılı kanunun 32’nci maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca, tebliğden itibaren en geç onbeş gün içerisinde Ankara İdare Mahkemelerinde dava açılabileceğinin, aynı maddenin 11’inci fıkrası uyarınca 1 ay içerisinde peşin ödeme yapılması halinde, 5326 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca cezanın dörtte üçünün tahsil edileceğinin ve taksitlendirme talebinde bulunulabileceğinin, peşin ödemenin kanun yoluna müracaat hakkını engellemeyeceğinin, en geç 1 aylık süre içerisinde ödenmeyen idari para cezasının, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Hazine ve Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairesine gönderileceğinin bildirilmesine,
c) İdarî tedbir olarak, ihlale konu PROGRAM YAYINININ TAKDİREN 3 (ÜÇ) KEZ DURDURULMASINA, bu idari tedbirin uygulanma zamanın kuruluşa yapılacak tebligatta bildirilmesine,
d) 6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan; “… Yükümlülük veya yasağa aykırılık dolayısıyla idarî tedbir olarak programın yayınının durdurulması kararının verilmesi halinde, yaptırım uygulanmasına sebebiyet veren fiilin işlenmesinden dolayı sorumluluğu olan programın yapımcısı veya varsa sunucusu, yayının durdurulduğu süre zarfında, aynı veya farklı medya hizmet sağlayıcı kuruluşta hiçbir ad altında başka bir program yapamaz veya sunamaz.” hükmü uyarınca, işlem yapılması hususunun yapılacak tebligatta bildirilmesine,
e) İdari tedbir uygulanması sonucu yayını durdurulan programın yerine, Üst Kurulca gönderilen programların, programın başında; “Bu program, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun 20.03.2025 tarih ve 2025/12 sayılı toplantısında alınan 37 No’lu kararı uyarınca, kuruluşumuzun 19.03.2025 tarihinde saat 16:09’da yayınladığı "Parantez" adlı program yayınında, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan, yayın hizmetleri ‘Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz.’ ilkesinin ihlali nedeniyle idari tedbir uygulanması sonucu yayını durdurulan program yerine yayınlanmaktadır.” metninin anlaşılır şekilde okunarak DVD/CD’de yer aldığı şekliyle ticari iletişim yayını içermeksizin yayınlanmasına, ayrıca anılan metnin program yayını süresince ekranın altında akar yazı ile verilmesine,
f) 6112 sayılı Kanun'un 32’inci maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “8’inci maddenin birinci fıkrasının (a), (b) ve (d) bentlerindeki ilkelerle dördüncü fıkrasına aykırı yayın yapılmasını müteakip verilecek yaptırım kararının tebliğinden itibaren bir yıl içinde aynı ihlalin tekrarı halinde, medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınının on güne kadar durdurulmasına; ikinci tekrarı halinde ise, yayın lisansının iptaline karar verilir. … Programlarının yayını veya yayınları süreli durdurulan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yaptırım kararının tebliğine rağmen kararın gereklerine aykırı olarak yayınlarına devam etmesi halinde yayın lisansının iptaline karar verilir.” hükmü uyarınca işlem tesis edileceği hususunun yapılacak tebligatta bildirilmesine,
Oy birliği ile karar verildi.