İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 28.02.2025 tarih ve 29 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 16.01.2025 tarihinde saat 20:06’da yayınlanan “Aklın Yolu” adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Serap Belovacıklı’nın yaptığı "Aklın Yolu" adlı programda, program konuğu Türker Ertürk tarafından, “...Bugün Türkiye'de yargı gerçekten tamamen siyasallaşmış durumda, bağımsızlığını kaybetmiş durumda. İşte biraz önce Cem Bey söyledi. Güvenilirlik yerlerde geziyor. Bunların hepsi doğru. Artık mış gibi yaparak mücadele yok. Ne demek bu? Hukuk varmış gibi, demokrasi varmış gibi, özgürlükler varmış gibi yok. Artık bir otoriter rejimle nasıl mücadele edilecekse o konuda mücadele etmek lazım. Bu konuda ders çalışmak lazım. Bir eylemler silsilesi hazırlamak lazım, sivil itaatsizlik de dâhil olmak üzere. Bunun dışında var ya, işte itiraz ediyorum filan, işte meydan okuyorum sıkıyorsa yapın. Hiç bir değeri yoktur ve bunun için Cumhuriyet Halk Partisini tek başına olmaz. Bütün partileri, siyasi partileri, kimden yana? Demokrasiden, Cumhuriyet’ten, Atatürk'ten yana ve parlamenter rejimden yana olan herkesi bir araya getirecek, demokratik kitle örgütlerini bir araya getirecek ve mücadeleyi böyle yapacak.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan; "Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 16.01.2025 tarihinde yayınlanan, sunuculuğunu Serap Belovacıklı’nın yaptığı "Aklın Yolu" adlı programda, program konuğu Türker Ertürk’ün bazı ifadelerinin; “Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz” ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle “Üst Kurul çoğunluğu tarafından, yayıncı kuruluşa “yüzde 5 idari para cezası ve 5 kez program durdurma” içeren üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
Yaptırım uygulanan yayın ilkesinin ihlali, Üst Kurulun en ağır yaptırımlarını gerektirmekte, aynı ilkenin ihlalinin tekrarı halinde yayın lisansı iptali gündeme gelebilmektedir. Dolayısıyla böyle ciddi sonuçlara yol açabilecek yaptırımın uygulanmasında, Uzman raporunun da, Kurul Kararının da sağlam hukuki gerekçelere dayanması zorunludur.
Ancak; program konuğu bir siyasetçinin, demokrasilerde özel koruma altında olan siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında ifade ettiği görüşleri nedeniyle, SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa, lisans iptalinin de ön cezası niteliğinde olan yüzde 5 idari para cezası ve 5 kez program durdurma içeren, yayıncı kuruluşları için yaşamsal önemde olan bir yaptırımın uygulanması, adil ve orantılı değildir.
1- Hukuk alanında sıklıkla atıf yapılan “Usul, esastan üstündür.” ilkesinin, demokrasinin temeli olan basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin iş ve işlemlerde hassas şekilde uygulanması zorunludur.
Bu kapsamda; öncelikle SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa, en ağır yaptırımlardan birinin uygulanmasına neden olan Uzman raporu ve Kurul Kararının usul yönünden incelenmesi yerinde olacaktır.
Uzman raporunun künyesinde “Programın Tarihi: 16.01.2025” ve “İhlal saati ve süresi: 16.01.2025, 22:19:27-1 dakika 8 saniye” olarak yer almaktadır.
Raporun gündeme alınmasına ilişkin, Üst Kurula sunulan İzleme ve Değerlendirme Başkanlığının S 2025/29 sayılı ve 28.02.2025 tarihli yazısında da, yaptırıma gerekçe gösterilen yayının, 16.01.2025 tarihli “Aklın Yolu” programı olduğu belirtilmektedir.
Üst Kurul Kararının giriş bölümünde yer alan, “SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 16.01.2025 tarihinde saat 20:06’da yayınlanan “Aklın Yolu” adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;...” ifadesinde de, ihlal olan yayının 16.01.2025 tarihli program olduğu vurgulanmaktadır.
Görüleceği üzere; en üst sınırdan yüzde 5 idari para cezası ve 5 program durdurma yaptırımı önerilen program; 16.01.2025 tarihli “Aklın Yolu” programıdır ve ihlal gerekçesi de 1 dakika 8 saniyelik bölümdür.
Buna karşın, gerek Uzman raporunda gerekse Kurul Kararında, “Aklın Yolu” programının farklı tarihli (02.02.2025 ile 16.02.2025) yayınlarındaki, yine siyasetçi Türker Ertürk’e ait sözlerin eklenerek, yaptırım gerekçesinin güçlendirilmeye çalışıldığı görülmüştür.
Oysaki Üst Kurul Uzmanlarının, hazırladıkları raporlarda ihlal tarihi ve saati bölümüne, ihlal olarak değerlendirileni her bir programın tarihini, adını ve ihlal saatini yazmaları gereklidir. 16 Ocak 2025 tarihli programda ihlal olduğu değerlendirerek yaptırım önerilen bir rapora, farklı tarihli programlardan seçilen ifadelerin eklenmesi, Üst Kurul Uzmanlarının, rapor yazım teknik ve usullerine uygun değildir.
Üst Kurulun geçmiş dönem uygulamalarına bakıldığında da bu durum net olarak görülecektir. Üst Kurul teamüllerine göre; İzleme ve Değerlendirme Daire Başkanlığı Uzmanları tarafından, ihlal olduğu değerlendirilen her bir programa ait bilgilere, “künye” bölümünde yer verilmekte ve bu husus Üst Kurula sunulan “Daire Başkanlığı Üst Yazısı”nda da, “Kurul Kararı”nda da aynı şekilde uygulanmaktadır.
Üst Kurul Uzmanları tarafından, azami derecede özen gösterilmesi gereken bu prosedürün uygulanması, Üst Kurul Kararlarının sağlam hukuki gerekçelerle oluşturulması ve yargı süreçlerinde hukuki açıdan sorunlar yaşanmaması amaçlıdır.
Şöyle ki;
Üst Kurul tarafından medya hizmet sağlayıcılara yönelik uygulanan yaptırımlarda; belirli bir tarihteki programa, tek bir kez ceza verilebilmekte, aynı tarihli programa farklı yaptırımlar uygulanamamaktadır. Dolayısıyla, Uzmanlar tarafından raporlarının künye bölümünde ihlal tarihi belirtilmesine rağmen, rapor içeriğinde farklı tarihlerdeki programlardan eklemeler yapılması durumunda, ekleme yapılan tarihteki program içerikleri, aynı metodun uygulandığı bir başka rapora da farklı nedenlerle konu olabilecek, bu uygulama mükerrer cezaların yolunu açabilecektir. Özellikle yaptırım uygulanan yayıncı kuruluşların dava yoluna başvurduğu düşünüldüğünde, hukuki açıdan karışıklıkların ve sorunların yaşanma olasılığını artıracaktır.
Bu nedenlerle; söz konusu Uzman raporunun künye bölümüne, ya ihlal olduğu düşünülen programların tüm tarihlerinin eklenmesi, ya da ihlal tarihi olarak hangi tarih belirtildiyse, yalnızca o tarihe yönelik değerlendirme yapılması gerekmektedir. Dolayısıyla, ihlal olup/olmadığına ilişkin incelemede, yalnızca 16 Ocak 2025 tarihli programda yer alan ifadeler dikkate alınmalıdır.
Görüleceği üzere; söz konusu uygulama ile yaptırımın gerekçesi, içerik olarak güçlendirilmeye çalışılırken, usule aykırı davranılmıştır ve bu durum hukuki açıdan sorunludur.
2- Programlarda sarf edilen söylemlerin, içerik olarak ihlal teşkil edip/etmediğinin tespiti noktasında, yayında verilmek istenilen mesaj ile söylemlerin ana fikrinin ve bağlamının bilinmesi, gerekli ve zorunludur.
Uzman raporunda, üç ayrı tarihte farklı konuların işlendiği yayınlardaki bazı ifadelerin, bağlamları dikkate alınmaksızın, bir araya getirilerek ihlal gerekçesi oluşturulması, yüzde 5 idari para cezası ve 5 kez de program durdurma içerecek şekilde üst sınırdan yaptırım uygulanması, usul yönünden sakat olmasının yanı sıra, söylemlere amaç/hedef ilişkisi gözetilerek içerik açısından bakıldığında da adaletli, rasyonel ve ölçülü değildir.
İhlale gerekçe gösterilen ifadeler, bağlamı ve bütünlüğü içerisinde incelendiğinde; demokrasilerde vazgeçilmez ilkelerden biri olan, siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında ifade edilen olgusal temeli bulunan eleştirel değer yargısı niteliğindeki görüşler olduğu açıktır.
Uzman raporunda ve raporu dayanak alan Kurul Kararında yer almayan husus; yaptırım uygulanan 16.01.2025 tarihli “Aklın Yolu” programında, ihlale gerekçe gösterilen Türker Ertürk’ün; “...Bugün Türkiye'de yargı gerçekten tamamen siyasallaşmış durumda, bağımsızlığını kaybetmiş durumda. İşte biraz önce Cem Bey söyledi. Güvenilirlik yerlerde geziyor. Bunların hepsi doğru. Artık mış gibi yaparak mücadele yok. Ne demek bu? Hukuk varmış gibi, demokrasi varmış gibi, özgürlükler varmış gibi yok. Artık bir otoriter rejimle nasıl mücadele edilecekse o konuda mücadele etmek lazım. Bu konuda ders çalışmak lazım. Bir eylemler silsilesi hazırlamak lazım, sivil itaatsizlik de dâhil olmak üzere. Bunun dışında var ya, işte itiraz ediyorum filan, işte meydan okuyorum sıkıyorsa yapın. Hiç bir değeri yoktur ve bunun için Cumhuriyet Halk Partisini tek başına olmaz. Bütün partileri, siyasi partileri, kimden yana? Demokrasiden, Cumhuriyet’ten, Atatürk'ten yana ve parlamenter rejimden yana olan herkesi bir araya getirecek, demokratik kitle örgütlerini bir araya getirecek ve mücadeleyi böyle yapacak.” şeklindeki ifadeleri, neden ve hangi konuya istinaden saf ettiğinin açıklanmamasıdır.
6112 sayılı Kanun’un en ağır yaptırımlarından birini kapsayan madde hükmünden önerilen ve en üst sınırdan ceza uygulanan, dahası sonrasında “10 günlük yayın durdurma” gibi, bir medya hizmet sağlayıcının yayınlarının tamamen durdurulmasına yol açan ifadelerin, bağlamı ve bütünlüğü içinde sunulması, hukuken gerekli ve zorunludur. Takdir edilmelidir ki; Uzman raporunda yer aldığı şekliyle; “…ülkemizdeki ve dünyadaki güncel siyasi gelişmeler…” şeklinde genel geçer bir açıklamayla, konuşmalarının başının sonunun kesilerek, hangi amaçla ifade edildiği bile bilinmeksizin ihlal tespitinin yapılması mümkün değildir. Böyle bir açıklama; hakaret/küfür/argo vb. ifadelere ilişkin kabul edilebilir olmakla birlikte, ağır yaptırımları gerektiren, toplumu kin ve düşmanlığı tahrik sayılacak durumlarda kabul edilmesi mümkün değildir. Uzman raporunun eksik ve yanıltıcı olması nedeniyle, Kurul Kararı da isabetli ve hakkaniyetli değildir.
Canlı olarak yayınlanan programın bu bölümünde; İstanbul’da yürütülen bir soruşturmaya ilişkin, soruşturmayı yürüten savcılık kararının açıklanması üzerine, kanal muhabiri tarafından, CHP Parti Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Avukat Gül Çiftçi ile CHP Grup Başkan Vekili Ali Mahir Başarır’ın konuya ilişkin değerlendirmeleri istenmiştir. Her iki siyasi de, Savcılık kararını TGRT’den öğrendiklerini belirterek, 40 kadar avukatın kararın açıklanmasını beklerken, kararın önce TGRT’ye servis edilmesinin ve TGRT’nin alt yazı ile kararı açıklamasının kanunlara aykırı olduğunu ve bir hukuk devletinde bu tür olayların yaşanmaması gerektiğini belirtmişlerdir.
Bu noktada belirtmek gerekirse, yargı aşamalarına ilişkin kararların, ilk önce iktidara yakın medya kuruluşlarında yayınlanması, uzun süredir kamuoyunda eleştirilen ve tartışılan bir konudur. Dolayısıyla, söz konusu açıklamalardan sonra; Sunucu Serap Belovacıklı da konuğuna;“...Avukatların haberi yok, basına servis ediliyor. Bir başka kanalda alt yazı olarak görüyoruz. Türkiye’de gelinen noktayı gösteriyor bu. Türker Paşam ne dersiniz?” sorusunu yönlendirmiş ve Türker Ertürk de; “Türkiye’de yeni bir şey değil bu. Ergenekon, Balyoz kumpaslarında çok yapıldı bu” sözleri ile başlayarak, ihlal olduğu savıyla yaptırım uygulanan ifadeleri kullanmıştır.
Bu çerçevede; Türker Ertürk’ün Ergenekon ve Balyoz yargılamalarına atıfla yaptığı değerlendirmelerin, olgusal bir temelinin olduğu açıktır. Ayrıca “eylemler silsilesi, sivil itaatsizlik” ifadelerinin, demokratik mücadele çağrısı dışına taşan bir yönü de bulunmamaktadır.
Gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul Kararında, “sivil itaatsizlik” kavramı, “demokratik bir mücadele yöntemi” ve “barışçıl bir protesto eylemi” olarak tanımlanmasına ve Ertürk’ün ifadelerinin de bu bağlamda olduğu açık olmasına rağmen, “iktidarla mücadelenin hukuk ve demokrasi zeminine bağlı kalınmaksızın yürütülmesi gerektiği” sonucunun çıkarılması kendi içinde çelişki oluşturması bir yana, aynı zamanda objektiflikten çok uzak öznel bir değerlendirmedir ve rasyonel değildir.
Ayrıca, Uzman raporuna eklenen 16 Şubat 2025 tarihli programın da, hangi açıdan ihlale gerekçe oluşturduğu anlaşılamamıştır. Daha önce de atıfta bulunduğum üzere, programlarda işlenilen konular da, ihlal olduğu savıyla Uzman raporuna eklenen söylemlerin amaç ve hedefleri de farklıdır. Bu bölümde, AKP Genel Başkanvekili Mustafa Elitaş’ın, erken seçimin Kasım 2027’de yapılacağını açıklaması üzerine, erken seçim olasılığı yorumlanmıştır.
Türker Ertürk’ün, 16.02.2025 tarihli programdaki söylemlerinin, Kurul Kararında kesilerek, Uzman raporunda ise tamamının yer aldığı deşifre bölümlerine bakıldığında; söz konusu ifadelerin, demokratik mücadele yöntemlerinden birisi olarak önerildiği ve kişisel değer yargısı niteliği taşıdığı görülecektir. Söz konusu bölümde Türker Ertürk’ün; “Bu iktidarı bugün erken seçime zorlayacak muhalefetin hiçbir enstrümanı yok. Bence bu ancak yerel seçimlerin hemen sonrasında yapılabilirdi; bir baskı kurulabilirdi. Bugün hani böyle sert konuşarak, -ne bileyim- sözlerle provoke ederek falan imkân yok. Bir de yani burası artık ne İsveç ne Norveç ne Fransa ne bilmem ne. Otoriter rejimleri... Bir enstrüman var. Ne o; yaşamı durdurursunuz, milyonları meydana toplarsınız. Eğer muhalefetin böyle bir liderliği ve gücü varsa hodri meydan!” şeklindeki ifadelerinden, demokratik toplumlarda gücünü Anayasa’dan alan halkın gösteri yapabilme hak ve özgürlüğü doğrultusunda, şahsi görüşlerini açıkladığı ve değerlendirmelerde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Görüleceği üzere, Türker Ertürk değerlendirmelerini, “erken seçim” hedefi ile yapmaktadır ve seçimlerin demokrasilerin temel unsuru olduğuna ve iktidarı seçime zorlamanın demokrasi dışı bir yöntem olmadığına kuşku yoktur. Bu açık duruma rağmen, ifadelerin bağlamı ve anlam bütünlüğü bozulacak şekilde, seçilerek ve kesilerek bazı cümlelerin alt alta yazılması yoluyla ihlal gerekçesi oluşturulması ve en üst sınırdan yaptırım uygulanması, hakkaniyetli ve ölçülü değildir.
Vatandaşların protesto ve gösteri hakkı Anayasal bir haktır ve Anayasa’nın 34’üncü maddesinde, “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” şeklinde güvenceye alınmıştır. Bu hakkın kullanımının, olasılıklar üzerinden yorumlar yapılarak kısıtlanması mümkün değildir. Kurul Kararındaki “Örneğin, Gezi Parkı eylemleri de başlangıçta çevre duyarlılığı, kalkınma ve tüketim temelli neoliberal uygulamalara tepki olarak başlamasına karşın, daha sonra salt hükûmete karşıt olanların birleştiği şiddet eylemlerine dönüşen isyana evrilmiştir.” şeklindeki zorlama ve subjektif yaklaşım esas alındığında, gösteri hakkının etkili bir şekilde kullanılması hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.
Bu yönüyle, program konuğunun erken seçim talepli ve demokratik mücadele yöntemleri ile ilgili değerlendirmeleri için Gezi Parkı eylemleri üzerinden gerekçe oluşturulması da rasyonel ve hukuki değildir.
Kaldı ki gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse AİHM kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa, dile getirilen görüşlerin ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
Bu çerçevede, program konuğu bir siyasetçinin bir siyasi tartışmanın parçası olarak, toplumdaki farklı grupları hedef almadan, kullandığı eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeleri, 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal teşkil etmemektedir. Bu nedenle, SZC logolu kuruluşa yüzde 5 idari para cezası ve 5 kez program durdurma içeren yaptırım kararı da hukuki değildir.
Ayrıca ihlal edildiği öne sürülen "Irk dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz ”hükmü, Türk Ceza Kanunu’nun 216’ncı maddesinde düzenlenmiş, koşulları belirlenmiş ve istisnası da 218’inci maddede, “Ancak, haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Söz konusu ifadeler bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde; ırk, dil, din, cinsiyet, sınıf gözetme durumu söz konusu olmadığı gibi, kin ve düşmanlığa tahrik içeren bir yön de bulunmamaktadır. İktidar politikalarına eleştiri ve demokratik mücadele yöntemleri ile erken seçim talebinin çarpıcı şekilde ortaya konulmasına ilişkin ifadelerin, basın ve ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı açıktır.
3- Medyanın, özellikle kamu yararı söz konusu olduğunda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunmakta ve bu haklar, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunmaktadır. Bu nedenle, medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez.
Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ve yeterli bir gerekçeye dayanmadan yapılan kamusal müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla basın/ifade özgürlüğüne yeterli, sağlam hukuki gerekçeye dayanmayan veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan ölçütleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler, Anayasa'nın 25, 26 ve 28. maddelerini ihlal edecektir. Anayasa Mahkemesi kararlarında istikrarlı şekilde vurgulanan hususlardan birisi de; yazılı ya da sözlü bir beyan içerisinde kullanılan ifadelerin ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verilirken, kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekliliğidir.
Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar) https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. Tarihi:04.04.2025)
Bu nedenlerle; eksik açıklamalar ve eksik deşifrelerle, bölünerek ya da seçilerek bağlamından koparılarak hazırlanan Uzman raporuna dayalı verilen yaptırım kararı, hakkaniyete uygun olmadığı gibi, basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı bir sonuç doğmasına yol açacaktır.
4- Bu noktada; Üst Kurul tarafından “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik ettiği ve toplumda nefret duyguları oluşturduğu” savıyla yaptırım uygulanan, ancak DANIŞTAY tarafından uygun görülmeyerek Üst Kurul Kararının iptal edildiği yayın içeriklerine bakılması, yön gösterici olacaktır.
Üst Kurulun, 7 Mayıs 2020 tarih ve 2020/19 sayılı toplantısında, 17 No.lu karar ile HALK TV logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 29.04.2020 tarihinde ekrana getirilen, sunuculuğunu Şirin Payzın’nın yaptığı, "Sözüm Var" adlı programda, program konuğu tarafından, “(…) Şöyle cevap vereyim birincisi bugün yaşanılanlar, bugün iktidarın yaptıkları bana aynen 31 Mart öncesindeki gibi yine çok korktuklarını ve vatandaşların hem Cumhuriyet Halk Partisi örgütlerini bunu sahada çok net görüyoruz birazdan örneklemek isterim hem de Cumhuriyet Halk Partisi Belediyeleri’nin yaptıklarının vatandaşta çok büyük karşılık olduğunu görüyorlar. Ve bunu engelleme adına korkularından akla gelmez herkesi susturmaya ya da algıların olguların üzerini örtmesine dönük bir çalışma halinde olduklarını görüyoruz. Şimdi bu nereye götürür bizi? Yani burası bu gündem korona sırasında yorum yapıp korona sonrasına dair bir öngörüde ya da fikirde bulunmak kolay değil. Ama şöyle bir gerçeklik var ki bu korkuları, bu savrulmaları, bu akılla değil öfkeyle, hırsla, egoyla bir kişinin aklıyla iş yapmaları iktidarı hiç iyi bir yere götürmüyor, bu da önümüzdeki seçimde bir erken seçimle veya başka bir şekilde bu ülkenin, gerçekten halkın artık gözü açıldı, kimin kendisine hizmet için uğraştığını, çaba gösterdiğini biliyor, kimin de böylesi bir dönemde dahi neyle uğraştığını görüyor. Şöyle söyleyeyim bir iktidar değişikliğine hatta ben size daha ileri bir şey söyleyeyim iktidar değişikliği değil bir sistem değişikliğine gidişatı görüyorum ve böyle olacağını da düşünüyorum. İşimiz kolay değil ama ancak böylesi bir yönetim anlayışı, iktidar değişimi ve yeniden bir sistem değişikliği ile bu yaralarımızı, bu hasarlarımızı tedavi edebileceğimizi görüyorum, bunun da olacağını görüyorum, sahada sokakta bu çok yoğun hissediliyor Şirin Hanım." şeklinde ifadelere yer verilmesinin, “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik ettiği, toplumda nefret duyguları oluşturduğu” gerekçesiyle, yüzde 5 oranında idari para cezası ve idari tedbir olarak program yayınının 5 kez durdurulmasına karar verilmiştir.
Kuruluşun yargı yoluna başvurması üzerine; DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ tarafından (E.2024/679, K.2024/1804), 25/04/2024 tarihinde; “…dava konusu işlemin iptali yolundaki Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi'nin 07/09/2023 tarih ve E:2023/5157, K:2023/4121 sayılı temyize konu kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, anılan Bölge İdare Mahkemesi kararının ONANMASINA,..” kararı verilerek, Üst Kurulun temyiz isteği reddedilmiştir.
Anılan Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi'nin söz konusu kararının gerekçe bölümünde; “…programda, hükümetin ve yönetim sisteminin değiştirilmesine yönelik kullanılan ifadelerin şiddeti teşvik veya şiddete çağrı unsurlarını barındırmadığı gibi farklı gruplara karşı bir nefret söylemini de ihtiva etmediği, bu kapsamda, programın yayın dönemi ve programdaki ifadelerin tümü göz önünde bulundurulduğunda demokrasilerde, muhalefet partisinin amacının iktidarı eleştirmek ve yapılacak seçimlerde halkı ikna ederek iktidar olmak olduğu, ana muhalefet partisinin İstanbul il başkanı olarak görev yapan program konuğunun hükümet ve yönetim sistemine yönelik ifadelerinin basın özgürlüğü kapsamında olduğu, bahse konu ifadeler nedeniyle basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin de ‘demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü’ olmadığı anlaşıldığından, dava konusu Üst Kurul kararında hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Belirtilen gerekçelerle, istinaf başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesi'nce verilen kararın kaldırılmasına ve dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.” hükmü bulunmaktadır.
Danıştay kararının işaret ettiği nokta; toplum içindeki farklı grupları hedef almayan bir siyasi tartışma kapsamında ve demokratik mücadele yöntemleri ile iktidarların değiştirilmesine yönelik değerlendirmeler söz konusu olduğunda, basın ve ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiği ve bu ifadeler nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yaptırım uygulanamayacağıdır.
5- İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar, siyasi tartışmalar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Bu nedenle, demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için, basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; söz konusu programda olduğu gibi, konuk siyasetçinin, siyasi tartışma özgürlüğü kapsamı içinde kalan sözleri nedeniyle cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu çerçevede, yorum programlarının düşünce çeşitliliğinin sağlandığı ve serbest tartışmanın yürütüldüğü programlar olarak ele alınması gerekmektedir. Yaptırımın hedefi olan “Aklın Yolu” programı da bir yorum programıdır ve bu tarz programlarda konukların kamusal yararı olan konularda görüş ve önerilerini açıklamaları veya eleştirilerde bulunmaları demokrasinin gereğidir. Bu açıdan, Türker Ertürk’ün açıklamalarının, siyasi kimliği de dikkate alındığında, siyasi tartışmanın parçası olarak değerlendirilmesi doğru olacaktır.
a) Bu çerçevede, siyasi tartışmalarda ifade özgürlüğünün kapsamına ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin Tansel Çölaşan Başvurusu’na (B.No: 2014/6128, 7/7/2015) ilişkin kararına bakmak yerinde olacaktır.
Kararda, siyasi tartışma özgürlüğü, demokratik sistemlerin temel ilkesi olarak nitelendirilmiş ve “64- İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.
65- Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).” görüşüyle, siyasi tartışmaya özel güvence getirilmiştir.
Bu nedenlerle, Üst Kurul çoğunluğunun yaptırım uygulanması yönündeki kararı, hakkaniyetli olmadığı gibi, hukuken de isabetli değildir, ayrıca 6112 sayılı Kanun’un 37’nci maddesiyle Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini koruma” yükümlülüğüne de ters düşmektedir.
b) Devlet ve iktidar politikaları söz konusu olduğunda ifade özgürlüğünün sınırlarının daha geniş olduğuna yönelik, Anayasa Mahkemesi tarafından, 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, 26/7/2019) başvurusundaki kararı da yön gösterici niteliktedir.
Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiş, kararda; “Devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğu” ve “Kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişilerin, güçlü nedenler olmadan cezalandırılmaması gerektiği” şeklinde hüküm bildirmiştir.
“…Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadelerine yer verilen bildiri ve bildiriye gerekçe gösterilerek verilen yaptırıma ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69; Ayşe Çelik, § 53).
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
108. Beşinci olarak bildirideki ifadelerin son derece sert olduğu kabul edilse bile bildirinin bir bütün olarak herhangi bir kişiyi veya resmî görevliyi doğrudan hedef almadığı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda büyük bir toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırdığı kabul edilmelidir. Bununla bağlantılı olarak ilk derece mahkemelerinin bildirinin ülkemizi uluslararası alanda küçük düşürme amacı bulunduğu (bkz. § 18) gerekçesine dayanmaları müdahalenin meşru sebebi olarak kabul edilemez. Başvurucuların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin meşru sebebi kamu güvenliğinin sağlanmasıdır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle kişilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması ve bu suretle ifade özgürlüklerinin sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.
109. Altıncı olarak bildiri -bir bütün olarak bakıldığında- yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir. Herhangi bir düşünce açıklamasının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altında bulunan yaşam hakkı ile ilgili olması durumunda resmî otoritelerin eylemlerine ilişkin eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir.”
İlgili Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
“128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…”
İlgili Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
“134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
Örnek olarak sunulan Anayasa Mahkemesi kararlarının işaret ettiği nokta; iktidar uygulamaları söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
6- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlık ihlali, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. SZC logolu kuruluşun çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla (2024 ve 2025 yılında 17 idari yaptırımda; 12 milyon TL para cezası, 8 program durdurma cezası ve 10 GÜN EKRAN KARARTMA CEZASI) karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
7- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca Anayasa’ya göre; ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
İnsan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda da ifade özgürlüğü, temel haklar ve ödevler kategorisinde birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. Bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmekte olan ifade özgürlüğü; sadece "düşünce ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan "düşünce ve kanaati açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
8- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, iktidar uygulamaları söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102).
İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir. Bu nedenle, düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır (Bekir Coşkun, B.No: 2014/1215, 4/06/2015).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 7/12/1976).
Hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/04/1992, §46).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere, hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, olgusal temeli olan konularda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler ve bir siyasi tartışma söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Sonuç olarak; program konuğu bir siyasetçinin, hükûmetin iktidar politikalarına yönelik yanlış bulduğu uygulamaları karşısında, demokrasiden, parlamenter rejimden yana olan herkesin bir araya gelerek mücadele etmesi gerektiğine veya demokratik bir hak olan erken seçimin gerçekleşmesi için siyasi partiler ve demokratik kitle örgütlerinin, demokrasi sınırları içerisinde hangi yol ve yöntemlere başvurabileceklerine ilişkin görüşlerinin, ifade özgürlüğü kapsamında olduğu açıktır. Ayrıca söz konusu ifadelerde, ırk, dil, din, cinsiyet, sınıf gözetme durumu da söz konusu değildir, toplumdaki farklı gruplara yönelik kin ve düşmanlığa tahrik de söz konusu değildir. Bu açık duruma rağmen, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar için en ağır yaptırım olan lisans iptalinin de önünü açacak şekilde üst sınırdan yaptırım uygulanması kabul edilemez.
Bu doğrultuda; bir yorum programında program konuğunun demokrasinin temel ilkelerinden biri olan siyasi tartışma özgürlüğü kapsamında ifade ettiği ve ifade özgürlüğü sınırları içinden kalan görüşleri nedeniyle uygulanan, yüzde 5 idari para cezası ve 5 kez program durdurma içeren yaptırımın, basın özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı, adil ve ölçülü olmayacağı ve yayında 6112 sayılı Yasa’ya aykırı bir yönün bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 11.04.2025


