İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 17.02.2025 tarih ve 25 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 14.02.2025 tarihinde saat 08:45’te yayınlanan "Para Politika" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Özlem Gürses’in yaptığı, TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ve Erdal Sağlam’ın konuk olarak katıldığı, ülke gündeminde yer alan çeşitli ve güncel konuların ele alındığı "Para Politika" adlı programda geçen diyaloglarda; “Sayın Başkan söyleyemez de ben söyleyeyim Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geldikten sonra bizim hukukumuz da ekonomimiz de her şeyimiz de bozulmaya hızla bozulmaya başladı. Asıl olay idari yönetim başka en temel konu bu hukukta da ekonomide de hepsinde aynı şey… Biraz söylediler aslında dünkü açılış konuşmalarında hukukla ilgili bir konu vardı… Nitelikli eğimde fırsat eşitliği. Siz o fırsat eşitliğini kullanmış bir çocuksunuz… Ama benim dönemimde kullandım. Şimdi bi Elazığ'ın köyündeki bir çocuğun buralara gelmesi ne kadar şey tartışılır… Siz de zaten sorunu orada tespit ediyorsunuz.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan, "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz…" ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğuyla” verilen yaptırım kararına karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
SZC logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 14.02.2025 tarihinde yayınlanan, “Para Politika” programına, TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ve Gazeteci Erdal Sağlam konuk olmuş, Turan ve Sağlam’ın birer cümlesi, “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz;” ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- İhlal teşkil ettiği iddiasıyla düzenlenen Uzman raporuna ve raporu dayanak alan Kurul Kararına baktığımızda; programda ihlal teşkil ettiği belirtilen söylemlerin hangi gerekçelere dayanılarak ifade edildiğinin açıklanmadığı gibi, programın konusunun bile belirtilmediği görülmektedir. Bu nedenle, programda yer alan konukların, söz konusu söylemleri neden ve neye istinaden ifade ettiklerine bakmak yerinde olacaktır.
Yayında konuklar tarafından sarf edilen iki söylem ihlale gerekçe gösterilmiştir:
Sözcü Ekonomi Yazarı ve Gazeteci Erdal Sağlam’ın, “Sayın Başkan söyleyemez de ben söyleyeyim Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geldikten sonra bizim hukukumuz da ekonomimiz de her şeyimiz de bozulmaya hızla bozulmaya başladı. Asıl olay idari yönetim başka en temel konu bu hukukta da ekonomide de hepsinde aynı şey” şeklindeki söylemlerinin; “sarf edilen iddiaların somut veriler ve bilimsel analizler yerine, subjektif yorumlarla dile getirilerek kamuoyunun sağlıklı bir değerlendirme yapmasını zorlaştırdığı, yapıcı eleştiriler ülkenin gelişimine katkı sağlayabilecekken bu tür somut verilerden yoksun, genel geçer söylemlerin kamuoyunun doğru bilgilendirilmesini engelleyebileceği” savıyla, ihlal gerekçelendirilmiştir.
Oysaki TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın saat 10:40’da konuk edildiği yayın incelendiğinde; TÜSİAD tarafından hazırlanan ve 25 Şubat 2025 tarihinde yayınlanan; “Perspektif 2025 - Dönüşüm ve Gelecek için Yol Haritası & Öneriler” başlıklı kitapçığın konu edildiği ve Sözcü Ekonomi Yazarı ile TÜSİAD Başkanı tarafından analiz edildiği görülmektedir.
Söz konusu kitapçık, TÜSİAD tarafından yapısal dönüşümlerin önemi ve aciliyetini vurgulamak amacıyla hazırlanmış olan, 2025 yılı için iş dünyasının öncelikli gördüğü politika önerilerini içermektedir ve küresel ekonomide rekabetin temel belirleyicileri kapsamında, rekabette diğer ülkelerden geri kalmamak için belirlenen stratejiler sunulmaktadır. https://tusiad.org/tr/yayinlar/raporlar/item/11753-perspektif-2025-donusum-ve-gelecek-icin-yol-haritasi-oneriler (E.T.:20.03.2025)
Yukarıda belirtilen ve ihlal olduğu ifade edilen söylemlerin hemen öncesinde de; TÜSİAD raporunda yer alan; “Enflasyonda kalıcı ve sürdürülebilir bir düşüş sağlamak için daha kapsamlı bir programın hayata geçirilmesi gerektiğinin ve bu doğrultuda atılması gereken öncelikli adımların belirlendiği” bölüm incelenmiş ve konuklar tarafından analiz edilmiştir.
Sunucu Özlem Gürses’in; “(11:00:23) İkinci başlık enflasyon. Türkiye’nin şu anda en büyük sıkıntısı.” sözleriyle başlanılan bu bölümde, TÜSİAD raporunda yer alan, “Hedefe Doğru Atılacak Adımlar” başlıklı bölüm konu edilmiş ve ekrana; raporda bulunan “2024’TE TÜRKİYE VE SEÇİLİ ÜLKELERDE ENFLASYON (YILLIK %)” başlıklı tablo getirilmiştir.
Sunucunun; “Tablo bu. Şimdi sizin raporunuz içinden bazı verileri, grafikleri aslında ekrana dönüştürdük. 2024’te Türkiye’de ve seçili ülkelerde yıllık enflasyon tablosu. “The Economist İnteligence Unit” kaynak. Her birinin de liyakatli kaynakları var onu da ifade edelim. Bunların her biri teyitlenmiş doğrulanmış bilgiler. Çin, İtalya, Fransa, Almanya, İspanya ve Türkiye. Yani sadece şuna baktığımızda bu acayip bir şey. Bu nedir?” şeklindeki sözleriyle başlayan bölümde, TÜSİAD Başkanı bu bölüme ilişkin analizlerini açıklamıştır.
Ekrana getirilen ve raporun 9. Sayfasında yer alan tablo şu şekildedir:
(https://tusiad.org/tr/yayinlar/raporlar/item/11753-perspektif-2025-donusum-ve-gelecek-icin-yol-haritasi-oneriler) (E.T.:20.03.2025)
Uzman raporunda ve Kurul Kararında, “sarf edilen iddiaların somut veriler ve bilimsel analizler yerine, subjektif yorumlarla dile getirilen” ve “somut verilerden yoksun, genel geçer söylemler” olarak belirtilerek ihlale gerekçe yapılan ifadeler, TÜSİAD’ın hazırladığı ve yukarıda açıklanarak analiz edilen ve kaynaklarının da özellikle belirtildiği bu bölüme ilişkindir.
Ayrıca; Uzman raporunda ve Kurul Kararında yer verilmeyen, Gazeteci Erdal Sağlam’ın konuşmasının başlangıcı ve bağlamı incelendiğinde, ihlale gerekçe yapılan ifadenin bir kıyaslama için kullanıldığı görülecektir. Sağlam, ekonominin başarılı sonuçlar alınabilmesi için “rasyonel politikalara” ihtiyaç olduğunu vurgularken, “...Enflasyonda tek hanede gittiğimiz dönem, sürdürülebilir büyümeyi yakaladığımız dönemlerdi. Yani enflasyon tek haneye düşmedikten sonra öngörülebilirlik olmaz, yatırımlar artmaz. Dolayısıyla büyüme ve işsizlik sorunlarını çözemezsiniz. Sürekli dalgalı hal alır. Enflasyon tek haneye indiği dönemde, zaten AKP’nin ilk döneminde de Babacan, Şimşek döneminde rasyonel politikalara biz devam ettik. Daha sonra şey yaptık. Sayın Başkan söyleyemez de...” ifadelerini kullandığı görülecektir.
Sağlam’ın, AKP’nin ilk dönemlerinde enflasyonunun tek haneye düşürüldüğü, son dönemde ise enflasyonun arttığına ilişkin bir değerlendirme yaptığı, bu değerlendirmenin de TÜSİAD Raporu’na dayandığı, olgusal bir temelinin bulunduğu ve görünür gerçekle örtüştüğü açıktır.
Benzer şekilde TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın da yaklaşık bir saat yayında kaldığı programdaki bir cümlesi ihlale gerekçe gösterilmiştir. Söz konusu ifade, TÜSİAD’ın “Perspektif 2025 - Dönüşüm ve Gelecek için Yol Haritası & Öneriler” çalışmasının eğitimle ilgili bölümü üzerinde değerlendirme yapılırken kullanılmış, kesinlik içermeyen eleştirel değer yargısı niteliğindeki bir ifadedir.
TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın da fırsat eşitliği bağlamında söylediği “Ama benim dönemimde kullandım. Şimdi bi Elazığ'ın köyündeki bir çocuğun buralara gelmesi ne kadar şey tartışılır.” ifadesinin de “karamsar bir tablo çizdiği”, gerekçesiyle üst sınırdan yaptırım uygulandığı görülmektedir.
6112 sayılı Kanun’da karamsar bir tablo çizmenin ihlal olduğunu ilişkin bir madde hükmü bulunmamaktadır. Kaldı ki; Orhan Turan’ın ifadeleri kesin bir yargı bildirmemekte, bu konunun tartışılır olduğunu ifade etmektedir.
Görüleceği üzere; söz konusu ifadelerde ihlal niteliğinde hiçbir unsur bulunmamaktadır. İhlal olmayan ifadelerin, kesilip seçilerek zorlama gerekçelerle ihlal teşkil ettiğine yönelik üst sınırdan verilen yaptırım kararı da, temelden yoksun, hukuki dayanağı olmayan ve muhalif basının susturulmasına yönelik bir karardır.
Bir yayında verilmek istenen mesajın doğru anlaşılabilmesi için konuşmaların bütünlüğünün ve bağlamının incelenmesi zorunludur. Gerek uzman raporunda gerekse de Kurul Kararında, sadece ihlale gerekçe olan cümleler alınmış, ifadelerin bağlamına ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmamış, TÜSİAD Başkanı’nın konuk edilerek görüş ve analizlerinin alındığı, 10:40 ile 11:44 arasında, 1 saat 4 dakika süren bölümde; ifade özgürlüğü sınırlarında kaldığı çok açık olan iki cümle üzerinden yaptırım kararı oluşturulmuştur. Bu durum hakkaniyetli olmamasının yanı sıra, hukuki de değildir.
2- Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; temel hak ve özgürlüklere müdahalenin sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. İfade özgürlüğü kapsamında kalan eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmelerin bağlamı gözardı edilerek üst sınırdan verilen yaptırım kararının, “sağlam hukuki gerekçe” ve “ölçülülük” kriterlerini sağlamadığı açıktır.
Yaptırım uygulanan “Para Politika” programı, uzman raporunda da belirtildiği şekilde, “yorum” programıdır ve program konukları ülke gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. Gerek TÜSİAD Başkanı Turan’ın gerekse de Gazeteci Sağlam’ın ifadelerinin, eleştirel değer yargısı niteliğinde değerlendirmeler olduğu, hakaret, aşağılama ya da iftira içermediği açıktır.
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile eğitim sistemi eleştirilmez konular değildir. Program konuğu bir sivil toplum örgütü başkanı ve gazetecinin, ifade ve tartışma özgürlüğü kapsamında hükümetin, iktidarın politikalarını, eleştirme ve sorgulama hakkı olduğuna da kuşku yoktur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin eksiklerinin giderilmesi ve eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanmasına yönelik iktidara mensup siyasetçiler tarafından da zaman zaman açıklamalar yapıldığı dikkate alındığında, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda bu başlıkların ele alınması, serbest tartışma yürütülmesi beklenen ve olağan durumdur. Bu duruma rağmen; olgusal temeli bulunan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğindeki yorumların “haber” olarak değerlendirilerek, “ispat yükümlülüğü” getirilmesi ve “doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı” gerekçesiyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa, üst sınırdan yaptırım uygulanması hukuki ve ölçülü değildir.
Böylesi bir yaptırım, 6112 sayılı Kanunun “düşünce çeşitliliğini koruma” yükümlülüğüne aykırılık oluşturacağı gibi; demokratik sistemlerin temeli olarak sayılan tartışma özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe oluşturacaktır.
3- Kabul edilmelidir ki; medyanın, özellikle kamu yararı gerektiren durumlarda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunmakta ve bu haklar, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunmaktadır. Bu nedenle, medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ve yeterli bir gerekçeye dayanmadan yapılan kamusal müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla basın/ifade özgürlüğüne yeterli gerekçeye dayanmayan veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan ölçütleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler, Anayasa'nın 25, 26 ve 28. maddelerini ihlal edecektir. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararlarında istikrarlı şekilde vurgulanan hususlardan birisi de; yazılı ya da sözlü bir beyan içerisinde kullanılan ifadelerin ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verilirken kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekliliğidir. Kaldı ki; Üst Kurulun, uymakla yükümlü olduğu 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, “Üst Kurulun görev ve yetkilerini” belirleyen birinci fıkrasının, (a) bendinde de; “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” hükmü yer almaktadır.
Bu nedenlerle; eksik açıklamalar ve eksik deşifrelerle, bölünerek ya da seçilerek bağlamından koparılarak hazırlanan Uzman raporuna dayalı verilen yaptırım kararı, hakkaniyete uygun olmadığı gibi; basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı bir sonuç doğuracaktır.
4- Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da, haber programı ile yorum programları arasındaki farklılıktır.
Söz konusu program ile ilgili ihlal iddiası; gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul kararında “haber” ve “habercilik” üzerinden gerekçelendirilmiştir. Uzman raporunda ve Kurul kararında “Haberciliğin toplumsal sorumluluk temelinde gerçekleştirilmesi ve dördüncü güç rolünü yerine getirebilmesi için gerekli olan başlıca koşullardan biri, kuşkusuz haberde objektifliktir.” değerlendirmesi yapılırken, bu görüşün devamı niteliğinde de “...soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberlerin, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı kanaatine varılmıştır.” şeklinde hüküm cümlesi Kurul Kararına alınmıştır.
Ancak, yaptırıma konu edilen ifade ve değerlendirmeler; bir haber bülteni ya da haber programında, sunucu tarafından gündeme getirilmiş değildir. Bir sivil toplum kuruluşu başkanı ve program yorumcusu gazetecinin canlı yayında yaptığı açıklamaların, haber aktarımı olarak tanımlanması ve bunun üzerinden, “haberlerin soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı” gerekçesi ile medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması hukuki değildir.
RTÜK’ün program türlerine ilişkin rehberindeki (https://www.rtuk.gov.tr/program-turleri-kod-kitapcigi/3832) tanımlamalar dikkate alındığında; SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan ve yaptırım uygulanan “ARENA” programı, güncel programlar türü altında, “yorum programı” kategorisine girmektedir. Uzman raporunda da yayının türü, “Güncel programlar, Yorum Programları” olarak kodlanmıştır.
Bu duruma rağmen; TÜSİAD Başkanı olan program konuğunun, bir yorum programında, TÜSİAD tarafından hazırlanmış bir rapora dayanarak, ifade ettiği görüşlerin, “haber” kategorisinde değerlendirilmesi ve “ispat yükümlülüğü” aranması, rasyonel değildir, haksızdır ve dayanaktan yoksundur.
Bir yorum programında, sivil toplum örgütü yöneticilerinin olgusal temeli bulunan yorumları nedeniyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması; toplumun genelini ilgilendiren konularda serbest tartışmanın yolunun kapanması, basın ve ifade özgürlüğünün daralması sonucunu doğuracaktır. Bu yönüyle de üst sınırdan uygulanan yaptırım kararı; haksız, orantısız ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici niteliktedir.
Ayrıca Kurul Kararındaki “...eğitimde ve ekonomik sistemde mevcut olanakların iyi kullanılarak iyileştirilmesi gereken noktaların üzerine gidilerek fırsat eşitliğini güçlendirmek ve yaygınlaştırmak için çalışmak yerine...” ve Uzman raporundaki “Türkiye’de fırsat eşitliği hâlâ mümkündür ve pek çok genç, yetenekleri ve azimleri doğrultusunda büyük başarılara imza atmaktadır. Elbette, eğitimde ve ekonomik sistemde iyileştirilmesi gereken noktalar olabilir. Ancak bu, fırsat eşitliğinin tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Aksine, mevcut olanakların iyi kullanılması durumunda Türkiye'nin her köşesinden gelen bireylerin büyük başarılar elde edebileceği ortadadır. Bu nedenle, karamsar bir tablo çizmek yerine, fırsat eşitliğini güçlendirmek ve yaygınlaştırmak için çalışmak gerekmektedir.” şeklindeki ifadeleri; Üst Kurulun görevi kapsamında kabul etmek mümkün değildir. Üst Kurulun medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara ya da program konuklarına; “yorum çerçevesi sunmak” gibi bir görevi yoktur. Böyle bir durum, Üst Kurulun “düşünce çeşitliliğini sağlamak yükümlülüğü ile çelişecektir.
Ayrıca eleştirinin “yapıcı” olması gibi bir zorunluluk da yoktur. Böyle bir durum; ifade özgürlüğü kapsamında korunan eleştiri özgürlüğünün temelden reddi anlamına gelecektir.
5- Yorum programları özelinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi’nin, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun benzer bir konudaki yaptırım işlemini hukuka uygun bulmayan kararı, yol gösterici niteliktedir.
Üst Kurulun 19.03.2020 tarih ve 2020/12 sayılı toplantısında, 27 No.lu karar ile; Haber Türk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan “Gerçek Fikri Ne?” programında, sunucu ve program konuklarının; dış politik gelişmeler ve iç savaş riski üzerine yaptıkları değerlendirmelerle, “tarafsızlık, gerçeklik doğrularını esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır” ilkesini ihlal ettikleri gerekçesiyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanmıştır.
Yaptırım kararı yayıncı kuruluş tarafından yargıya taşınmış, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin davanın reddi yönündeki kararı, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesinin, 30.11.2023 tarih ve 2023/5695 E., 2023/6967 K. sayılı kararı ile bozulmuştur. Kararın gerekçesinde; “...söz konusu programın, haber programı olmayıp sosyal ve politik hususlarda fikirlerin ileri sürüldüğü bir tartışma programı olduğu, davacının ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ‘milli güvenliğin’ korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı... Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 19.3.2020 tarih ve toplantı No: 2020/12, Karar No:27 sayılı işleminde hukuka uygunluk, davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır” değerlendirmesi yer almıştır.
Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesinin kararı, RTÜK tarafından yapılan haber programı ve yorum programı ayrımının yargı tarafından da kabul edildiğine bir işarettir.
6- Yine bu çerçevede; Danıştay tarafından onaylanan ve aşağıda ayrıntıları yer alan bir kararda da; kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda, doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği belirtilmektedir. Şöyle ki;
- Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu karar ile “Haber Türk” logolu ve “Ciner Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, 20.03.2020 tarihli “Para Gündem” programında 6112 sayılı Yasa’nın 8/1 (ı) bendinden yaptırım uygulanmıştır.
- Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilmiştir.
- RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir.
- Ardından RTÜK; BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, Danıştay Onüçüncü Dairesi, 15.06.2021 tarihli, E:2021/2226 ve K:2021/2262 No.lu kararında da; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir
7- Söz konusu program her ne kadar bir yorum programı ve yaptırıma gerekçe olan program konuğu sivil toplum kuruluşu yöneticisi olsa da, Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 nolu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı, medya hizmet sağlayıcı kuruluşların ifade özgürlüğü açısından da örnek niteliğindedir.
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).”
Anayasa Mahkemesi, olgusal temeli bulunan konularda söylentilerin bile haberleştirilmesine, kamuoyuna aktarılmasına olanak tanımaktadır. Bu açık duruma rağmen; bir yorum programındaki düşünce açıklama kapsamındaki değerlendirmeler nedeniyle üst sınırdan verilen yaptırım kararı, hukuka aykırıdır, ifade ve basın özgürlüğünü daraltıcı niteliktedir.
8- Cumhurbaşkanına, bakanlara veya iktidar partisi politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutulduğu görülecektir. Şöyle ki;
a) Üst Kurulun 2 Haziran 2021 tarih ve 2021/22 sayılı toplantısının, 29 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şirin Payzın’la Sözüm Var” programında, sunucunun; “Bu kadar kadına yönelik şiddetin konuşulduğu bir ortamda Cumhurbaşkanı’nın çıkıp bir kadın siyasetçiye şimdilik az dövdüler ama ileride daha fazla da dövebilirler anlamında şiddeti ve dövmeyi önceleyen ve de yücelten bir tavır takınması İstanbul Sözleşmesi’nden de neden çıktığımızı anlatıyor ve üslubun da bu yani şu kadınları da gördük demek ki kadın siyasetçi… Kadınların siyasete bakışı ve sahip çıkmasıyla birtakım baş edilemediği görüldüğü zaman yumruklar konuşsun diyen bir erkek siyasetçiden bahsediyoruz gibi bir durum var, bu boyutu da var yani kadına yönelik şiddettir bu açıklamalar.” şeklindeki söylemlerinin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak; Danıştay Onüçüncü Dairesi,16/05/2023 tarih ve 2023/944 E., 2023/2414 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır.
b) Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur.
Bu kararların işaret ettiği nokta; ülkeyi yönetenler veya iktidar partisi uygulamaları söz konusu olduğunda, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda program sunucuları ya da program konuğu siyasetçi, sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve gazeteciler için ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
9- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yönüyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda yapılan yorum ve tartışma programlarının, kamuoyunun sağlıklı şekilde oluşmasına katkı yaptığı açıktır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlemlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlığın ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı gerekçeleriyle hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de “SZC” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. “SZC” logolu kuruluşun bu ve benzeri gerekçelerle çok sayıda idari yaptırımla (2024 yılında 6 ve 2025 yılında 6 olmak üzere 12 idari yaptırımda 9.234.423 milyon TL ve 5 program durdurma) karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
10- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
11- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir. (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin OTEGI MONDRAGON-İSPANYA (Başvuru no. 2034/07, 15 Mart 2011) içtihadında, ifadenin muhatabının cumhurbaşkanı/ devlet başkanı olması halinde, “yapılmasına müsaade edilen eleştirinin sınırının, özel bir bireye kıyasla daha geniş olduğu, özel bir bireyin aksine bir politikacının, her sözcüğünü ve her yaptığını hem gazetecilerin hem de halkın yakın ve ayrıntılı incelenmesine bilerek ve kaçınılmaz olarak açtığı ve bu nedenle daha geniş bir tolerans derecesi sergilemesi gerektiği, hüküm altına alınmıştır.
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
Yine AİHM’ye göre hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B.No: 11798/85, 23/04/1992, §46).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir.¹⁹⁸ (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD])
Sonuç olarak, doğrulanabilecek bilgi ya da verilerle birlikte, ‘doğruluğu ispatlamaya’ tabi tutulamayacak değer yargıları, eleştiri ya da spekülasyonlar 10. madde kapsamında korunmaktadır. Ayrıca, değer yargıları, özellikle de siyaset alanında ifade edilenler, çok önemli olan görüş çoğulculuğunun gereği olarak demokratik bir toplum için özel bir korumadan yararlanırlar” (S.86).
https://www.anayasa.gov.tr/media/7448/10_avrupa_insan_haklari_sozlesmesi_kapsaminda_ifade_ozgurlugunun_korunmasi.pdf (E.T.:20.03.2025)
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği “demokratik toplum düzeninin gerekleri” dikkate alındığında, TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ve Gazeteci Erdal Sağlam’ın ifadelerinin eleştiri sınırını aşmadığı açıktır. Söz konusu değerlendirmelerde, hakaret, karalama ya da aşağılama içeren bir ifade yoktur. Eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler, haber olarak değerlendirilemez, bu nedenle de ispat yükümlülüğü getirilmesi, doğruluk ölçütü konulması hukuki ve rasyonel değildir.