İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 17.02.2025 tarih ve 28 sayılı yazısına konu, h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 10.02.2025 tarihinde saat 17:58’de yayınlanan "Ana Haber Bülteni" yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Ece Üner'in yaptığı Ece Üner'le Halk Ana Haber adlı haber programında, sunucu tarafından; “Sinan Ateş cinayetine ilişkin soruşturma devam ederken tutuklu olan MHP'li avukat Serdar Öktem'in Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım ile görüştürüldüğü öne sürüldü. İddianın temeli iki ismin de soruşturma devam ederken aynı anda hastanede olması.”, Dış Ses: Yıldırım'ın saat 20:34'te hastane bahçesinde beklediği, Öktem'i ceza evinden getiren infaz koruma memurlarından biriyle konuştuğu görüldü. Fotoğrafla önemli çünkü bir yanda tutuklu olan Serdar Öktem daha sonra cinayetten yargılandı. Diğer yanda Sinan Ateş cinayetindeki ikinci dosyadaki şüpheli sıfatıyla giren Ahmet Yiğit Yıldırım. Sinan Ateş'in adresini suikastten önce istediği iddia edilmişti. Öktem'in dosyası daha sonra ayrıldı. 2 Ekim'de tahliye edildi...İkinci dosyada aralarında eski MHP milletvekili Olcay Kılavuz ve Ahmet Yiğit Yıldırım'ın da bulunduğu 22 kişi hakkında takipsizlik kararı verildi. Sinan Ateş ailesinin avukatları takipsizlik kararına itiraz etti. İtiraza hastane görüntüleri de eklendi. Dilekçede Öktem'e susması ve kısa sürede tahliyesinin yapılacağı vaat edildiği öne sürüldü.” şeklindeki ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan; "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, “oy çokluğuyla” verilen yaptırım kararına karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
Eski Ülkü Ocakları Başkanı ve Akademisyen Sinan Ateş’in, 30 Aralık 2022 tarihinde Ankara’da silahlı saldırıya uğrayarak öldürülmesi; Ateş’in siyasi kimliği dolayısıyla olayın siyasi bir cinayet olarak değerlendirilmesi, cinayetin işlendiği yerin başkentin göbeği olması, soruşturma ve yargılama sürecine ilişkin tartışmalar, her zaman güncelliğini koruyarak haber ve tartışma programlarının konusu olmaktadır.
Bu kapsamda; davanın şüphelileri arasında olan Av. Serdar Öktem (görüşme tarihinde tutuklu) ile Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ın, soruşturmanın sürdüğü 4 Temmuz 2023 tarihinde, Ankara Etlik Şehir Hastanesi’nde görüştüğü haberi, Anka Haber Ajansı tarafından servis edilmiş, söz konusu haber medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda da yer bulmuştur.
“h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 10.02.2025 tarihinde yayınlanan “Ece Üner’le Halk Ana Haber” programında da söz konusu habere yer verilmiş, Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ın şikâyeti üzerine, söz konusu yayında “suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez” ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Öncelikle belirtmek gerekirse; yaptırım kararına dayanak olan Uzman raporunda, 2 dakika 28 saniye süren habere ait yaptırım önerilen deşifre metni, kesilerek ve seçilerek yer verilen ifadelerden oluşmaktadır. Haber içinde, gerek sunucunun ifadelerinin, gerekse dış seslendirme ile verilen açıklamaların bazı bölümleri deşifre metne eklenmemiş, bu nedenle haber bütünlüğü sağlanamamıştır. Anlam bütünlüğü bozulacak şekilde rapora konulmuş söylemler üzerinden yaptırım uygulanması, hakkaniyetli olmamasının yanı sıra, Kurul Kararının da isabetsiz olmasına yol açmıştır.
Bilindiği üzere bir yayında kişi veya kişilerin suçlu olarak gösterilip/gösterilmediğinin tespitine karar verilirken, kullanılan ifadelerin bağlamından kopartılmaksızın, olayın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu nedenle; haberin bütününe bakmak yerinde olacaktır. Uzman raporunda ve Kurul Kararında, yayında ihlal oluşturduğu gerekçesi olarak alınan bölümler ile yer verilmeyen bölümlerin eklendiği haber metninin tamamı şöyledir:
“18:34:50 Ece ÜNER: Sinan Ateş cinayetine ilişkin soruşturma devam ederken tutuklu olan MHP'li Avukat Serdar Öktem'in Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım ile görüştürüldüğü öne sürüldü. İddianın temeli, iki ismin de soruşturma devam ederken aynı anda hastanede olması. Sinan Ateş Ailesi’nin avukatları, konu ile ilgili suç duyurusunda bulunulacağını açıkladı.
Dış Ses: Fotoğraflar 4 Temmuz 2023’e ait. Görüntülerdeki kişi Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım. Ankara Etlik Şehir Hastanesi’ne giriyor. Aynı saatlerde hastanede bir sanık var. Sinan Ateş suikastı davasında tutuklu yargılanan MHP’li Avukat Serdar Öktem. Anka’dan Esra Tokat’ın haberine göre; Serdar Öktem de aynı gün saat 15:46’da kalp spazmı geçirdiği gerekçesiyle hastaneye götürüldü. Sonra da muayene noktası olan sarı alana. Yaklaşık 3 saat sonra Ahmet Yiğit Yıldırım da aynı hastaneye gitti ve Öktem‘in bulunduğu alana girdi. Yıldırım'ın saat 20:34'te hastane bahçesinde beklediği, Öktem'i ceza evinden getiren infaz koruma memurlarından biriyle konuştuğu görüldü. Fotoğraflar önemli çünkü bir yanda o dönem soruşturma kapsamında tutuklu olan Serdar Öktem daha sonra cinayetten yargılandı. Diğer yanda Sinan Ateş suikastındaki ikinci dosyadaki şüpheli sıfatıyla giren Ahmet Yiğit Yıldırım. Sinan Ateş'in adresini suikasttan önce istediği iddia edilmişti. Öktem'in dosyası daha sonra ayrıldı. 2 Ekim'de tahliye edildi.
(Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in açıklaması okunur: Biz yine iddia ediyoruz ki Serdar Öktem bu siyasi cinayetin kilit ismidir ve konuşmasından en çok korkulan şahıstır. Şu anda yargıda yürütülen bütün çalışma tutuksuz yargılanan bu şahsı beraat ettirmek üzerinedir telefonundaki bilgilere iki yıldır erişilememesinin sebebi budur. )
Dış Ses: İkinci dosyada aralarında eski MHP Milletvekili Olcay Kılavuz ve Ahmet Yiğit Yıldırım'ın da bulunduğu 22 kişi hakkında takipsizlik kararı verildi. Sinan Ateş Ailesi’nin avukatları takipsizlik kararına itiraz etti. İtiraza hastane görüntüleri de eklendi. Dilekçede Öktem'e susması ve kısa sürede tahliyesinin yapılacağı vaat edildiği öne sürüldü. Öktem’in konumunu paylaşanlar hakkında da suç duyurusunda bulunulacağı belirtildi.”
Yukarıda verilen haberin tam metninde de görüleceği üzere; haberde Ahmet Yiğit Yıldırım’ı suçlu ilan eden veya suçluymuş gibi gösteren bir ifade bulunmamaktadır. Haber, Sinan Ateş Ailesi’nin avukatlarının, konu ile ilgili suç duyurusunda bulunulacağını açıklamaları ve Ayşe Ateş’in görüntülere yönelik iddiaları üzerine temellendirilmiştir ki Uzman raporunda ve Kurul Kararında bu bölümlerin bulunmaması, haberin içeriğinin tam anlaşılamamasına neden olmuştur.
Uzman raporunda, yaptırıma gerekçe olarak gösterilen ifadeler, haberin bütünlüğü içinde incelendiğinde;
“Ahmet Yiğit Yıldırım ve Serdar Öktem'in görüşebilmek için hastaneyi paravan olarak kullanarak randevu ayarladığı ve bunun için ceza infaz personelinin de yardımcı olduğu iddia edilmiştir.” ifadesi kapsamında, haberin tamamında böyle bir ifadenin veya iddianın bulunmadığı görülmektedir.
“Haber verenin yükümlülüğü duyuma veya tahmine dayalı haber yapmamaktır.” ifadesinin ise doğru olmadığı, görüntüleri bulunan bir olayın haberleştirildiği yayında, “Anka’dan Esra Tokat’ın haberine göre” denilerek, haber kaynağının da açıklandığı, ortadadır.
“Söz konusu iddiaların herhangi bir yargı kararı bulunmaksızın, somut delillerle yayımlanması izleyicilerin adaletsiz bir şekilde yönlendirilmesine ve etkilenmesine sebebiyet verebilir.” ifadesinin ise, yaptırım kararına nasıl gerekçe gösterildiği anlaşılamamıştır.
Söz konusu haber; siyasi cinayete kurban giden Sinan Ateş’in ailesinin, Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım ile ilgili takipsizlik kararının kaldırılması için yargıya verdiği dilekçeye dayanmaktadır. Aile tarafından dilekçe ekinde yer aldığı bildirilen görüntülerin, delil sayılarak, takipsizlik kararının kaldırılmasının istendiği anlaşılmaktadır.
Siyasi suikasta uğrayan Sinan Ateş ile ilgili dava dosyasına giren görüntülerin çekilme tarihi ve görüntüdeki kişilerle ilgili hukuki süreçler; konunun haber boyutunu ortaya koymaktadır.
Soruşturmanın sürdüğü dönemde; Av. Serdar Öktem tutuklu durumundadır. Siyasi cinayetin şüphelisi konumundaki bir kişinin, Ülkü Ocakları Başkanı tarafından ziyaret edilmesinin, öldürülen Sinan Ateş’in de Ülkü Ocakları Başkanlığı yaptığı dikkate alındığında, haber değerinin yüksek olduğuna kuşku yoktur.
Yayınlanan haber, söylenti ya da kulise dayalı bir haber değildir. Gerçek, yaşanmış yargı süreçleri ve somut bir görüntüler üzerine kurgulanmıştır.
Toplumsal vicdanı yaralayan böylesi bir siyasi cinayet olayında, gazetecinin görevi; gerçeklerin ortaya çıkarılabilmesi, olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi için soru sormak ve yanıt aramaktır. Bu durum; gazetecinin görevi olmaktan öte kamusal sorumluluğudur. Söz konusu haberin de kamusal sorumluluk ve halkın haber alma hakkı kapsamında yayınlandığı açıktır.
Haberin tam metni incelendiğinde; haberin Ahmet Yiğit Yıldırım ve Serdar Öktem’in hastane görüşmeleri üzerine kurgulandığı ve bu kişilerin hukuki durumlarının, bir suçlama içermeden yorumsuz olarak verildiği görülmektedir. Ateş Ailesinin takipsizlik kararının kaldırılması için yaptığı başvuruya ilişkin bölümlerin ise iddia olarak sunulduğu ve şikâyetçi ailenin ifadeleri üzerinden yansıtıldığı anlaşılmaktadır.
Şikâyette bulunan Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’a yönelik doğrudan bir suçlama ya da karalama söz konusu değildir. Gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul Kararında; Ahmet Yiğit Yıldırım’a hangi suç isnadının yapıldığı, hangi iftiranın atıldığına ilişkin bir saptama da bulunmamaktadır. Aynı şekilde şikâyet dilekçesinde de somut bir iddia ortaya konmuş değildir.
Nitekim Kurul Kararında yer alan; “...İhlâle konu programda, anlatılan olayların sıklıkla bir iddia olduğu belirtilse de” şeklindeki ifadelerden, haberde kesin bir dilin kullanılmadığı kabul edilmektedir. Devamında “...yapılan bazı yorumlarla izleyicide ‘olayların kuşkusuz anlatıldığı şekilde yaşandığı’ izlenimi oluşturulmaktadır.” gibi, subjektif ve zorlama bir değerlendirme ile yaptırıma gerekçe oluşturulmaya çalışılırken, haber bülteninde sunucunun bir yorumda bulunmadığı, haberin sunumunu “iddia” olarak yaptığı görülmektedir.
Serdar Öktem ile ilgili yargılama, halen devam etmektedir. Ahmet Yiğit Yıldırım ile ilgili de bir adli süreç başlatılmış ve sonrasında takipsizlik kararı ortaya çıkmıştır. Siyasi cinayetin kurbanı Sinan Ateş’in ailesi, görüntülerin delil kabul edilmesini ve Ahmet Yiğit Yıldırım hakkındaki takipsizlik kararının kaldırılması için yargıya başvurmuştur. Ahmet Yiğit Yıldırım ile ilgili ifadelerin tamamı yargılama süreçleri ile yeni yapılan başvuruya dayanmaktadır ve çarpıtılan bir bölüm yoktur. Bu yönüyle de haber sınırlarının aşılması söz konusu değildir ve olgusal temeli bulunan haber, görünür gerçekle örtüşmektedir.
Çağdaş demokrasilerde basın, “halkın gözcüsü”/“gözetleyici” (watchdog) durumundadır ve siyasilere ilişkin haberlerde, çok daha geniş bir özgürlük alanına sahip olunması gerektiğine kuşku yoktur.
Ülke gündeminde önemli bir yer tutan Sinan Ateş suikastı ile ilgili görünür gerçeğe uygun, somut bir görüntüye dayanan ve kamusal faydası yüksek bir haber aktarımı nedeniyle, medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanması; hakkaniyetli ve rasyonel değildir, basın ve ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahaledir.
2- Yargılama süreçleriyle ilgili haberlerde, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar kadar, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun da çok hassas davranması gerektiği açıktır. Toplumsal vicdanı yaralayan böylesi siyasi suikastta, gazetecinin görevi; gerçeklerin ortaya çıkarılabilmesi, olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi için soru sormak ve yanıt aramaktır. Gerçeğe ulaşılabilmesi için de basın özgürlüğünün en geniş şekilde kullanılabileceği ortamın oluşturulması zorunludur.
Sinan Ateş Suikastı soruşturmasıyla ilgili, daha önce de h halk logolu kuruluşa, yine Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ın şikâyeti üzerine Üst Kurul çoğunluğu tarafından, “suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez” ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle üst sınırdan yaptırım uygulanmış, söz konusu yaptırım kararı ilk derece mahkemesi tarafından iptal edilmiş, Üst Kurulun istinaf talebi de reddedilmiştir.
Bu kapsamda söz konusu karar sürecinin incelenmesi yerinde olacaktır:
Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım, “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 10.10.2023 tarihinde canlı olarak yayınlanan "Kayda Geçsin" programında, Sinan Ateş Suikastı değerlendirilirken, Gazeteci Timur Soykan’ın “Çağrı Ünel silah çekti, ateş açtı Emrullah Kaplan'ı öldürdü. Ülkü Ocaklarından bir genç ve bu olay üzerine Sinan Ateş'i suçlayan açıklamaları şu anki Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım yaptı. Ülkü Ocaklarının eski ismi Çağrı Ünel'in de arasında olduğu isimlerle faaliyetler yapıyordu ve Ahmet Yiğit ve diğer Ülkü Ocakları üyeleri tarafından çok ciddi hedef gösteriliyordu. Öldürülmeden hemen önce hakkında bedelini ödeyeceğine dair çok ağır tehditler olan açıklamaları da görmüştük" şeklindeki ifadeleri ile kendisini hedef aldığını ve suçlandığını iddia ederek, avukatı aracılığıyla Üst Kurula müracaat etmiştir.
Üst Kurulun 17.11.2023 tarih ve 2023/45 sayılı toplantısında alınan 24 No.lu kararla, 10 ve 11.10.2023 tarihli yayınlarda, Ahmet Yiğit Yıldırım’ın suçluymuş gibi gösterildiği savıyla, 6112 sayılı Kanunun 8’inci maddesinin 1’inci fıkrasının (i) bendinin ihlal edildiği gerekçesiyle üst sınırdan yaptırım uygulanmıştır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşun başvurusu üzerine, Ankara 11. İdare Mahkemesi, Üst Kurulun yaptırım kararını iptal etmiştir. Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin Esas: 2024/60, Karar: 2024/951 nolu ve 31.05.2024 tarihli kararının sonuç bölümü şöyledir:
“...Ülkü Ocakları Genel Başkanı A.Y.Y. ile ilgili geçen ifadeler incelendiğinde, gazeteci Timur Soykan tarafından Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Doç.Dr. Sinan Ateş’in 30.12.2022 tarihinde vurulması olayı ile ilgili bilgiler verildiği, olaya ilişkin açıklamaların sıklıkla ‘iddia olarak’ ifadesi kullanılmak suretiyle, kesin olmayan bir dille aktarıldığı, söz konusu tartışma programında gazeteci tarafından mesleği gereği edindiği, genellikle basına da yansıyan hususların aktarıldığı, program içeriğinde Sinan Ateş’in suikastı ile ilgili soruşturma konu olan olayların konuşulduğu, iddiaların görünür gerçekliğe uygun olduğu, tartışma konusunun tanınam siyaset insanı ve aynı zamanda bir akademisyen olan bir kişinin sokak ortasında kafasından ve vücudunun çeşitli yerlerinden silahla vurulması sonucu öldürülmesine ilişkin olması nedeniyle habere ilişkin kamu menfaatinin bulunduğu, hakkında konuşulan kimsenin topluma mal olmuş kişiliği de dikkate alındığında, olayın aktarılması esnasında öz ile biçim arasındaki dengenin sağlandığı, A.Y.Y.’nin suçlu ilan edilmediği, kullanılan ifade biçiminin gazetecilik mesleğinin ve tartışma programının gerektirdiği ölçüde olduğu, kullanılan ifadelerin ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, dolayısıyla söz konusu programda 6112 sayılı Kanunun 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin ihlal edilmediği anlaşılmıştır.” tespitiyle, yayıncı kuruluşa verilen cezayı iptal etmiştir.
Üst Kurul, söz konusu kararı istinafa taşımış, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10’uncu İdari Dava Dairesi (Esas No: 2024/7408, Karar No: 2024/6619) 13.11.2024 tarihli kararıyla, Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin kararını yerinde bularak, istinaf başvurusunu reddetmiştir.
Dolayısıyla, Üst Kurulun, benzer durumla ilgili verilen yargı kararları ile ilgili hiçbir inceleme yapmaksızın, haber sınırlarını aşmayan ve görünür gerçekliğe uygun bir haberle ilgili üst sınırdan verdiği yaptırım kararı, ölçülü ve hakkaniyetli değildir.
3- Ayrıca Üst Kurulun, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin ihlal edildiği gerekçesiyle, çoğunluk kararıyla uyguladığı yaptırımlara yönelik; Danıştay Onüçüncü Dairesi tarafından verilen bir karar da, yön gösterici nitelikte olacaktır:
“Habertürk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, 19.02.2020 tarihli “Akşam Haberleri” yayınında, “Kırklareli eski Valisi O.Ç. eski sevgilisini darp etti” başlıklı habere yer verilmesi üzerine, haberde adı geçen O.Ç. yayını RTÜK’e şikâyet etmiştir. Üst Kurul, 14.05.2020 tarih ve 2020/20 sayılı toplantısının, oy çokluğuyla alınan 15 nolu kararıyla, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde belirlenen; "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle, yayıncı kuruluşa “uyarı” yaptırımı uygulamıştır.
Yayıncı kuruluş konuyu yargıya taşımış, Ankara 10. İdare Mahkemesi ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi, yaptırım kararında hukuka aykırılık bulmamış, ancak Danıştay 13. Dairesi, kararı RTÜK aleyhine bozmuştur. Danıştay 13. Dairesi’nin E:2022/458, K: 2023/1067 ve 08.03.2023 tarihli kararının sonuç bölümü şöyledir:
“...olaya ilişkin açıklamaların ‘iddiaya göre’ ve ‘ileri sürülmüştü’ gibi ifadeler ile kesin olmayan bir dille aktarıldığı….. iddiaların görünür gerçekliğe uygun olduğu ve yargılamaya ilişkin güncel bir gelişmenin habere konu edildiği, haberin konusunun kadına şiddete ilişkin olması nedeniyle habere ilişkin kamu menfaatinin bulunduğu, hakkında haber yapılan kimsenin topluma mal olmuş kişiliği de dikkate alındığında, olayın aktarılmasında öz ile biçim arasındaki dengenin sağlandığı…kullanılan ifade biçiminin haberin gerektirdiği ölçüde olduğu, yapılan haberin ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, dolayısıyla söz konusu programda, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin ihlal edilmediği anlaşıldığından, dava konusu Üst Kurul kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.”
Danıştay kararına konu olayda olduğu şekliyle; oy çokluğuyla yaptırım uygulanan “Ece Üner’le Halk Ana Haber” programında da, gündeme getirilen konuların, görünür gerçekle örtüştüğü, somut bir görüntü ve yargıya yapılan başvuruya ilişkin yapılan sorgulamaların kamusal faydasının yüksek olduğu, kimsenin doğrudan suçlu ilan edilmediği ve bazı konuların iddia niteliğinde gündeme getirildiği açıktır.
Bu yönüyle de üst sınırdan verilen karar isabetli ve hakkaniyetli değildir.
4- Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 nolu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı; gazetecilerin kimi iddiaları gündeme taşıması ve yanıt araması faaliyetinin çerçevesine ilişkin büyük önem taşımaktadır. Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde, şu görüşler yer almıştır:
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).”
Anayasa Mahkemesi, olgusal temeli bulunan konularda söylentilerin bile haberleştirilmesine olanak tanımaktadır. Yaptırama konu haber ise, bir görüşmeye ilişkin görüntüye dayanmaktadır ve belgeli bir haber niteliğindedir.
Bu açık duruma rağmen; Anayasa Mahkemesi’nin, gazeteciliğin çerçevesine ilişkin kararı dikkate alınmaksızın üst sınırdan verilen yaptırım kararı, hukuka aykırıdır, ifade ve basın özgürlüğünü daraltıcı niteliktedir.
5- Söz konusu yaptırım kararı; Üst Kurula yapılan bir başvuruya dayanmaktadır. Ancak başvurunun usulüne uygun olmadığı görülmektedir.
Dilekçe Kanuna göre; dilekçede dilekçe sahibinin adı-soyadı ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur.
Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım, Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna kendisi başvurmamıştır. Başvuru Ahmet Yiğit Yıldırım adına Av. Mustafa Zafer Küçükkurt imzalı üç sayfalık dilekçe ile yapılmıştır. İzleme raporunun ekinde dilekçe yer alırken, avukatın vekâletnamesi bulunmamaktadır.
Avukat aracılığı ile takip edilen işlerde, vekâletname bulunması hukuken zorunluluktur. Üst Kurul uygulamalarında da avukat aracılığıyla yapılan başvurularda vekâletname aranmaktadır. Ancak, 19.02.2025 tarih, 2025/08-15 No.lu Kurul kararına esas olan izleme raporunda ya da gündem dosyasında Av. Mustafa Küçükkurt’un şikayette bulunan Ahmet Yiğit Yıldırım’ın vekili olduğuna ilişkin vekaletname yer almamıştır.
Usulüne uygun yapılmayan bir başvurunun işleme alındığı ve karar oluşturulduğu açıktır. Bu yönüyle de karar sakattır ve hukuken geçersizdir.
6- Yayınlarda zaman zaman bazı kişi ya da kurumlarla ilgili iddiaların da gündeme taşınması, olağan bir durumdur. Kişi ve kurumların da bu iddialara ilişkin cevap ve düzeltme hakkı vardır ve bu hak, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un, “Yayın Hizmeti İlkeleri” başlıklı 8’inci maddesinin (o) fıkrasında, “Kişi ve kuruluşların cevap ve düzeltme hakkına saygılı olmak zorundadır” şeklinde düzenlenerek, koruma altına alınmıştır. Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ın düzeltme ve cevap hakkının da bu koruma altında olduğuna şüphe yoktur.
Düzeltme ve cevap hakkı, 6112 sayılı Kanun’un 18. maddesinde daha ayrıntılı şekilde düzenlenmiş, bu hakkın hangi durumlarda ve ne şekilde kullanılacağına dair hükümler, 7 fıkra halinde açıklanmıştır. “Düzeltme ve cevap hakkı” başlıklı 18’inci maddesinin birinci fıkrasında; “Gerçek ve tüzel kişiler, …veya gerçeğe aykırı yayın yapılması hâlinde, yayın tarihinden itibaren altmış gün içinde, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmamak ve suç unsuru içermemek kaydıyla, düzeltme ve cevap yazısını ilgili medya hizmet sağlayıcıya gönderir. Medya hizmet sağlayıcılar, hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde, cevap ve düzeltmeye konu yayının yapıldığı saatte ve programda, izleyiciler tarafından kolaylıkla takip edilebilecek ve açıkça anlaşılabilecek biçimde düzeltme ve cevabı yayınlar. Düzeltme ve cevap hakkı doğuran programın yayından kaldırıldığı veya yayınına ara verildiği durumlarda, düzeltme ve cevap hakkı, yedi günlük süre içinde anılan programın yayın saatinde kullandırılır. Düzeltme ve cevapta, buna neden olan yayın belirtilir.” hükmüne yer verilerek, söz konusu hakkın kapsamı belirlenmiştir.
Dolayısıyla 6112 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri, medya hizmet sağlayıcılar ile muhatapları arasındaki ilişkiyi, olası bir yaptırımdan önce, “düzeltme ve cevap hakkını” önceleyen bir anlayışla ele almaktadır.
Üstelik cevap ve düzeltme hakkı dayanağını doğrudan Anayasamızdan almaktadır. Anayasamızın 32’inci maddesinde; “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir. Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir” hükmü yer almaktadır. Görüleceği üzere, cevap ve düzeltmeye karar verecek yargılama makamının kararını kaç gün içinde vereceği hükmünün dahi Anayasa’yla düzenlenmesi, bu hakkın yasa koyucu tarafından ne derece önemsendiğinin göstergesidir.
Bu çerçevede, 6112 sayılı Kanun’da, “Düzeltme ve Cevap Hakkı” özel olarak düzenlenmişken; bu yola başvurulmaksızın, doğrudan bir suçlama içermeyen değerlendirmeler nedeniyle, basın ve ifade özgürlüğünü de zedeleyecek şekilde, bir yayının doğrudan yaptırım konusu yapılması, ölçülü ve rasyonel değildir, yaptırımların kanuniliği ve eşitliği ilkesine aykırıdır.
7- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlemlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlığın ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya suçluluğu yargı kararı ile kesinleşmeden, kişilerin suçlu ilan edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de h halk logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. “h halk” logolu kuruluşun bu ve benzeri gerekçelerle çok sayıda idari yaptırımla (2024 ve 2025 yılında 7 idari yaptırımda 3.5 milyon TL) karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
8- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca Anayasa’ya göre; ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
9- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasetçiler, toplum önderleri söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin, gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
Demokratik bir sistemde, kamu gücünü elinde bulunduranların yetkilerini hukuki sınırlar içinde kullanmalarını sağlamak açısından basın ve kamuoyu denetimi en az idari ve yargısal denetim kadar etkili bir rol oynamakta ve önem taşımaktadır. Halk adına kamunun gözcülüğü işlevini gören basının işlevini yerine getirebilmesi özgür olmasına bağlı olduğundan basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve yaşamsal bir özgürlüktür. (bkz. AYM, E.1997/19, K.1997/66, K.T. 23/10/1997), (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/Avusturya, B. No:9815/82, 8/7/1986, § 41; Özgür radyo-Ses Radyo Televizyon Yapım ve Tanıtım AŞ/Türkiye, B. No: 64178/00, 64179/00, 64181/00, 64183/00, 64184/00, 30/3/2006 § 78; Erdoğdu ve İnce/Türkiye, B. No: 25067/94, 25068/94, 8/7/1999, § 48; Jersild/Danimarka, B.No: 15890/89, 23/9/1994, §31). (https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3986)
İfade özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça ifadenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B.No:23144/93, 16/3/2000, §43). Bu denge kurulurken Anayasanın 13. ve 26. maddeleri kapsamında kanunen öngörülen sınırlı sebeplerle ve meşru amaçlarla, demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilerek, sınırlama amacı ile aracı arasında ölçülü bir dengenin gözetilmesi ve hakkın özüne dokunulmaması gereklidir (B.No:2013/2602,23/1/2014, §56).(https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3986)
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır.” (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
10- Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`nin hüküm altına aldığı bir diğer husus da, siyaseti seçmekle bilinçli olarak eylem ve davranışlarını vatandaşların kontrolüne açık bırakan siyasilerin, kendilerine ilişkin söylemlerde, ortaya çıkacak kamusal yarar sebebiyle sert, ağır ve hatta incitici de olsa eleştirilere açık olmaları gerektiğidir. Bu çerçevede dikkatlerde tutulması gereken bir başka nokta da siyasetçilerin dolayısıyla da siyasi partilerin yazılı ve görsel basını kullanarak, her türlü eleştiriye cevap verebilecek olanaklara sahip olduğudur.
Üst Kurula başvuruda bulunan Ahmet Yiğit Yıldırım siyasi kimliğiyle kamuoyunda tanınan biridir. Doğrudan suçlama içermeyen, görünür gerçeğe uygun ve kamusal faydası yüksek bir haber aktarımı nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanması, medyanın asli görevini yapmasında caydırıcı etkiye neden olabileceği de unutulmamalıdır.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde basın ve ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, olgusal temeli olan konularda, gazetecilerin özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Söz konusu yayında; Sinan Ateş Suikastı kapsamında verilen bir takipsizlik kararının kaldırılması için yargıya yapılan başvuruya ilişkin haberin aktarıldığı, başkent Ankara’da yapılan suikast ile ilgili olduğu dikkate alındığında haberin kamusal faydasının yüksek olduğu, ayrıca da haberde Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ın doğrudan suçlanmadığı ya da “suçluymuş gibi” gösterilmediği açıktır.
Bu doğrultuda; Üst Kurulun yaptırım kararına konu edilen ifadelerle, kişi ya da kurumların doğrudan suçlu ilan edilmediği, görünür gerçekle örtüşen ve kamusal faydası yüksek sorgulamalar nedeniyle üst sınırdan uygulanan yaptırımın, rasyonel, adil ve ölçülü olmadığı, basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe oluşturacağı, yayında 6112 sayılı Yasa’ya aykırı bir yönün bulunmadığı gerekçeleriyle karara karşı oy kullandım. 19.03.2025