İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 29.01.2025 tarih ve 17 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 27.01.2025 tarihinde saat 11:23’te yayınlanan "Neden Sonuç" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Moderatörlüğünü Seda Selek'in yaptığı, Mehmet Tezkan, İbrahim Kahveci ve Barış Terkoğlu'nun konuk olarak katıldığı "Neden Sonuç" adlı programda geçen diyaloglarda; “Turbun büyüğü isimli basın toplantısında turbun büyüğünün CHP'li belediyelere özel, Ekrem İmamoğlu'na özel bir bilirkişi olduğu ortaya çıktı. Satılmış Büyükcanayakın ismiyle ilgili zaten imalı bir gönderme yaptı Ekrem İmamoğlu. Soyadı Büyükcanayakın. İlginç bir isim. Kendisi ne kadar cana yakın ya da kime yakın… Ya ne kadar cana yakın bilinmez. Ama kime yakın ortada…” şeklindeki ifadelerin ve Bilirkişi S.B. ile yapılan telefon görüşmesinin yayınlanmasının; 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; "...,özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle “oy çokluğuyla” alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 27 Ocak 2025’te Saraçhane’de “Turbun Büyüğü” isimli bir basın toplantısı düzenlemiştir. Basın toplantısında; CHP’li belediyelere yönelik soruşturmaların merkezinde sürekli olarak S.B. isimli bir bilirkişinin bulunduğunu, Beylikdüzü Belediye Başkanlığı dönemindeki bir ihale nedeniyle açılan davada da S.B.nin, olmayan raporu varmış gibi mahkemeye sunduğunu, İstanbul’da 8.800 bilirkişi olmasına rağmen kendisiyle ilgili dosyaların sürekli aynı bilirkişiye gittiğini, İETT ve İSPARK soruşturmalarında da S.B.nin görevlendirildiğini, şirket avukatlarının itirazlarına rağmen savcılığın 6 ay boyunca yanıt vermediğini, Beşiktaş ve Esenyurt soruşturmalarında 3 kişilik bilirkişi heyetine atanan S.B.nin tek başına imzaladığı raporun, diğer 2 bilirkişinin onayı olmadan işleme konulduğunu ve bu raporun Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasına gerekçe yapıldığını iddia etmiştir.
Söz konusu basın toplantısı, “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcıda, canlı olarak ekrana getirilmiş, canlı yayın bitiminde, saat 11:23’te “Neden Sonuç” isimli program başlamıştır. Moderatörlüğünü Seda Selek'in yaptığı, Mehmet Tezkan, İbrahim Kahveci ve Barış Terkoğlu'nun konuk olarak katıldığı programda, Barış Pehlivan’ın, Bilirkişi S.B. ile yaptığı telefon görüşmesi kaydı da yayınlanmıştır.
Programda geçen bazı diyaloglar ile söz konusu ses kaydının yayınlanması nedeniyle, Üst Kurul tarafından "...,özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesine aykırı olamaz, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- 6112 sayılı Yasa’nın, yayın ilkelerini belirleyen hükümlerine göre; yayınlarda tarafsızlık esastır ve bunun sağlanması için, olaya/konuya muhatap kişi veya kişilere, haklarındaki iddialara cevap verebilmeleri adına, söz hakkı tanınması gerekmektedir.
Program başlamadan hemen önce, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun canlı olarak yayınlanan basın toplantısında Bilirkişi S.B.ye yönelik bazı iddialarda bulunduğu, program içinde de Gazeteci Barış Terkoğlu’nun, aynı bilirkişi hakkında yaptığı araştırmalara ilişkin açıklamalarda bulunduğu dikkate alındığında; bu durumda iddiaya muhatap Bilirkişi S.B.ye söz hakkı doğduğu ortadadır.
Özellikle, kamu menfaatini ilgilendiren konularda, muhatap kişiye/kişilere, iddialara cevap vermesi için söz hakkı tanınması, sorumlu yayıncılık gereğidir. Yaptırıma konu programda da, Bilirkişi S.B. ile yapılan telefon görüşmesinin yayınlanmasının, bu amaçla gerçekleştirildiği, Gazeteci Barış Terkoğlu ile Moderatör Seda Selek arasındaki diyalogdan da anlaşılmaktadır.
Gazeteci Barış Pehlivan ile Bilirkişi S.B arasındaki telefon görüşmesinin yayınlanmasının ardından, Barış Terkoğlu; “(12:22:32) Bu arada ne güzel bir gazetecilik. Bakın Ekrem İmamoğlu iddialarını verdi, iddiaların sahibine de soruldu. Tam olarak gazetecilik de böyle olmalı zaten.” şeklinde açıklamada bulunmuş, Moderatör Seda Selek de; “Evet, evet” diyerek onaylamıştır.
Kaldı ki, Bilirkişi S.B. ile yapılan ve yayınlanan görüşmenin ayrıntılarına bakıldığında da, hakkındaki iddialara cevap niteliğinde bir konuşma olduğu anlaşılacaktır. Örneğin, düzenli olarak CHP aleyhine davalarda görev yapmasına ilişkin iddia sorulduğunda; “Hayır, yalan konuşuyorsunuz. Yalan konuşuyorsunuz genel olarak çünkü ben sadece CHP davalarında değil, beni kimse bağlamaz, AK Parti 2010'da AK Parti davalarında yaptım. Belediyelere, MHP’nin de yaptım. Asla seçilmiş kişi değilim. Katılmıyorum. Kusura bakmayın muhatap yeriniz… Beyefendi size başarılar dilerim. Kusura bakmayın.” şeklinde, Başsavcı ile Çerkezköy'den tanışıklığı olup/olmadığına ilişkin soruya da; “Hayır. Hiçbiriyle yok. Hiçbir iş yaptığım savcılarla asla bir istişarem olmaz dosya alırken.” şeklinde cevap verdiği görülmüştür.
Görüşme kaydı, hiçbir eksiltme, çarpıtma ya da kurgu yapılmadan, gazetecilik refleksiyle olduğu gibi yayınlanmış, bilirkişinin tüm ifadelerine yer verilmiştir.
Görüleceği üzere; görüşme kaydının yayınlanması ile amaçlanan, özel hayatın deşifre edilmesi değil, kamusal yararı olan ve aniden gündemin ana maddesi haline gelen bir konuda, muhatabına söz hakkı vermektir. Bunun da gazetecilik faaliyeti kapsamında yapıldığı ve farklı bir amaçla kullanılmadığı da açıktır.
Ayrıca bilirkişinin ifadeleri arasında, görüşmenin yayınlanmamasına ilişkin açık bir kayıt ya da itiraz da bulunmamaktadır.
Bu yönüyle; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun açıklamaları ile gündeme gelen bilirkişi hakkında, kamuoyunda oluşan merakın giderilmesi ve cevap hakkı niteliğinde gazetecilik faaliyeti olarak yapılan bir yayın nedeniyle, medya hizmet sağlayıcı kuruluşa, özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiği gerekçesiyle üst sınırdan yaptırım uygulanması rasyonel, hakkaniyetli ve ölçülü değildir, basın özgürlüğünü ve gazetecilik faaliyetini sınırlayıcı niteliktedir.
2- Basının haber verme hakkı ile özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesi çatışmasında, kamu yararı ön plana çıkmaktadır. Bilindiği üzere; halkın haber alma hakkı kapsamında, medyanın sahip olduğu haber verme hakkı, basın özgürlüğünün temelini oluşturur. Bu husus, Anayasa’nın 28/2. maddesinde; “Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.” şeklinde ifade edilmiş ve kişilerin haber alma ile medyanın haber verme hakları korunmuştur. Ancak basının haber verme hakkını kullanırken, zaman zaman kişilerin ses veya görüntülerinin izinsiz olarak kamuoyuna sunulması, habere konu olan kişilerin haklarının ihlal edilmesini de kaçınılmaz hale getirebilmektedir. Bu gibi durumlarda, özel hayatın gizliliğinin ihlal edilip/edilmediği, her olayın somut koşullarına göre değerlendirilmelidir.
Basının haber verme hakkı kapsamında, söz konusu değerlendirmelerin; “haberin gerçekliği, yayının yapılmasında kamu yararı bulunması, yayının güncelliği, haberin veriliş biçiminin amaca uygun olup olmadığı, yayına konu kişinin kamuya mal olup/olmadığı” ölçütlerine göre yapılması gerekmektedir. Yaptırıma konu yayının bu ölçütlere uyduğu, gazetecilik faaliyeti olarak bir yayın yapıldığı görülmektedir.
Ayrıca, yaptırımın konusu Türk Ceza Kanunu’nda “Özel Hayatın Gizliliğini İhlal” başlıklı 133’ncü maddesinde düzenlenmektedir. Kanunun ilk halinde, fiilin basın yayın yoluyla işlenmesi halinde cezanın yarı oranında arttırılması öngörülürken, 2012 yılında yapılan değişiklikle ceza artırımından vazgeçilmiş ve TBMM Adalet Komisyonu’ndaki görüşmeler sonucunda, “Haber verme hakkının sınırları dâhilinde haber konusu yapılmasının” suç oluşturmayacağı karar altına alınmıştır. Bu durum Adalet Komisyonu raporuna şu şekilde yansımıştır:
“... hukuka aykırı olarak ifşa edilmiş olan konuşma içeriklerinin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de, faillerin bu fıkra hükmüne göre cezalandırılmasına imkan tanınmıştır. Ancak, belirtmek gerekir ki, bu hükme göre cezaya hükmedebilmek için, haber verme hakkının sınırlarının aşılması gerekir. Bu itibarla, hukuka aykırı olarak ifşa edilmiş olan konuşma içeriklerinin haber verme hakkının sınırları dâhilinde haber konusu yapılması halinde söz konusu suçu oluşmayacaktır.”
(https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d24/c026/tbmm24026128ss0278.pdf)
Ayrıca; yaptırıma konu yayınla ilgili olarak; 5 gazeteci hakkında başlatılan soruşturma kapsamında dava açılmış, İstanbul 54’üncü Asliye Ceza Mahkemesi, ilk duruşmada gazeteciler hakkında beraat kararı vermiştir.
Yukarıda yer alan açıklamalar ve bilirkişinin ses kaydını yayınlamak suçundan haklarında dava açılan gazetecilerin de beraat ettiği göz önüne alındığında; yayının bir gazetecilik faaliyeti kapsamında kaldığı açıktır. Bu çerçevede; söz konusu yayında kamu yararının ağır bastığı ve ses kaydının yayınlanması ile bilirkişiye cevap hakkı tanındığı, bu suretle yayında dengenin gözetilmeye çalışıldığı, ayrıca ses kaydında hakkındaki iddiaları cevaplayan bilirkişi lehine bir durumun sağlandığı görülmektedir.
Ayrıca; ihlale konu programda, yaptırıma gerekçe gösterilen, sunucunun; "Soyadı Büyükcanayakın. İlginç bir isim. Kendisi ne kadar cana yakın ya da kime yakın… Ya ne kadar cana yakın bilinmez. Ama kime yakın ortada." şeklindeki sözlerinde de eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde bir ifadenin bulunmadığı, bir gazetecinin eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeleri olduğu açıktır.
Bu çerçevede, basının haber verme hakkı kapsamında kalan bir yayınla ilgili “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması, hakkaniyetli ve ölçülü değildir.
Konuya ilişkin önemli bir ayrıntı da; söz konusu görüşme kaydının 42 saniyelik bölümünün, 27.01.2025 tarihinde, Beyaz TV logolu kuruluşta “Sürmanşet” programında saat 20:40:18’de yayınlanmış olmasıdır. Bu durum; aynı zamanda, h halk logolu kuruluştaki yayının, haber niteliğine de işarettir.
“h halk” logolu kuruluşa, bilirkişinin ses kaydının yayınlanmasına ilişkin yaptırım uygulanırken, aynı ses kaydının Beyaz TV’de de yayınlanmasına karşın, izleme raporu hazırlanmaması ve Üst Kurul gündemine alınmaması izaha muhtaç bir durumdur.
Aynı ses kaydını yayınlayan iki kuruluş varken, biri için yaptırım kararı alınması rasyonel değildir, yaptırımların kanuniliği ve eşitliği ilkesine de aykırıdır.
3- Kamu yararı söz konusu olduğunda, basın özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğine ilişkin pek çok akademik çalışma bulunmaktadır. Bu konu; Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Beşir ACABEY’in, “Basın Özgürlüğü e Bu Özgürlüğün Bir Sınırı Olarak Kişilik Hakkı” adlı çalışmasında ele alınmış ve çalışmada şu değerlendirmeler yer almıştır:
“Bir kimsenin özel hayatını veya onur ve saygınlığını (şeref ve haysiyetini) ihlal eden bir basın faaliyeti kamu yararına yönelikse ve uygun bir araç olarak kullanılmışsa, hukuka uygun olarak değerlendirilecek ve bu açıklamadan dolayı herhangi bir hukuksal sorumluluk doğmayacaktır[1].
Demokratik toplumlarda basının en önemli görevi, kamu yararını ilgilendiren olay ve konularda haber ve bilgi vermek, açıklamalar yapmak, eleştiri ve değer yargıları sunmak suretiyle toplumu aydınlatmak ve kamuoyu oluşturmaktır[2]. İsviçre Federal Mahkemesine göre de basının görevi; okuyucuya toplumu ilgilendiren olayları bildirmek, onu her türlü siyasi, ekonomik, bilimsel, edebi ve sanat olayları hakkında yönlendirmek, kamu yararıyla ilgili sorunlarda fikir alış verişini başlatmak, toplumu meşgul eden meselelerde çözümlerin bulunmasına çalışmak, devlet yönetimi ve özellikle kamu parasının harcanması konusunda bilgi istemek, devlet işlerindeki her türlü suiistimalleri bulmak, meydana çıkarmaktır[3].
...Ancak önemi nedeniyle hemen vurgulayalım ki; basının kamu yararını gözetip gözetmediği tespit edilirken, haber veya eleştiri konusu kişinin toplumdaki yeri ve görevinin dikkate alınması gerekir. Kişinin kimliği, toplum içindeki konumu ve üstlendiği görev, elinde bulundurduğu kamu yetkisi, kişiliğine yönelik müdahalelerin sınırının belirlenmesinde kamu yararı ölçütü açısından özellik gösterir. Bu durum özellikle, onur ve saygınlığı ihlal edici nitelikteki eleştirilere katlanma ile özel hayata müdahaleler açısından önemlidir. Kamuya mal olmuş kişilerin eleştiriye daha açık olmaları, özellikle kamu gücünü elinde bulunduran yönetici ve siyasetçiler yönünden kamu yararı gereğidir. Kimse eleştiriden kaçınamaz, özellikle kamuya mal olmuş kişiler, eleştirilere daha fazla katlanmak zorundadır[4].
... Kamu yararı bulunduğu, toplumu ilgilendirdiği oranda bu kişilerin hayat öyküleri ve yaşamları, basın tarafından yayın konusu yapılabilir. Çünkü kamunun haber alma hakkı, kural olarak üstün kamusal yarar olarak öncelikli kabul edilir ve topluma mal olmuş kişilerin özel yaşamına ilişkin hususların basında yer alması, kişilik hakkının ihlali sayılmaz[5].
Bir kişi ile ilgili olarak yayınlanan bir haber veya eleştiri, kişiyi küçük düşürücü olsa dahi, kamu yararı bulunan bir gerçeği yansıtıyor ve kamuoyunu aydınlatma fonksiyonun çerçevesi içinde kalıyorsa, hukuka aykırı olmayacaktır[6].
Demokratik rejimlerde ise; rejimin güvencesi, vatandaşların eleştirel katkılarıdır. Vatandaşın sözcüsü ise basındır. Bu nedenle, özgürlükçü demokrasilerde basının en önemli görevi, tüm kamusal yaşamın kontrolü ve kritiğidir[7].” ([1] KILIÇOĞLU, Ahmet, “Sorumluluk Açısından Basın Özgürlüğünün Özel Hukuktaki Yeri”, YD. C.13-1987, S.1-2, sh. 88-89; ÖZEL, 44., [2] EREN, 36; İÇEL/ÜNVER, 10 vd., 112-116; ÖZEK, Çetin: Türk Basın Hukuku, İstanbul 1978, sh.32 vd.; KAPLAN, İbrahim : Kişilik Haklarının Kitle Haberleşme Araçları Karşısında Korunması, Ankara 1979, sh. 9; GELGÖR, 130-131., [3] BGE 37 I 377. Bu karar için bkz. EREN, 36., [4] DURAL/ÖĞÜZ, 123; REİSOĞLU (Kişilik Haklarının Korunması), 305-306., [5] REİSOĞLU (Kişilik Haklarının Korunması), 301; ZEVKLİLER/ACABEY/ GÖKYAYLA, 471-472., [6] OĞUZMAN/ SELİÇİ/OKTAY-ÖZDEMİR, 178; OĞUZMAN/ÖZ, 510., [7]. İÇEL/ÜNVER, 113)
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/179428 (E.T.:06.03.2025)
Dolayısıyla, yaptırıma konu programda ele alınan konunun; “doğruluk, güncellik, toplumsal ilgi ve ölçülülük” ölçütlerini taşıdığı ve söz haberde “kamu yararı” bulunduğu, bununla birlikte bilirkişinin konuştuğu kişinin de, toplumda tanınan bir gazeteci olduğu ve bilirkişinin de bu bilinçle konuştuğu dikkate alındığında; özel hayatı ihlal etmenin söz konusu olamayacağı açıktır.
4- Basın özgürlüğü ile haberleşmenin gizliliği hakkının çatışmasında, her koşulda haberleşmenin gizliliğinin öncelenmesi söz konusu değildir.
Çatışan haklar konusunda basın özgürlüğünün koruma alanın geniş tutulmasının nedeni, basının yüklendiği kamusal görev ve sorumluluktur. Koruma alanı geniş olmazsa, AİHM’in tanımladığı şekliyle basın, “vazgeçilmez kamusal gözetleyici / halkın gözcüsü (watchdog)” rolünü oynamakta zorlanacaktır.
Bu çerçevede; kamusal tartışmaya katkısı açık olan bir haber nedeniyle, medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan uygulanan yaptırım kararı haksız ve orantısızdır, isabetli değildir. Ayrıca, medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; Anayasa Mahkemesi’nin basın ve ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında belirtildiği şekilde, “güçlü nedenler” olmaksızın ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek şekilde cezalandırılması, kamusal yararı yüksek haberlerin yapılmasını güçleştirecek, özgürlüğü değil otosansürü besleyecektir. 6112 sayılı Kanun’un 1’inci maddesindeki “haber alma özgürlüğünün sağlanması” amacıyla da çelişen bir durum ortaya çıkacaktır.
Bilindiği üzere; demokratik toplumlarda basının en temel işlevi; kamu adına denetim yapmak ve kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilmektedir.
Kaldı ki; tüm demokratik toplumlarda siyasilerin, iktidar sahiplerinin yanı sıra, özellikle kamusal görev icra eden kişilerin özel hayatı, kamusal yetkinin veya kamu kaynaklarının uygun şekilde kullanılmaması noktasında, özel hayat olmaktan çıkacak ve kanunlar devreye girecektir. Çünkü kamusal görev icra edenler, kamusal sorumlulukla hareket etmek zorundadır.
5- Bu konuda, Yüksek Yargı tarafından alınan kararlara baktığımızda; “kamu yararı”nın ön planda tutulduğu ve verilen kararların basın/ifade özgürlüğünden yana kararlar olduğu görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin, Hakan YİĞİT başvurusunda (Başvuru No: 2015/3378), 5 Temmuz 2017 tarihinde aldığı karar, bu tür haberler kapsamında, örnek niteliğindedir. AYM söz konusu kararında, “özel haberleşmeye müdahale/özel hayatının korunması” ile “gazetecilerin bilgiyi serbestçe kullanma hakkı” arasındaki çatışmaya ilişkin, başvurucunun ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir. Karanın ilgili bölümleri şöyledir:
“51. Basının kendisi için konulmuş sınırlamalara uyması gerekmesine rağmen toplum ve devlet hayatını ilgilendiren meselelerde bilgi vermesinin bir demokrasinin düzgün bir şekilde işlemesinin sağlanmasına ilişkin temel görevi bağlamında bir zorunluluk olduğu da hatırda tutulmalıdır. Basının anılan bilgileri ve fikirleri bildirme zorunluluğunun yanı sıra halkın da bunları almaya hakkı vardır. Basın özgürlüğü kamuoyuna; siyasetçiler, yüksek bürokratlar, kanaat önderleri veya iş adamları gibi söz ve davranışları kamuoyunun ilgisinde olan kişilerin fikir ve tutumlarının keşfedilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağlamaktadır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 56-58, 82; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 49-51, 61-63; Nihat Özdemir [GK], B. No: 2013/1997, 8/4/2015, §§ 45-47, 57-58).
57. Somut olayda özel haberleşmeye müdahale, kamu gücünü kullanan organların birinden değil bir basın kuruluşundan gelmiştir. Mevcut başvuruda Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "başkalarının özel hayatlarının korunması" biçiminde ifade edilen meşru sınırlama amacı ile gazetecilerin bilginin serbest akışı ile iştigal etme hakkı arasında bir çatışma doğmuştur. Bu çatışmanın Anayasa tarafından özel olarak korunan haberleşme hakkına müdahale edildiği hâllerde daha belirgin hâle geldiği açıktır. Buna rağmen haberleşme içerikleri gibi hassas bilgilerin -yasa dışı yollardan elde edilmiş olsa bile- haberleştirilmesi gazetecileri otomatik olarak Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinin sağladığı korumadan yoksun bırakmaz.
58. Mevcut başvuruya benzer başvurularda Anayasa Mahkemesince yapılması gereken, gazetecilerin basın özgürlüğü ile özel haberleşmesine müdahale edilen bireylerin haberleşme özgürlüğünü dengelemektir. Böyle bir dengeleme; her somut olayda haberleştirilen bilginin içeriğinin, haberleşmesine müdahale edilen kişilerin kimliklerinin, haberin kamusal tartışmalara yaptığı katkının ve somut olayın geçtiği bağlam da dâhil olmak üzere tüm koşulların birlikte değerlendirilmesi ile mümkündür.
62. …Dolayısıyla konuşmanın yayımlanmasının kamuoyu gündeminin ilk sıralarında yer alan kamusal faydası yüksek bir tartışmaya katkı sunduğunda kuşku bulunmamaktadır.
68. Başka bir deyişle basının bir demokrasinin düzgün şekilde işlemesinin sağlanmasına ilişkin temel görevi dikkate alındığında başvurucunun cezalandırılmasının, basının kamu yararına olan hususlarda açık tartışmaya olan katkısını yıldırabilecek nitelikte olduğu kabul edilmelidir. Dolayısıyla başvurucunun 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılması ve beş yıl denetim altına alınarak hükmün açıklanmasının ertelenmesi biçimindeki şikâyet konusu müdahale, müştekinin özel hayatının korunması şeklinde takip edilen amaç ile orantısızdır. https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3378 (E.T. 06.03.2025)
Yukarıda atıfta bulunulan Anayasa Mahkemesi kararında da görüleceği gibi;
- Basının, devlet işlerini ilgilendiren konularda bilgi vermekle yükümlü olduğu,
- Basının söz konusu bilgi ve fikirleri yayma yükümlülüğünün yanı sıra, kamuoyunun da bunları alma hakkı bulunduğu,
- Basın özgürlüğünün, bürokrat gibi kamuoyuna mal olmuş kişilerin fikir ve davranışlarının öğrenilmesi ve bunlar hakkında fikir oluşturulması için en iyi araçlardan birisini sağladığı,
- Haberde kamu yararının bulunması unsurları ön plana çıkarılarak, basının birincil görevinin, demokrasinin düzgün işleyişini sağlamak olduğu,
hüküm altına alınmıştır.
6- Basın özgürlüğü ile özel hayatın gizliliği konusunu içen Yargıtay kararlarına baktığımızda da, AYM kararıyla aynı doğrultuda kararlar verildiği görülmektedir.
- Ülke çapında çeşitli iş kollarında faaliyeti olan ve kamuoyu tarafından bilinen şirketler grubunun üst düzey bir yöneticisi ile Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanı'nın, şirketin devlete olan vergi borcu nedeniyle yaptıkları telefon görüşmesine ilişkin konuşma kaydının ulusal bir gazetede yayımlanmasına ilişkin davada Yargıtay, basının haber verme hakkından yana hüküm kullanmıştır.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin, E. 2013/5626, K. 2013/26685 ve 25.11.2013 tarihli kararının ilgili kısmı şöyledir:
“...haber içeriğinin görünür gerçeğe uygun olması, kamuya mal olmuş bir holdingin üst düzey yöneticisi olan katılan ile Maliye Bakanlığında Gelir İdaresi Başkanı olan üst düzey bürokrat ile yaptığı, miktarı yüksek bir vergi borcunun düşürülmesi ile ilgili olarak yapılan telefon görüşmesinin haberinin yapılmasında, bürokratın yürüttüğü kamu hizmetinin niteliği ve toplum içindeki konumu gereği, haberde kamu yararı ve toplumsal ilginin bulunması, haberi yapılan konunun güncel olması, haberde kullanılan ifadelerin ve haberle beraber yayımlanan fotoğrafların, habere konu olayla fikri bağlantısının bulunması, sonuç olarak, haberin verilişinde ölçülülük ilkesinin ihlal edilmemiş olması karşısında, yayımlanan haberin, basının haber verme hakkı sınırları içerisinde kalması sebebiyle, katılanın, sanık tarafından haberleşmesinin gizliliğinin ihlal edildiğinin kabulünün mümkün olmadığı, ..., beraata ilişkin hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 25.11.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
- Kamuoyunda "Ergenekon yargılamaları" olarak bilinen ve kamuoyunu uzun süre meşgul etmiş yargılamalar sırasında mahkemenin bir hâkimi ile bir avukat arasındaki görüşmelerin ulusal bir gazetede yayımlanmasının, haberleşmenin gizliliğinin ihlali suçunu oluşturduğunun ileri sürüldüğü bu davada da, Yargıtay aynı içtihadını sürdürmüştür.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin, E. 2013/8602, K. 2014/158 ve 13.01.2014 tarihli kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Haber içeriğinin görünür gerçeğe uygun olması, kamuya mal olmuş katılanın, yargıyı etkileme suçlamasıyla yürütülen soruşturmada ‘şüpheli’ sıfatını taşıyan biriyle, davanın başka bir mahkemeye gönderilmesi konusunda yaptığı konuşmalara ilişkin haberin yapılmasında, yürüttüğü kamu hizmetinin niteliği ve toplum içindeki konumu gereği, kamu yararı ve toplumsal ilginin bulunması, haberi yapılan konunun güncel olması, haberde kullanılan ifadelerin ve haberle beraber yayımlanan fotoğrafın, habere konu olayla fikri bağlantısının bulunması, haberin verilişinde tahkir edici bir dil kullanılmayıp, ölçülülük ilkesinin ihlal edilmemiş olması karşısında, yayımlanan haberin, basının haber verme hakkı sınırları içerisinde kalması sebebiyle, katılanın özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiğinin kabulü mümkün olmadığı gibi, haberde yer alan sözlerin, katılanın küçük düşmesine yol açan değer yargısı içerecek, onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte olmayıp, kullanılan üslupla konunun okuyucuya aktarılması sırasında, hukuka uygun çerçevenin dışına çıkılmadığı anlaşılmakla, katılanın hakarete uğradığından da söz edilemeyeceği anlaşılmakla… Yapılan yargılama sonunda, sanığa yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olduğu gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin sübuta ilişkin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, beraata ilişkin hükmün isteme aykırı olarak ONANMASINA, 13.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Yüksek yargı kararları da ortaya koymaktadır ki; çatışan haklar söz konusu olduğunda, olaylardaki içerik, bağlam ve amacın incelenmesi zorunludur.
7- Anayasa Mahkemesi basın ve ifade özgürlüğü söz konusu basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlemlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlığın ihlal edildiği, eleştiri sınırlarının aşıldığı veya suçluluğu yargı kararı ile kesinleşmeden, kişilerin suçlu ilan edildiği gerekçeleriyle, hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de “h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. “h halk” logolu kuruluşun, bu ve benzeri gerekçelerle çok sayıda idari yaptırımla (2024 ve 2025 yılında 7 idari yaptırımda 3.5 milyon TL) karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
8- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
9- İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda; ulusal ve uluslararası hukuki kararlara baktığımızda da, basın ve yayın kuruluşlarının ayrı bir yeri ve önemi bulunduğunu ve tanınan hak ve özgürlüklerin çerçevesinin genişletildiği görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 58).
10- AİHM’e göre ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre 10. maddenin 2. paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir; yokluğu hâlinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, 10. maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).
AİHM, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün birçok kez altını çizmiştir. AİHM'e göre basının -her ne kadar özellikle de başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de- görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkının eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre, bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102).
AİHM bir kararında basının denetim görevine vurgu “Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” şeklinde vurgu yapmıştır (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/04/1992, §46).
AİHM'in aldığı başka bir karar da, bir radyo istasyonuna uygulanan yaptırımın Sözleşme'nin 10. maddesini ihlal ettiği yönündeki 19/12/2006 tarihli kararıdır. Radyo yayıncısı olan başvurucu Radio Twist, Adalet Bakanı ile Başbakan yardımcısı arasındaki telefon görüşmesine ait kayıtları bir haber programında yayınlamaktan suçlu bulunmuştur. Haber programında, yayınlanan kayıtlarla birlikte bazı yorumlara da yer verilmiş ve söz konusu yorumlarda kayıtların en büyük ulusal sigorta şirketinin özelleştirilmesine ilişkin menfaati olan iki gurup arasındaki güç mücadelesine ilişkin olduğu belirtilmiştir. Adalet Bakanı, yasa dışı olmasına rağmen, telefon görüşmesinin yayınlanmasının kişilik haklarına zarar verdiği iddiasıyla Radio Twist aleyhine medeni dava açmıştır.
AİHM, telefon görüşmesinin ve haberin sunumu sırasında yapılan yorumların içeriğinin ve bağlamının tamamen politik olduğuna ve politikacıların özel hayatları ile bir ilgisi bulunmadığına dikkat çekmiştir. AİHM, devletin sahip olduğu şirketlerin yönetimi ve özelleştirilmesiyle ilgili soruların kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ve tanımı itibarıyla kamu yararına ilişkin olduğunu düşünmektedir. AİHM ayrıca, kayıtların yayımlanmasından sonra davacının Slovakya Anayasa Mahkemesi’ne hâkim olarak seçildiğini ve itibarının lekelenmiş görünmediğini değerlendirmiştir. AİHM, üçüncü bir kişi tarafından elde edilmiş bir kaydı yayınlaması nedeniyle başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekli olduğunun yeterince ikna edici bir şekilde ortaya konulamadığına ve Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Radio Twist A.S. /Slovakya, B. No: 62202/00, 19/12/2006).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü ve “halkın gözcüsü” görevi söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği ve üstün kamu yararı söz konusu olduğunda basının haber verme hakkının daha geniş şekilde korunduğu görülmektedir.
Sonuç itibarıyla; bilirkişi ile yapılan görüşme kaydı, gazetecilik faaliyeti kapsamında yayınlanmış ve farklı bir amaçla kullanılmamıştır. Kamuoyunda oluşan merakın giderilmesi ve cevap hakkı niteliğinde gazetecilik faaliyeti olarak yapılan bir yayında, kamu yararı bulunduğu açıktır ve özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesi söz konusu değildir.