İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 29.01.2025 tarih ve 16 sayılı yazısına konu SZC logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 27.01.2025 tarihinde saat 11:58’de yayınlanan "Gündem Masası" adlı haber bülteni yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Can Coşkun’un yaptığı; "Gündem Masası" adlı programda geçen diyaloglarda; “Bunlar tabii bakınca, kendi lehlerine bir şey olmadığını görünce hemen bilirkişinin işte korsan bir rapor düzenlediğiyle kamuoyunu yanıltmaya çalışıyorlar. Ama uygulamada bu işler böyle basit değildir...Dolayısıyla var olan bir raporu "korsan" olarak nitelendirmek bence soruşturmayı etkilemeye yönelik bir davranış. Bunu kim yapıyor(?) Adalet Bakanı yapıyor. Adalet Bakanı kim(?): Hakimler Savcılar Kurulu Başkanı. Peki burada yetki kimde, soruşturmayı yapma yetkisi (?) Bolu Başsavcılığında. E ne yaptı Adalet Bakanı: Bolu Başsavcılığına müdahale etti…Bence olan, ne olmuştur: Muhtemelen şöyle bir şey olmuştur. Bu bilirkişi raporu dosyaya girmiştir. İktidar bundan rahatsız olmuştur. Ola ki bu bilirkişi raporunu dosya içerisine hiç girmemesini sağlamak üzerine bir süreç yönetilmeye başlandığı anda da birileri "Ya bu raporu bari kamuoyuyla paylaşalım da bu iş böyle gümbürtüye gitmesin." demişler ve biz de bu şekilde bilgi sahibi olduk...Valla korsan olarak adlandırılan kişilere baktığımız zaman, hepsi önemli görevleri bulunan insanlar... Şöyle diyoruz: Soldan sağa Mimar Sedat Altındaş Abant İzzet Baysal Üniversitesinde Yapı Bilgisi Anabilim Dalı Başkanı, Adnan Yalçındağ Bolu İl Özel İdaresinde İnşaat Mühendisi, Makine Mühendisi Ömer Taş mesela Şehircilik İl Müdürlüğünde görevli, Maden Mühendisi Fazıl Çolpan Köroğlu Betonda Makine Mühendisi, Hasan Uygur DSİ'de 53. Şube Müdürlüğünde elektrik-elektronik mühendisi, Alper Kodaz Bolu Valiliğinde çalışıyor, heyetin son üyesi de en sonda da Cem Gülse mimar olarak görev yapıyor. (Bu açıklamaların yapıldığı esnada bilirkişi olarak görevlendirilen kişilere ait toplu bir fotoğraf ekrana yansıtılmaktadır.)” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan; "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, “oy çokluğuyla” verilen yaptırım kararına karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; Üst Kurulun denetim görevini yürütürken, çok hassas ve adil davranması, hak ve özgürlüklere müdahalede sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. Aksi halde çok sesliliği sağlamak, toplumun özgürce kanaat oluşturmasına katkı sunacak ortamı kurmak mümkün olmayacaktır.
SZC logolu medya hizmet sağlayıcıda 27.01.2025 tarihinde yayınlanan "Gündem Masası” programında; Hukukçu Bülent Yücetürk’ün, 78 vatandaşımızın yaşamını yitirdiği Bolu-Kartalkaya’daki otel yangını ile ilgili hazırlanan Bilirkişi Ön Raporu ve Adalet Bakanı’nın açıklamalarına ilişkin değerlendirmelerinin; “suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez... haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz.” ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi'nin tanınan otellerinden birinde, 21 Ocak 2025 tarihinde, 78 kişinin hayatını kaybetmesi ve 50’den fazla kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan yangın faciası; ara tatil olması sebebiyle, ölenlerin çoğunlukla küçük yaştaki çocuklar olması, yaşamlarını yitirenlerin “aile” olarak yok olması, çaresiz kalanların kendilerini veya çocuklarını camdan atması gibi sarsıcı etkileri nedeniyle, doğal olarak medyanın en önemli konusu haline gelmiştir.
Ölüm sayısının fazlalığının yanı sıra; otelin bu tür durumlara karşı gereken önlemleri almadığının da ortaya çıkması, otelin denetiminden hangi kuruluşun sorumlu olduğu tartışmalarını beraberinde getirmiş ve denetim sorumluluğunun hangi kurumlarda olduğuna dair mevzuat ve yetki tartışmaları yaşanmıştır. Bakanlıklar ve Bolu Belediyesi arasında karşılıklı açıklamalar sürerken, medyada da sorumlu kuruluşun kim olduğuna ilişkin tartışmalar alevlenmiştir.
Bu süreçte yaşanan en şiddetli tartışma ise; Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma kapsamında hazırlanan “Bilirkişi Ön Raporu”nun kamuoyuna yansıması ile başlamıştır.
Bilirkişi Ön Raporunda;
“Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik madde 6’ya göre bu yönetmelik hükümlerinin uygulanmasından aşağıdaki kurum ve kuruluşların SORUMLU OLDUĞU komisyonumuzca değerlendirilmiştir:….2009 tarihinden sonra ruhsat ve yapı kullanma izin belgesi vermeye yetkili kurum olarak Bolu İl Özel İdaresi, söz konusu otel işletmesine Turizm İşletme Belgesi düzenleyen kurul olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sorumlu olduğu,…komisyonumuzca değerlendirilmiştir.”
şeklinde, sorumlu kuruluşların tespiti niteliğinde bilgilerin yer alması üzerine, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un, 24.01.2024 tarihinde sosyal medya hesabından bir açıklama yaparak; raporu “korsan rapor” olarak nitelendirmesi ve bilirkişi heyeti konusunda yeni görevlendirmeler yapıldığını açıklaması, medyadaki tartışmaları bu rapor üzerine yoğunlaştırmıştır.
Bilindiği üzere; Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun, “Bilirkişinin ceza hukuku bakımından durumu” başlıklı 284. maddesinde; “Bilirkişi, Türk Ceza Kanunu anlamında kamu görevlisidir.” hükmü bulunmaktadır ve bu nedenle bilirkişiler tarafından hazırlanan raporlar da resmî belge niteliği taşımaktadır.
1- Öncelikle bilinmesi gerekir ki; Uzman raporunda da, raporu esas alan Kurul Kararında da; yaptırım uygulanan programda ihlale gerekçe gösterilen ifadeleri kullanan kişinin, “Hukukçu” kimliğine sahip olduğu belirtilmemiştir. Yaptırım uygulanan ifadeler; Ankara Barosu Ceza Enstitüsü Başkanlığı, AVSA Başkan Yardımcılığı, Yargıçlar Sendikası Başkan Yardımcılığı, YARSAV Başkan Yardımcılığı gibi görevlerde bulunmuş, Avukat Bülent Yücetürk’e aittir. Uzman raporunda “Avukat” olduğu belirtilmeksizin “Bülent Yücetürk” ismi kullanılırken, Kurul Kararında isminin bile yer almadığı, “programda geçen diyaloglarda” şeklinde bir ifade kullanıldığı görülmektedir.
Oysaki kamuoyunda yaşanan tartışmalar doğrultusunda, “Bilirkişi Ön Raporu”nun, yasal çerçevesinin ve hukuki zemininin açıklanması ve kamuoyunun aydınlatılması adına, programa bir hukukçunun konuk edilerek görüşlerinin alınması, gazetecilerin en temel görev ve sorumluluğu olmasının yanı sıra, aynı zamanda halkın da olaylara ilişkin bilgi edinme hakkı kapsamındadır.
Dolayısıyla; “Gündem Masası” programında da “korsan rapor” konusu irdelenmiş, program konuğu Avukat Bülent Yücetürk, bilirkişilik kurumunun işleyiş sürecini hukuki olarak ortaya koymuş, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un tutumunu eleştirmiştir.
Ayrıca; Uzman raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararında, Avukat Bülent Yücetürk’ün, konuşmalarının kesilerek, seçilerek ve eksik deşifrelerle yer aldığı, özellikle; konunun yasal prosedürüne ve Bilirkişi Ön Raporu’nun yasal dayanağına yönelik, Türk Ceza Hukuku’nun ilgili maddeleri bağlamında yaptığı açıklamalara yer verilmediği, bu nedenle yapılan konuşmaların hedefinin ve verilmek istenilen mesajın, bağlamından koparılması nedeniyle anlaşılamadığı görülmüştür.
Örneğin, Hukukçu Bülent Yücetürk’ün; “(14:20:50) Bunlar tabii bakınca, kendi lehlerine bir şey olmadığını görünce hemen bilirkişinin işte korsan bir rapor düzenlediğiyle kamuoyunu yanıltmaya çalışıyorlar. Ama uygulamada bu işler böyle basit değildir.” şeklindeki söylemleri, Uzman raporuna eklenmesine rağmen, yaptırım uygulanan bu ifadeleri neden ve neye istinaden kullandığına yönelik, konuşmasının devamındaki ve iddialarının ispatı niteliğindeki;
“Yani savcılık ölümle bir sonuçlanan bir olay meydana gelmiş ve sorumluları delilleri teknik bir konu olduğu için, Savcılığının nüfus edemeyeceği alanlar var. O nedenle doğrudan hemen teknik bilirkişi görevlendirmesi yapmış. Burada hem delillerin kaybolmaması hem de delillerin toplanması aynı zamanda bu suçla ilgili sorumluluğu olanların ilk etapta tespit etmek için komisyonda kayıtlı olan bilirkişilerden bir komisyon kurmuş ve onları görevlendirmiş. O görevi verdikten sonra da bilirkişiler kendi raporlarında söylüyorlar hemen görev yerine hareket ediyorlar, hatta gittiklerinde yangın devam ediyor ama buna rağmen bir takım tespitleri var. Sonrasında tekrar geliyorlar şimdi bir kez Can Bey yani bu çok basit bir olay değil. Bir kez bilirkişi böyle bir görevlendirme olmazsa olay mahalline kimse giremez. Yani adli makamlar dışında olay yerine hiç kimse giremez. Bir kez bunun altını çizelim. Hani bilirkişi öyle kafasına göre ben geldim buraya tespit yapacağım bakın hiçbir kimse giremez oraya. Olay mahalline giremez bu bir kez bu net. İkincisi bunlar zaten listede görevli olan bilirkişiler, Savcılığın emriyle gidiyorlar, o da net. Şimdi Savcılık bunlara görev verdikten sonra, onların vermiş olduğu raporun korsan olup olmadığını değerlendirecek olan kişi, Adalet Bakanı değil.”
ifadelerinin, Uzman raporunda, dolayısıyla Kurul Kararında yer almadığı görülmektedir.
Yine, konuya ilişkin Adalet Bakanı’nın görev ve yetkilerini açıkladığı;
“Bakın Adalet Bakanının buradaki görevi; Savcıların görevlerini iyi şekilde yapabilmeleri için, onlara fiziki teknik hukuki altyapıyı hazırlamaktır. Mesela bilirkişi bulmada zorlansaydı eğer, Bolu Başsavcılığı ‘Adalet Bakanlığından İstanbul’dan ya da Ankara’dan Bilirkişi getireceğim, bana teknik destek ver. Maddi destek ver. Ben araç tutacağım bu insanları görevlendireceğim.’ dediği zaman Adalet Bakanının görevi bunu yapmaktır. Adalet Bakanı şuna karışamaz. Kimin bilirkişi olarak atanacağına Adalet Bakanı karışamaz. Böyle bir yetkisi yok. Dolayısıyla bakın korsan bilirkişiden korsan rapordan bahsediliyor. Şimdi Türk Ceza Kanunu’nun 204/2. maddesine göre, bilirkişi raporu resmî belge mahiyetinde bir belgedir, böyle bir belgeyi hazırlamanın cezası çok ağırdır, kimse bunu yapamaz. Hele hele böyle bir olayda böyle birilerinin çıkıp ben rapor hazırlıyorum ve bu raporu yazıp kamuoyuyla paylaşması yani olacak şey değil ya bunun çok ağır cezaları var... Ortada bir rapor var ve hukuken geçerli bir rapor.”
şeklindeki açıklamalarının da, Uzman raporu ile Kurul Kararında yer verilmediği görülmektedir.
Görüleceği üzere; programda bir hukukçu tarafından yasal mevzuata dayanılarak yapılan açıklamalarda; “Söz konusu bilirkişi raporunu hazırlayan heyetin, Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yetkilendirmesi ile yanan otele gittiği ve orada incelemelerde bulunduğu, böyle bir görevlendirme yapılmadan, Bilirkişi Raporu hazırlanmasının mümkün olamayacağı, görevlendirme olmaksızın hazırlandığı takdirde, cezasının çok ağır olduğu, Adalet Bakanı’nın bilirkişi atama yetkisinin bulunmadığı ve söz konusu Bilirkişi Ön Raporu’nun de resmi belge niteliğinde olduğu” şeklinde bilgiler yer almaktadır.
Sonuç itibarıyla, Avukat Bülent Yücetürk’ün açıklamaları, bütün olarak ve bağlamında değerlendirildiğinde; söz konusu ifadelerde ihlal teşkil edecek bir hususun ve yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte bir ifadenin bulunmadığı, dolayısıyla; Kurul Kararının da bu kapsamda adaletli ve isabetli olmadığı görülmektedir.
2- Bununla birlikte; Adalet Bakanının soruşturma süreci ve bilirkişi görevlendirmeleri ile ilgili açıklamalarının; program konuğu Avukat Bülent Yücetürk’ün açıklamalarının olgusal temelini oluşturduğu da açıktır.
Bolu Cumhuriyet Başsavcılığının görevlendirmesi ile bir konunun uzmanı teknik bir heyet yanan otelde inceleme yapmış ve ortaya bir metin/rapor koymuştur. Söz konusu metin/raporun hukuki niteliği tartışma konusu yapıldığına göre, Avukat Bülent Yücetürk’ün uzmanlık alanıyla ilgili bir değerlendirme yaptığı da açıktır. Süreç incelendiğinde; yapılan açıklamaların görünür gerçekle örtüştüğü, facianın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi için bir sorgulama yapıldığı, bunda da kamu yararı olduğu anlaşılmaktadır.
Program konuğunun Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un açıklamasını eleştirdiği ve ifadelerin tamamının bağlamının Adalet Bakanı olduğu açıktır. Olgusal temeli bulunan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadelerle, Adalet Bakanı’nın suçluymuş gibi gösterilmesi ya da adil yargılanma hakkı ve masumiyet karinesinin ihlali söz konusu değildir.
Bu açık duruma rağmen; adil yargılanma hakkı ve masumiyet karinesinin zedeleneceği gerekçesi üzerinden, 6112 sayılı Yasa’nın yayın ilkelerinin düzenlendiği 8’nci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde tanımlanan “Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez. ...haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz.” ilkesinin ihlal edildiğinin varsayılması ve üst sınırdan yaptırım uygulanması isabetli ve ölçülü değildir.
Kurul kararında ayrıca, yanan otelde incelemelerde bulunan bilirkişilerin isimlerinin ve görevlerinin açıklanmasının ihlal gerekçesi olarak gösterilmesinin hukuki dayanağı da anlaşılamamıştır. Söz konusu kişilerin bir şikâyeti ya da cevap ve düzeltme başvurusuna ilişkin herhangi bir başvurusu bulunmamaktadır.
Ayrıca Kurul Kararına alınan ve yaptırım gerekçesi gösterilen ifadelerde, Bolu Cumhuriyet Savcısı ya da görevlendirilen yeni bilirkişilere ilişkin, bir suçlama ya da karalama söz konusu değildir. Buna rağmen; “...bu haliyle soruşturmayı yürüten savcılığın ve atanan yeni bilirkişi heyetinin üzerinde hem yargılama sürecinin tarafsızlığı ile adil yargılanma hakkını etkileyebilecek bir baskı oluşturacağı hem de bu kişi ve kurumların toplum içinde saygınlığına ve insanlarla olan ilişkilerine zarar verebileceği kanaatine varılmıştır.” sonucuna ulaşılarak, yaptırım uygulanması haksızdır, ölçüsüzdür.
Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı ve yeni bilirkişi heyetinin saygınlığının zedeleneceği iddiasının karşılığı ise; 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde tanımlanmamaktadır. Bu yönüyle de yaptırım kararı hakkaniyetli ve rasyonel değildir.
Yukarıda da belirtildiği gibi; yayında, soruşturma kapsamında haklarında adli işlem yürütülen kişiler, soruşturma makamları ya da bilirkişiler konusunda, doğrudan bir suçlama ya da karalama içeren bir ifade bulunmamaktadır. Söz konusu ifadelerin, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un sosyal medya hesabından yapılan paylaşımla ilgili olduğu, yapılan değerlendirmelerin, görünür gerçekle örtüştüğü, olgusal temeli bulunan bir konuda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki sözlerin ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı da açıktır. Bu çerçevede de; Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un açıklamalarına yönelik ifadelerin, "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz." ilkesini ihlal etmesi söz konusu değildir.
Bu yönüyle üst sınırdan verilen yaptırım kararı isabetli değildir, haksızdır, basın ve ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahale niteliğindedir.
3- Toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren adli süreçler ve benzer konularda, kişi ya da kuruluşların doğrudan suçlanmadığı, suçlu ilan edilmediği yayınlara yaptırım uygulanması, adli konularda yapılan tüm haber ve yorumlarla ilgili soru işaretleri oluşturacak, bugünlerde neredeyse her gün yayınlanan ve halkı uyarıcı nitelikte olan “dolandırıcılık”, “fon vurgunu” gibi haberleri yapmak güçleşecektir.
Yargılama süreçleriyle ilgili haberlerde, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar kadar Üst Kurulun da çok hassas davranması gerektiği açıktır. Toplumsal vicdanı yaralayan böylesi facialarda, gazetecinin görevi; gerçeklerin ortaya çıkarılabilmesi, olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi için soru sormak ve yanıt aramaktır. Gerçeğe ulaşılabilmesi için de, basın özgürlüğünün en geniş şekilde kullanılabileceği ortamın oluşturulması zorunludur.
Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 nolu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı; gazetecilerin kimi iddiaları gündeme taşıması ve yanıt araması faaliyetinin çerçevesine ilişkin önem taşımaktadır. Kararın ilgili bölümü şöyledir:
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).
24-...Dolayısıyla bir gazeteci olarak başvurucu, kaymakam hakkında bir soruşturma açılmasını değil onun birtakım işlem ve davranışlarının toplum nezdinde sorgulanmasını amaçlamaktadır. Dahası ilk derece mahkemesi başvurucunun hukuka aykırı fiili işlemediğini bildiği hâlde müştekiye isnat ettiğini de kesin delillere dayalı olarak ve her türlü şüpheden uzak bir biçimde gösterememiştir.”
Anayasa Mahkemesi’nin, gazeteciliğin çerçevesine ilişkin kararı dikkate alındığında, oy çokluğuyla üst sınırdan alınan yaptırım kararının, ifade ve basın özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı kuşkusuzdur.
4- Yine bu çerçevede; Üst Kurulun, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin ihlal edildiği gerekçesiyle, çoğunluk kararıyla uyguladığı yaptırımlara yönelik; Danıştay Onüçüncü Dairesi tarafından verilen karar, yön gösterici nitelikte olacaktır:
“Habertürk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, 19.02.2020 tarihli “Akşam Haberleri” yayınında, “Kırklareli eski Valisi O.Ç. eski sevgilisini darp etti” başlıklı habere yer verilmesi üzerine, haberde adı geçen O.Ç. yayını RTÜK’e şikâyet etmiştir. Üst Kurul, 14.05.2020 tarih ve 2020/20 sayılı toplantısının, oy çokluğuyla alınan 15 nolu kararıyla, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde belirlenen; "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle, yayıncı kuruluşa “uyarı” yaptırımı uygulamıştır.
Yayıncı kuruluş konuyu yargıya taşımış, Ankara 10. İdare Mahkemesi ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi, yaptırım kararında hukuka aykırılık bulmamış, ancak DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, kararı RTÜK ALEYHİNE bozmuştur. Danıştay Onüçüncü Dairesi’nin E: 2022/458, K: 2023/1067 karar sayılı ve 08.03.2023 tarihli kararının sonuç bölümü şöyledir:
“...olaya ilişkin açıklamaların ‘iddiaya göre’ ve ‘ileri sürülmüştü’ gibi ifadeler ile kesin olmayan bir dille aktarıldığı…. iddiaların görünür gerçekliğe uygun olduğu ve yargılamaya ilişkin güncel bir gelişmenin habere konu edildiği, haberin konusunun kadına şiddete ilişkin olması nedeniyle habere ilişkin kamu menfaatinin bulunduğu, hakkında haber yapılan kimsenin topluma mal olmuş kişiliği de dikkate alındığında, olayın aktarılmasında öz ile biçim arasındaki dengenin sağlandığı… kullanılan ifade biçiminin haberin gerektirdiği ölçüde olduğu, yapılan haberin ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, dolayısıyla söz konusu programda, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin ihlal edilmediği anlaşıldığından, dava konusu Üst Kurul kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.”
Danıştay kararına konu olayda olduğu şekliyle; oy çokluğuyla yaptırım uygulanan "Gündem Masası" programında da, hiç kimse suçlu ilan edilmemiş, Bilirkişi Ön Raporu’nun yasal dayanağı ile hukuki zemini açıklanmış, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un açıklamaları doğrultusunda, Bakanın yasalar çerçevesindeki görev ve yetki tanımı ortaya konmuştur. Programda, gündeme getirilen konuların, görünür gerçekle örtüştüğü, yapılan sorgulamaların kamusal faydasının yüksek olduğu, kimsenin doğrudan suçlu ilan edilmediği görülmektedir.
Bu yönüyle de karar isabetli ve hakkaniyetli değildir.
5- Ayrıca bakanlara, siyasetçilere, üst düzey bürokratlara veya iktidar partisi politikalarına yönelik yapılan sorgulamalar kapsamında; Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve kamusal faydası yüksek serbest tartışmanın ön planda tutulduğu görülecektir.
1) Üst Kurulun 15 Aralık 2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantısının, 20 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “İki Yorum” adlı programda, “Tarih, Erdoğan ve Bahçeli bu ikisini bu ülkeyi yıkan liderler olarak kaydedecek. Belli ki bu liderler kendine mevcut MKYK üyelerini de ortak ediyorlar. Tarih hepsini beraber yazacak…Bu ülkenin yıkımına ortak oldular…Siz devlet misiniz Allah’ını severseniz. Devlet dediğinin bir kurumu olur, o kurumun bir haysiyeti olur o kurumun bir yaklaşımı olur… 19 yıldır buna hazırlanıyorduk. Neye hazırlanıyordun? Yıkmak için mi hazırlanıyordun?... BAE gibi ne olduğu belli olmayan, Ortadoğu’nun çetesi bir devletin ayağına kadar götürttü seni bu yıkım. Buna mı hazırlanıyordun? Üç kuruş. Türkiye’nin ekonomik olarak işgal edilmesine mi hazırlanıyordun? 19 yıldır tam olarak neye hazırlanıyordun? İşsizlik? Çözemiyorsun. Yoksulluk? Çözemiyorsun. TL değer kaybediyor, çözemiyorsun. O değer kaybının sonunda bütün yüzyıllık emekler iki tane Arap’a üç tane yabancıya peşkeş çekiliyor bunu çözemiyorsun… Kalkıyorsun 19 yılın sonunda ve buna kendin olmadığı gibi sözüm ona devletin diğer kurumlarını da ortak ediyorsun. Bu devlet değil ki bu bir iktidarın aymazlığıdır bu iktidarın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesi. Bu Bahçeli ile Erdoğan’ın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesine bu üniformalı kendini devlette bir kurumun sözcüsü temsilcisi yetkilisi görenlere de ortak ederek bu resim…Ama demezsek ama bu ülkeyi bir yıkıma sürüklersek, bu fotoğraftaki isimlerle beraber (MGK toplantısından fotoğraf) başta Erdoğan ve Bahçeli ve bu fotoğraftaki resimdeki olanların tamamı bu ülkeyi yıkanlar olarak bu ülkenin tarihinde yerini alacaklar…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendini ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluşun, karara karşı yargı yoluna başvurması nedeniyle;
Ankara 12. İdare Mahkemesi'nce verilen, 28/11/2022 tarih ve E:2022/527, K:2022/2541 sayılı kararda; "Halk TV logosuyla yayın yapan televizyon kanalında yayınlanan uyuşmazlığa konu programda, siyaset ve ekonomiye dair olay ve gelişmelerin ele alındığı, programda sunucular "M.S." ile "L.G." tarafından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli'ye yönelik sarf edilen sözlerin, demokratik bir ülkede basının haber verme ve halkın haber alma özgürlüğü kapsamı içerisinde olduğu anlaşıldığından, 6112 sayılı Kanun uyarınca davacı yayın kuruluşuna idarî para cezası verilmesine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” kararı verilmiştir.
Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ’nin, 27/09/2023 tarih ve 2023/2034 E., 2023/3773 K. sayılı kararıyla, “Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi'nin 16/03/2023 tarih ve E:2023/438, K:2023/1608 sayılı temyize konu kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, anılan Bölge İdare Mahkemesi kararının ONANMASINA…” karar verilmiştir.
2) Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarih ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendini ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur.
Bu kararların işaret ettiği nokta; ülkeyi yönetenler veya iktidar partisi uygulamaları söz konusu olduğunda, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda program sunucuları ya da program konuğu siyasetçi, hukukçu ve gazeteciler için ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğidir.
6- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlığın ihlali ve eleştiri sınırlarının aşıldığı gibi gerekçeleriyle hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de SZC logolu medya hizmet sağlayıcıdır. SZC logolu kuruluşun çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla (2024 ve 2025 yılında 10 idari yaptırımda 6.748.138 milyon TL) karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
7- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca Anayasa’ya göre; ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
8- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, toplum önderleri, sanatçılar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin, gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir. Bu nedenle, düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır (Bekir Coşkun, B.No: 2014/1215 K. No: 04.06.2015).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır.” (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, olgusal temeli olan konularda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Söz konusu yayında; Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un açıklamalarının eleştirildiği, gündeme getirilen konuların, görünür gerçekle örtüştüğü, yapılan sorgulamaların kamusal faydasının yüksek olduğu, Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı ya da bilirkişilere yönelik doğrudan bir suçlama olmadığı, yayında yargılamayı etkileyebilecek nitelikte bir durumun da bulunmadığı açıktır.
Bu nedenlerle; yayında “Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez” ilkesini ihlal eden bir yön bulunmadığı, görünür gerçekle örtüşen ve eleştirel değer yargısı niteliğindeki sözlerin ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı ve ihlal oluşturmadığı ve ayrıca yayında 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle karara karşı oy kullandım. 03.03.2025