İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 29.01.2025 tarih ve 12 sayılı yazısına konu NOW logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 24.01.2025 tarihinde saat 23:45’te yayınlanan "Orta Sayfa" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Moderatörlüğünü Doğan Şentürk'ün yaptığı; Nevşin Mengü, Deniz Zeyrek, Murat Yetkin ve Çiğdem Toker’in yorumcu olarak katıldığı "Orta Sayfa" adlı programda geçen diyaloglarda; “Burada şunu söylemek istiyorum. Pardon. Yani hiç mi hırsızın suçu yok? Burada hırsız belli. Halil Ergül, damadı neydi ismi Emir Aras tutuklandılar. Ya her şeyin bir kenarının işte Nevşin söylüyor. Kim bilir nasıl hallettiler. Tabi burada rüşvet alan da veren de suçlu. Şey yani onu da söyleyelim. Fakat hani o belgeleri nasıl aldılar yıllar yılı. Ya bu kadar candan sorumlu birde şeyi de var. Hani bu şirketin sahiplerinden bir tanesi ya da ortaklarından bir tanesi efendim hassasiyet gösterin demişler. Neyin hassasiyeti ya utanmıyorlar yani…Evet. Deniz şimdi bu yeni bilirkişi heyeti atanacak atandı hatta. Adalet Bakanı bu yeri bilirkişi heyetine şey mi yaptıracaklar suçlu Bolu Belediyesidir. Onu mu dedirtmek istiyorlar? Ya da suçlu Bolu Belediyesidir dedirtene kadar bilirkişileri yeniden mi atayacaklar?...Öyle görünüyor. Öyle görünüyor. Yani bir kere dürüst davransalar, vicdanlı davransalar bu ön raporu dikkate alırlar. Bırakırlar yani ki soruşturma kendi halinde ilerlesin. Siyaset bir kere bu soruşturmaya müdahil olmaz. Dürüst davransalar…Buradaki şeyi yani bu matematik adam sadece 10 milyon lirayı kasasında tutmak için 78 cana kıydı ve Turizm Bakanı da, İçişleri Bakanı da, Sosyal Güvenlik, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı da bunu seyretti. Durum bence bundan ibaret. Yani sorumlu kimdir deniyor ya bir otel sahibidir. Birinci sorumlu otel sahibidir. İkinci sorumlu Turizm Bakanıdır. İzlediği için. Üçüncü sorumlu ruhsatları verdiği veren makamın mülki amiri olduğu için İçişleri Bakanıdır. Üçüncü sorumlu bu iş güvenliği işte yangın denetimleri vesaire falan Çalışma Bakanlığının uhdesindedir. Çalışma Bakanlığı bu tür şeylere dikkat eder. Onlar da denetler vesaire...” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan; "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğuyla” verilen yaptırım kararına karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp, anayasal güvence altında olduğu rejimlerdir. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğünün hangi ölçüde kullanıldığı, demokrasilerin niteliği açısından önemli göstergelerden biridir.
Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde; ölçülü olması, bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve en son çare niteliğini taşıması zorunludur.
Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi'nde bulunan bir otelde, 21 Ocak 2025 tarihinde, 78 kişinin hayatını kaybetmesi ve 50’den fazla kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan yangın faciası; ara tatil olması sebebiyle, ölenlerin çoğunlukla küçük yaştaki çocuklar olması, yaşamlarını yitirenlerin “aile” olarak yok olması, çaresiz kalanların kendilerini veya çocuklarını camdan atması gibi sarsıcı etkileri nedeniyle, doğal olarak medyanın en önemli konusu haline gelmiştir.
Ölüm sayısının fazlalığının yanı sıra; otelin bu tür durumlara karşı gereken önlemleri almadığının da ortaya çıkması, otelin denetiminden hangi kuruluşun sorumlu olduğu tartışmalarını beraberinde getirmiş ve denetim sorumluluğuna yönelik mevzuat ve yetki tartışmaları yaşanmıştır. Bakanlıklar ve Bolu Belediyesi arasında karşılıklı açıklamalar sürerken, medyada da sorumlu kuruluşun kim olduğuna ilişkin tartışmalar alevlenmiştir.
NOW logolu kuruluşta, yaptırım uygulanan program da, 25 Ocak 2025 tarihlidir ve yetki tartışmaları kapsamında, kamuoyuna yansıyan ilk açıklamalar ile “Bilirkişi Ön Raporu”nda yer alan;
“Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik madde 6’ya göre bu yönetmelik hükümlerinin uygulanmasından aşağıdaki kurum ve kuruluşların SORUMLU OLDUĞU komisyonumuzca değerlendirilmiştir:….2009 tarihinden sonra ruhsat ve yapı kullanma izin belgesi vermeye yetkili kurum olarak Bolu İl Özel İdaresi, söz konusu otel işletmesine Turizm İşletme Belgesi düzenleyen kurul olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sorumlu olduğu,…komisyonumuzca değerlendirilmiştir.” ifadeleri kapsamında, ön rapordaki bulgular değerlendirilmiştir.
Yayının devamında; CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in; (00:09:23) Bilirkişi Ön Raporu’nun teslim alınmadığı, 7 kişilik heyete baskı yapıldığı, hatta bilirkişi heyetine görevden el çektirileceği duyumlarını aldığına yönelik açıklamaları ile Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un; (00:09:38) söz konusu Bilirkişi Ön Raporu’nun, soruşturmayı yürüten Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulmadığı, korsan bir metin olduğuna ilişkin açıklamaları, peş peşe ekrana getirilmiş ve bu açıklamalar ile Turizm Bakanı’nın CNN Türk’teki açıklamaları doğrultusunda değerlendirilmelerde bulunulmuştur.
Yaptırım konusu ifadelere baktığımızda; bu kapsamda değerlendirmeler sürerken; yangın çıkan oteldeki eksiklikler ve yetersiz önlemler de konuşulmuş ve Murat Yetkin’in; “Yani hiç mi hırsızın suçu yok? Burada hırsız belli. Halil Ergül, damadı neydi ismi Emir Aras tutuklandılar. Ya her şeyin bir kenarının işte Nevşin söylüyor. Kim bilir nasıl hallettiler. Tabi burada rüşvet alan da veren de suçlu. Şey yani onu da söyleyelim. Fakat hani o belgeleri nasıl aldılar yıllar yılı. Ya bu kadar candan sorumlu birde şeyi de var.” şeklindeki açıklamalarla; işletme belgelerinin nasıl alındığı ve süreçten kimlerin sorumlu olabileceğini sorguladığı görülmüştür.
Deniz Zeyrek ise; bir çalışma yaptığını, 11 katlı 300 yataklı bir otelin yangın tertibatının maliyetinin 10 milyon civarında olduğunu, oysa sadece 15 günlük bir sömestr tatilinde bile otelin 64 milyon lira kazandığını belirterek; “…adam sadece 10 milyon lirayı kasasında tutmak için 78 cana kıydı ve Turizm Bakanı da, İçişleri Bakanı da, Sosyal Güvenlik, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı da bunu seyretti. Durum bence bundan ibaret. Yani sorumlu kimdir deniyor ya bir otel sahibidir. Birinci sorumlu otel sahibidir. İkinci sorumlu Turizm Bakanıdır. İzlediği için. Üçüncü sorumlu ruhsatları verdiği veren makamın mülki amiri olduğu için İçişleri Bakanıdır. Üçüncü sorumlu bu iş güvenliği işte yangın denetimleri vesaire falan Çalışma Bakanlığının uhdesindedir. Çalışma Bakanlığı bu tür şeylere dikkat eder. Onlar da denetler vesaire.” şeklinde eleştirilerde bulunmuştur.
Görüleceği üzere; yaptırım uygulanan ifadeler; gazetecilerin 78 ölümlü bir yangın faciasına yönelik, eleştirel değer yargısı niteliğindeki sorgulamalarından ibarettir. Bazı konular da iddia olarak gündeme getirilmiştir. Bu durum uzman raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararında “…ihlale konu programda, anlatılan olayların sıklıkla bir iddia olduğu belirtilse de...” şeklinde kabul edilmiştir. Gazetecilerin kişisel fikirlerini dile getirmesinin ve bir olaya ilişkin kanaatlerini açıklamasının, “suçlama” olarak nitelendirilmesi; demokratik ülkelerde kabul görmez. Kaldı ki; yapılan konuşmaların tamamında verilmek istenilen mesaja bakıldığında da, faciadan sorumlu olan kişi veya kuruluşlara dikkat çekildiği ortadadır.
Buna rağmen, “…ihlale konu programda, anlatılan olayların sıklıkla bir iddia olduğu belirtilse de yapılan bazı yorumların olayın kuşkusuz bu şekilde yaşandığı izlenimi uyandırıldığı…kamuoyunda suçluymuş intibası oluşmasına neden olabilecek nitelikte bir yayın yapıldığı” şeklinde, öznel bakış açısıyla yapılmış subjektif değerlendirmeler ve zorlama gerekçelerle üst sınırdan yaptırım kararı alınması hakkaniyetli değildir.
Ayrıca Kurul kararında yer alan; “...haklarında çeşitli iddialar olan kişi veya kurumların suçlu olduğu düşüncesini oluşturacak şekilde teşhir edilmeleri durumunda adil yargılanma hakkı ve masumiyet karinesinin zedeleneceği, dolayısıyla mahkeme kararı ile suçluluğu kesinleşmediği sürece suçsuz sayılması gereken bir kişi veya kurumlar hakkında, kamuoyunda suçluymuş intibası oluşmasına neden olabilecek nitelikte bir yayın yapıldığı kanaatine varılmıştır.” şeklindeki ifadelerden, yayında kimlerin “suçluymuş” gibi gösterildiği ya da kimlerin adil yargılanma hakkı ile masumiyet karinesinin zedelendiğine ilişkin, net bir tespitin de bulunmadığı görülmektedir.
Kurul Kararına alınan konuşmalar incelendiğinde; otel sahipleri ile bakanlara sorumluluk yüklendiği görülmektedir. Kamuoyuna yansıyan bilgilerden; yapılan sorgulamaların kamusal faydasının yüksek olduğu, otel sahipleri ile ilgili değerlendirmelerin de “görünür gerçekle örtüştüğü” ortadadır.
Bakanlarla ilgili bir yargılama süreci olmadığına göre, adil yargılanma hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edilmesi de mümkün değildir. Ayrıca bakanlarla ilgili ifadelerin de görünür gerçeğe uygun olduğu, olgusal temeli bulunan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğindeki sorgulamalarda da kamu yararı olduğu açıktır.
Dolayısıyla; ülke çapında büyük bir acının yaşanmasına neden olan, aralarında 36 çocuğun olduğu 78 kişinin ölümüyle sonuçlanan böylesi bir faciada, gerçeklerin ortaya çıkarılabilmesi ve aydınlatılabilmesi için, olayların tüm yönleriyle sorgulanması, gazetecilerin görevi olmaktan öte, kamusal sorumluluğudur. Bu kapsamda, programa üst sınırdan yaptırım uygulanması, hakkaniyetli ve adil değildir, basın ve ifade özgürlüğüne aykırıdır. Ayrıca 6112 sayılı Kanunla Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğini korumak” göreviyle de çelişki oluşturmaktadır.
1- Toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren adli süreçler ve benzer konularda, kişi ya da kuruluşların doğrudan suçlanmadığı, suçlu ilan edilmediği yayınlara yaptırım uygulanması, adli konularda yapılan tüm haber ve yorumlarla ilgili soru işaretleri oluşturacak, bugünlerde neredeyse her gün yayınlanan ve halkı uyarıcı nitelikte olan “dolandırıcılık”, “fon vurgunu” gibi haberleri yapmak güçleşecektir.
Yargılama süreçleriyle ilgili haberlerde, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar kadar Üst Kurulun da çok hassas davranması gerektiği açıktır. Toplumsal vicdanı yaralayan böylesi facialarda, gazetecinin görevi; gerçeklerin ortaya çıkarılabilmesi, olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi için soru sormak ve yanıt aramaktır. Gerçeğe ulaşılabilmesi için de, basın özgürlüğünün en geniş şekilde kullanılabileceği ortamın oluşturulması zorunludur.
Bu çerçevede; Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 nolu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı; gazetecilerin kimi iddiaları gündeme taşıması ve yanıt araması faaliyetinin çerçevesine ilişkin önem taşımaktadır. Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde, şu görüşler yer almıştır:
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).”
Anayasa Mahkemesi’nin, gazeteciliğin çerçevesine ilişkin kararı dikkate alındığında, oy çokluğuyla üst sınırdan alınan yaptırım kararının, ifade ve basın özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı kuşkusuzdur.
2- Bu noktada; Üst Kurulun, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin ihlal edildiği gerekçesiyle, çoğunluk kararıyla uyguladığı yaptırımlara yönelik; DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ tarafından verilen bir karar, yön gösterici nitelikte olacaktır:
“Habertürk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun, 19.02.2020 tarihli “Akşam Haberleri” yayınında, “Kırklareli eski Valisi O.Ç. eski sevgilisini darp etti” başlıklı habere yer verilmesi üzerine, haberde adı geçen O.Ç. yayını RTÜK’e şikâyet etmiştir. Üst Kurulun, 14.05.2020 tarih ve 2020/20 sayılı toplantısının, oy çokluğuyla alınan 15 nolu kararıyla, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde belirlenen; "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle, yayıncı kuruluşa “uyarı” yaptırımı uygulamıştır.
Yayıncı kuruluş konuyu yargıya taşımış, Ankara 10. İdare Mahkemesi ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi, yaptırım kararında hukuka aykırılık bulmamış, ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, kararı RTÜK ALEYHİNE bozmuştur. DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ’nin E: 2022/458, K: 2023/1067 ve 08.03.2023 tarihli kararının sonuç bölümü şöyledir:
“...olaya ilişkin açıklamaların ‘iddiaya göre’ ve ‘ileri sürülmüştü’ gibi ifadeler ile kesin olmayan bir dille aktarıldığı….. iddiaların görünür gerçekliğe uygun olduğu ve yargılamaya ilişkin güncel bir gelişmenin habere konu edildiği, haberin konusunun kadına şiddete ilişkin olması nedeniyle habere ilişkin kamu menfaatinin bulunduğu, hakkında haber yapılan kimsenin topluma mal olmuş kişiliği de dikkate alındığında, olayın aktarılmasında öz ile biçim arasındaki dengenin sağlandığı…kullanılan ifade biçiminin haberin gerektirdiği ölçüde olduğu, yapılan haberin ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, dolayısıyla söz konusu programda, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin ihlal edilmediği anlaşıldığından, dava konusu Üst Kurul kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.”
Danıştay kararına konu olayda olduğu şekliyle; oy çokluğuyla yaptırım uygulanan “Orta Sayfa” programında da, gündeme getirilen konuların, görünür gerçekle örtüştüğü, yapılan sorgulamaların kamusal faydasının yüksek olduğu, kimsenin doğrudan suçlu ilan edilmediği ve bazı konuların iddia niteliğinde gündeme getirildiği açıktır.
Bu yönüyle de üst sınırdan verilen karar isabetli ve hakkaniyetli değildir.
3- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır.
Demokrasinin sağlıklı işlemesi için yaşamsal öneme sahip olan basın ve ifade özgürlüğünün etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetim işlerinde çok hassas olunması, bu özgürlüklere en yüksek güvencenin sağlanması zorunludur.
İfade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğini sağlamakla görevli olan Üst Kurulun da basın ve ifade özgürlüğüne müdahale ederken bu bilinç ve duyarlılıkta hareket etmesi, demokrasinin kökleşmesi ve gelişmesi için zorunludur.
Ancak son dönemde, tarafsızlığın ihlali ve eleştiri sınırlarının aşıldığı gerekçeleriyle hep aynı kuruluşların sıklıkla yaptırıma uğradığı görülmektedir ve bu kuruluşlardan biri de NOW logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluştur. NOW logolu kuruluşun çoğunlukla eleştiri sınırının aşıldığı gerekçesiyle çok sayıda idari yaptırımla (2024 ve 2025 yılında 11 idari yaptırımda 97.7 milyon TL) karşılaşması, hakkaniyetli ve rasyonel bir tutum olmaktan uzaktır. Bu durum, yayıncı kuruluşun basın ve ifade özgürlüğü konusunda çok hassas ve adil davranılmadığı algısını doğurmakta, tarafsız olması gereken Üst Kurulun yaptırım kararlarını sorgulanır hale getirmektedir. Çok sesliliği boğan, yorum ve eleştiri hakkını cendereye alan bu durum sürdürülebilir değildir. Hak ve özgürlüklere keyfi müdahale hukuk devletlerinde ve çağdaş demokrasilerde kabul gören bir durum değildir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de örtüşmemektedir.
4- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca Anayasa’ya göre; ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
İnsan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda da ifade özgürlüğü, temel haklar ve ödevler kategorisinde birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. Bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmekte olan ifade özgürlüğü; sadece "düşünce ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan "düşünce ve kanaati açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
5- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler, toplum önderleri, sanatçılar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin, gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir. Bu nedenle, düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır (Bekir Coşkun, B.No: 2014/1215 K. No: 04.06.2015).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır.” (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, olgusal temeli olan konularda, eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Söz konusu yayında, gazetecilerin ülke gündeminde önemli bir yer tutan “Kartalkaya Faciası” ile ilgili olarak, olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi için kamusal faydası yüksek sorgulamalar yaptığı, ifade edilen görüşlerin görünür gerçekle örtüştüğü, eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmeler için ispat yükümlülüğü aranmasının hakkaniyetli olmadığı açıktır.
Bu doğrultuda; Üst Kurulun yaptırım kararına konu edilen ifadelerle, kişi ya da kurumların doğrudan suçlu ilan edilmediği, görünür gerçekle örtüşen ve kamusal faydası yüksek sorgulumalar nedeniyle üst sınırdan uygulanacak yaptırımın basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı, adil ve ölçülü olmayacağı, yayında 6112 sayılı Yasa’ya aykırı bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle kara karşı oy kullandım. 25.02.2025