İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 25.12.2024 tarih ve 121 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 17.12.2024 tarihinde saat 20:00’de yayınlanan "Kayda Geçsin" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Şule Aydın’ın yaptığı, her hafta dünyadaki gelişmeler ve iç politikaya dair güncel meselelerin konuklar ile birlikte yorumlandığı "Kayda Geçsin" adlı programda, yer alan bazı ifadeler nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan, "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
İktidar uygulamaları, yargı kararları, ekonomide yaşananlar, siyasi tartışmalar ya da olgusal temeli bulunan iddiaların; televizyon programlarına konu edilmesinin, bunların farklı görüşlere sahip siyasetçi, gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır. Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için basın ve ifade özgürlüğünün en geniş haliyle kullanılabilmesi büyük önem taşımaktadır.
“h halk” logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, 17.12.2024 tarihli “Kayda Geçsin” programında; CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, “2025 yılı bütçe görüşmeleri kapsamında, TBMM Genel Kurulu’nda, ‘AKP Ankara Milletvekili Osman Gökçek’in yapımı süren konut inşaatı’ ile ilgili yaptığı açıklamalar” konu edilmiş, Sunucu Şule Aydın’la birlikte, Gazeteciler Timur Soykan ile Murat Ağırel, konuya ilişkin gelişmeleri aktarmış ve değerlendirmelerde bulunmuştur.
Söz konusu açıklamalarla ilgili; Osman Gökçek’in avukatının başvurusu üzerine, “soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz” ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Toplumun gündeminde olan ve tartışılan konuların, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda siyasetçiler, gazeteciler, yazar ve sanatçılar tarafından irdelenmesi; serbest tartışmanın, ifade özgürlüğünün doğal parçasıdır. Bu noktada bir tereddüt ya da tartışma söz konusu değildir. Bu çerçevede ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması, toplumsal faydayı arttıracaktır.
Ayrıca, gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse AİHM kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasi partiler, siyasetçiler, bürokratlar söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa dile getirilen görüşlerin, ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu bilinmektedir.
Yaptırım uygulanan “Kayda Geçsin” programına ilişkin hazırlanan Uzman raporunda ve Kurul Kararında, yaptırıma gerekçe gösterilen temel tespit cümlesi “Milletvekili Osman Gökçek ve Korkutata ailesi hakkında doğruluğundan emin olunmaksızın bazı suçlayıcı iddiaların gündeme getirilmesinin, tarafsızlık ilkesine aykırı olduğu ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici nitelikte olacağı” şeklindedir.
Ancak programda tek taraflı bir yayın söz konusu değildir. Gazeteci Murat Ağırel, iddiaların muhatabı olan Osman Gökçek ile söz konusu iddialara ilişkin görüşme yaptığı bilgisini paylaşmakta ve tekrarlamakta, Osman Gökçek’in iddialara ilişkin söylemlerini aktarmakta ve bu kapsamda programda olayın tüm yönleriyle ortaya konulmaya çalışıldığı görülmektedir.
Ayrıca; gerek Uzman raporunda gerekse Kurul Kararında, yayının ihlal oluşturduğu öne sürülen bölümüne ilişkin deşifre yer almasına karşın, söz alan gazetecilerin hangi ifadelerinin ihlal oluşturduğuna ilişkin somut bir tespit ortaya konmamıştır.
Programda Gazeteci Mural Ağırel; “Bu Osman Gökçek'in evi. Bu Osman Gökçek'in İncek'te yaptırmış olduğu ev. Daha bitmemiş ama biteceğini söylüyor ki kendisiyle konuştum… Kendisine sorduğumda 6+2 dedi galiba yanlış hatırlamıyorsam, bunun doğru olmadığını söyledi Osman Gökçek. Kapalı yüzme havuzu, hamam içerisinde birtakım yerler olduğunu zaten söylüyor daha bitmedi diyor… Oradan aldım ve bunu da mal beyanında beyan ettim ben diyor Osman Gökçek.” şeklindeki sözlerle, Osman Gökçek ile iddialara ilişkin konuştuğunu belirtmektedir.
Hatta Sunucu Şule Aydın ile Murat Ağırel arasında geçen; “Bir dakika bir dakika. Sen Osman Gökçek'le konuştun. / Evet konuştum. / Osman Gökçek diyor ki evet burası benim kardeşim? / Evet.” diyalogda da görüleceği üzere; iddianın muhatabı ile yapılan görüşme, yayın esnasında özellikle vurgulanmıştır.
Değerlendirme raporu, Osman Gökçek’in avukatı aracılığıyla yaptığı başvuru üzerine hazırlanırken, başvuru dilekçesinde de, yapımı süren inşaat konusu dışında, gündeme getirilen konular ya da kullanılan ifadelerle ilgili hiçbir somut itirazın ortaya konmadığı görülmektedir.
Dilekçedeki tek somut nokta olan inşaat ile ilgili itiraz “Gerçekte inşaatı devam eden söz konusu ev, yapay zeka ile oluşturulmuş olup, evine içine eşyalar yerleştirilerek gerçekle ilgili olmayan ev görüntüsü yayınlanmıştır.” şeklinde ortaya konurken, ev görüntüsünün yapay zeka ile oluşturulduğu ve inşaatın sürdüğü bilgisi de yayında da paylaşılmıştır.
Gazeteci Murat Ağırel, “Bu Osman Gökçek'in İncek'te yaptırmış olduğu ev. Daha bitmemiş ama biteceğini söylüyor ki kendisiyle konuştum.” şeklindeki açıklamasından da anlaşılacağı üzere, yayında kamuoyunu yanıltıcı bir bilgi söz konusu değildir ve inşaatın sürdüğü konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Dolayısıyla; Osman Gökçek’in yaptırdığı konut ile ilgili kamuoyuna yansıyan kimi bilgilerin, program içinde Osman Gökçek’in açıklamaları doğrultusunda düzeltildiği, ayrıca bir suçlama ya da hakaret ifadesinin de yer almadığı görülmektedir.
Konuya ilişkin açıklanması gereken diğer husus da; yayın içinde gazeteciler tarafından Osman Gökçek ile Korkutata Ailesi hakkındaki konuşmaların, ihlal gerekçesi olarak gösterilmesidir.
Uzman raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararında temel tespit cümlesi, yukarıda da belirtildiği üzere; “Milletvekili Osman Gökçek ve Korkutata ailesi hakkında doğruluğundan emin olunmaksızın bazı/suçlayıcı iddiaların gündeme getirilmesi” şeklindedir. Ancak, Uzman raporu, Kurul Kararı veya başvuru dilekçesinde; bu tespite dayanak olacak bir ifade gösterilmiş değildir.
Uzman raporu ve raporu dayanak alan Kurul Kararında, “Gökçek-Korkutata ailesi” hakkında Gazeteci Murat Ağırel ile Şule Aydın’ın sadece;
“Şimdi buraya nereden geleceğiz biz öncesinde 'Parsel Parsel' kitabını yazdım ben. 'Parsel Parsel' kitabıyla ilgili de mahkemelere suç duyurusunda bulunuldu. Tamamından beraat ettim... Burayı Osman Gökçek gidip de tapuyu direkt üstüne almıyor. Bunu birinden alıyor. Veli Ağbaba'nın iddiasına göre Serkan Korkutata'dan alıyor burayı. Ben bunu kendisine sorduğumda Serkan Korkutata'dan değil başka birinden alıyor ama o kişi de Serkan Korkutata'dan alıyor” açıklamasını yaparken, Program Sunucusu Şule Aydın ise “Burada bir soru işareti kalmasındaki neden esasında bu Korkutata ailesinde kişisiyle, bu soyadıyla Gökçek döneminin ilişki ağı”
şeklindeki konuşmaları alınmış ve ihlale gerekçe gösterilmiştir.
Gazeteci Ağırel ve Şule Aydın’ın açıklamalarında da doğrudan bir suçlama bulunmamakta, arazi alım satımı konusunda kamuoyuna yansıyan yanlış bir bilgiyle ilgili Osman Gökçek’ten alınan açıklamanın paylaşıldığı görülmektedir. Ayrıca ayrıntılarına girilmeden benzer konuların “Parsel Parsel” kitabında işlendiği ve gündeme getirilen iddialara ilişkin başlatılan adli süreçlerin de tamamlandığı anlatılmaktadır.
Oysaki Uzman raporunda ve Kurul Kararında yer verilmeyen, Gazeteci Murat Ağırel’in Osman Gökçek ile görüşmesinden aktardığı, şöyle bir bölüm daha bulunmaktadır:
Murat Ağırel: (21:40:24) Kesinlikle buradaki mevzu şu, biz beyanı esas olarak kabul edip, insanların cevap hakkına riayet gösterelim. Onlar benim hakkımda riayet göstermediler ama biz riayet gösterelim. Diyor ki ben burayı Korkutata’dan almadım. O satmış ben de satmış olduğu kişiden aldım. Hatta bana söylediler, burayı şöyle oldu, problem olacağını da düşünmedim çünkü nakit parayla alıyorum. Kendim beyanımda, işte o beyanı da zaten Meclis’e sundum....Ama siz gazetecisiniz, dolayısıyla bu bir haber, üstüne de gitmeniz gerekiyor. Hatta benim hakkımda suç duyurusu yapmaları gerekiyor. Ben bununla ilgili ben bununla ilgili de gider elimdeki yasal belgeleri veririm. Zaten mal beyanımda da var diye söyledi. Genel konuşmamız bu yönde oldu.”
Yaptırım uygulanan madde hükmü ile Kurul Kararında yer verilmeyen Murat Ağırel’in yukarıdaki açıklamaları birlikte değerlendirildiğinde görülmektedir ki; yayında Osman Gökçek hakkındaki iddialar, yine Osman Gökçek tarafından Gazeteci Murat Ağırel’e yapılan açıklamalarla birlikte sunulmaktadır. Gazeteciliğin evrensel kurallarından sayılan konuların başında; sunulan iddialara karşın, muhatabına da cevap hakkı tanımak gelmektedir ki, bu aynı zamanda tarafsız yayıncılığın esaslarındandır. Zaten Murat Ağırel bile, Osman Gökçek’in cevap hakkına riayet ettiğini özellikle vurgulamaktadır.
Dolayısıyla; bu bölümlerde, olgusal temeli bulunan bir konuda değerlendirmeler yapıldığı, doğrudan bir suçlamanın gündeme getirilmediği, Osman Gökçek’in de açıklamalarıyla birlikte kamuoyunda oluşan merakın giderilmeye çalışıldığı ve kamuoyunun sağlıklı oluşumuna katkı sunan bir yayıncılık yapıldığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla; programda yer alan tüm iddiaların her birinin, bizzat Osman Gökçek’in verdiği cevaplarla birlikte sunulduğu dikkate alındığında; yayında tarafsız gazetecilik yapılması adına azami gayretin sarf edildiği, ihlal teşkil edecek hiçbir hususun bulunmadığı, uygulanan yaptırım kararının da hakkaniyetten yoksun ve adaletsiz olduğu ortadadır.
2- Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda; ülkeyi yöneten siyasetçilerin tutumlarını eleştirme ve sorgulama hakkı olduğuna kuşku yoktur. Konuların aydınlatılmasına yönelik olarak bir takım iddiaların ve soruların gündeme taşınması, iddiaların muhatabı olan siyasetçilerin yanıt verme olanaklarının bulunduğu da dikkate alındığında, beklenen ve olağan bir durumdur. Buna rağmen; yayın da doğrudan bir suçlama olmasa da bazı konuların gündeme getirilmesi için “ispat yükümlülüğü” getirilmesi; bu gerekçe ile medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yaptırıma uğraması, kamusal faydası yüksek serbest tartışma özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe olacak, basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldıracaktır.
Bu duruma rağmen; cevap ve düzeltme hakkını kullanmak yerine, basın ve ifade özgürlüğünü de hedef alacak şekilde yayıncı kuruluşun cezalandırılması için başvuru yapan Ankara Milletvekili Osman Gökçek’in somut yanıtlar içermeyen dilekçesinin temel alınarak, yaptırım kararı oluşturulması rasyonel değildir.
Bu yönüyle de program konuğu gazetecilerin, bir siyasetçi ile ilgili, doğrudan bir suçlama da içermeden, canlı yayında yaptığı sorgulamaların, haber aktarımı gibi nitelendirilip, “doğruluğundan emin olunmaksızın” yayınlandığı gerekçesiyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan yaptırım uygulanması, isabetli ve ölçülü değildir.
3- Anayasa Mahkemesi, Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (B. No: 2020/23730, 14/6/2023) kararında da görüleceği üzere; habercilerin olgusal temelleri olduğu müddetçe, kamuoyundaki iddiaları gündeme taşımasının, sorgulamasının ve yanıt aramasının cezalandırılamayacağına hükmetmiştir. Kararda bu husus şu şekilde yer almıştır:
“23-…Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).”
Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü için sınırı “yeterli olgusal temel” olarak belirlerken, gazetecilerin, varlığı Milletvekili Gökçek tarafından da kabul edilen konut inşaatını, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin geçmiş dönemlerdeki ihaleleriyle birlikte sorgulamasının olgusal bir temeli vardır.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları temel alındığında; cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasetçiler, bürokratlar, kamu kurumları ile toplumda tanınmış kişilere yönelik eleştirilerde de ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiğine kuşku yoktur. Siyasetçiler ve siyasi kurumlar söz konusu olduğunda “incitici, rahatsız edici” nitelikteki ifadelerin de eleştiri sınırları aşmayacağı kural haline geldiği ve tartışmanın tarafı olan milletvekilinin yanıt verme ve kendini savunma konusunda geniş olanaklara sahip olduğu dikkate alındığında, ifade özgürlüğü kapsamındaki bir siyasi tartışma nedeniyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması; adil olmayacak, basın özgürlüğüne, düşünce ve ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe oluşturacaktır.
Bu kapsamda da medya hizmet sağlayıcı kuruluşa, üst sınırdan verilen ceza, isabetli ve ölçülü değildir.
4- Yayınlarda zaman zaman bazı kişi ya da kurumlarla ilgili iddiaların da gündeme taşınması, olağan bir durumdur. Kişi ve kurumların da bu iddialara ilişkin cevap ve düzeltme hakkı vardır ve bu hak, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un, “Yayın Hizmeti İlkeleri” başlıklı 8’inci maddesinin (o) fıkrasında, “Kişi ve kuruluşların cevap ve düzeltme hakkına saygılı olmak zorundadır” şeklinde düzenlenerek, koruma altına alınmıştır. Ankara Milletvekili Osman Gökçek’in düzeltme ve cevap hakkının da bu koruma altında olduğuna şüphe yoktur.
Düzeltme ve cevap hakkı, 6112 sayılı Kanun’un 18. maddesinde daha ayrıntılı şekilde düzenlenmiş, bu hakkın hangi durumlarda ve ne şekilde kullanılacağına dair hükümler, 7 fıkra halinde açıklanmıştır. “Düzeltme ve cevap hakkı” başlıklı 18’inci maddesinin birinci fıkrasında; “Gerçek ve tüzel kişiler, …veya gerçeğe aykırı yayın yapılması hâlinde, yayın tarihinden itibaren altmış gün içinde, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmamak ve suç unsuru içermemek kaydıyla, düzeltme ve cevap yazısını ilgili medya hizmet sağlayıcıya gönderir. Medya hizmet sağlayıcılar, hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde, cevap ve düzeltmeye konu yayının yapıldığı saatte ve programda, izleyiciler tarafından kolaylıkla takip edilebilecek ve açıkça anlaşılabilecek biçimde düzeltme ve cevabı yayınlar. Düzeltme ve cevap hakkı doğuran programın yayından kaldırıldığı veya yayınına ara verildiği durumlarda, düzeltme ve cevap hakkı, yedi günlük süre içinde anılan programın yayın saatinde kullandırılır. Düzeltme ve cevapta, buna neden olan yayın belirtilir.” hükmüne yer verilerek, söz konusu hakkın kapsamı belirlenmiştir.
Dolayısıyla 6112 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri, medya hizmet sağlayıcılar ile muhatapları arasındaki ilişkiyi, olası bir yaptırımdan önce, “düzeltme ve cevap hakkını” önceleyen bir anlayışla ele almaktadır.
Üstelik cevap ve düzeltme hakkı dayanağını doğrudan Anayasamızdan almaktadır. Anayasamızın 32’inci maddesinde; “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir. Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir” hükmü yer almaktadır. Görüleceği üzere, cevap ve düzeltmeye karar verecek yargılama makamının kararını kaç gün içinde vereceği hükmünün dahi Anayasa’yla düzenlenmesi, bu hakkın yasa koyucu tarafından ne derece önemsendiğinin göstergesidir.
Bu çerçevede, 6112 sayılı Kanun’da, “Düzeltme ve Cevap Hakkı” özel olarak düzenlenmişken; bu yola başvurulmaksızın, doğrudan bir suçlama içermeyen değerlendirmeler nedeniyle, basın ve ifade özgürlüğünü de zedeleyecek şekilde, bir yayının doğrudan yaptırım konusu yapılması, ölçülü ve rasyonel değildir, yaptırımların kanuniliği ve eşitliği ilkesine aykırıdır.
5- Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da, haber programı ile yorum programları arasındaki farklılıktır.
Söz konusu program ile ilgili ihlal iddiası; gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul kararında, “Haber aktarımında doğruluk, gerçeklik ve tarafsızlık haberciler açısından hem hukuki hem de ahlaki zorunluluktur.” Denilerek, “haber” ve “gazetecilik” üzerinden gerekçelendirilmiştir.
Ancak, yaptırıma konu edilen ifadeler; bir haber bülteni ya da haber programında, sunucu ya da gazeteci tarafından gündeme getirilmiş değildir. Program konuğu gazetecilerin canlı yayında yaptığı sorgulama/açıklamaların, haber aktarımı olarak tanımlanması ve bunun üzerinden, “haberlerin soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlandığı” gerekçesi ile medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması hukuki değildir.
RTÜK’ün program türlerine ilişkin rehberindeki (https://www.rtuk.gov.tr/program-turleri-kod-kitapcigi/3832) tanımlamalar dikkate alındığında; h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan ve yaptırım uygulanan “Kayda Geçsin” programı, güncel programlar türü altında, “yorum programı” kategorisine girmektedir. Uzman raporunda da yayının türü, “Güncel programlar, Yorum Programları” olarak kodlanmıştır.
Bu duruma rağmen; gazetecilerin bir yorum programında ifade ettiği görüşler ve gündeme getirdiği iddiaların, “haber” kategorisinde değerlendirilmesi ve “ispat yükümlülüğü” aranması, rasyonel değildir, haksızdır ve dayanaktan yoksundur.
Bir yorum programında, olgusal temeli bulunan yorumlar nedeniyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması; toplumun genelini ilgilendiren konularda serbest tartışmanın yolunun kapanması, basın ve ifade özgürlüğünün daralması sonucunu doğuracaktır. Bu yönüyle de üst sınırdan uygulanan yaptırım kararı; haksız, orantısız ve toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici niteliktedir.
6- Yorum programları özelinde, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi’nin, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun benzer bir konudaki yaptırım işlemini hukuka uygun bulmayan kararı, yol gösterici niteliktedir.
Üst Kurulun 19.03.2020 tarih ve 2020/12 sayılı toplantısında alınan, 27 No.lu kararla; Haber Türk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta yayınlanan “Gerçek Fikri Ne?” programında, sunucu ve program konuklarının; dış politik gelişmeler ve iç savaş riski üzerine yaptıkları değerlendirmelerle, “tarafsızlık, gerçeklik doğrularını esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır” ilkesini ihlal ettikleri gerekçesiyle yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanmıştır.
Yaptırım kararı yayıncı kuruluş tarafından yargıya taşınmış, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin davanın reddi yönündeki kararı, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesinin, 30.11.2023 tarih ve 2023/5695 E., 2023/6967 K. sayılı kararı ile bozulmuştur. Kararın gerekçesinde; “...söz konusu programın, haber programı olmayıp sosyal ve politik hususlarda fikirlerin ileri sürüldüğü bir tartışma programı olduğu, davacının ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ‘milli güvenliğin’ korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı... Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 19.3.2020 tarih ve toplantı No: 2020/12, Karar No:27 sayılı işleminde hukuka uygunluk, davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır” değerlendirmesi yer almıştır.
BİM kararı, RTÜK tarafından yapılan haber programı ve yorum programı ayrımının yargı tarafından da kabul edildiğine bir işarettir.
7- Yine bu çerçevede; Danıştay Onüçüncü Dairesi tarafından onaylanan ve aşağıda ayrıntıları yer alan bir kararda da; kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda, doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği belirtilmektedir. Şöyle ki;
- Üst Kurulun, 25.03.2020 tarih ve 2020/13 sayılı toplantısında alınan 13 No.lu karar ile “Haber Türk” logolu ve “Ciner Medya TV Hizmetleri A.Ş.” unvanlı kuruluşun, 20.03.2020 tarihli “Para Gündem” programında 6112 sayılı Yasa’nın 8/1 (ı) bendinden yaptırım uygulanmıştır.
- Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen 12/11/2020 tarih ve E:2020/976, K:2020/1674 sayılı kararda; “…Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranmayacağı, dolayısıyla salt bilimsel kesinlik bulunmadığı veya doğrulanmadığı gerekçesiyle canlı yayında ifade edilen hususları sınırlandırabilmenin mümkün olmadığı, kamusal tartışmalara katılan bireylerin ya da bunu yayımlayan kitle iletişim araçlarının yaptırıma maruz kalma endişesi taşımalarının, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurabileceği, kişilerin veya televizyonların böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski de barındırdığı, bu durumda, dava konusu yayın nedeniyle idari para cezası uygulanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” hükmü verilmiştir.
- RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi tarafından, istinaf istemi reddedilmiştir.
- Ardından RTÜK; BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRESİ, 15.06.2021 tarihli, E:2021/2226 ve K:2021/2262 No.lu kararında da; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek davalı RTÜK’ün temyiz istemini reddetmiştir.
8- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yönüyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda yapılan yorum ve tartışma programlarının, kamuoyunun sağlıklı şekilde oluşmasına katkı yaptığı açıktır.
6112 sayılı Kanun’un temel hedeflerinden biri de ifade özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ile düşünce çeşitliliğinin sağlanmasıdır. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, düşünceyi açıklama ve halkın haber alma hakkının kullanılması açısından önemi dikkate alındığında; Üst Kurul’un denetim görevini yürütürken, çok hassas ve adil davranması, hak ve özgürlüklere müdahalede sağlam hukuki gerekçelere dayanması ve ölçülü olması zorunludur. Aksi halde çok sesliliği sağlamak, toplumun özgürce kanaat oluşturmasına katkı sunacak ortamı kurmak mümkün olmayacaktır.
Bu yönüyle Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği “demokratik toplum düzeni” dikkate alındığında, gazetecilerin, ülke yönetiminde söz sahibi olan bir siyasetçi ile ilgili yaptığı doğrudan suçlama içermeyen sorgulama ve kamusal faydası yüksek serbest tartışma nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa üst sınırdan uygulanan yaptırım adil ve orantılı değildir.
9- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
10- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında, kamu otoriteleri, ülke yöneticileri, siyasi partiler söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir. (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstünel ve Diğerleri, § 102)
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
Öte yandan, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da; fikir ve ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Milletvekilleri de kamu görevlisidir. Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” (Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
Yine AİHM’ye göre hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B.No: 11798/85, 23/04/1992, §46).
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir.¹⁹⁸ (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD])
11- Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`nin hüküm altına aldığı bir diğer husus da, siyaseti seçmekle bilinçli olarak eylem ve davranışlarını vatandaşların kontrolüne açık bırakan siyasilerin, kendilerine ilişkin söylemlerde, ortaya çıkacak kamusal yarar sebebiyle sert, ağır ve hatta incitici de olsa eleştirilere açık olmaları gerektiğidir. Bu çerçevede dikkatlerde tutulması gereken bir başka nokta da siyasetçilerin dolayısıyla da siyasi partilerin yazılı ve görsel basını kullanarak, her türlü eleştiriye cevap verebilecek olanaklara sahip olduğudur.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, siyasi tartışma söz konusu olduğunda özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Sonuç itibarıyla, gazetecilerin ifade özgürlüğü kapsamında gündemde olan bir konuyu tartıştığı, doğrudan suçlama içermeyen olgusal temel bulunan bir konudaki eleştirel değer yargısı niteliğindeki değerlendirmeler için ispat yükümlülüğü aranmasını ve haber aktarımı olarak nitelendirilmesini gerektirecek bir durumun olmadığı açıktır. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşun da, kamusal sorumluluk anlayışına aykırı bir tutumunun olmadığı görülmektedir.
Bu nedenlerle; olgusal temeli olan bir konuda yapılan sorgulamalar ve kamusal faydası yüksek serbest tartışma gerekçe gösterilerek uygulanan yaptırımın, toplumda özgürce kanaat oluşumunu engelleyici nitelikte olacağı, basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir darbe oluşturacağı, ayrıca yayında 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 13.02.2025