İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 10.09.2024 tarih ve 69 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 05.09.2024 tarihinde saat 20:02’de Sunuculuğunu Sinem Fıstıkoğlu’nun yaptığı ve Prof. Dr. İpek Özkal Sayan, Onur Çanakçı, Semih Turan, Salih Uzun, Cem Toker, Fikret Bila ve Turhan Çömez'in konuk olarak katıldığı "Sansürsüz" isimli programda Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde teğmenlerin kılıçlarını havaya kaldırarak yemin etmeleri konusunun ele alındığı bazı bölümlerde sunucu ile konuk Cem Toker arasında geçen diyaloglarda “Valla Bahçeli'yi anlamak, yorumlamak, ilkesi, prensibi nedir, siyasetin neresinde durur, bu çok çok zor. Bahçeli sanırım gündemde kalmak için ara sıra böyle çıkışlar yapıyor. Bir sağ gösteriyor, bir sol gösteriyor, ondan sonra biz de oturup tartışıyoruz ama üç gün sonra gündemden düşüyor, değişen bir şey de yok… Erdoğan konuşmadan Bahçeli önce konuşmaz genellikle. Önce Erdoğan'ın tavrına bakar…Şimdi Sisi burdaydı ya belki Erdoğan'ın konuyla ilgili konuşacak vakti olmamıştır…Olabilir. Olabilir ama Bahçeli Türk siyasetinde o kadar da ciddiye alınır mı, söylemleri bu kadar tartışılır mı onu bilmiyorum. Siyasette bir ağırlık… Alınır efendim yani meşru bir iktidarın ortağı olduğu için söylediği şeyler bizi bağlıyor tabi. (Gülerek) O yüzden Sayın Bahçeli'nin söyledikleri…” şeklindeki ifadelerin;
“Liberal Demokrat Parti Eski Genel Başkanı Cem Toker'in tamamen yoruma dayalı, doğruluğu ispatlanmamış değerlendirmeler ile MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli hakkında ilke ve prensipten yoksun olduğu, siyasi bir duruşunun olmadığı ve söylemlerinin ciddiye alınmayacak nitelikte olduğu yönündeki küçümseyici ve alaycı şekilde sarf edilen ifadelerin ve sunucunun da gülerek destekler nitelikte bir tavır sergilemesinin sorumlu yayıncılık anlayışı ile bağdaşmadığı gibi kişilik haklarını ihlal eden, eleştiri sınırları ötesinde, küçük düşürücü nitelikte olduğu”
gerekçeleriyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; "...kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği hususunda “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu” bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
“h halk” logolu medya hizmet sağlayıcıda 05.09.2024 tarihinde yayınlanan "Sansürsüz" programında, Liberal Demokrat Parti Eski Genel Başkanı Cem Toker'in, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli hakkında; “Bahçeli Türk siyasetinde o kadar da ciddiye alınır mı, söylemleri bu kadar tartışılır mı onu bilmiyorum.” ifadesinin “eleştiri sınırını aştığı” ve sunucunun da; “Alınır efendim yani meşru bir iktidarın ortağı olduğu için söylediği şeyler bizi bağlıyor tabi.” şeklindeki sözlerle, konuğunun sözünü keserek müdahale etmesine rağmen, “sunucunun da gülerek destekler nitelikte bir tavır sergilediği” gerekçesiyle Kurul çoğunluğu tarafından yaptırım kararı alınmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
1- Öncelikle açıklanması gereken husus; canlı yayınlarda konuklar tarafından ihlal oluşturabilecek her türlü söylem ve/veya davranışın, “sunucu/moderatör müdahalesi olması durumunda” Üst Kurul tarafından ihlal olarak değerlendirilmediğine ilişkindir. Geçmiş dönem Üst Kurul teamüllerine bakıldığında, yayın esnasında ihlal oluşturabilecek durumlarda, sunucu veya moderatörün müdahale ettiği yayınlara yaptırım uygulanmadığı, sunucu müdahalesi olmasına rağmen yaptırım uygulandığı durumlarda ise, söz konusu Üst Kurul kararlarının mahkeme kararıyla iptal edildiği görülmektedir.
a) Sunucu müdahalesine ilişkin uygulamanın, 6112 sayılı Yasa ile Üst Kurula verilen “düşünce çeşitliliğinin korunması” görevinin bir gereği olduğu açıktır. Toplumda özgürce kanaat oluşumu ilkesinin gerçekleşebilmesi de, ancak kamusal nitelikli tartışmaya katılanların ifade özgürlüğünü en geniş şekilde kullanabilmesi ile mümkündür. Bu çerçevede sunucunun gerektiği durumlarda müdahalesi, dengeleyici ve düzeltici bir etki oluşturacak, konukların da özgürce kendini ifade ettiği bir ortam sağlanmış olacaktır. Aksi durum; program konuklarının, medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yaptırıma uğrayabileceği endişesiyle, düşüncelerini açıkça ifade etmekten uzak durmalarına ve otosansüre yol açabilecektir.
Kaldı ki, Üst Kurul Başkanı Ebubekir Şahin de Ekol TV’de, 01.09.2024 tarihinde, saat 20.41’de yayınlanan ve Armağan Çağlayan’ın sunduğu “Sorgusuz Sualsiz” programına konuk olduğunda, bu tür durumlarda gelenekselleşmiş Üst Kurul uygulamasını;
“Ebubekir Şahin: (21:33:41) Bakın bir, nihayetinde canlı yayındır. Anlayabiliyorum. Bilinçli veya bilinçsiz istekli veya isteksiz hata yapılabilir. Ben neler yaptım arkadaşları da uyararak, bizim kendi arkadaşlarımızı. Arkadaşlar bakın dedim, moderatör bir hatada devreye girip, ‘Bir dakika arkadaş, sayın misafir veya kimse, hocam bir dakika bunu burada demeyin, diyemezsiniz.’ derse, onu getirmeyin diyorum. Bunu bile yapıyoruz biz veya oldu, bitti, rejiden kulağına seslendiler. ‘Ya bak burada bir küfür var, ağzından kaçtı, düzelt bunu.’ Bunu getirmeyin diyorum ben veya buna rağmen gene oldu, bir program sonra dedi ki; ‘Çok özür diliyoruz halkımızdan, milletimizden bir hata yaptık, söylenmemesi gereken bir şey söyledi. Onun için halkımızdan özür diliyoruz.’ gene getirmiyoruz. (21:34:32)” şeklindeki sözlerle açıklamıştır.
Söz konusu açıklamayla, Üst Kurulun bu tür durumlarda izlediği politika açık bir şekilde ortaya konulmuş olmasına rağmen, bu açıklamadan kısa bir süre sonra aynı içerikli bir yayına verilen yaptırım kararı da, kendi içinde bir çelişki oluşturmaktadır.
Gerek uzman raporunda, gerekse Uzman raporunu esas alan Kurul Kararında, Moderatör Sinem Fıstıkoğlu’nun Cem Toker’e müdahalesi sırasındaki “gülümsemesi”, yaptırım gerekçelerinden birisi olarak gösterilmiş, gülümsemenin Cem Toker’i “destekleyici” olduğu ve “sorumlu yayıncılıkla bağdaşmadığı” öne sürülmüştür.
İlgili yayında yayın konuğunun ifadelerine, moderatörün anında ve net bir şekilde söylemleriyle müdahale etmesinin Uzman raporunda göz ardı edilmesi, objektif bir değerlendirme yapılmadığının işaretidir. Ek olarak “gülümsemenin” destekleyici nitelikte olduğunun iddia edilmesi, bir niyet okumadır ve subjektif değerlendirmelerle hareket edildiğinin teyidi niteliğindedir. Niyet okuması yapılarak; sunucunun sözleri yerine mimiklerinin ön plana çıkarılıp yaptırıma gerekçe oluşturulması, hukuki olmadığı gibi, basın ve ifade özgürlüğüne ağır bir müdahale oluşturacaktır. Dolayısıyla, subjektif kriterlerle gerekçelendirilen Uzman raporu ve raporu dayanak alan Kurul Kararı bu yönüyle isabetli değildir.
Ayrıca, “Sansürsüz” programında, Üst Kurul kararına dayanak oluşturan Uzman raporunda yer almayan ve sunucunun ikinci müdahalesi olarak değerlendirebileceğimiz bir husus daha bulunmaktadır. Şöyle ki;
Yayında, Liberal Demokrat Parti Eski Genel Başkanı Cem Toker'in, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile ilgili konuşması biter bitmez, Moderatör Sinem Fıstıkoğlu, DP Milletvekili Salih Uzun’a, Devlet Bahçeli’nin açıklamalarının ne derece önem taşıdığını vurgulayan;
“(21:34:50) Aslında, kurmay heyetini de tırnak içinde taca atacak bir açıklama yaptı. Çünkü hem yayın organları hem genel başkan yardımcıları Yıldıray Çiçek önemli bir isimdir, MHP içerisinde de yayın organında. Dolayısıyla çok masum bir hareket olarak değerlendirirken ve teğmenlere destek çıkarken, Sayın Bahçeli’nin yapmış olduğu o açıklama, muhtemelen en yakın kurmay heyetini de bir duraksatmış olabilir mi Sayın Uzun ne dersiniz?” şeklinde bir soru yöneltmiş ve bu soru ile Cem Toker’in söylemlerine katılmadığını bir kez daha ortaya koymuştur.
b) Tüm bunlardan bağımsız olarak, yukarıda da bahsedildiği üzere, canlı yayın sırasında yaşanan benzeri olaylarda, moderatör müdahalesinin, olayın ihlal niteliğini ortadan kaldırdığı, mahkeme kararlarıyla da sabittir.
Örneğin; Üst Kurulun 02.12.2020 tarih ve 2020/49 sayılı toplantısında, 7 No.lu karar ile Habertürk logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta, “Gerçek Fikri Ne?” isimli yorum programında, bir siyasetçinin söylemleri nedeniyle ve sunucu müdahalesi olmasına rağmen, sunucunun ciddi bir şekilde tepki vermediği ve açık bir şekilde itiraz etmediği gerekçesiyle, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan; "Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, ... aykırı olamaz." hükmünün ihlal edildiğine “oy çokluğu” ile karar verilmiş ve yaptırım kararı uygulanmıştır.
Kuruluş mahkeme yoluna başvurmuş, Ankara 2. İdare Mahkemesi (Esas No:2020/2366, Karar No:2021/1912), 27/10/2021 tarihinde; “…programın canlı yayınlanan bir tartışma programı olduğu, sözlerin konuk tarafından söylendiği, konuk A.M.B’nin konuşmalarının kendi kişisel görüşleri olduğu, program sunucusu ve diğer konuşmacılar tarafından desteklenmediği, paylaşılmadığı…” gerekçeleriyle, DAVA KONUSU İŞLEMİN İPTALİNE kararı vermiştir.
RTÜK tarafından istinafa başvurulmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi de (Esas No:2022/55, Karar No:2022/434), 02/03/2022 tarihinde; istinaf başvurusunu reddetmiştir. Nihayetinde, DANIŞTAY ONÜÇÜNCÜ DAİRE (Esas No:2022/1971, Karar No:2022/1951), 09/05/2022 tarihinde; RTÜK’ün temyiz istemini reddederek, BİM Kararını onamıştır.
Yukarıda yapılan tüm açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; yayında moderatörün, Cem Toker’in söylemlerine katılmadığını, ilki doğrudan, ikincisi dolaylı müdahale olarak değerlendirilebilecek şekilde iki kez dile getirdiği, yayıncı sorumluluğu kapsamında üzerine düşen görev ve yükümlülüğe uygun hareket ettiği açıktır. Üst Kurul Başkanı’nın, moderatör müdahalesi olduğu durumlarda yaptırım uygulanmadığını açıklamasına rağmen, yayına ceza verilmesinin de hakkaniyetli olmadığı ve çelişki barındırdığı, ayrıca yaptırıma gerekçe gösterilen moderatör gülümsemesinin, niyet okumadan öteye geçemeyeceği, kaldı ki bu tür yaklaşımlarla Üst Kurul tarafından verilen yaptırım kararlarının, mahkemeler tarafından uygun görülmeyerek iptal edildiği dikkate alındığında, Üst Kurul çoğunluğunun yaptırım kararının adaletli ve ölçülü olmadığı ortadadır.
2- Yayında LDP Eski Genel Başkanı Cem Toker’in söylemlerinin ihlal olup/olmadığı noktasında ise;
a) Gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse AİHM kararları dikkate alındığında; iktidar politikaları, Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, siyasetçiler, bürokratlar söz konusu olduğunda, basın ve ifade özgürlüğünün çerçevesinin daha da genişletildiği, “incitici, abartılı, kışkırtıcı, rahatsız edici” nitelikte de olsa ifade özgürlüğü kapsamında korunduğu açıktır.
Anayasa Mahkemesi’nin buna ilişkin örnek bir kararında, siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 58).
Kabul edilmelidir ki; “Sansürsüz” adlı programda; ifadeleri ihlale gerekçe yapılan kişi bir siyasi partinin eski genel başkanıdır ve ifadelerinin hedefindeki kişi de yine bir siyasi partinin genel başkanıdır. Bu kapsamda kullanılan, “Bahçeli Türk siyasetinde o kadar da ciddiye alınır mı, söylemleri bu kadar tartışılır mı onu bilmiyorum.” ifadesi de, bir siyasetçinin başka bir siyasiye yönelik kullandığı, “sert eleştiri” niteliğinde, kişisel görüş ve değerlendirmeleridir.
Siyasetçilerin, politikacıların dönem dönem bazı olaylara ilişkin farklı tavırlar geliştirdiği bilinen bir durumdur. Siyasetçi ve politikacılara yönelik eleştirilerin büyük bölümünü de, bu tutum ve tavır değişikliklerinin oluşturduğu bir gerçektir. Bu çerçevede, Cem Toker’in de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin geçmişteki tutum değişikliklerini sıralayarak bir eleştiride bulunduğu açıktır ve konuşması içerisinde hakaret içeren bir ifade bulunmamaktadır.
Konuya ilişkin alınmış olan Yargıtay Kararlarına baktığımızda da basın özgürlüğünün öncelendiği kararlara hükmedildiği görülmektedir. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2014/8386 Esas, 2015/3689 Karar sayılı ve 26.03.2015 tarihli ilamında; “basın yoluyla kişilik haklarına saldırı” iddiasına ilişkin kararında;
“...Mahkemece, hakaret olarak kabul edilen ifadelerin davalının kişisel değer yargısı niteliğindeki görüşleri ve davacının kendisi ile ilgili değerlendirmelerine karşılık cevapları olup, ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamı sınırları içinde kaldığı, davacının siyasi kimliği nedeniyle normal koşullardan daha ağır eleştiriye açık olması gerektiğinin kabulü gerekir. Mahkemece, demokratik bir toplum için düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırlanmasını gerektirir bir durum bulunmadığı, davacının kişilik değerlerinin ihlal edilmediği sonucuna varılarak, istemin tümden reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulü doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.” şeklinde hüküm bildirmiştir.
Siyasetçilere yönelik eleştirilerde veya siyasetçiler arasındaki tartışmalarda, siyasi ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiği ve siyasilerin kendilerine yönelik eleştiriler ne kadar sert olursa olsun katlanmaları gerektiği hususu, AİHM kararlarında da hüküm altına alınmıştır.
Basının siyasi hayatın bekçisi olarak rolünü, AİHM, ilk kez Lingens-Avusturya davasında vurgulamıştır ve bu karar bir kilometre taşı niteliği taşımaktadır. Bu konu kapsamında; Eski Romanya Adalet Bakanı ve Avrupa Parlamentosu Milletvekilliği yapmış olan Av. Monica Macovei tarafından hazırlanan “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi’nin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, İnsan Hakları El Kitapları, No. 2”de, AİHM’nin Lingens-Avusturya, 1986 kararı şu şekilde yer almaktadır:
“Basın özgürlüğü halka siyasi liderlerin fikirlerini ve tutumlarını keşfetmek ve bu konularda bir fikir oluşturmak bakımından en iyi araçlardan birini sunar. Daha genel olarak, siyasi tartışma özgürlüğü, AİHS’e bir baştan ötekine damgasını vuran demokratik bir toplum kavramının tam merkezinde yer alır. Buna bağlı olarak, bizatihi bir politikacı hakkında yapılacak kabul edilebilir eleştirinin sınırları, sıradan bir kişi hakkındakilerden daha geniştir. Sıradan kişiden farklı olarak, politikacı kaçınılmaz olarak ve bilinçli tarzda, kendini, her kelimesinin ve eyleminin hem gazetecilerce, hem de genel olarak kamuoyunca sıkı bir şekilde izlenmesine açık bir konuma yerleştirmiştir. Dolayısıyla, daha yüksek derecede bir hoşgörü göstermek zorundadır… Dolayısıyla tekzip edilen ifadeler seçim sonrası siyasi polemiklerin bağlamı çerçevesinde görülmelidir;...bu mücadelede herkes elinde ne silah varsa onu kullanıyordu; bu silahlar da politikanın genellikle sert geçen mücadeleleri çerçevesinde hiç de alışılmadık bir nitelik taşımıyordu.”
https://www.anayasa.gov.tr/media/3610/aihsmad10ifade.pdf (§§ 97,98) (E.T.:25.10.2024)
AİHM’nin, yukarıda bir bölümünün yer aldığı kararı dikkate alındığında; program konuğu olan eski siyasi parti liderinin fikirlerinin kamuoyuna aktarılması görev ve sorumluluğu doğrultusunda, medyanın rolü ve öneminin de göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Aynı karara atfen; söz konusu yayında, güncel siyasi tartışmalara yönelik gündeme getirilen sert eleştiri niteliğindeki ifadelerin de, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
Bu nedenlerle; politikacılar açısından rahatsız edici ve kışkırtıcı nitelik taşısa da, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve AİHM içtihatları dikkate alındığında, ifade özgürlüğü kapsamında korunan eleştiri sınırları içinde kalan ifadeler nedeniyle yaptırım uygulanması, haber veya fikir alma ve verme özgürlüğü açısından haksız ve orantısızdır.
b) Uzman raporunda ve raporu dayanak alan Kurul Kararında, Liberal Demokrat Parti Eski Genel Başkanı Cem Toker'in söylemleri; “tamamen yoruma dayalı, doğruluğu ispatlanmamış değerlendirmeler” olarak nitelendirilerek, yaptırıma gerekçe gösterilmiştir.
Oysaki yaptırım uygulanan “Sansürsüz” programı, uzman raporunda “Güncel Programlar, Yorum Programları” şeklinde kodlanmıştır. Yorum programlarının, kamusal faydası yüksek serbest tartışmalara zemin oluşturduğu, toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağladığı bilinmektedir. Bu nedenle, yorum programlarında ifade edilen kişisel değerlendirmelerin, doğru veya yanlış olabileceği noktasında ihlal teşkil edip/etmeyeceğine ilişkin, alınmış olan mahkeme kararlarına bakmak yerinde olacaktır.
İfade özgürlüğü alanında uzmanlaşmış insan hakları avukatı Dominika Bychawska-Siniarska tarafından hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması” el kitabında da, gazeteciler tarafından yapılan eleştirel nitelikteki değer yargılarına ilişkin hususlar, örnek AİHM kararı ışığında, şu şekilde açıklanmaktadır:
“Değer yargıları, bir durum ya da olaya ilişkin bakış açısı ya da kişisel değerlendirmeler olup doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlanmak mümkün değilse de, bir değer yargısının dayanağı olan altı çizilen gerçeklerin doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanabilir. Aynı şekilde, Dalban davasında Mahkeme, ‘gerçekliğini kanıtlamaksızın eleştiri niteliğinde değer yargısı ifade etmesinin engellenmesi, bir gazeteci için kabul edilemez olacaktır’ demiştir (Dalban/Romanya, 28 Eylül 1999 [BD]).
Sonuç olarak, doğrulanabilecek bilgi ya da verilerle birlikte, ‘doğruluğu ispatlamaya’ tabi tutulamayacak değer yargıları, eleştiri ya da spekülasyonlar 10. madde kapsamında korunmaktadır. Ayrıca, değer yargıları, özellikle de siyaset alanında ifade edilenler, çok önemli olan görüş çoğulculuğunun gereği olarak demokratik bir toplum için özel bir korumadan yararlanırlar.” (S.86)
https://www.anayasa.gov.tr/media/7448/10_avrupa_insan_haklari_sozlesmesi_kapsaminda_ifade_ozgurlugunun_korunmasi.pdf (§ 86) (E.T.:25.10.2024)
Bu kapsamda; h halk logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa, bir yorum programında konuk siyasetçinin eleştiri sınırları çerçevesindeki yorumlarının, “tamamen yoruma dayalı” şeklinde değerlendirilerek yaptırım uygulanması, anlaşılabilir olmadığı gibi hukuki de değildir. Eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadeler nedeniyle yayıncı kuruluşların cezalandırılması, ifade özgürlüğünü ve demokrasiyi zedeleyecek, kamusal faydası yüksek serbest tartışmaların önünü kesecektir.
Ayrıca söz konusu karar, Üst Kurulun uymakla ve uygulamakla yükümlü olduğu; 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, birinci fıkrasının, (a) bendinde yer alan, “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” ilkesiyle de çelişecektir.
3- Anayasa Mahkemesi, basın ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda basına yönelik müdahalelere ilişkin pek çok kararında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olma ve Ölçülülük” tanımlaması getirmekte ve çerçeveyi “...temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez” şeklinde çizmektedir (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın,§ 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yönüyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda yapılan yorum ve tartışma programlarının, kamuoyunun sağlıklı şekilde oluşmasına katkı yaptığı açıktır.
Ancak; medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; program konuğu gazeteci, siyasetçi ve hukukçuların, sert eleştiri ya da eleştirel değer yargısı niteliğindeki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin çerçevesini çizdiği “demokratik toplum düzeni” dikkate alındığında, bir siyasetçinin bir siyasetçiye yönelik eleştirel yorumları nedeniyle h halk logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım adil ve orantılı değildir.
4- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
5- Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, siyasilere yönelik ve siyasi konulara ilişkin yorumlarda, eleştiri/hakaret sınırında kalan ifadeler için, öngördüğü alanı genişlettiğine ilişkin farklı kararlarında da, yine benzer hükümler verildiği görülmektedir.
İfade özgürlüğü, büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan, siyasi tartışma özgürlüğünün "tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi" olduğu göz önüne alındığında, diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi politikalar ve siyasileri eleştiren, politikaları veya siyasi açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan, siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir (Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, Karar tarihi: 07/07/2015, §64).
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§33-35).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
Bununla birlikte, siyasetçilerin bu gibi durumları göze alarak siyasete girdiği ve her platformda kendilerini savunabilecek olanağa sahip oldukları için eleştirilere daha toleranslı olmaları gerektiği, dolayısıyla, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara verilen bu ve benzeri haksız yaptırım kararlarının, medyanın asli görevini yapmasında caydırıcı etkiye neden olabileceği de unutulmamalıdır.
Dolayısıyla, örnek verilen Anayasa Mahkemesi kararlarında da atıfta bulunulduğu üzere; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`nin de hüküm altına aldığı husus, siyaseti seçmekle bilinçli olarak eylem ve davranışlarını vatandaşların kontrolüne açık bırakan siyasilerin, kendilerine ilişkin söylemlerde, ortaya çıkacak kamusal yarar sebebiyle sert, ağır ve hatta incitici de olsa eleştirilere açık olmaları gerektiğidir. Bu çerçevede dikkatlerde tutulması gereken bir başka nokta da siyasetçilerin yazılı ve görsel basını kullanarak, her türlü eleştiriye cevap verebilecek olanaklara sahip olduğudur.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde; toplumu bilgilendirme görevi olan medyanın, ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda özgürlük alanın çok daha geniş yorumlanması gerekmektedir. Benzer şekilde politikacılara ve hükümetlere yönelik eleştiriler söz konusu olduğunda da kışkırtıcı, rahatsız edici nitelikteki ifadelerin de basın ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği, gerek Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay, gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla, söz konusu programda bir siyasetçinin, başka bir siyasetçiye ilişkin yorumları, eleştiri sınırları içinde olup herhangi bir hakaret, tehdit, aşağılama içermemektedir. Ayrıca moderatör, yaptırıma neden olan ifadelere katılmadığını iki farklı şekilde belirtmiş ve müdahalede bulunmuştur. Tüm bunlara rağmen ihlal olduğu değerlendirilerek yaptırım uygulanmasının, haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olduğu, ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında aykırılık teşkil eden bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 04.11.2024