28.08.2024 tarihli Üst Kurul Toplantısında, ‘‘Göktuğ Multimedya Yayıncılık A.Ş.’’ unvanlı ve ‘‘FLASH HABER’’ logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun; 14-15-16.08.2024 tarihlerinde saat 16:30’da yayınlanan, ‘‘Cemil Kılıç ile Aydınlanma’’ adlı program yayınına ilişkin aşağıda deşifresi verilen ifadelere istinaden 6112 sayılı Kanunun 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan ‘‘Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz.’’ hükmünün ihlali nedeniyle yaptırım kararı alınmıştır.
Bahsi geçen program yayını, hafta içi her gün saat 16:30’da başlayarak yaklaşık 1 saat 15 dakika süren ve izleyicilerden gelen soruların sunucu Cemil Kılıç tarafından cevaplandığı yayın akışına sahip olan bir yorum programıdır. Söz konusu programın yukarıda belirtilen tarihlerde ekrana getirilen bölümlerinde, toplumun milli ve manevi değerlerine aykırı nitelikte ifadeler kullanıldığı yönündeki karara ilişkin yayın deşifreleri aşağıda aktarılmıştır.
İlgili programın 14.08.2024 tarihli yayınında 16:32:18 saatinde ‘Araf Suresi 189. Ayette, O, O’dur ki; sizi tek canlıdan yarattı. Eşini de ondan vücuda getirdi. Havva’nın Adem’in kaburgasından olduğunu anlıyorum. Yaşar Nuri Hoca’nın çevirisinde…’ ifadeleri ile kendisine yöneltilen bir soruya sunucu Cemil Kılıç, ‘Havva, Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldı anlayışı, Tevrat kökenli bir anlayış. Kur-an ’da böyle bir söz geçmiyor. Ama kaburga kemiğinden yaratılması gerçekten ilk bakışta ilginç gelse de bunu güzele yoran anlayış da var. Ne demek bu? İnsanın kaburga kemikleri çok önemlidir. Ve insanın yaşamsal organlarını korur. Ciğerini, kalbini biliyorsunuz korur. Midesini korur. En önemlisi de kalbi korur. Kalp yoksa yaşam yok biliyorsunuz. Kaburga kemikleri kalbi korur. Efendim, kadın erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldı demek kadın erkeğin kalbini korur demek. Yüreğini korur. Böyle yorumlayanlar var. Bu güzele yormak demek değil mi? Böyle düşünülecekse güzel. Kadın erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldı, kadın erkeğin kalbini korur demek bir anlamda. Bu çok güzel bir yorum. Etkileyici bir yorum. Böyle düşünelim. Ama öbür türlüsü de var. Kadını ikincilleştiren. İşte, önce erkek yaratıldı da ardından kadın yaratıldı gibi, kaburga kemiğinden bir de. Havva eğer Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldıysa Havva Adem’in bedeninden yaratıldı demek. Bu ne demek. Havva Adem’in kızı demek aslında. Çünkü kızımız bizim bedenimizden, oğlumuz da bizim bedenimizden değil mi? Havva o zaman Adem’in kızı oluyor. Ama nasıl oluyor da sonra Adem Havva ile cinsel birleşme yapıp çocuk dünyaya getiriyor? Kızı ile mi birleşmiş oluyor o zaman. Haşa. Bu doğru bir yaklaşım değil. Ama orda, Havva, Adem bunlar cins isimlerdir. Belli bir şahsı ifade etmez. Havva kadın türünü, Adem erkek türünü ifade eder biçiminde yorum yapanlar var. Daha da kapsayıcı bir yorumla Adem aslında bütün bir insan türünü ifade eder, Adem-oğlu, Adem-kızı filan. Yoksa ki bir şahsı ifade etmez biçiminde yorumlayanlar da var. Yorum çok. Ama şunu belirteyim ki Kur-an’da nefs-i vahide ifadesi vardır. Bir nefisten yaratmak. Nefs, can demek aslında. Candan yaratmak. Vahide tek demek Ama Kur-an’da ve Arap dilinde nefs sözcüğü dişidir. Çünkü Arap dilinde erillik ve dişilik vardır. Biz sizi bir candan yarattık derken oradaki can dişidir. Yani önce can vardı. Dişilik vardı. Sonra erillik oldu. Başlangıçta her şey dişiden üredi. Yani, yaşamın özü dişiliğe dayanır. O nedenle kadınlar ikincil değildir. Birincildir. Dişilik birincildir. Erillik erkeklik ikincildir. Çünkü apaçık söylüyor. Sizi bir candan Dişi candan yani yarattık diyor, var ettik. Ama kadını erkeğin kaburga kemiğinden yaratılan bir varlık gibi düşünenler kadını ikincilleştiriyorlar. Yani önce erkek vardı da sonra kadın oldu. Hayır. Önce kadın vardı. Önce dişilik vardı. Doğurganlık, dişilik, anaerkil olma falan. Tümünü birlikte düşündüğünüzde kadın birincil plandadır. Bir erkek olarak bunu söylüyorum. Annelik. Yani kimisi mitolojidir. Kimisi bir inanç konusudur. Eyvallah ama babasız dünya gelme anlatıları, inanışları çoktur da annesiz dünyaya gelme, böyle bir anlatı yoktur dikkat edin. Annesiz dünyaya gelmek var mı? Yok. Ama babasız var. Hazreti İsa en başta. Başka inanışlarda böyle anlatımlar da var biliyorsunuz. O nedenle kadın ikincil değildir. Birincildir. Doğurganlık, üremek bunlar önemli. Yaşam için. İnsan türünün devamı için algıları değiştirmek lazım. Değiştirmeye çalışıyoruz efendim.’ İfadeleri ile yanıt vermiştir.
Aynı gün yayınlanan programda saat 16:48:27’de ‘Peygamber sağlığında ensarı toplayıp o güne kadar gelen ayetleri mukabele yapmış mıdır?’ ifadeleriyle gelen soruya yanıt olarak ‘Bu yönde aktarımlar var. Her Ramazan ayında Resulallah’ın Kur’an-ı baştan sona okuduğu, hatta Cebrail’in de onu dinlediği falan anlatılıyor. Tabii, Cebrail diye ontolojik bir varlık yok da. Egemen dini düşünce öyle diyor. Benim meleklere ilişkin yorumumu biliyorsunuz sanıyorum. Melekler Tanrı’nın evrendeki güçlerini belirtir, ifade eder. Yoksa ontolojik varlıklar değildir. Vardırlar. Ama ontolojik varlık değildirler. Vardırlar. Şimdi ben ontolojik varlık değildir deyince melekler yok dedi diyecekler hainler. Din ve Allah düşmanları, dinsiz imansızlar...’ Şeklinde ifadelerle cevap verdiği ekranlara yansımıştır.
Saat 16:50:04’de ‘İslam’ın beş şartı deniliyor. Sizin de ayrı bir görüşünüz var ama o da beş aslında. Bir olması gerekmiyor mu? Yani kelime-i şahadet. Çünkü Müslüman olacak kişiye hepsini yap da gel denmiyor. Değerli görüşünüzü merak ediyorum.’ İfadeleriyle gelen soruya yanıt olarak ‘İslam’ın beş şartı, biri bile eksik olmamalı. Beş şartı bir kez daha söyleyelim. Birincisi adalet. Adil olmayan kişi Müslüman değildir. Yani adaleti önemsemeyen kişi Müslüman değildir. Adalete özen göstermeyen, ona uymayan kişi Müslüman değildir. O, dinsizdir. Kişi adil değilse dinsiz ve din düşmanıdır. Birincisi bu daha dur. İkincisi, liyakat. Liyakat ilkesine uymayan dinsizdir ve din düşmanıdır. Ahlaksızdır, edepsizdir, kâfirdir. Görevleri liyakat sahibi olmayanlara kim veriyorsa hepsi kâfirdir. Çünkü bir gerçeğin üzerini örtüyorlar. Hangi gerçeğin? Liyakat gerçeğinin. Kâfir ne demek gerçeğin üzerini örten demek. Anlamdaş olarak söyleyelim ehliyet, liyakat. Birlikte değerlendirmek gerek. Sonra, emanet. Güvenilir olmak. İslam’ın üçüncü şartı. Eğer kişi güvenilir değilse o kişi Müslüman değildir. Müslüman o kimsedir ki, elinden ve dilinden herkes emindir diyor Resulallah. Emanet, güvenilir olmak. Güvenilir olmak Müslüman olmanın şartıdır. Başka bir şart daha, meşveret. Nedir? Danışarak iş yapmak. Ben bilirim yalnızca dememek. İstişarede bulunmak. (Arapçasını söylüyor.) Onların işleri aralarında şurayladır diyor ya Şura Suresi’nde. Bir de beşinci şartımızı da söyleyelim, maslahat. Maslahat ilkesi de kamu yararını gözetmek demek. Kamu yararını gözetiyorsa kişi, Müslümandır. Dolayısıyla bir kez daha söyleyelim. Adalet, liyakat-ehliyet, emanet, meşveret ve maslahat. Bu ilkeler İslam’ın beş temel esasıdır. Bu ilkeleri kabul eden kişi ve bu ilkelere bağlı kalan kişi Müslümandır. Müslüman olmuş olur. (Ekrandaki sorudan okuyor). Onlar Müslüman olduktan sonra gerek değil mi? Hayır efendim. Bunlar olmasa Müslüman olamıyorsun ki. Yani ben Müslüman olayım ama bunları uygulamasam da Müslümanım diyemiyorsun. Bunları uyguladığında Müslüman oluyorsun. Bunları uyguluyorsa kişi Müslümandır. La İlahe İllallah Muhammedun Resulullah demese bile Müslümandır. Eşhedu Enle İlahe İllallah ve Eşhedu Enne Muhammeden Abduhu ve Resuluhu demese bile Müslümandır. Adalete uyuyorsa, liyakate-ehliyete, emanete, meşverete ve maslahata uyuyorsa Müslümandır. Hangi ülkede yaşıyorsa yaşasın Müslümandır. Müslüman, Hakk’a teslim olan, Hakk’a bağlı olan gerçeğe uyan demektir. Hakk’a teslim olmak, Hakk ehli olmak için adil olmak gerek, emin olmak gerek, meşverete maslahata uymak gerek, liyakati asla ihmal etmemek gerek.’ İfadeleri ile cevaplamıştır.
Programın 15.08.2024 tarihinde yayınlanan bölümünde ise 17:07:19 saatinde ‘Hz. Musa’nın erkek çocuklarının sünnet olmasını istemesini ve Kur’an da sünnet olmanın farz olarak belirtilmediği halde İslam’ın şartı gibi sunulması hakkında görüşleriniz nedir?’ ifadeleriyle kendisine yöneltilen soruya ‘Hitan dediğimiz yani erkeklerin sünneti, doğrudan sünnet diyelim kız çocukları da sünnet ediliyordu çünkü hitan dediğimiz konu İslam’ın bir meri Allah’ın bir farzı değil yani. Bunu çokça söyledik yine söylüyoruz. Bir gelenek ve İslam öncesi dönemden kalma Yahudilerden eski Mısır Uygarlığından kalma bir gelenek. Neden sünnet edilmiş insanlar? Sünnet neye yol açıyor? Çok konuştuk bu konuları ama her konuya da aynısını söylüyoruz şimdi. Sanıyorum, sünnetteki mantık şu: cinsel arzuyu dizginlemek, azaltmak. Zira sünnet olan kişinin cinsel birleşme sırasında alacağı hazzın azaldığına ilişkin pek çok tıp bilgini makaleler yayınladı. İnsanların kadın olsun erkek olsun cinsel duygularını hazlarını dizginlemeleri azaltmaları için üretilmiş bulunmuş bir yol galiba. Tabi kız çocukları artık sünnet edilmiyor ama erkeklerin sünneti ne üzücü ki hala devam ediyor. Bence artık terk edilmesi gereken bir gelenek.’ İfadeleri ile cevap verdiği görülmektedir.
Programın 16.08.2024 tarihinde yayınlanan bölümünde ise cennet ve cehennem kavramlarını açıklamak için 16:58:01 saatinde ‘…Bir de bir yayında demiştim, Atatürk’ü ne zaman övsem diyorlar ki, inşallah onunla haşır olursun yani demek istiyorlar ki akılları sıra Atatürk cehenneme gidecek sen de onunla gidesin. Giderim tabii. Sizinle cennete gitmektense Atatürk’le cehenneme giderim. Ne zannettiniz. Ama düş kırıklığına uğrayacaksınız. Atatürk cennete gidecek, böyle inanıyoruz. Onun gibi bir büyük devrimci cennete gitmeyecek de sizin gibi dişlerini bile fırçalamaktan aciz yoz yobaz tayfası mı gidecek cennete? Elbette Atatürk gibi büyük adamlar gidecek. Veya Atatürk nereye gidiyorsa orası cennettir zaten öyle diyeyim. Ya da bir yere gideceğimiz de yok ya. Cennet bize gelecek veya cehennem bize gelecek yapıp ettiklerimize göre. Hiç kimse cennete gitmez. Herkes kendi cennetini oluşturur ve cennet kendisine gelir. Hiç kimse cehenneme de gitmez. Herkes kendi cehennemini yaratır adeta yapıp ettikleriyle, günahlarıyla. Ve sonra cehennemi yaşar. Ama müminler cenneti yaşar. Çünkü iyilik eder müminler. ‘Emri bil maruf ve neyhi anil münker’ ilkesi gereği hareket ederler. Yaşadıkları yeri güzelleştirirler. İnsanlara tebessüm ederler, yardım ederler, iyilikte bulunurlar. İyilik yaptıkça mutlu olurlar. Mutlu oldukça daha çok iyilik yaparlar ve bütün iç dünyalarını huzur kaplar. Sevgiyle bakarlar çoluğa çocuğa, çiçeğe böceğe, kurda kuşa, göğe yere, sağa sola. Her şeye sevgiyle bakarlar. Sevgiyle baktıkça sevgi bulurlar, sevgi görürler. Dünyayı cennet ederler. Evini cennet eder mümin. Eşini huri eder. Başka bir hurinin hayalini kurmaz eşinden başka. Başka bir cennetin düşünü kurmaz yuvasından başka, ailesinden başka. Ne mutlu müminlere. Böyle bakalım, böyle olalım. İnşallah imanımızla, sevgimizle, aşkımızla ulu Tanrı’ya bağlanalım ve yalnızca ondan ödül bekleyelim, ondan erinç dileyelim’ İfadelerine yer vermiştir.
Saat 17:09:09 saatinde kendisine yöneltilen ‘Sizce İslam’ın evrensel ve zaman ötesi olarak nitelenmesi ne derece doğrudur? Çünkü Peygamberin iç sesi olan vahiyleri Peygamberler içinde bulundukları toplum, zaman ve konuşma dili ile kelama dökmüşlerdir. Böylece çağın ve toplumun özelliklerini taşır ve geleceğe onu yansıtır. O zaman hocam Kur’an günümüze nasıl seslenecek? O dönemde ne telefon ne baka ne de uçak vardı’ sorusuna ‘Adalet kavramına o dönemde de gereksinim varmış şimdi de var. Liyakat o dönemde de önemliydi şimdi de önemli. Emanet o dönemde de önemliymiş, şimdi de önemli. Maslahat, meşveret gibi ilkeler suçun şahsiliği ilkesi o dönemde de önemliydi şimdi de önemli. İyilik yapmak ve kötülüklerden uzak durmak o dönemlerde de önemliydi, şimdi de önemli. Bilime, öğrenmeye, araştırmaya değer vermek, erdem, ahlak o dönemde de önemliydi, şimdi de önemli. Barış o dönemde de önemliydi, şimdi de önemli. İnsan haklarına saygı o dönemde de önemliydi, şimdi de önemli. Doğaya sahip çıkmak, yeşili korumak o dönemde de önemliydi şimdi de önemli. Suları kirletmemek, ırmakları, gölleri denizleri o dönemde de önemliydi, şimdi de önemli. Kimileri diyebilir göl mü vardı Arap Yarımadası’nda. Genel konuşuyoruz efendim. Dolayısıyla bu bakış açısıyla bakarsanız, İslam’ın evrenselliği ve zaman üstü oluşu daha doğru bir biçimde anlaşılır ve algılanır kanısındayım.’ İfadeleri ile yanıt vermiştir.
Saat 17:17:22’de ‘Namaz Türkçe kılınır mı?’ sorusuna ise ‘Kılınmaz. Türkçe’nin ne haddine namaz, onunla nasıl kılınsın? Türkçe kötü bir dil, Türkçe yoksul bir dil. Türkçe ile Tanrı’ya seslenilmez. Türkçe köylülerin dilidir. Türkçe cahillerin dilidir. Hiç okumuş yazmış, bilgin, aydın insan Türkçe konuşur mu? Hele bir Müslüman Türkçe konuşur mu? Bak ben cahil olduğum için Türkçe konuşuyorum. Namazı nasıl kılayım? Allah anlar mı sonra Türkçe? Allah Arapça anlıyor biliyorsunuz. Türkçe anlamıyor. Zira Allah’ın dili Arapça. Türkçe kılınmaz namaz. Sakın kılmayın kabul olunmaz. Nerden biliyorsun? E, görüştük biz? Kimileri diyor ya Allah’la görüştük biz. E biz de görüşelim bari. Tövbe haşa. Öyle diyelim. Yahu, nasıl kılınmaz. Bu soru bile Türkçe ’ye saygısızlık. Ana dilin Türkçe ise Türkçe namaz kılacaksın. Ana dilin hangi dil ise yani en iyi anladığın, kendini en iyi ifade ettiğin dil hangi dilse o ana dilindir. Ana dilin hangi dil ise o dilde namazını kılacaksın. Ben Türk’üm. Ve 30 yıldır Türkçe namaz kılıyorum. Kılınmaz diyenler az önce dediklerimi demiş oluyor. Hani dedim ya biraz önce Türkçe şöyle, Türkçe böyle, kötülüyorlar. Bu büyük bir saygısızlık, ahlaksızlık ve alçaklık. Türkçe konuşuyor, Türkçeyi küçümsüyor. Çok var böyleleri. Üstelik Türkçe ’den başka bildikleri bir dil de yok. Bu ne patolojik bir vaka deyim yerindeyse… Bir insan nasıl ana diline düşman olabilir? Nasıl der ki ben ana dilimle Ulu Tanrı’ya yakaramam, ibadet edemem. Nasıl der bunu?’ ifadeleri ile cevaplamıştır.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu program türlerini düzenlemek amacıyla Program Türleri Kod Kitapçığı yayımlayarak, programların daha sağlıklı sınıflandırılmasını sağlamaya çalışmıştır. Kitapçık incelendiğinde görülmektedir ki yorum programları güncel programlar altında sınıflandırılmakta ve bahsi geçen program da bir yorum programı olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle yukarıda deşifreleri verilen ifadeler, öncelikle bir yorum programında dile getirilmiş ifadelerdir. Bu ifadeler soru cevap şeklinde bir akışa sahip olan yorum programının ifadeleri olarak ekranda yer almaktadır. İlgili uzman raporu incelendiğinde ifadelerin tam olarak aktarılmadığı, bağlamından koparılarak çarpıtılmaya uygun olan ifadelerin ön plana çıkarılarak derlendiği görülmektedir. Yukarıdaki ifadelere bakıldığında sunucu Cemil Kılıç’ın kinayeli bir ton kullanarak yorumlarını dile getirdiği görülmektedir. Dolayısıyla ifadelerinin tamamının kullanılmaması bir yerden kesilerek çarpık görünebilecek ifadelerin alınması kinayeli bir anlatımda (düşünüleni dolaylı olarak anlatmak) sunumu etkileyebilir bir tutum olarak değerlendirilmektedir.
Dolayısıyla Cemil Kılıç’ın konuşmalarının tamamının ele alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir ifadenin içerik yönünden ihlale konu olup olmadığının incelenebilmesi için öncelikle programın tamamının incelemeye tabi tutulması, ilgili bölümün ise tümünün değerlendirmeye katılması gerekmektedir. Bu sayede ifadelerin genel bağlamında nasıl ele alındığı ve aktarıldığına dair bir yorum yapılması mümkün olmaktadır. Aksi halde bir ifadenin söylemin tamamından koparılarak ve sansasyon yaratabilecek bazı ifadeler ön plana çıkarılarak ele alınan tutum, düzenleyici ve denetleyici bir kurum olarak RTÜK’ün sadece denetleme yetkisini kullanarak ceza makinesi gibi işlemesine işaret edecektir.
Yukarıda ele alınan konular incelendiğinde, bu konular üzerinde çeşitli yorum farklılıklarının olduğu hatta bu konularda bilinir kişilerin de farklı farklı görüş bildirdiği program, dijital yayın ya da kitap gibi mecralarda yer aldığı görülmekte, sunucu Cemil Kılıç’ın da Türkçe İbadet adında bir kitabının da 2021 yılında yayımlandığı bilinmektedir. Örneğin, anadilde ibadet edebilme konusu Türk toplumunun İslamiyet’i kabul etmelerinden sonraki ilk dönemlerine kadar temas etmektedir. Tarih boyunca Türkler ’in ve hatta İslamiyet’i kabul eden başka toplulukların, kabul ettikleri İslam dinini kendi dilleri ile ifa ettiklerine dair görüşler bu alan literatüründe görülmektedir. Günümüzde de Türkçe’nin başta namaz olmak üzere ibadetlerde kullanılıp kullanılamayacağı konularında farklı yorumlar mevcuttur. Türkiye’de bu konunun muhtelif zamanlarda tartışıldığı görülmektedir. Aynı şekilde sünnet kavramı üzerine sunucunun yaptığı yorumlarda da İslam öncesi dönemden kalma bir gelenek olduğundan bahsedilmiştir. Açık kaynaklardan da edinilebilecek bir bilgi olarak İslam’da sünnetin ortaya çıkışı hususunda Kur’an-ı Kerim’de net bir açıklamanın olmadığına kolaylıkla ulaşılmaktadır. Burada da sunucunun kendi düşüncelerini var olan farklı görüşler arasında ve kendi bilgi birikiminin gerektirdiği gibi aktarmasında ihlale konu olması kabul edilemez bir durumdur.
Sunucu, bir yorum programından beklendiği gibi Hz. Havva’nın yaratılışı hakkında da yorumlarını dile getirmiş, konu ile ilgili olarak gündemde yer alan birden fazla yoruma dair görüşlerini aktarmıştır. Bu görüşlerini dile getirirken sunucu, bahse konu tüm yorumlara karşı titiz davranmış ve üslup bakımından ihlale konu olabilecek herhangi bir ifadeye yer vermemiştir. Konu ile ilgili olarak ‘Böyle düşünülecekse güzel… Ama öbür türlüsü de var… Başka inanışlarda böyle anlatımlar da var…’ şeklinde ifadeler kullanarak bu konu hakkında var olan farklı tartışmaları ve yorumları genel olarak ele almaya ve kendi yorumlarını da aktarmaya çalışmıştır.
Bahse konu uzman raporunda da belirtildiği gibi sunucu, melekler ve Cebrail konusunda da ‘Vardırlar, ancak ontolojik bir varlık değildirler’ diyerek melekler hakkında da yorumlarda bulunmuştur. Ontoloji, varlığı ve var olanları hem ‘ne’ hem de ‘nasıl’ bakımından inceleyen bir alandır. Yani varlığı, var olması bakımından ele almaktadır. Duyu ötesi varlıkların kanıtlanmasını amaçlayan ve varlığın kategorilerini oluşturmaya çalışan bir alan olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle sunucunun söylemiş olduğu ifadelerin de bahse konu yaptırım kararı ile gerekçelendirilemeyeceği düşünülmektedir.
Cennet ve cehennem kavramları üzerine sunucunun yorumları ele alındığında ise bu konunun da ilgili raporda metnin tamamının değerlendirilmediği görülmektedir. Bir söylemi kendi bağlamından koparmak, anlam kaymalarına neden olabilmektedir. Bu nedenle uzman raporuna konu olan ‘Ya cennet bize gelecek veya cehennem bize gelecek yapıp ettiklerimize göre…’ ifadesine ‘Herkes kendi cehennemini yaratır adeta yapıp ettikleriyle, günahlarıyla. Ve sonra cehennemi yaşar. Ama müminler cenneti yaşar. Çünkü iyilik eder müminler. ‘Emri bil maruf ve neyhi anil münker’ ilkesi gereği hareket ederler. Yaşadıkları yeri güzelleştirirler. İnsanlara tebessüm ederler, yardım ederler, iyilikte bulunurlar. İyilik yaptıkça mutlu olurlar. Mutlu oldukça daha çok iyilik yaparlar ve bütün iç dünyalarını huzur kaplar. Her şeye sevgiyle bakarlar.’ İfadeleri eklenerek değerlendirilmelidir.
Sunucu Cemil Kılıç’ın namazın Türkçe kılınıp kılınamayacağına dair sorusunu da ele alan ve ilgili yaptırım kararını isteyen uzman raporu, yöneltilen sorunun hemen öncesinde yer alan soru ve cevabı görmezden gelerek bu yorumu ele almış ve değerlendirmiştir. Oysaki 17:09:09 saatinde kendisine yöneltilen ‘Sizce İslam’ın evrensel ve zaman ötesi olarak nitelenmesi ne derece doğrudur? Çünkü Peygamberin iç sesi olan vahiyleri Peygamberler içinde bulundukları toplum, zaman ve konuşma dili ile kelama dökmüşlerdir. Böylece çağın ve toplumun özelliklerini taşır ve geleceğe onu yansıtır. O zaman hocam Kur’an günümüze nasıl seslenecek?’ sorusunun peşine cevaplamış ve yorumlamıştır. Dolayısıyla ilgili uzman raporunun yorumları programın genel bağlamında değerlendirmediği ortaya çıkmaktadır.
Dini metinler doğası gereği yoruma müsaittir. Yorum farklılıklarının amacı ise din içerisinde değişiklik yapmak değil; dini, bilgi ve anlayışımız oranında açıklamak ve anlamayı kolaylaştırmaktır. Bu nedenle burada ele alınan konular ve söyleyiş biçimi nedeniyle, bir yorum programının ‘Toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka ya da ailenin korunması’ ilkesine aykırılık içerdiğinin iddiası aleni bir şekilde anlam çıkarma çabası olarak görülmekledir. Bir yorum programında, üzerine farklı fikirlerin bildirilmiş olduğu konular üzerine sunucunun kendi uzmanlık alanı ile ilgili öznel kanılarını ifade edebilmesinin, bu ifadelerin ise konuşmanın bütününden bağımsız olarak ele alınıp tutarsız ya da çelişkili olarak nitelendirilmesinin özgür bir medya ortamında kabul edilemeyeceği düşünülmektedir.
Sunucunun bireysel olarak hangi görüşe sahip olursa olsun toplumun genelini ilgilendiren dini bilgi ve manevi değerlere karşı herhangi bir hakaret ya da aşağılayıcı bir tavır içermemesi ile kendisine yöneltilen bir soruyu kendi bilgi ve görüşleri çerçevesinde dile getirmeye çalışmasının engellenmeye çalışılması ifade özgürlüğünün de önünde büyük bir engel olarak görülmelidir. Kendisine yöneltilen sorular gereği yukarıda ele alınan konular, farklı dönemlerde birçok farklı dini yorumcu tarafından ele alınmış ve yorumlanmıştır. Bu nedenle sunucunun sunduğu görüşler ile toplumun dini algısını değiştirmeye yönelik bir tutum içermediği, sadece kendisine yöneltilen sorulara istinaden kendi yorumlarını aktardığı görülmektedir. Ayrıca sunucunun ‘bunu böyle yapacaksınız, bu ayete böyle yazıyor, böyle emredilmiş’ gibi bir ifadesinin de olmadığı görülmekte ve böylelikle de halkı yanlış bir tutum ya da davranışa yönlendirmeye çalışmak gibi bir amacının olmadığı da apaçık ortadadır. Kullandığı dil ve üslup bakımından da değerlendirilecek olur ise sunucunun ne sözlerinde ne de tavırlarında küçük düşürme ya da aşağılayıcı bir tutum takınmadığı görülmektedir. Sunucu konuşmalarında sadece kinayeli bir aktarım tercih etmiş ve yorumlarını da bu bağlamda dile getirmiştir. Bu nedenle ifadeler ile uygulanan yaptırım cezasının adil bir denge içerisinde ele alınmadığı görülmektedir. Toplumun hassas olduğu konularına dair yapılan bu yayının bir saldırı ya da tehdit unsuru içermeyen yukarıdaki ifadeleri, olguların ya da değer yargılarının açıklanması olarak değerlendirilmelidir. Aksi bir tutumla, özellikle de çarpıtmaya yönelik olarak konuşmanın bir bölümünün ele alınması ile uygulanan yaptırım cezası ifade özgürlüğünün yok sayılmasına yol açmaktadır. İfade özgürlüğü sadece bir düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil aynı zamanda düşünce ve kanaatleri açıklama ve yayma hakları ile birlikte bunu gerçekleştirirken kullanılan ifade biçimleri ve araçlarını da kapsayan büyük bir çatı olarak düşünülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Temel Haklar ve Ödevler başlıklı ikinci kısım, Kişinin Hakları ve Ödevleri başlıklı ikinci bölümünde Madde 24 ile ‘Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14’üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.’ İfadeleri ile Din ve Vicdan Hürriyeti güvence altına alınmıştır. Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı ile ‘Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.’ İfadelerine ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı ile de ‘Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.’ İfadelerine yer verilerek bu ilkelerle ifade özgürlüğü de güvence altına alınmıştır.
Anayasa Mahkemesi’ne göre, “hem gerçek hem de tüzel kişiler için geçerli olan ifade özgürlüğü siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır. Açıklanan ve yayılan bir düşüncenin, içeriğinden hareketle kişiler ve toplum açısından “değerli-değersiz” veya “yararlı-yararsız” biçiminde ayrıştırılması sübjektif unsurlar ihtiva eder. Bu değerlendirmelerden hareketle ifade özgürlüğünün alanının belirlenmeye çalışılması bu özgürlüğün keyfi biçimde sınırlandırılması sonucunu doğurabilecektir. İfade özgürlüğü, başkaları açısından “değersiz” veya “yararsız” görülen düşüncelerin açıklanması ve yayılması özgürlüğünü de içermektedir.” (AYM, Bekir Coşkun Kararı, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 36; Ali Gürbüz ve Hasan Bayar Kararı, B. No: 2013/568, 24/6/2015, § 42; Ali Gürbüz Kararı, B. No: 2013/724, 25/6/2015, § 45; Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 29). Bu durumun sonucu olarak her türlü ifadenin ifade özgürlüğü kapsamına girmeyeceği de bir gerçektir. Bu noktada ise herhangi bir ifadenin bu norm kapsamına girip girmeyeceği değerlendirildikten sonra bu ifadenin sınırlanıp sınırlanmayacağı konusu değerlendirilmelidir. Genel anlamda bakıldığında günümüzde faşizm, ırkçılık, ayrımcılık, savaş propagandası veya nefret içerikli söylemler insan hakları hukuku açısından değerlendirilerek ifade özgürlüğünün alanında kabul edilmemektedir.
Aynı şekilde AİHS 9. Madde de ‘Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.’ İfadelerine yer vererek konuyu ele almaktadır. AİHM şunu tekrar belirtir: “9. Maddede güvence altına alındığı biçimiyle, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, AİHS’nin anlamı çerçevesinde “demokratik toplum”un temellerinden biridir. Dini boyut açısından bu özgürlük inananların kimliği ve hayat görüşlerine dair en temel unsurlar arasında yer aldığı gibi aynı zamanda tanrıtanımazlar, bilinemezciler, kuşkucular ve konuyla ilgilenmeyenler bakımından da değerli bir kazanımdır. Demokratik bir toplumun ayrılmaz bir özelliği olan ve yüzyıllar boyu büyük bedeller ödenerek kazanılmış olan çoğulculuk bu özgürlüğe bağlıdır” (bkz. 25 Mayıs 1993 tarihli Kokkinakis-Yunanistan davası kararı, Seri A No. 260-A, s. 17, paragraf 31). Bu özgürlük, diğer hususların yanı sıra dini inançlara sahip olma veya olmama ve bir dinin gereklerini uygulama veya uygulamama özgürlüğünü de içerir.’’ Devletler herhangi bir ifade türüne müdahale ettiklerinde bunu meşru bir amaç için gerekçelendirmekle yükümlüdürler. Bu gerekçelerini de aynı şekilde adil ve dengeli bir şekilde yürütmek zorundadırlar. Mahkeme, yerleşik içtihat hukukuna göre, AİHS’e taraf devletlere bir müdahalenin gerekli olup olmadığı ve ne ölçüde gerekli olduğu konusunda bir takdir payı bırakmaktadır. Ama bu hem konuyla ilgili mevzuatın hem de bu mevzuatı uygulayan kararların AİHM tarafından denetlenmesiyle el ele yürür. Mahkeme’nin görevi ulusal düzeyde yapılan tasarrufların ilkesel düzeyde haklı ve orantılı olup olmadığını saptamaktır.
Konu ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ayrıca “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir”. İfadelerine yer vermektedir. Mahkeme bu tarz bir müdahalenin ayrıca 10. Madde tarafından korunduğu biçimiyle ifade özgürlüğüyle bağdaşıp bağdaşmadığına ilişkin müzakere edilmesini de gerektirmektedir. AİHM, bir sanat eserinin dini inançları rencide etmesi durumunda 10. Maddenin ihlali olup olmadığına karar verebilmek amacıyla da ‘Bazı demokratik toplumlarda dinen kutsal addedilen unsurlara yönelik uygunsuz saldırıların yaptırımla karşılaşması, hatta engellenmesi ilke olarak gerekli görülebilir. Ancak her zaman, getirilecek “biçim koşulları, şartlar, sınırlamalar veya yaptırımlar”ın izlenen meşru amaçla orantılı olması koşulu geçerlidir (bkz. Handyside-Birleşik Krallık davası kararı, 7 Aralık 1976, Seri A No. 24, s. 23, paragraf 49). İfadelerine yer vermiştir. Başka bir örnekle British Board of Film Classification’nın (Britanya Film Sınıflandırma Kurulu) bir video eserini, dine küfür olarak görmesi ve dağıtım ruhsatı vermeyi reddetmesi üzerine görülen bir davada (Wingrove-Birleşik Krallık davasında, 25 Kasım 1996, Reports of Judgments and Decisions 1996-V, s. 1957-1960, paragraf 58 ve 63), Mahkeme “İnsanların dini inançlarına saldırı söz konusu olduğunda, tıpkı ahlak alanında olduğu gibi, hatta belki de daha büyük ölçüde, “başkalarının haklarının korunması”nın gerekleriyle ilgili olarak Avrupa çapında ortak bir anlayış da bulunmamaktadır. Özellikle inanç ve mezhep çeşitliliğinin hızla artmakta olduğu bir dönemde, belirli bir dine mensup kişileri neyin ciddi biçimde rencide edeceği dönemden döneme ve mekândan mekâna değişiklik gösterecektir. Devlet mercileri, ülkede doğrudan ve sürekli temas içinde olma imkânına sahip olduklarından, hem başkalarının haklarıyla ilgili şartların tam içeriği, hem de en köklü duygu ve inançları bu tür bir unsurdan ciddi biçimde rencide olabilecek kişileri korumak amacıyla getirilecek bir “sınırlama”nın “gerekliliği”nin değerlendirilmesinde, ilke olarak, uluslararası bir mahkemede görevli bir yargıca kıyasla çok daha iyi bir konumdadırlar (bkz. gerekli değişikliklerle Müller ve Diğerleri-İsviçre davası kararı, 24 Mayıs 1988, Seri A No. 133, s. 22, paragraf 35).’’ Şeklinde ifadelerle dini bir konu üzerindeki tartışmaların yine zaman, mekân ve kültüre göre değişebileceğini dolayısıyla da yorumlanabileceğini garanti altına almaktadır.
AİHM, dini azınlık veya çoğunluk gruplara mensup olan kişilerin din veya inançlarını açığa vurma özgürlüğünü kullanmak istedikleri durumda eleştiriye maruz kalmalarını makul karşılamalarını, din veya inançlarının başkaları tarafından reddedilmesini ve hatta başkaları tarafından din veya inançlarına aykırı doktrinlerin yayılmasını hoşgörüyle karşılamalarını beklemektedir (AİHM, Aydın Tatlav/Turkey, Appl. No: 13470/87, 02.05.2006, § 27).
Yukarıda kullanılan ifadelerin fikirlerin çatışmasını oluşturacak nitelikte olduğu düşünülebilir. Ancak sunucu bu ifadeleri nesnel bir açıklamayla desteklediğine göre, bunlar asılsız bir saldırı ya da tehdit unsuru gibi görülemez. Eğer ortada hiçbir olgusal temel olmamış olsaydı, kabul etmek gerekir ki bu tür bir kanaat ifadesi aşırı görünürdü. Aynı şekilde sunucunun ‘Kur-an’da bu şekilde emrediliyor.’ gibi ifadeler kullanmadığını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Yani, yaptırım kararı talep edilen uzman raporunda belirtildiği gibi sunucunun halkı yanlış bilgilerle kışkırtmak ve kamuoyunu yanlış yola sürüklemek gibi bir hedefinin olmadığı görülmektedir. Bu tür yorumlar, demokratik bir toplumun güvencesi olan ‘fikirlerin özgürce tartışılmasının’ taşıdığı ‘riskler’ olarak değerlendirilmelidir. Yukarıdaki ifadelerde görülmektedir ki bir yorum programının sunucusu olarak Cemil Kılıç, daha önceleri toplumda sıklıkla gündeme gelmiş konular üzerine, dini görüşleri bakımından biçimlendirilmiş bir kanaati yapısal bir reform oluşturma niyeti gütmeden dile getirmektedir. Bu nedenle verilen yaptırım kararını aşırı sert bir tedbir olarak gördüm ve karara katılmadım. 07.10.2024