İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 26.08.2024 tarih ve 56 sayılı yazısına konu, TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 14.08.2024 tarihinde saat 19:59’da yayınlanan, sunuculuğunu Murat Taylan’ın yaptığı, Merdan Yanardağ'ın konuk olarak katıldığı, "4 Soru 4 Yanıt" adlı programda, program konuğu tarafından; “(...) Cumhuriyetle savaşta 23 yıl geçirdiler. Bu 23 yılın özeti Cumhuriyeti yıkmak, Cumhuriyeti imha etmek, ... AKP’nin gelişiyle birlikte ele geçirdikleri bu kafirlerin devleti, o Cumhuriyettir. Onun varlığını yağmalamayı hak saydılar. Ona ne dediler, kılıç hakkı. O yüzden ayakkabı kutularından çıkan parayı cihat parası diye aklayıp ganimet olarak gördüler. Ganimet şeriat hukukunda haktır, bu bir orta çağ hukukudur.”, “AKP vakıflar üzerinden bir yolsuzluk rejimi kurdu...”. “Dolayısıyla 23 yıl akıllara durgunluk veren Cumhuriyet tarihinde hiçbir iktidar döneminde karşılaşmadığımız bir yağma ve vurgun dönemi oldu.”, “...Cumhuriyetten geriye ne kaldıysa o kalan Cumhuriyetin kurumlarını imha etmek için kullandılar.”, “...Sonuç olarak Türkiye 2024 dünyasında gerici, faşist bir diktatörlüğe doğru sürüklenen ya da benim kullandığım ifade ile İslamofaşist bir rejimi inşa etme sürecine sokulmuş ve fakat toplumun da buna karşı şiddetli bir direniş gösterdiği, demokratik bir direniş gösterdiği bir ülke durumundadır. Bu tabloya baktığımızda 23 yıl Cumhuriyetle savaştılar. Cumhuriyeti yıktılar. Cumhuriyetten geriye bir şey kalmadı. Laik eğitim düzenini yıktılar. Zaten çok sınırlı olan demokratik hak ve özgürlükleri ortadan kaldırdılar. Yargının bağımsızlığını yok ettiler. Kimsenin güvencesi kalmadı. Özel mülkiyetin güvencesi bile kalmadı. Bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile herkesin malına mülküne el koyabilecekleri bir düzen yarattılar. ...”, “AKP Cumhuriyeti yıkmasına yıktı ama kendi rejimini kuramadı. Bunu yapamadı. Buna bilgisi, görgüsü, birikimi, insan kaynakları, müktesebatı yetmedi. Rüküş bir siyasi hareket. Donanımı yok. Bir perspektifi yok. İnsanlara önerdiği bir gelecek yok. Bir orta çağ değerler dünyasını önermekten başka yaptığı bir şey yok.”, “AKP'nin kuruluşunda Amerikalılar vardır, İsrailliler vardır... Bir Amerikan projesi olarak inşa edilmiştir AKP. AKP emperyalizmle işbirliği yaparak iktidar olabileceklerini gören İslamcıların partisidir.”, “Türkiye'de yerli ve milli olmayan tek parti, en önemli parti AKP'dir. Bir Atlantik partisidir AKP. Adalet ve Kalkınma Partisi değildir. Atlantik'i kalkındırma partisidir. AKP'nin adı budur.”, “Cumhuriyeti imha savaşı verdi, AKP'nin 23 yıllık icraatının özeti. Cumhuriyeti sinsi ve iki yüzlü bir siyaset izleyerek, yer yer yaygın ve yoğun bir biçimde takiyye ki bu onların siyaset tarzıdır. Tarzı siyasetleridir takiyye. Takiyyeyi bir sünnet olarak görürler zaten. Yani siz hedefinize ulaşmak için hile yapmak, yalan söylemek, ikiyüzlü davranmak mubahtır. Takiyye budur.” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; "...kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
TELE 1 logolu medya hizmet sağlayıcıda 14.08.2024 tarihinde yayınlanan "4 Soru 4 Yanıt" programında, Tele 1 Genel Yayın Yönetmeni Gazeteci Dr. Merdan Yanardağ’ın iktidarın kimi uygulamalarına yönelik değerlendirmelerinin, eleştiri sınırını aştığı gerekçesiyle Üst Kurul çoğunluğu tarafından medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
Yaptırıma konu programda, Merdan Yanardağ AK Parti’nin 23. kuruluş yıldönümü dolayısıyla, geçmiş 23 yıla ilişkin kişisel görüş ve değerlendirmelerde bulunmuştur. Ancak, yaptırımı esas alan Uzman raporunda, yaptığı konuşmaların bazı bölümlerinin yer almadığı, bu nedenle ifadelerin iddia/dayanak şeklinde ilerleyen anlam bütünlüğünün bozulduğu, sadece iddialarının yer verildiği tek taraflı bir bakış açısıyla yapılan değerlendirmelerin de, ihlal oluşturacak şekilde sunulduğu görülmüştür. Örneğin;
a) Uzman raporunda; Merdan Yanardağ’ın; “Mustafa Kemal ismini stadlardan, havaalanlarından silmek için olmadık işler yaptılar.” ifadesi yer almış ama sonrasındaki söylemleri eklenmemiştir. Oysaki konuşmasının devamında; “…olmadık işler yaptılar. (20:05:54) Yeşilköy Atatürk Havalimanı gibi dünyanın en iyi üçüncü havalimanı kabul edilen bir havalimanını imha ettiler. Milyarlarca doları greyderlerin, dozerlerin kepçeleri altında parçaladılar.” şeklinde, bu iddiayı neden dile getirdiğine ilişkin açıklamasının bulunduğu görülmektedir.
Bilindiği üzere, söz konusu havalimanının işlevsiz hale getirilmesi hususu; o dönemde toplumun her kesiminden ciddi tepkilere yol açmış ve medyanın uzun süre ana gündem maddesi haline gelmiştir. Dönemin Ana Muhalefet Lideri Kemal Kılıçdaroğlu da, 17 Mayıs 2022 tarihinde tepkisini; “Bu işte bir damla mürekkebi olan herkes vatan hainidir” şeklinde açıklama yaparak göstermiştir. https://www.haberturk.com/son-dakika-kilicdaroglu-ndan-ataturk-havalimani-na-millet-bahcesi-tepkisi-3440867 (E.T.20.09.2024)
b) Diğer bir bölümde de; Merdan Yanardağ’ın, Amerika’da şubesi olan bir vakfa yapılan 99 milyon 990 bin dolarlık bağışa ilişkin; “Bu bağışın kim tarafından yapıldığını bilmiyoruz, bunlar büyük paralar.” söyleminin, ihlal olarak sunulmasıdır. Oysaki yine konuşmanın devamında sunucunun; “Suudi Arabistan’dan geldi, kaynağı belli o paranın” cevabını vermesi üzerine Merdan Yanardağ; “(20:10:36) Evet ama Suudi Arabistan devletinden mi kimden geldiği belli değil. Geldiği ülke belli değil. Bunlar belirsiz. Ne verildi karşılığında belirsiz.” şeklinde açıklama yapmıştır. Bir gazetecinin, özellikle iktidar politikalarına yönelik soru sorma/sorgulama hakkı, demokratik ülkelerde en tabii hak olarak kabul edilir ve kısıtlanması kabul edilemez.
c) Son olarak yine; Merdan Yanardağ’ın; “23 yıl akıllara durgunluk veren Cumhuriyet tarihinde hiçbir iktidar döneminde karşılaşmadığımız bir yağma ve vurgun dönemi oldu.” sözleri Uzman raporuna alınarak, ihlal gerekçesi olarak sunulmuştur. Gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul Kararında, bu sözleri neden sarf ettiğine ilişkin bir bilgi yer almamıştır. Merdan Yanardağ, ileri sürdüğü savını, şu gerekçeyle açıklamaktadır:
“(20:11:09) Birkaç örnek verebiliriz. Dolar AKP iktidara geldiği zaman 1 lira 63 kuruştu. Yani AKP’nin beğenmediği o 57. Ecevit‘in Başbakan olduğu 57. Hükümet, 1 lira 63 kuruşla teslim etti doları. Bugün dolar 33 lira 54 kuruş… Şimdi ekmek 2002’de 25 kuruşmuş bugün en ucuz ekmek 10 lira. Sadece kredi borçları 6 milyar liradan, 3 trilyon 390 milyon liraya çıkmış. İşsizlik, geniş tanımlı işsizlik 21 milyon insanı geçmiş geniş tanımlı işsizlik. Bu dehşet vericidir geniş tanımlı işsizliğin bu kadar artmasının nedenlerinden biri; Türkiye’ye gelen düzensiz göç diye kibarlaştırılarak ifade edilen yasa dışı sığınmacılara özellikle Suriyelilere ve Afganistanlılara yer yer kimi Afrika ülkelerine bu ülkenin sınırlarını alabildiğini açmaktır. Hem onları ucuz iş gücü gibi değerlendirmek, hem de muhtemel bir rejim değişikliğinin sosyal tabanını genişletmek amaçlıdır. Suriye’den gelenlerin ağırlığı İslamcıdır. Geri bir toplumsal kesimi oluştururlar. Şeriatçı bir yapıya sahip, dünya görüşüne sahiptir. İşsizliğin bu kadar geniş olmasının nedeni bu. Dar tanımlı işsizlik zaten 10 milyonu bulmuş vaziyette.”
Dolayısıyla raporda söz konusu konuşmaların kapsamı ve amacı ile eleştirilerin hangi zeminde gerekçelendirildiğinin açıklanmaması, deşifrelerin eksik ve yetersiz olması, yayının bu bölümündeki konunun ana fikrinin ve siyasi eleştirilerin hedefinin anlaşılamamasına ve objektif kriterlerden uzak bir rapor ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yönüyle de rapor, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için yetersiz kalmıştır. Uzman raporunun eksik ve yanıltıcı olması nedeniyle, raporu esas alan Kurul Kararı da isabetli değildir.
1- İhlal olduğu iddiasıyla yaptırım uygulanan yayında Merdan Yanardağ; iktidardaki hükûmetin, devlet yönetim sürecine ilişkin politikalarına yönelik, siyasi eleştiri niteliğinde kişisel fikir ve analizlerini dile getirmektedir.
Bilindiği üzere, demokratik toplumlarda basının en temel işlevi, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
2- Olgusal temeli bulunan iddiaların ya da tartışma başlıklarının, televizyon programlarına konu edilmesi, bunların farklı görüşlere sahip gazeteci, yazar ve aydınlar tarafından analiz edilmesinin, serbest tartışmanın bir parçası olduğu ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna katkı sağlayacağı açıktır.
Gazetecilerin görevi, toplumu bilgilendirmek, farkındalık yaratmak ve olayların gerçeklerini açıklamaktır ki gerçekleri nesnel bir biçimde, çarpıtmadan, sansürlemeden aktarmak esastır. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde bile bu husus; “Gazeteci önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoritelerine olan sorumluluklarından önce gelir.” şeklinde belirtilmektedir.
Gazetecilerin görüşlerini herhangi bir baskı altında kalmadan açık bir şekilde ifade etmesi, özellikle siyasilere yönelik eleştiriler kapsamında, iktidar politikalarının tutarsızlık içeren yönleri hakkında kamuoyunu bilgilendirmesi, basın özgürlüğü anlamında son derece önemlidir. Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatları dikkate alındığında; gazeteciler tarafından yapılan sorgulama ve değerlendirmelerin, iktidar ya da politikacılar açısından rahatsız edici ve kışkırtıcı nitelik taşısa da, ifade özgürlüğü kapsamında korunan eleştiri sınırları içinde kabul edildiği, haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerdiği bilinmektedir.
Gazeteci Merdan Yanardağ’ın da kimi ifadelerinin iktidar politikacıları açısından; çoğunluk kararı ve uzman raporunda öne sürüldüğü şekliyle “aşırı, rahatsız edici, suçlayıcı” nitelik taşısa bile yargı kararları dikkate alındığında, ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı ve eleştiri sınırlarını aşan bir yönünün bulunmadığı açıktır. Ayrıca; Merdan Yanardağ’ın söylemleri, bütünlüğü ve bağlamından koparılmaksızın değerlendirildiğinde, toplumun farklı kesimleri tarafından sıklıkla dile getirilen görüşler olduğu, dolayısıyla olgusal temeli olan bir konuda, eleştirel değer yargısı niteliğinde ifadeler olduğu görülmektedir.
Bu kapsamda; olgusal temeli olan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğindeki açıklamalar nedeniyle yaptırım uygulanması, kamuyu ilgilendiren bir konuda serbest tartışmanın yolunun kapatılması, toplumda özgürce kanaat oluşumunu engellenmesi sonucunu doğuracaktır. Bu yönüyle yaptırım kararı haksız, orantısız ve ifade özgürlüğüne aykırıdır.
3- Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda, iktidar politikalarına yönelik benzer, hatta daha ağır siyasi içerikli eleştiriler yapıldığında, Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda da; basın/ifade özgürlüğünün ön planda tutulduğu ve ifadelerin haber verme ile halkın haber alma özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği görülecektir. Şöyle ki;
a) Üst Kurulun 15.12.2021 tarih ve 2021/49 sayılı toplantısının, 20 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşun “İki Yorum” programında; “Tarih, Erdoğan ve Bahçeli bu ikisini bu ülkeyi yıkan liderler olarak kaydedecek… Bu ülkenin yıkımına ortak oldular…Siz devlet misiniz Allah’ını severseniz. Devlet dediğinin bir kurumu olur, o kurumun bir haysiyeti olur o kurumun bir yaklaşımı olur. O kurumun siyasetten bağımsız bir tavrı olur…19 yıldır buna hazırlanıyorduk. Neye hazırlanıyordun? Yıkmak için mi hazırlanıyordun? Neye hazırlandın tam olarak? Dövizi alıp başını götürecek kadar mı? BAE gibi ne olduğu belli olmayan, Ortadoğu’nun çetesi bir devletin ayağına kadar götürttü seni bu yıkım. Buna mı hazırlanıyordun? Üç kuruş. Türkiye’nin ekonomik olarak işgal edilmesine mi hazırlanıyordun? 19 yıldır tam olarak neye hazırlanıyordun? İşsizlik? Çözemiyorsun. Yoksulluk? Çözemiyorsun. TL değer kaybediyor, çözemiyorsun. O değer kaybının sonunda bütün yüzyıllık emekler iki tane Arap’a üç tane yabancıya peşkeş çekiliyor bunu çözemiyorsun… Kalkıyorsun 19 yılın sonunda ve buna kendin olmadığı gibi sözüm ona devletin diğer kurumlarını da ortak ediyorsun. Bu devlet değil ki bu bir iktidarın aymazlığıdır bu iktidarın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesi. Bu Bahçeli ile Erdoğan’ın bu ülkeyi yıkıma sürüklemesine bu üniformalı kendini devlette bir kurumun sözcüsü temsilcisi yetkilisi görenlere de ortak ederek bu resim… Ekonomik olarak işgale uğramadık, bu ülke bir yıkıma sürüklenmedi özür dilerim, derim. İnşallah ben böyle demek durumunda kalırım. Ama demezsek ama bu ülkeyi bir yıkıma sürüklersek, bu fotoğraftaki isimlerle beraber (MGK toplantısından fotoğraf) başta Erdoğan ve Bahçeli ve bu fotoğraftaki resimdeki olanların tamamı bu ülkeyi yıkanlar olarak bu ülkenin tarihinde yerini alacaklar… Her birinin adını her birinin resmini bu ülkenin tarihi bu ülkeyi yıkıma sürükleyenler olarak kaydedecektir” şeklindeki söylemlerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez."” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ankara 12. İdare Mahkemesi, 28/11/2022 tarih ve E:2022/527, K:2022/2541 sayılı kararlıyla, söz konusu sözlerin, demokratik bir ülkede basının haber verme ve halkın haber alma özgürlüğü kapsamı içerisinde olduğu gerekçesiyle, işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varmış ve dava konusu Üst Kurul Kararını iptal etmiştir. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de, RTÜK’ün istinaf başvurusunu reddetmiştir. Nihayetinde, Danıştay Onüçüncü Dairesi, 27/09/2023 tarih ve 2023/2034 E., 2023/3773 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını oybirliğiyle onamıştır.
b) Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur. Ankara BİM 10. İdari Dava Dairesi de, Danıştay kararı doğrultusunda, 30/11/2023 tarih, 2023/7473 E., 2023/6961 K. sayılı hükmü ile dava konusu işlemin iptaline kararı vermiştir.
4- Anayasa Mahkemesi “demokratik toplum düzeninin gereklerini” tanımlarken, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbirler için “toplumsal bir ihtiyacın karşılanması”, “orantılılık” ve “başvurulabilecek en son çare” koşullarını getirmiştir.
Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yönüyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda yapılan yorum ve tartışma programlarının, kamuoyunun sağlıklı şekilde oluşmasına katkı yaptığı açıktır.
Ancak; medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; program konuğu gazeteci, siyasetçi ve hukukçuların, sert eleştiri ya da eleştirel değer yargısı niteliğindeki sözleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak ve kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu yönüyle Tele 1 adlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım adil ve orantılı değildir.
Ayrıca Üst Kurulun uymakla ve uygulamakla yükümlü olduğu; 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, birinci fıkrasının, (a) bendinde yer alan, “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” ilkesiyle de çelişecektir.
5- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
6- Gerek Anayasa Mahkemesi’nin, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, kamu görevlilerine veya kamu kurumlarına yöneltilen ve kamu yararı taşıyan ya da siyasi tartışma konularını tartışan ya da yorumlayan ve eleştiri/hakaret sınırında kalan ifadeler için, öngördüğü alanı genişlettiği görülmektedir. Konuya ilişkin, Anayasa Mahkemesi’nin örnek kararlarından bazıları şu şekildedir:
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 58).
Öte yandan, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da; fikir ve ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre; Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Ali Rıza Üçer (2), B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55).
Bir diğer örnekte de; Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/2019 - 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvurunun konusu; bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bildiride; “.. Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak ... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadeleri yer almıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin, bildiri ve bildiriye gerekçe gösterilerek gerçekleştirilen yaptırıma ilişkin kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
105. İkinci olarak, terörle etkin mücadele, terörizmin yıkmak istediği demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini koruyarak yapılabilir. Bu kapsamda, ne kadar ağır olursa olsun, devletin terörle mücadele politikalarını eleştiren görüş ve düşüncelerden dolayı kişilere yaptırım uygulanmamalıdır.
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
108. Beşinci olarak bildirideki ifadelerin son derece sert olduğu kabul edilse bile bildirinin bir bütün olarak herhangi bir kişiyi veya resmî görevliyi doğrudan hedef almadığı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda büyük bir toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırdığı kabul edilmelidir. Bununla bağlantılı olarak ilk derece mahkemelerinin bildirinin ülkemizi uluslararası alanda küçük düşürme amacı bulunduğu (bkz. § 18) gerekçesine dayanmaları müdahalenin meşru sebebi olarak kabul edilemez. Başvurucuların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin meşru sebebi kamu güvenliğinin sağlanmasıdır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle kişilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması ve bu suretle ifade özgürlüklerinin sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.
109. Altıncı olarak bildiri -bir bütün olarak bakıldığında- yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir. Herhangi bir düşünce açıklamasının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altında bulunan yaşam hakkı ile ilgili olması durumunda resmî otoritelerin eylemlerine ilişkin eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir.”
İlgili Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz.
131. Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir…
İlgili Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17635 (E.T.: 20.09.2024)
7- Son olarak; kamu görevlilerine, iktidar politikalarına, hükûmete veya siyasilere yönelik eleştiriler kapsamında; medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM’in de ifade özgürlüğünü daha geniş yorumladığı görülmektedir.
Özellikle aşağıda ayrıntılı şekilde yer verilen AİHM’nin Otegi Mondragon v. İspanya Davası’nda, “Kral veya devlet başkanlarına yönelik eleştiri ve haklarındaki görüş açıklamalarında, şiddet, nefret ve tahrik içermedikçe abartmaya izin verilebilir ve provakatif dil kullanılabilir.” şeklinde hüküm verilmesi, ülke yöneticilerine yönelik eleştiri sınırları konusunda yol gösterici niteliktedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin OTEGI MONDRAGON-İSPANYA (Başvuru no. 2034/07, 15 Mart 2011) içtihadında, ifadenin muhatabının cumhurbaşkanı/ devlet başkanı olması halinde, “yapılmasına müsaade edilen eleştirinin sınırının, özel bir bireye kıyasla daha geniş olduğu, özel bir bireyin aksine bir politikacının, her sözcüğünü ve her yaptığını hem gazetecilerin hem de halkın yakın ve ayrıntılı incelenmesine bilerek ve kaçınılmaz olarak açtığı ve bu nedenle daha geniş bir tolerans derecesi sergilemesi gerektiği, hüküm altına alınmıştır.
“AİHM, AYM ve YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇU / Vedat Şorli v. Türkiye Kararı İncelemesi”nde, AİHM’nin, yukarıda atıfta bulunulan Otegi-Mondragon-İspanya kararına yönelik saptamalar şu şekilde sıralanmıştır:
“AİHM Otegi Mondragon v. İspanya Davası Kararına Göre:
1-Kral veya devlet başkanlarının eleştirisinde, haklarında görüş açıklanmasında şiddet, nefret ve tahrik içermedikçe abartmaya izin verilebilir ve provakatif dil kullanılabilir.
2. Hükümete, Parlamentoya, Devlet Başkanlarına, Devlete ait bilgilerin ya da görüşlerin açıklanması hakkına ilişkin olarak hakaret konusunda sıradan yasa ile korunan başka insanlardan daha fazla koruma sağlayan ve hakaretamiz beyanlar için daha ağır cezalar öngören ceza yasası düzenlemeleri kabul edilemez. Bu bağlamda, hakaret konusunda özel bir yasayla Devlet Başkanlarına, daha fazla koruma sağlamak kural olarak AİHS’nin ruhuna uygun değildir.
3. Devlet başkanlarına sadece fonksiyonları ya da statülerine dayanarak onları eleştiriye karşı koruyan özel ayrıcalık tanınamaz, Devlet başkanlarına ayrıcalıklı bir statü ya da özel koruma vermenin hiçbir hukuki gerekçesi olamaz.
4. Çünkü AİHM, kurulu düzene saldıran, şoke eden ya da reddeden fikirlerin aktarılmasında ifade özgürlüğünün daha da önemli olduğunu ve üstün değer olduğunu kabul etmiştir. Devlet Başkanları, Kral ya da Cumhurbaşkanlarının devlete ve topluma karşı olan sembolik yükümlülükleri özgür tartışmaya bir engel olmamalıdır (Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 406, Ankara/2022). http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/666.pdf (E.T.20.09.2024)
AİHM, İHM Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında, kamu görevlilerine yönelik eleştiriler bağlamında basın özgürlüğünü onaylamıştır. Mahkeme, kaleme alınış amaçları ve sahip oldukları etkiyi dikkate alarak, kullanılan dilin aşırı olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Üstelik mahkeme “Mahkûmiyet ve cezanın kamu yararı taşıyan konularda açık tartışma yapmaktan caydırabileceği” sonucuna varmıştır (Thorgeir Thorgeirson v/İzlanda, B.No: 13778/88, 25.06.1992).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir.
Yine AİHM’ye göre; hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B.No: 11798/85, 23/04/1992, §46).
Hükûmetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca denetlenmemelidirler, hükûmetlerin aynı zamanda halk ve kitlesel medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir (Şener/Türkiye, B. No: 26680/95, 18/07/2000, §40).
Yüksek yargı kararları ile birlikte; siyasetçilerin bu gibi durumları göze alarak siyasete girdiği ve her platformda kendilerini savunabilecek olanağa sahip oldukları için eleştirilere daha toleranslı olmaları gerektiği gerçeği bir yana, bu eleştirilerin iktidara yönelik olması durumunda, söz konusu olanaklar açısından çok daha ayrıcalıklı oldukları da bir gerçektir. Dolayısıyla, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara verilen bu ve benzeri haksız yaptırım kararlarının, medyanın asli görevini yapmasında caydırıcı etkiye neden olabileceği de unutulmamalıdır.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde; toplumu bilgilendirme görevi olan medyanın, ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda özgürlük alanın çok daha geniş yorumlanması gerekmektedir. Benzer şekilde politikacılara ve hükümetlere yönelik eleştiriler söz konusu olduğunda da kışkırtıcı, rahatsız edici nitelikteki ifadelerin de basın ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, gerekse Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarında, ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla, söz konusu programdaki yorum ve değerlendirmeler, eleştiri sınırları içinde olup herhangi bir hakaret, tehdit, aşağılama içermemektedir. Programda iktidarın uygulamalarına yönelik incitici, rahatsız edici ve provakatif nitelikte olsa da sert eleştiri sınırlarının aşılmadığı, buna rağmen ihlal olduğu değerlendirilerek yaptırım uygulanmasının, haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olduğu, ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında aykırılık teşkil eden bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 04.10.2024