İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 26.08.2024 tarih ve 61 sayılı yazısına konu FLASH HABER logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 14, 15, 16.08.2024 tarihlerinde saat 16:30’da yayınlanan "Cemil Kılıç ile Aydınlanma" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
İhlale konu programda, program sunucusu tarafından; “... Havva, Âdem’in kızı demek aslında. Çünkü kızımız bizim bedenimizden, oğlumuz da bedenimizden değil mi? Ee o zaman Havva Âdem’in kızı oluyor. Ama nasıl oluyor da sonra Âdem, Havva ile cinsel birleşme yapıp çocuk dünyaya getiriyor? Kızı ile mi birleşmiş oluyor o zaman, haşa. Bu doğru bir yaklaşım değil.”, “..."Tabi Cebrail diye ontolojik bir varlık yok da. Egemen dini düşünce öyle diyor. Benim meleklere ilişkin yorumumu biliyorsunuz sanıyorum. Melekler Tanrının evrendeki güçlerini belirtir, ifade eder. Yoksa ontolojik varlıklar değildir. Vardırlar ama ontolojik varlıklar değildirler. Vardırlar. Şimdi ben ontolojik varlık değildir deyince melekler yok dedi diyecekler hainler. Din ve Allah düşmanları, dinsiz imansızlar … Adalet, liyakat / ehliyet, emanet, meşveret ve maslahat. Bu ilkeler İslam’ın beş temel esasıdır. Bu ilkeleri kabul eden kişi ve bu ilkelere bağlı kalan kişi Müslümandır ve Müslüman olmuş olur. Onlar Müslüman olduktan sonra gerekli değil mi? Hayır efendim bunlar olmadan Müslüman olamıyorsun ki. Yani ben Müslüman olayım ama bunları uygulamasam da Müslümanım diyemiyorsun. Bunları uyguladığında Müslüman oluyorsun. Le İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah demese bile Müslümandır… Sanıyorum sünnetteki mantık şu cinsel arzuyu dizginlemek azaltmak. Zira sünnet olan kişinin cinsel birleşme sırasında alacağı hazzın azaldığına ilişkin pek çok tıp bilgini makaleler yayınladı. İnsanların kadın olsun erkek olsun cinsel duygularını, hazlarını dizginlemeleri, azaltmaları için üretilmiş, bulunmuş bir yol galiba efendim bu sünnet meselesi. Tabi artık kız çocukları sünnet edilmiyor ama erkeklerin sünneti ne üzücü ki hala devam ediyor... Ya nasıl kılınmaz? Bu soru bile Türkçe'ye saygısızlık. Ana dilin Türkçe ise Türkçe namaz kılacaksın ..." şeklindeki ifadelerin kullanılması nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan; “Toplumun millî ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz.” hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Flash Haber logolu medya hizmet sağlayıcıda, yaptırıma konu "Cemil Kılıç ile Aydınlanma" adlı program; İmam Hatip Lisesi’nin ardından, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam ve İslam Felsefesi Bölümü’nden mezun olan, ilahiyatçı, eğitimci ve yazar Cemil Kılıç’ın sunumuyla ekrana getirilmektedir. Programda sunucu, dini değerlerimizle ilgili soruları cevaplandırmakta ve bu çerçevede bilgi vermektedir.
Uzman raporunda; Cemil Kılıç’ın 3 haftalık yayınındaki bazı değerlendirmelerinin “manevi değerlerimize” aykırı olduğu savıyla yaptırım önerilmiş, Üst Kurul çoğunluğu tarafından da Flash Haber logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmış, basın ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.
Gerek uzman raporu ve gerekse de Kurul kararına bakıldığında, yaptırımın temel gerekçesi, yayında ifade edilen bazı görüşlerin, “Diyanet İşleri Başkanlığı'nın temel kaynaklarıyla çelişmekte” olmasıdır.
Aşağıda ayrıntılarına yer verildiği şekliyle, çeliştiği iddia edilen pek çok konuda programda ifade edilen görüşlerin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaynaklarıyla örtüşmesi bir yana, salt bu gerekçe ile yaptırım uygulanması da hakkaniyetli değildir.
Herkesin bildiği gibi tefsir ilminin amacı, Kuran-ı Kerim’in doğru açıklanabilmesi ve anlaşılabilmesidir. Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilahiyat fakültelerinin tefsir konusunda çalışmalar yaptığı, bu çalışmalarda aynı konularda farklı yorumların da bulunabildiği, hatta bazı açıklamaların zaman içinde değişebildiği de bir gerçektir. Bu çerçevede bazı konulardaki farklı yorumların “bireylerin din algısını tezyif ettiği” iddiası, geçerli ve gerçekçi değildir.
Dolayısıyla ilahiyat eğitimi almış bir program sunucusunun, alanıyla ilgili sorulara verdiği yanıtlar ve yorumlarının, konunun uzmanları tarafından incelenmeden, milli ve manevi değerleri aykırı bulunarak, hem idari para cezası hem de program durdurma şeklinde en ağır yaptırımlardan birine tabi tutulması ölçülü değildir.
1- Bilindiği üzere, bir yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin saptanabilmesi için; programın ilgili bölümünün bütün olarak değerlendirilmesi, yapılan konuşmaların amacının, eleştirilerin hedefinin ve verilmek istenilen mesajın anlaşılabilmesi ile mümkündür ve bu nedenle ihlale gerekçe gösterilen ifadelerin bağlamının göz ardı edilmemesi gerekmemektedir.
Ancak Uzman raporunda; Cemil Kılıç’ın sorulara ilişkin açıklamalarının tamamının yer almadığı, cümlelerinin başının veya sonunun deşifrelere eklenmediği, bu nedenle son derece hassas bir konu olan “dini değerler” hususlarında yaptığı açıklamaların ekseninden kaydığı ve farklı algılara yol açacak şekilde anlam bulduğu görülmüştür.
Dolayısıyla, ihlal iddiasıyla sunulan konuşmaların öncesinde ve sonrasındaki ifadelere yer verilmemesi, söylemlerin kesilerek ya da seçilerek deşifre edilip rapora eklenmesi ve konunun bütün olarak değerlendirmeye alınmaması; konuşmaların bağlamından koparılarak anlam bütünlüğünün bozulmasına, sunucu tarafından bu sözlerin söylenme kastı ve hedefi ile yapılan açıklamaların amacının anlaşılamamasına ve sonuç olarak objektif kriterlerden uzak bir rapor ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yönüyle de rapor, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için yetersiz kalmıştır. Bu kapsamda; sağlıklı bir değerlendirmenin yapılabilmesi için, programın ilgili bölümünde işlenilen konunun bilinmesi ve yapılan konuşmaların tamamının dikkate alınması yerinde olacaktır.
a) Örneğin, yayında Cemil Kılıç’a, “Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratılıp/yaratılmadığına ilişkin Kur’an’da bir açıklama bulunup/bulunulmadığı” hakkında bir soru yöneltilmiştir.
Cemil Kılıç’ın bu soruya verdiği cevabın ilk bölümü, Uzman raporunda yer almamış, sadece açıklamasının ikinci bölümü deşifre edilmiştir. 14.08.2024 tarihli yayının, Uzman raporunda ihlal olarak değerlendirilen söz konusu bölümünün deşifresi şu şekildedir:
“(16:34:0)3… Ama öbür türlüsü de var. Kadını ikincilleştiren, önce erkek yaratıldı ardından kadın yaratıldı gibi. Kaburga kemiğinden bir de. Âdem ve Havva. Havva eğer Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldıysa Havva, Adem’in bedeninden yaratıldı demek. Bu ne demek? Havva, Âdem’in kızı demek aslında. Çünkü kızımız bizim bedenimizden, oğlumuz da bedenimizden değil mi? Ee o zaman Havva Âdem’in kızı oluyor. Ama nasıl oluyor da sonra Âdem, Havva ile cinsel birleşme yapıp çocuk dünyaya getiriyor? Kızı ile mi birleşmiş oluyor o zaman, haşa. Bu doğru bir yaklaşım değil.”
Bu paragrafın; “…Ama öbür türlüsü de var” diye başlayan ilk cümlesinden, cümlenin başının deşifreye alınmadığı net bir şekilde görülmektedir. Keza “Kızı ile mi birleşmiş oluyor o zaman, haşa. Bu doğru bir yaklaşım değil.” diye biten son cümlesinden de anlaşılacağı üzere, sunucu Havva’nın Adem’in kızı olduğu şeklindeki yaklaşımın, doğru bir yaklaşım olmadığını ifade etmekte, hatta “haşa” diyerek ifadesini perçinlemektedir. (TDK Sözlük’te “haşa” kelimesinin anlamı: 1.Bir durum veya davranışın kesinlikle kabul edilmediğini anlatan bir söz.-2.Dine aykırı görülen bir ihtimalden söz edilirken kullanılan bir söz.)
Sadece son iki cümlenin bile, konuşmanın bu bölümünün ihlal olmadığını ispatlamasına rağmen, gerek Uzman raporunda gerekse Kurul kararında bu bölümün; “Hz. Havva'nın yaratılışı… gibi konularda öznel algıya ait, sağlam ve güvenilir temel dini kaynaklarla çelişen ifadeler kullanılmıştır.” şeklinde değerlendirme yapılarak ihlal gerekçesi oluşturulmuştur.
Cemil Kılıç’ın, söz konusu soruya ilişkin, -Uzman raporunda yer almayan- açıklamalarının ilk bölümü ise şu şekildedir:
“(16:32 48) Havva Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldı anlayışı Tevrat kökenli bir anlayış. Kur’an‘da böyle bir söz geçmiyor. Ama kaburga kemiğinden yaratılması gerçekten ilk bakışta ilginç gelse de, bunu güzele yoran bir anlayış da var. Ne demek bu? İnsanın kaburga kemikleri çok önemlidir ve insanın yaşamsal organlarını korur. Ciğerini kalbini biliyorsunuz korur midesini korur falan. En önemlisi de kalbi korur. Kalp yoksa yaşam yok biliyorsunuz. Kaburga kemikleri kalbi korur. Efendim kadın erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldı demek kadın erkeğin kalbini korur demek. Yüreğini korur. Böyle yorumlayanlar var bu güzele yormak değil mi? Böyle düşünülecekse güzel. Kadın erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldı kadın erkeğin kalbini korur demek. Bir anlamda bu güzel çok güzel bir yorum etkileyici bir yorum. Böyle düşünelim ama öbür türlüsü de var…”
Dolayısıyla, Cemil Kılıç’ın “Havva’nın yaratılışı” konusunda sorulan soru hakkında yaptığı açıklamaların, Uzman raporunda yer verilmeyen birinci bölümü ile raporda yer alan ikinci bölümü, birlikte ve bütünsellik içinde değerlendirildiğinde; bu konuya ilişkin toplumda yer alan doğru veya yanlış, farklı bakış açılarının aktarıldığı ve yorumlandığı görülecektir.
Bununla birlikte gerek Uzman raporunda, gerekse Kurul kararında yer alan; “...sunucunun öznel kanılarına dayalı olarak belirtilen eksik, yanlış ya da tutarsız ifadeler, yetkili merci olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın temel kaynaklarıyla çelişmekte; bireylerin din algısını tezyif edebilmekte ve toplumun manevi değerlerini olumsuz etkileyebilmektedir.” şeklindeki açıklamalarda, Cemil Kılıç’ın açıklamalarının, Diyanet İşleri Başkanlığının açıklamaları ile çeliştiği iddia edilmektedir.
Oysaki Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’ne bakıldığında; bu hususun Cemil Kılıç’ın açıklamalarıyla birebir örtüştüğü görülmektedir:
“Tevrat tefsirlerine göre Havvâ, Âdem’in sağ böğründeki on üçüncü kaburga kemiğinden yaratılmıştır… Hıristiyanlık, Havvâ’nın yaratılışı ve hayatıyla ilgili olarak Tevrat’ta yer alan bilgileri kabul etmekte ve onu Meryem’le karşılaştırmaktadır… Kur’ân-ı Kerîm’de Havvâ’nın yaratılışından bahsedilmemekte, kocası Âdem ile birlikte cennete yerleştirilmeleri ve sonra oradan çıkarılışları anlatılmaktadır (el-Bakara 2/35-38; el-A‘râf 7/19-25; Tâhâ 20/117-123). https://islamansiklopedisi.org.tr/havva (E.T.15.09.2024)
b) Bir diğer örnek de; Cemil Kılıç’ın, “Cebrail’in ontolojik bir varlık olmadığına” ilişkin söylemlerinin, ihlal gerekçesi olarak sunulmasıdır. Oysaki bu bölümdeki; “Tabi Cebrail diye ontolojik bir varlık yok da. Egemen dini düşünce öyle diyor. Benim meleklere ilişkin yorumumu biliyorsunuz sanıyorum. Melekler Tanrının evrendeki güçlerini belirtir, ifade eder. Yoksa ontolojik varlıklar değildir. Vardırlar ama ontolojik varlıklar değildirler. Vardırlar. Şimdi ben ontolojik varlık değildir deyince melekler yok dedi diyecekler hainler.” şeklindeki açıklamalarından da görüleceği üzere, kendi yorumu olduğunun altını çizdiği ve ısrarla “vardırlar” ama “bence ontolojik varlıklar değildir” dediği görülmektedir.
Din İşleri Yüksek Kurulu, “Meleklerin varlığı nasıl ispat edilir?” sorusuna şu şekilde cevap vermektedir: “Melekler, gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerin ilgi alanı dışında kalan ve duyularla algılanamayan varlıklardır. Onların gözle ve diğer duyu organlarıyla algılanamaz varlıklar oluşu, inkâr edilmelerine gerekçe olamaz. Pozitif bilimlerin ilgi alanı dışında kalan ve duyu organlarıyla algılanamayan nice varlıkların mevcudiyetine inanıldığı bir gerçektir.” https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/10/meleklerin-varligi-nasil-ispat-edilir (E.T.15.09.2024)
c) Yayında ihlal unsuru görülen bir diğer husus da; Cemil Kılıç’ın, İslam’ın beş şartına ilişkin ifadeleridir. Oysaki bu bölümde Cemil Kılıç, “Müslümanlarda olması gereken nitelikleri” belirtmekte ve bu niteliklere sahip olunmadan Müslüman olunamayacağını ifade etmektedir.
Söz konusu niteliklere ilişkin açıklamaları şu şekildedir: “Adalet, adil olmayan kişi Müslüman değildir. Yani adaleti önemsemeyen kişi Müslüman değildir./ İkincisi liyakat./ Sonra emanet, güvenilir olmak. ‘Müslüman o kimsedir ki elinden ve dilinden herkes emindir.’ diyor Rasulullah./ Başka bir şart daha meşveret. Meşveret nedir? Danışarak iş yapmak./ Maslahat ilkesi de kamu yararını gözetmek demek. Kamu yararını gözetiyorsa kişi Müslümandır.”
Dolayısıyla, “Rasulullah’ın sözü” denilerek ve referans gösterilerek yapılan bir açıklamada, yukarıda sayılan niteliklerin, Müslüman olmanın şartları olduğunun söylenmesinin ihlal olarak değerlendirilmesi, akla ve toplumsal vicdana aykırı olmasının yanı sıra, Uzman raporunda “dini değerler hakkında şahsi kanaatlerin mutlak gerçekler olarak sunulmasının kamusal sorumluluk anlayışıyla bağdaşmadığı” iddiasını da temelsiz kılmaktadır. Çünkü söz konusu nitelikler, aynı zamanda toplumların ayakta kalma ve varlıklarını sürdürebilmeleri için ihtiyaç duydukları toplumsal ahlaki değerler bütününü temsil etmektedir.
Kabul edilmelidir ki “din/ahlak” ilişkisi, iç içe geçmiş ve ayrılamaz değerleri kapsamaktadır. İslâm dinine göre ahlak; hem dinin bir parçasını oluşturmakta, hem de ondan ciddi bir şekilde etkilenmektedir. Özellikle, insan hakları açısından temel kavram olan adalet ve liyakat çok önemli bir yer tutmakta ve bu konuda birçok ayet ve hadis bulunmaktadır.
Bu çerçevede Müslümanlarda olması gerekli özelliklerin anlatıldığı ve temel ahlaki değerlerin öneminin vurgulandığı bir yayına; “genel ahlaka aykırı” ifadesinin geçtiği bir ilke hükmünden yaptırım uygulanması da kendi içinde bir çelişki barındırmaktadır.
ç) Cemil Kılıç’ın, ihlal teşkil ettiği iddia edilen, “Hitan dediğimiz konu İslam’ın bir emri, Allah'ın bir farzı değil… Bence artık terk edilmesi gereken bir gelenek.” şeklindeki yorumu da, yaptırım gerekçelerinden biri olarak gösterilmiştir.
İslami kaynaklarda; İslam’ın kutsal kitabında erkeklerin sünnet olması hakkında açık bir hüküm olmadığı bilgisi yer almaktadır. Din İşleri Yüksek Kurulunun, “Erkek çocukları sünnet ettirmenin hükmü nedir?” başlıklı açıklamasında da bu husus; “Erkeklerin sünnet olması (hıtân), İslâm’ın şiarlarından biridir. Hz. Peygamber (s.a.s.) sünnet olmayı fıtrat gereği yapılan işler arasında zikretmiştir… İslâm âlimlerinin çoğunluğu, sünnet olmanın vacip olduğunu söylerken, Hanefîler bunun meşru bir mazeret olmadıkça terk edilmemesi gereken bir sünnet-i müekkede olduğunu vurgulamışlardır.” şeklinde açıklanmaktadır. Dolayısıyla bu açıklamadan, sünnet olmanın “şiar” yani inanıştaki ayırıcı özellik olduğu, “farz” olmadığı anlaşılmaktadır. https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/1153/erkek-cocuklari-sunnet-ettirmenin-hukmu-nedir (E.T.15.09.2024)
d) Uzman raporunda, Cemil Kılıç’ın, 16.08.2024 tarihli programında ihlal iddiasıyla sunulan cennet-cehennem konusundaki ifadeleri de, cımbızlanarak alınmış, söylemlerinin amaç/hedef bağlantısını oluşturan ve ana fikrini belirleyen başlangıç ve sonuç bölümleri deşifreye eklenmemiştir. Oysaki bu bölümler, konuya ilişkin düşüncelerinin en net anlatımını içermektedir. Dolayısıyla, bu konudaki ifadelerine bütün olarak bakılması, söylemlerin kastının anlaşılabilmesi açısında uygun olacaktır. Şöyle ki;
“(16:58:04) Atatürk’ü ne zaman övsem, diyorlar ki, “İnşallah onunla haşr olursun.” Yani demek istiyorlar ki akılları sıra, “Atatürk cehenneme gidecek sen de onunla gidesin”, giderim tabi. Sizinle cennete gitmektense Atatürk’le cehenneme giderim yahu. Ne zannettiniz? Ama düş kırıklığına uğrayacaksınız. Atatürk cennete gidecek öyle inanıyoruz. Onun gibi büyük bir devrimci cennete gitmeyecek de, sizin gibi dişlerini bile fırçalamaktan aciz, yoz yobaz tayfası mı gidecek cennete? Elbette Atatürk gibi büyük adamlar gidecek veya Atatürk nereye gidiyorsa orası cennettir zaten, öyle diyelim. Ya da bir yere gideceğimiz de yok ya. Cennet bize gelecek veya cehennem bize gelecek yapıp ettiklerimize göre. Hiç kimse cennete gitmez herkes kendi cennetini oluşturur ve cennet kendisine gelir. Hiç kimse cehenneme de gitmez. Herkes kendi cennetini yaratır adeta yapıp ettikleriyle, günahlarıyla ve sonra cehennemi yaşar. Ama müminler cenneti yaşar çünkü iyilik eder müminler… Yaşadıkları yeri güzelleştirirler, insanlara tebessüm ederler, yardım ederler, iyilikte bulunurlar, iyilik yaptıkça mutlu olurlar, mutlu oldukça daha çok iyilik yaparlar ve bütün iç dünyalarını huzur kaplar… Her şeye sevgiyle bakarlar. Sevgiyle baktıkça, sevgi bulurlar, sevgi görürler, dünyayı cennet ederler. Evini cennet eder mümin…. Başka bir cennetin düşünü kurmaz, yuvasından başka, ailesinden başka. Ne mutlu müminlere… Böyle bakalım, inşallah böyle olalım. İmanımızla, sevgimizle, aşkımızla, sevdamızla ulu Tanrıya bağlanalım ve yalnızca ondan ödül bekleyelim.”
İlahiyatçı yazar Cemil Kılıç’ın, yaptırım uygulanan yayınlardaki söylemlerinin tamamına baktığımızda ve bütün olarak değerlendirdiğimizde; dini ve ahlaki değerlerin öneminin vurgulandığı ve bu değer yargılarına sahip olan insanların, zaten dünyada cenneti yaşayacaklarının ifade edildiği görülmektedir. Dolayısıyla, söylemlere bütünsel bir yaklaşımla bakıldığında; Uzman raporunda iddia edildiği gibi, “toplumsal barış ve huzuru bozabilecek nitelikte” olmadığı gibi, topluma dini ve ahlaki değerlerin birlikte aşılanmaya çalışıldığı, toplumsal huzur ve barışa katkı sağlayacak nitelikte olduğu anlaşılacaktır.
Ayrıca; bu tarz yayınlara, bazı ifadeler kesilerek ya da seçilerek, anlam bütünlüğü bozulacak şekilde rapora konulmuş söylemler üzerinden yaptırım uygulanması, bir yandan medyanın basın özgürlüğü hakkına, öte yandan da halkın dini ve ahlaki konulardaki soru ve sorunlarına dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirecektir.
Bu yönüyle de çoğunluğun yaptırım kararı isabetli ve adil değildir.
2- Uzman raporunda örnek olarak sunulan, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin E. 2019/10194 ve K. 2019/11813 sayılı kararının;
“Sanık hakkında halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak suçundan mahkemece verilen mahkûmiyet hükmü usul ve yasaya uygundur. Şöyle ki; sanık kendi blogundaki yazısında İslam peygamberini küçültücü ve aşağılayıcı bir şekilde örnek vermiş daha sonra bu yazısına hem kendi blogunda hem de kamuoyunda ciddi bir tepki oluşmuştur…”
şeklindeki ayrıntılarına bakıldığında; Yargıtay Kararının Uzman raporuna konu edilen söylemlerle hiçbir ilgisinin olmadığı görülmektedir. Yargıtay kararında; sanığın herkese açık internet hesabından, Hz. Muhammed ile ilgili; “…bundan yüzlerce yıl önce Allah’la kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir…” ifadelerini kullanması nedeniyle ceza aldığı görülmektedir.
Keza söz konusu programlarda, Yargıtay Kararında atıfta bulunulan AİHM kararlarında yer aldığı şekliyle; “din ve inanç özgürlüğü söz konusu olduğunda başkalarına zarar verecek” veya “dinsel görüşler ve inançlar söz konusu olduğunda, kamusal bir tartışmaya hiçbir katkısı olmayan başkaları için ucuz saldırı olarak görülebilecek ” nitelikte ifadeler de bulunmamaktadır.
Dolayısıyla, örnek verilen Yargıtay Kararı kapsamında; aşağılama ya da hakaret içermeyen yorumlar nedeniyle, gerçekçi/somut bulgularla desteklenmeyen, eksik ve yanıltıcı bir rapor üzerinden “manevi değerlere aykırılık” gerekçesi ile verilen yaptırım kararı, toplumun genelini ilgilendiren konularda serbest tartışmanın yolunun kapanmasına ve ifade özgürlüğünün daraltılmasına yol açacaktır. Kurul Kararı bu yönüyle de ölçülü ve isabetli olmamıştır.
3-Anayasa Mahkemesi “demokratik toplum düzeninin gereklerini” tanımlarken, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbirler için “toplumsal bir ihtiyacın karşılanması”, “orantılılık” ve “başvurulabilecek en son çare” koşullarını getirmiştir.
Demokratik toplumlarda düşünce çeşitliliğinin korunabilmesi için kamusal amaçlı serbest tartışmaların yapılabilmesi ve yayınlanabilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yönüyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarda yapılan yorum ve tartışma programlarının, kamuoyunun sağlıklı şekilde oluşmasına katkı sağladığı açıktır.
Bu çerçevede yayıncı kuruluşların dini konulara ilişkin programlara da yer verdiği, bu programlarda zaman zaman ilahiyatçılar tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı’nın değerlendirmeleriyle farklılaşan ya da çelişen yorumlarda bulunulduğu görülmektedir. Cemil Kılıç’ın ısrarla toplumsal ahlaki değerlerin önemini vurguladığı değerlendirmelerinin, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın temel kaynaklarıyla çelişmekte” saptamasıyla yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması, hakkaniyetli olmamasının yanı sıra, adil ve ölçülü de değildir.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, program sunucusu, program konuğu gazeteci, siyasetçi ve hukukçuların; saldırı, hakaret içermeyen, ifade özgürlüğü sınırları içinde kalan yorum ve değerlendirmeleri nedeniyle, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen şekliyle “güçlü nedenler olmaksızın, ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek” şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, televizyon ekranlarında farklı görüş ve düşüncelerin ifadesini zorlaştıracak, kamusal faydası olan serbest tartışmanın ve toplumda özgürce kanaat oluşumunun engellenmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu yönüyle Flash Haber adlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım adil ve orantılı değildir.
Ayrıca Üst Kurulun uymakla ve uygulamakla yükümlü olduğu; 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, birinci fıkrasının, (a) bendinde yer alan, “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” ilkesiyle de çelişecektir.
4- Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için, ifadelerin bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi zorunluluktur.
Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, BejdarRoAmed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3:AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar)
https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E.T.15.09.2024)
5- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
6- Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
7- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
8- Gazetecilerin ve medyanın ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, AİHM kararlarında da özel korumalar söz konusudur.
-AİHM’e göre, siyasi tartışma özgürlüğü, ‘tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi’dir. Değer yargıları bir olay veya durum ile ilgili bakış açısı yahut kişisel değerlendirmelerdir. Bir değer yargısının doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkün olmazsa da, değer yargısının dayanağını teşkil eden gerçeklerin doğru veya yanlış olduğu tespit edilebilmektedir. AİHM’e göre, bir gazetecinin, doğruluğunu kanıtlayamadığı sürece eleştirel değer yargılarını ifade etmekten men edilmesi kabul edilemezdir (Lingens/Avusturya, B.No:9818/82,08.07.1986).
-İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976).
9- Din ve inanç özgürlüğü, ulusal ve uluslararası düzeyde güvence altına alınmış temel insan hakları arasındadır. Anayasamızın, “Din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. maddesinde; “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir… kimse… dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.” hükmü bulunmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü” başlıklı 9. maddesinin birinci fıkrası da; “Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.” şeklinde belirlenmiştir. Dolayısıyla, dini inanç ve kanaatlerini açıklama, demokratik toplumlarda her bireyin özgürlük alanındadır.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği kesindir.
Sonuç itibarıyla, İlahiyatçı Yazar Cemil Kılıç’ın yaptırıma konu ifadelerinin, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından hazırlanan İslam Ansiklopedisi’nde veya Diyanet İşleri Başkanlığı web sitesinde yer alan açıklamalarla örtüştüğü, Kurul Kararına dayanak oluşturan Uzman raporunda eksik deşifrelerin bulunması nedeniyle, söylemlerin ana fikrinin netleşmediği, söz konusu yayınlar bağlamından koparılmadan ve bütünsellik içinde incelendiğinde, basın ve ifade özgürlüğü ile düşüncenin yayılması özgürlükleri kapsamında olduğu ve 6112 sayılı Yasa çerçevesinde ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 04.10.2024