İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 09.02.2024 tarih ve 8 sayılı yazısına konu FOX logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 15.01.2024 tarihinde saat 18:57’de yayınlanan "FOX Ana Haber" adlı haber program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere, FOX logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 15.01.2024 tarihinde saat 18:57’de yayınlanan sunuculuğunu Selçuk Tepeli’nin yaptığı, "Selçuk Tepeli ile Fox Ana Haber" adlı haber programında; “Ve şimdi gidelim çok acayip bir habere. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedik ya Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin mimarlarından biri var bu haberde. Haber nerede geçiyor? Çekmek yok Çökmeköy’de.- Osmanlı arşivlerinden 40 dönümlük bir tapu kaydı çıkarıyorlar Yakup Dayı adında birisine ait. Onun varisi olduklarını iddia ederek bir dava açıyorlar.- Mehmet Uçum açıklama yaptı. 2015'ten beri avukatlığı bıraktığını söyledi, ancak hala bizim dava dosyasında kendi ismi bulunmakta.- Çıkardıkları veraset ilamıyla İstanbul Çekmeköy'deki arazide hak iddia ediyorlar. Yargıtay ilamın sahte olduğuna karar verdi, ancak buna rağmen yıllardır orada yaşayanlar mahkemede haksız bulundu. 101 dönümlük araziyi almaya çalışanların avukatları arasındaysa Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başdanışmanı Mehmet Uçum ve yine Uçum soyadlı iki avukat daha var. - Senelerdir elimizden, avucumuzdan biriktirdiğimiz paraları avukatlara yatırdık. Uçum amblemini gördükten sonra paraları aldı, çoğu yok oldu, pes ettiler. Verdiğimiz paralar da yandı. - İşte söz konusu o 101 dönümlük arazi. Burası Çekmeköy'deki Merkez mahallesindeki bu arazi Osmanlı döneminden atalarımdan kaldı diyerek üzerinde hak sahibi olduklarını iddia edenlerin gösterdikleri veraset ilamı da sahte çıktı. - Yargıtay kararda demiş ki bu veraset ilamı sahte. Sizin soyunuz bu kişiye dayanmıyor. Buna rağmen hala bu yeri almaya çalışıyorlar.- Geçmişte Topuz ailesine aitti bu arazi. 100 yıllık zilyet hakkı vardı. Mahalle sakinleri de parasını vererek araziden pay aldı. Yaklaşık 30 yıldır sahip oldukları o arazide kalabilmek için hukuk mücadelesi veriyorlar. - 2003 yılında bir verasetname ilamı çıkartıyorlar ve bu ilamla buraya dava açıyorlar. Yaklaşık 132 dönümlü. 23 dönümüne yakınını alıyorlar. 2013'te tekrardan dava açıyorlar. Kaybettikleri bu 101 dönüm için bu kişilerle de mücadele etme şansımız gerçekten zor. Yargı Çetesi gibi olmuşlar resmen yani.- Tapuya tesciline karar verildiği yazısı dahi aldım, fakat ne hikmetse iptal edildi. Buraya bir hukuk çetesi dedikleri kişiler çöktü. Biz buranın son 50 yılda yöneten bütün muhtarlarını mahalli bilirkişi olarak dinlettik. Hiçbir tanesi kâle alınmadı.- Evleri o arazilerin üzerinde bulunanlar 1995 yılından bu yana aslında hukuk mücadelesi veriyorlar, ancak yaklaşık 6 ay önce birlikte hareket etmeye karar verdiler ve bir dernek kurdular. Şimdi o dernekle hukuk mücadelelerine devam ediyorlar.- Şu an için yaklaşık yüze yakın üyemiz var. Mahallede de zaten yaklaşık 500, 600 kişi bu durumdan mağdur.- Yerel mahkeme Yargıtayın sahte veraset kararını dikkate almadı. Mahalleli istinafa başvurdu. Adil bir karar bekliyorlar. - Adil yargılama istiyorum sadece. Hak yerini bulsun istiyorum. - Efendim hak, hukuk, anayasa, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi böyle. Bu dosyanın içinde Mehmet Uçum'un adı var öyle mi? Cumhurbaşkanlığı hukuk başdanışmanı. Bu memlekette böyle mahkemelerde uğraştırılan kaç, kaç bin köylü var, kaç? Efendim alınmış paralar, harcadıkları. Bu nedenle artık baş edemeyip yerlerini satanlar, sonra gıda fiyatları niye yükseliyor, tarım niye böyle?” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan, "Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Basın ve ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal öneme sahiptir.
Medyanın görevi; halkı ilgilendiren her konuda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
FOX logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 15.01.2024 tarihinde yayınlanan “Selçuk Tepeli ile FOX Ana Haber” bülteninde “Çökmeköy” anonsuyla verilen haberde, arazi sahipliği ile ilgili bir dava süreci ele alınmış, davanın taraflarından olan bir grup vatandaşın görüş ve değerlendirmelerine yer verilmiştir.
Haberde adı geçen Mehmet Uçum’un vekili Av. Uğur Kızılca’nın, ekinde daha önce yapılan bir açıklamaya ilişkin haber kupürünün de bulunduğu şikâyet dilekçesi üzerine, değerlendirme raporu hazırlanmış, Kurul çoğunluğunun ihlal tespiti doğrultusunda da medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanmıştır.
1- Her ne kadar şikâyet dilekçesinden, şikâyetin özünün ne olduğu anlaşılamasa da, ekinde bulunan haber kupüründen, Mehmet Uçum’un davada fiilen avukatlık yapmadığı halde, isminin dava süreci ile ilgili haberde kullanılmasının şikâyet konusu yapıldığı anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda Mehmet Uçum adının haberde nasıl geçtiğine bakmak yerinde olacaktır. İlgili bölümler şöyledir:
“Mahalle Sakini Mehmet Karaçöl: Mehmet Uçum açıklama yaptı. 2015’ten beri avukatlığı bıraktığını söyledi, ancak bizim dava dosyasında kendi ismi bulunmakta.
Dış Ses: ...101 dönümlük araziyi almaya çalışanların avukatları arasındaysa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanı Mehmet Uçum ve yine Uçum soyadlı iki avukat daha var.
Mahalle Sakini Sevim Erol: Senelerdir elimizden avucumuzdan biriktirdiğimiz paraları avukatlara yatırdık. Uçum amblemini gördükten sonra paraları aldı, çoğu yok oldu, pes ettiler.”
Selçuk Tepeli:.. Bu dosyada Mehmet Uçum’un adı var öyle mi? Cumhurbaşkanlığı hukuk başdanışmanı.”
Haber içinde yer alan ifadeler, şikâyet dilekçesi ekinde yer alan haber kupüründeki değerlendirmelerle büyük ölçüde örtüşmektedir. Haberde geçen ifadelerin özü, “Mehmet Uçum adının dava dosyasında geçmesi”dir. Haberin hiçbir yerinde, Mehmet Uçum’un davada fiilen avukatlık yaptığı ya da duruşmalara girdiği yönünde bir iddia bulunmamaktadır.
Haber, Mehmet Uçum’un adının dava dosyasında “geçmesi” ile ilgilidir ve gerek mahalle sakinleri, gerekse de sunucu Selçuk Tepeli, “Mehmet Uçum adının dosyada geçmesi”ne vurgu yapmaktadır. Ayrıca haberde görüntüsüne yer verilen vekâletnamede de Mehmet Uçum adı görülmektedir. Bu yönüyle haber “belgeli haber” niteliğindedir.
Mehmet Uçum’un adının dava dosyasında geçtiği, şikâyet dilekçesi ekinde yer alan haber kupüründe de kabul edilmektedir. Söz konusu kupürdeki;
“...davadaki durum ise, Müvekkilin kamu görevinden önce avukatlık dönemde çıkarılmış ortak bir vekâletnamede sadece isminin geçmesinden ibarettir.
-Müvekkilin kamu görevinden önceki dönemlerde çıkartılan müşterek vekâletnamelerdeki ismi sebebiyle bazı dava dosyalarında UYAP kaydının bulunması, Müvekkili o dosyalarda vekil kılmaya yeterli değildir.” şeklindeki ifadeler, mahalle sakinleri ile sunucu Selçuk Tepeli’nin “dava dosyasında Mehmet Uçum ismi var” tespitini doğrulamaktadır.
Fiilen avukatlık yapılmadığı bildirilen dava dosyasında bulunan vekâletnameden ismin 9 yıl boyunca silinmemiş olmasının, basın ve kamuoyu tarafından sorgulanması beklenen bir durumdur. Ayrıca bu dosyadan çekilmek için hangi tarihte dilekçe verildiği bilgisi, ne dilekçede ne de dilekçe ekindeki haber kupüründe bulunmaktadır. Ekrana da yansıyan şekliyle somut bir bilginin; soyut, genel geçer açıklamalarla boşa düşürülmesi ve ikna edici olması mümkün değildir.
Bu çerçevede, söz konusu haberin içeriği görünür gerçekle örtüşmektedir. Gerek uzman raporunda gerekse de Kurul Kararında iddia edildiği şekliyle “çarpıtıcı nitelikte” bir yayın söz konusu değildir.
Ayrıca gerek uzman raporunda gerekse de uzman raporunu esas alan Kurul kararında, “... esas konu ‘arazi anlaşmazlığı’ iken konu manipüle edilerek ‘Mehmet Uçum’un avukatlık yapması ve ‘Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ üzerinden haber sunulmuştur” denilerek, gündeme getirilen dezenformasyon iddiası da geçersizdir. Yukarıda da açıklandığı şekliyle, haberin hiçbir yerinde Mehmet Uçum’un bu dosyada fiilen avukatlık yaptığı iddia edilmemektedir. Bilgi çarpıtma olarak tanımlanan dezenformasyon iddiası da bu yönüyle isabetli değildir.
Haber, şikâyet dilekçesindeki sayılan ölçütler yönünden de incelendiğinde; hakkında haber yapılan kişi topluma mal olmuş bir kişidir ve eleştirilere daha açık olmalıdır. Haber, “ismin dosya içinde geçmesi” üzerine kurgulanmış, bu sınır aşılmamış, öz ile biçim arasında denge korunmuştur. Mehmet Uçum’un adı hem haberde ekrana getirildiği şekliyle hem de şikâyet dilekçesinin ekinde kabul edildiği şekliyle, dava dosyasındaki vekâletnamede bulunmaktadır ve bu yönüyle haber gerçek durumla örtüşmektedir. Haberde adı geçen Mehmet Uçum doğrudan suçlanmamakta, kendisine bir suçlama yöneltilmemektedir. Kullanılan ifadeler haberin gerektirdiği şekilde ölçülüdür ve haber basın ve ifade özgürlüğü sınırları içindedir. Yaptırım kararı, bu yönüyle de isabetli ve ölçülü değildir.
Çok sayıda vatandaşı ilgilendiren bir yargılama süreciyle ilgili, gerçeğe aykırılık içermeyen, kişi ya da kuruluşların doğrudan suçlanmadığı, suçlu ilan edilmediği bir yayına yaptırım uygulanması, basın özgürlüğünü daraltacak, adli konularda yapılan tüm haber ve yorumlarla ilgili soru işaretleri oluşturacak, halkı uyarıcı nitelikteki haberlerin yapılması da güçleşecektir. Dolayısıyla yaptırım kararı; 6112 sayılı Kanun’un temel amaçlarından biri olan “haber alma özgürlüğünün sağlanması” yükümlülüğüne de aykırılık oluşturmaktadır.
2- Haberde gerçekliğin, bir yargılamadaki gerçeğin ortaya çıkarılması gibi değerlendirilmesi, haklı bir beklenti değildir. Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarında işaret edildiği şekliyle; gazetecilerin, yargı erki gibi maddi gerçeği ortaya çıkarma yetki ve görevi bulunmamaktadır.
Kişinin kamuoyundaki tanınırlığı ve üstlendiği görevin niteliğinden kaynaklanan etki gücü nedeniyle, vekâletnamede isminin bulunmasının haber değeri taşıdığı konusunda da şüphe yoktur.
Kaldı ki şikâyet dilekçesinde de, dilekçe ekindeki açıklamada da, fiilen avukatlık yapmadığı halde isminin vekâletnameden çıkarılmamasının gerekçesi somut şekilde ortaya konmamaktadır. Bu çerçevede de Uzman raporu ve Kurul kararında belirtilen, “yapılan haberin ‘doğruluk’ ölçütünü karşılamadığı” tespiti haklı ve isabetli değildir.
Ayrıca, söylemlerin görsellerle desteklendiği bir habere, “doğru olmadığı” savıyla yaptırım uygulanmasının, haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olduğu açıktır.
3- Gazeteciler, olgusal temeli olan konularda soru sorarak ya da iddiaları gündeme taşıyarak da gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayabilir. Bu kapsamda; Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 nolu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı; haberde gerçekliğin, gazetecilerin kimi iddiaları gündeme taşıması ve yanıt araması faaliyetinin çerçevesine ilişkin örnek niteliğindedir.
Adıyaman’ın Gerger İlçesi’nde yapılan ihalelerle ilgili dönemin İlçe Kaymakamı’na yönelik gündeme getirdiği iddialar nedeniyle yargılanan Gazeteci Ö.B., ceza alması üzerine ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Yargılama sonucunda da gazetecinin ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği hüküm altına alınırken, Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde şu görüşler yer almıştır:
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığı ile doğru ve güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).
24-...Dolayısıyla bir gazeteci olarak başvurucu, kaymakam hakkında bir soruşturma açılmasını değil onun birtakım işlem ve davranışlarının toplum nezdinde sorgulanmasını amaçlamaktadır. Dahası ilk derece mahkemesi başvurucunun hukuka aykırı fiili işlemediğini bildiği hâlde müştekiye isnat ettiğini de kesin delillere dayalı olarak ve her türlü şüpheden uzak bir biçimde gösterememiştir.”
Şikâyet edilen haberin içeriği, Anayasa Mahkemesi’nin gazeteciliğin çerçevesine ilişkin kararı birlikte dikkate alındığında, oy çokluğuyla alınan yaptırım kararının ifade ve basın özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe olacağı kuşkusuzdur.
4- Basın ve ifade özgürlüğü kullanılırken, bireylerin onur ve saygınlıklarının da korunması gerektiğine kuşku yoktur.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarında; siyasetçi, bürokrat, sanatçı gibi kamuoyunda bilinen kişiler söz konusu olduğunda, basın ve ifade özgürlüğünün daha geniş yorumlanması gerektiği de bilinmektedir.
Ayrıca Anayasa Mahkemesi basın ve ifade özgürlüğü ile kararlarında “Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk” değerlendirmesi yapmakta, temel hak ve özgürlüklere yönelik müdahaleler için “toplumsal bir ihtiyacın karşılanması”, “orantılılık” ve “başvurulabilecek en son çare” ölçütlerinin getirildiği görülmektedir.
Söz konusu haber; yukarıda da açıklandığı şekliyle belgeli haber niteliğindedir ve haberde adı geçen kişiye yönelik doğrudan bir suçlama ve suç isnadı içermemektedir. Haber, Mehmet Uçum’un adının avukat olarak dava dosyasında geçmesi üzerine kurgulanmış ve bu çerçevede servis edilmiştir. Şikâyet dilekçesi ekindeki basın bülteninde geçen “...ortak bir vekâletnamede sadece isminin geçmesinden ibarettir.” ifadesi ile de haber doğrulanmaktadır. Bu çerçevede de “doğru haberin cezalandırılması” gibi bir sonuç doğuran yaptırım kararı, haksızdır ve habercilik faaliyetine ket vuracak niteliktedir.
Haber içinde geçen ve uzman raporu ve Kurul kararına gerekçe gösterilen diğer ifadeler de; olgusal temeli olan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğindeki ifadelerdir ve basın özgürlüğü kapsamında kalmaktadır. Bu yönüyle de kişilik haklarına saldırıldığı iddiası dayanaktan yoksundur.
Bu değerlendirmeler ışığında FOX logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa uygulanan yaptırım kararının; “orantılı” ve “son çare” niteliklerini taşımadığı da açıktır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; basın özgürlüğü sınırları dışına taşmayan haberler nedeniyle; Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği şekilde, “güçlü nedenler” olmaksızın ölçülülük ve hukuki güvenlik ilkesini göz ardı edecek şekilde cezalandırılması, özgürlüğü değil otosansürü besleyecek, sorgulayıcı haberlerin yapılmasını güçleştirecek, halkın haber alma hakkına darbe vuracaktır.
5- Yayınlarda zaman zaman bazı kişi ya da kurumlarla ilgili iddiaların gündeme taşınması, olağan bir durumdur. Kişi ve kurumların da bu iddialara ilişkin cevap ve düzeltme hakkı vardır ve bu hak, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un, “Yayın Hizmeti İlkeleri” başlıklı 8’inci maddesinin (o) fıkrasında, “Kişi ve kuruluşların cevap ve düzeltme hakkına saygılı olmak zorundadır” şeklinde düzenlenerek, koruma altına alınmıştır. Mehmet Uçum’un düzeltme ve cevap hakkının da bu koruma altında olduğuna şüphe yoktur.
Dahası, düzeltme ve cevap hakkı, 6112 sayılı Kanun’un 18. maddesinde daha ayrıntılı şekilde düzenlenmiş, bu hakkın hangi durumlarda ve ne şekilde kullanılacağına dair hükümler, 7 fıkra halinde açıklanmıştır. “Düzeltme ve cevap hakkı” başlıklı 18’inci maddesinin birinci fıkrasında; “Gerçek ve tüzel kişiler, …veya gerçeğe aykırı yayın yapılması hâlinde, yayın tarihinden itibaren altmış gün içinde, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmamak ve suç unsuru içermemek kaydıyla, düzeltme ve cevap yazısını ilgili medya hizmet sağlayıcıya gönderir. Medya hizmet sağlayıcılar, hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde, cevap ve düzeltmeye konu yayının yapıldığı saatte ve programda, izleyiciler tarafından kolaylıkla takip edilebilecek ve açıkça anlaşılabilecek biçimde düzeltme ve cevabı yayınlar. Düzeltme ve cevap hakkı doğuran programın yayından kaldırıldığı veya yayınına ara verildiği durumlarda, düzeltme ve cevap hakkı, yedi günlük süre içinde anılan programın yayın saatinde kullandırılır. Düzeltme ve cevapta, buna neden olan yayın belirtilir.” hükmüne yer verilerek, söz konusu hakkın kapsamı belirlenmiştir.
Dolayısıyla 6112 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri, medya hizmet sağlayıcılar ile muhatapları arasındaki ilişkiyi, olası bir yaptırımdan önce, “düzeltme ve cevap hakkını” önceleyen bir anlayışla ele almaktadır.
Üstelik cevap ve düzeltme hakkı dayanağını doğrudan Anayasamızdan almaktadır. Anayasamızın 32’inci maddesinde; “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir. Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir” hükmü yer almaktadır. Görüleceği üzere, cevap ve düzeltmeye karar verecek yargılama makamının kararını kaç gün içinde vereceği hükmünün dahi Anayasa’yla düzenlenmesi, bu hakkın yasa koyucu tarafından ne derece önemsendiğinin göstergesidir.
Ayrıca Anayasa Mahkemesi de “demokratik toplum düzeninin gereklerini” tanımlarken, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbirler için “toplumsal bir ihtiyacın karşılanması”, “orantılılık” ve “başvurulabilecek en son çare” koşullarını getirmiştir.
Bu çerçevede, 6112 sayılı Kanun’da, “Düzeltme ve Cevap Hakkı” özel olarak düzenlenmişken; bu yola başvurmaksızın, görünür gerçeği yansıtan bir haberin doğrudan bir yaptırımın konusu yapılması ve yayıncı kuruluşun cezalandırılması, demokratik toplum düzeninin gerekleri açısından orantılı ve isabetli değildir.
6- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır.
7- Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Demokratik toplumlarda basının en temel işlevi, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde bile bu husus; “Gazeteci önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoritelerine olan sorumluluklarından önce gelir.” şeklinde belirtilmektedir.
8- Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi yer almaktadır.
9- İfade özgürlüğü bağlamında, Anayasa Mahkemesi kararlarına bakıldığında; basın ve yayın kuruluşlarına özel bir önem verildiği, tanınan hak ve özgürlüklerin çerçevesinin genişletildiği görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi, Orhan Pala Başvurusu’nda (Başvuru Numarası: 2014/2983) ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin karar vermiş ve basının savcı gibi ispat yükümlülüğü bulunmadığını, -AİHM kararları doğrultusunda- hüküm altına almıştır. Şöyle ki;
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)… Castells/İspanya davasında, ulusal yargılamaları yürüten yüksek mahkemeye göre millî kurumları karalamakla suçlanan bir kişinin gerçeği ispat hakkı bulunmamaktadır. AİHM, başvurucunun kendisi hakkında açılan söz konusu hakaret davasında gerçeği ispatlamasına ve iyi niyetini ortaya koymasına izin verilmediğine dikkat çekmiştir. AİHM'e göre başvurucu tarafından ileri sürülen olgusal iddiaların birçoğunun gerçekte olup olmadığı yerel mahkemelerin atacağı adımlarla ortaya çıkarılabilir ve başvurucu makul bir çerçevede iyi niyetini ortaya koymaya çalışabilir…
51. Gazetecilerden bir beyanın doğruluğunu kanıtlamakla yükümlü savcı gibi hareket etmelerini beklemek aşırı yüksek bir ispat külfeti getirir ve böyle bir mükellefiyet sanık veya davalı olarak yargılandıkları davalarda hakkaniyete uygun düşmeyen sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu sebeple somut davada başvurucunun bir gazeteci olarak yeterince sorumlu bir şekilde davrandığını kabul etmek gerekir (Orhan Pala B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51). https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2983 (E.T.:04.04.2024)
İfade özgürlüğü, büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan, siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” olduğu göz önüne alındığında, diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi politikaları ve siyasileri eleştiren, politikaları veya siyasi açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir (Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, Karar tarihi: 07/07/2015, §64).
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
10- Kamu görevlilerine yönelik eleştiriler kapsamında, alınmış Yargıtay kararlarına bakıldığında da, özel kişilerle kamu görevlileri arasında bir ayrıma gidildiği görülmektedir.
Yargıtay tarafından alınan bir kararda, "Kamuya mâl olmuş kişilerle karşılaştırıldığında özel kişilere yönelik eleştirilerin sınırları daha dardır. Diğer yandan davacı, bürokrat olarak eleştiri ağır dahi olsa eleştirilere olağandan daha fazla katlanabilmelidir" şeklinde hüküm bildirilmiştir (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 04/12/2014 tarih ve E:2014/1846, K:2014/16594 sayılı kararı).
Ayrıca; ifade özgürlüğüne ilişkin, Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 2009/7316 E., 2012/17738 K. No.lu içtihat metninde, konunun daha geniş kapsamlı ele alındığı görülmektedir:
“…İfade hürriyeti, bilgi verme ve bilgi edinme hürriyeti sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında, "Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahaleleri olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü, haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar" denilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, kamuyu ilgilendiren sorunların kamuya açık olarak tam bir serbestlik içerisinde tartışılabilmesi, şiddeti teşvik eden eylemler hariç bu tartışmanın boyutlarının Devlet organları tarafından maksimuma çıkarılması gerektiği vurgulanmaktadır. Süreklilik gösteren bu kararlarda, kamuoyunun bir bölümünün ve hatta çoğunluğun hoşuna gitmeyen, ürkütücü, şok edici, hoşa gitmeyen fikirlerin de sözleşmenin 10. maddesi tarafından korunduğu belirtilmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Castells/İspanya vb. Kararlar).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun esas temellerinden birini oluşturup, toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişimi için temel koşullardan biridir. İfade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan "haber" ve "düşünceler" için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın ‘demokratik toplum’ olamaz. Sözleşme'nin 10. maddesinde belirtildiği üzere, bu özgürlüğün istisnaları vardır; ancak bu istisnalar dar yorumlanmalıdır” (23.09.1994 tarihli Jersild - Danimarka kararı; 21.01.1999 tarihli Janowski-Polonya kararı; 25.11.1999 tarihli Nilsen ve Johnsen-Norveç kararı; 25.07.2001 tarihli Perna-İtalya kararı)…
11- AİHM kararlarında da, ifade özgürlüğü kapsamında, medyaya yönelik özel korumalar söz konusu olduğu görülmektedir.
Basının siyasi hayatın bekçisi olarak rolünü AİHM ilk kez Lingens davasında vurgulamıştır. Lingens/Avusturya kararında; ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir (Lingens/Avusturya, B.No:9818/82, 08.07.1986).
AİHM, Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında, kamu görevlilerine yönelik eleştiriler bağlamında basın özgürlüğünü onaylamıştır. Mahkeme, kaleme alınış amaçları ve sahip oldukları etkiyi dikkate alarak, kullanılan dilin aşırı olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Üstelik mahkeme “Mahkûmiyet ve cezanın kamu yararı taşıyan konularda açık tartışma yapmaktan caydırabileceği” sonucuna varmıştır.
Bir şeyi ima etmenin doğrudan bir suçlama ve ispat edilmesi gereken bir isnat olarak yorumlanması demokratik bir toplumda basın hürriyeti üzerinde caydırıcı ve sınırlayıcı bir etkiye neden olacaktır. Önüne gelen bir konuyu araştıran gazeteci söylentiler de dâhil olmak üzere kullanabileceği tüm malzemeden faydalanmaya çalışacaktır (Thorgeir Thorgeirsson/İzlanda, B.No: 13778/88, 25/6/1992, § 65; Cihan Özturk/Türkiye, B.No: 17095/03, 9/6/2009, § 28).
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği ve bireylere yönelik olarak hakaret içermemek kaydıyla belirli ölçüde abartılı, kışkırtmaya başvuran, muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden eleştiri ve yorumların basın özgürlüğü çerçevesinde korunduğu görülmektedir.
Sonuç itibarıyla; söz konusu haberin içeriğinin, görünür gerçekle örtüştüğü, halkın bir kesimini ilgilendiren bir sorunun işlendiği haberde kamu yararı bulunduğu, dolayısıyla gerçeklik, kamu yararı, toplumsal ilgi, güncellik ve objektif sınırlar içinde olma kriterlerine uyduğu, kimsenin suçla ilan edilmediği, haber içinde hakaret, küfür ve iftira niteliğinde ifadelerin yer almadığı, ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında ihlal oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım. 06.05.2024