İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 25.12.2023 tarih ve 614 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 11.11.2023 tarihinde saat 20:02’de yayınlanan "Nasıl Olacak" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere; h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 11.11.2023 tarihinde saat 20:02’de canlı olarak yayınlanan, sunuculuğunu Bengü Şap Babaeker ve Bahadır Özgür'ün yaptığı "Nasıl Olacak" isimli yorum programında; “Şunu da söyleyerek söyleyeyim. Hani Tolga Şirin Hoca hep bir bu programa geldiği zaman bir şey söylerdi. Bir rehin siyasetinden bahseder. Can Atalay bir rehindir, Selahattin Demirtaş bir rehindir, Gülten Kışanak bir sürü kişi bir rehin. Yani bir pazarlık şeyidir aynı zamanda ve bu hep sürdürülür diye. Erdoğan’ın elinde de rehineler var diyordu.” şeklinde ifadelere yer verildiği tespit edilmiştir.
İnsan hak ve özgürlüklerinden olan ifade özgürlüğü hakkı, demokratik bir toplumun temel unsurlarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açıklık ilkelerinin var olması bakımından vazgeçilmez bir karakter taşımakla beraber, gerek uluslararası sözleşmelerde gerekse ulusal hukuk belgelerinde bu hakkın kullanılmasının belirli sınırları bulunmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ifade özgürlüğünün düzenlendiği 10. maddesinin birinci fıkrasında; "Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir." denilmektedir. İkinci fıkrasında ise bu özgürlüğün kullanılmasının, görev ve sorumluluk istediği ifade edilerek demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak ulusal güvenliğin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlemesinin önlenmesi için kanunla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabileceği belirtilmiştir.
Anayasamızın 26. maddesinde de benzer şekilde; düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasının serbest olduğu ancak kamu düzeni, kamu güvenliği ve suçların önlenmesi amacıyla bu hürriyetin kanunla sınırlandırılabileceği düzenlenmiş bulunmaktadır.
Yayın yoluyla düşünceyi açıklama özgürlüğünün kapsadığı bir hak da olayların eleştirisidir. Bu hakkın hukuka aykırı nitelik taşımadan kullanılabilmesi için eleştiri ile bu konunun kamuoyuna açıklanış biçimi arasında düşünsel bir bağlılığın olması gerekir. Başka bir ifadeyle, yayında kullanılacak ifadeler ölçülü bir dille ekrana getirilmelidir. Görevlerinden biri de halkı bilgilendirmek olan medyanın, haberleri verirken eleştirilere yer vermesi son derece doğaldır. Şüphesiz ki eleştiri hakkı sınırsız değildir. Bu hak yasa ve ahlak kuralları içerisinde ve özellikle kamuoyunun olumlu yönde oluşmasına ve toplumun daha ileriye götürülmesine yardım amacıyla yapılmalıdır.
AİHM'nin Times Newspapers Limited No 1-2 Birleşik Krallık kararında belirtildiği üzere, Sözleşmenin 10. maddesi; basının halkın yararına olan ciddi meseleleri işlemesinin söz konusu olduğu durumlarda dahi, hiçbir sınırlama içermeyen bir ifade özgürlüğünü güvenceye almaz. Bu maddenin 2. fıkrası uyarınca basın, ifade özgürlüğünü kullanırken görev ve sorumluluklarına uygun davranmak durumundadır.
Yukarıda görüleceği üzere, ifade özgürlüğünün başka özgürlüklerin kullanılmasını kısıtlayacağı ve zarar görmesine yol açacağı durumlarda sınırlandırılabileceği, dolayısıyla sınırsız olmadığı ulusal ve uluslararası hukuk metinlerinden anlaşılmaktadır.
Yayıncılık faaliyetinde; fikir, kültür, duygu, inanç, köken, ekonomik durum açısından değişik katmanlardan oluşan toplumu bütün olarak ele almak, onu barışa ve huzura kavuşturucu amaçlarla program hazırlamak önemlidir. Bu nedenle de, her programın verdiği mesajın toplumda nasıl algılanacağını bilmek, kitlelerin bunları seyrettikten sonra duygu, düşünce ve davranışlarında ne gibi değişikliklere yol açacağını hesaplamak, sorumlu bir yayıncının göz önünde bulundurması gereken hususlardır. Ayrıca önemli fonksiyonları olan kitle iletişim araçları sahiplerinin veya yöneticilerinin; yaşadıkları toplumun değerlerine, evrensel insan hakları veya insan onuru gibi kavramlara özel hassasiyet göstermeleri, yayınlarında bunlara titizlikle uymaları, sahibi oldukları medya mecrasında süre giden programlarda bu değerlerin korunması noktasında çaba göstermeleri bir ihtiyari durum değil yayıncıların sorumlulukları arasındadır.
Demokratik rejimlerde basın ve medya, ifade özgürlüğünün geniş kitlelere ulaştırılması ve farklı görüşlerin dile getirilmesinde en etkili araç olarak demokrasinin de teminatıdır. Demokrasi, çeşitlilik ve çoğulculuk esasında ilerlerse halk içindir. Çoğulculuğun ve çeşitliliğin bir arada var olabilmesinin yegâne yolu karşılıklı sınırların çizilmesiyle mümkündür. Buradan hareketle devletin kitle iletişim araçlarını denetlemesi, toplumsal sözleşmenin gereğinin devletçe yerine getirilmesidir. Kitle iletişim araçlarının halkın yönelimini ve kültürel birlikteliğini belirleyebilen bir güç olarak demokrasilerde çok önemli bir yer tuttuğu açıktır. Aynı zamanda yasa, yayıncı kuruluşların ekranlarında yer verdikleri programlarda dikkatli bir dil ve üslup kullanmalarını şart koşar. Bu dikkatli dil ekranların tarafsızlığı ve itibarının teminatıdır. Yayıncılığın aynı zamanda bir kamusal sorumluluk görevi olduğu da düşünüldüğünde yayınların 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun ve Basın Meslek İlkeleri çerçevesinde yürütülmesi gerekmektedir. Yayıncılığın kamusal bir sorumluluk olduğu gerçeğinden yola çıkarak gazetecilik olanakları içerisinde üretilen haberlerin tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas alması beklenmektedir. Medya bu ilkelere bağlı kalarak, korku tacirliği ve sansasyon potansiyelini en aza indirirken, terörizm konusunda daha bilinçli ve incelikli bir kamuoyu söylemine katkıda bulunmalıdır.
Gazeteciler ve yayıncılar genellikle haberin gerektirdiği bilgi ve sorumluluğu haberin veya yorumlanacak iletinin yapılış aşamalarında araştırma ve yayınlama süreçlerinde nesnel verilere, dengeli habercilik ilkesine değil, hedef kitlenin beklentisine göre şekillendirebilmektedir. Haberde veya yorumlanan iletide tarafsızlık kavramını uygulayabilmek için tartışılan konuyla ilgili tüm bilgiler aktarılmalı, tartışmalı konularda tarafların görüşleri bildirilmeli, konuyla ilgili güncellenen bir durum varsa ortaya konmalı, haber kaynağının sözleri veya görüntüleri özünü kaybetmeden maddi gerçekliğe dayalı olarak aktarılmalıdır.
Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların sorumlu yayıncılık ilkesiyle ve azami ölçüde dikkatle hareket etmesi etik haberciliğin birincil gereklerindendir. Bir yayıncı kuruluş, doğruluk ve gerçeklikten ödün vermesi durumunda ilk amacı olması gereken “doğru bilgi aktarma” ilkesine aykırı bir tutum ortaya koyduğunu ve beraberinde kaçınılmaz olarak etik sorunların doğacağını dikkate almalıdır. Gazeteciler seçtikleri haberleri topluma ileterek, bireylerin hem yakın çevrelerinde hem de ulusal ve uluslararası düzeyde yaşanılan olaylar hakkında toplumun bilgi edinmesini sağlar. Toplumun bağımsız temsilcileri olarak isimlendirilen gazeteciler, toplum içindeki grupların kanaatlerini birbirlerine ileterek toplumsal iletişimin gerçekleşmesine yardımcı olurlar. Gerçeklerin değiştirilerek aktarılması; kişinin yanlış bilgilendirilmesine, toplum içinde yanlış anlaşılmalara dolayısıyla dezenformasyona sebep olabilir. Türk Dil Kurumunun dijital sözlüğünde "bilgi çarpıtma" olarak tanımlanan dezenformasyon, gerçekliğin toplumsal olarak yeniden inşasına amaçlı müdahale şeklinde ifade edilmektedir. Bir başka tanımda ise kamuoyunu etkilemek ya da gerçeği gizlemek amacıyla, kasıtlı olarak yanlış bilginin sıklıkla gizlice yayılması olarak tanımlanmıştır.
Dezenformasyon gerçek olay ile haber anlatısı arasındaki süreçte kendisini göstermektedir. Dezenformasyon; haberlerin hazırlanışı, izleyicilere sunuluşu ve sonrasında toplumsal gerçekliğin inşa edilerek kulaktan kulağa dolaşması ile yaygınlaşmaktadır. Dezenformasyonun amacı doğrudan fikirleri değiştirmek değil, bireyleri şüpheye düşürmektir. Oluşturulan veri bulutu içerisinde, varılan her yargıyı kuşkuda bırakmak ve hakikati saptırmaktır. Dezenformasyon sürekli tekrar edildiğinde enformasyonu geçersiz kılmaktadır. Bu durumda dezenformasyonun anlamı esas olarak hakikatten sapma olduğu gibi, sürekliliğin ve tekrarın beraberinde getirdiği bir değersizleştirme politikasıdır. Tüm bu süreçler, dezenformasyona konu kişi veya kuruluşların değersizleştirilmesinin dışında bilgi akışını sağlayan ve demokrasinin dördüncü gücü olarak görülen basın ve medyaya olan güvenin sarsılmasına da sebep olabilir. Basının güvenilirliğinin yara alması, kurum ve kuruluşların değersizleştirilmesinden çok daha vahim sonuçlara yol açabilir. Kaynağından emin olunmayan, varsayım niteliğindeki haberlerin kesin bir dille izleyicilere aktarılmasının habercilik güvenilirliğine verdiği zararın haricinde sosyal medyada hızlı bir şekilde yayılarak toplumda paniğe, kaosa ve demokratik karar sürecinin sağlıklı ilerleyememesine sebep olabilir. Kamuoyunun medyaya olan güvenini sarsmamak adına bu hususa dikkat edilmesi gerekmektedir.
Yayıncılık ilkeleri gereği, görülmekte olan bir dava veya yürütülmekte olan bir soruşturma hakkında, hukuka aykırı bir karar verilmesi veya bir işlem tesis edilmesi ya da gerçeğe aykırı beyanda bulunulmasına sebep olabilecek şekilde, yargılama tarafsızlığını etkileyen ve adil yargılanma hakkına zarar veren yayınlar ile söz konusu davanın ya da soruşturmanın akışını etkileyecek şekilde haber yapılmamalıdır. Terör örgütleri ve terör yanlıları haklıymış gibi gösterilmemelidir. Programa konuk olan kişilerin veya üçüncü kişilerin kişilik haklarını ihlal eder nitelikte veya bir toplumsal grup aleyhine ifadeler kullanılması hâlinde, bu durumda programın sunucusu veya moderatörü tarafından müdahale edilmeli ve gerekli açıklamalar yapılmalıdır. Yargı ile ilgili haberler yapılırken suç ve suçlu övülmemeli, suçlu kahramanlaştırılmamalı, yüceltilmemelidir.
İşlenen suçun veya işlediği suç sebebiyle bir kişinin övülmesi hâlinde, işlenen fiilin haksızlık içeriğinin toplumun gözünde zayıflaması veya ortadan kalkması söz konusu olabilecektir. Fiilin meşru gösterilmesi, bu fiile karşılık olarak verilen cezanın adil olmadığı algısını da beraberinde getirecektir. Bu durumda toplumda bu fiillerin işlenmemesi yönünde oluşturulmaya çalışılan irade sarsılabilecek ve toplumun genel olarak suç işlemesinin engellenmesi amacına ulaşmada başarısız olunabilecektir. Bu bakımdan suçun veya işlediği suç sebebiyle bir kişinin övülmesi hâlinde, cezalandırma ile amaçlanan genel önleme etkisine ulaşılması zorlaşacaktır. İşlenen suç sebebiyle mağdur olan kişi, suçun ya da kendisine karşı suç işleyen kişinin övülmesi hâlinde toplum nezdinde uğradığı haksızlığın kabul görmediği ve hatta mağdur olmasının doğru bir şey olduğu yönünde bir düşüncenin mevcut olduğunu bilecektir. Mağdurun, yaşadığı mağduriyetin muhataplarınca anlaşılmayacağını düşünmesi ise oluşturulmaya çalışılan uzlaşma ortamı için olumsuz bir etki yaratabilecek, böylece toplumda oluşturulmak istenen barış ortamının sağlanması güçleşebilecektir. Bu açıklamalar ışığında, "suçun ve suçlunun övülmesinin" cezalandırılmasıyla ulaşılmak istenen amaçlar bağlamında, hem fail hem mağdur hem de toplum üzerinde olumsuz etkiler meydana getirecektir.
Gazetecilerin dezenformasyona yol açabilecek ifadeler kullanması, demokratik bir toplum için ciddi sonuçlar doğurabilecek etik dışı bir davranıştır. Farklı suçlardan hüküm giyen ya da yargısal süreci devam eden kişi veya kişileri "rehine" olarak adlandırmak, hukuki bir süreçle ilgili değildir. "Rehine" terimi, bir kişinin zorla alıkonulduğu veya tehdit edildiği bir durumu ifade eder. Bu nedenle, farklı suçlardan hüküm giymiş bir kişiyi rehine olarak adlandırmak, ifadeyi yanlış veya yanıltıcı bir şekilde kullanma riskini taşır. Ayrıca, bu tür bir ifade, kamuoyunu etkilemeye yönelik bir amacı gerçekleştirmek için kullanılabilir ve bu da hukukun tarafsız işleyişine zarar verebilir. Terör suçlarından hüküm giymiş kişileri "rehine" olarak tanımlamak, kişinin eylemlerinden sorumlu olmadığını veya mahkumiyetinin bir şekilde haksız olduğunu ima edebilir. Yasal süreçleri ve mahkemede sunulan kanıtları küçümseyebilir. "Rehine" terimini kullanmak, bireyi failden ziyade mağdur olarak çerçeveleyen bir siyasi mesaj verme biçimi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çerçeveleme, kişiye sempati toplamak veya belirli bir anlatıyı ilerletmek için de kullanılabilir. Terimlerin seçimi, etiketleme ve dilin kullanımı, toplumdaki algıları derinlemesine etkileyebilir ve farklı bir bakış açısı oluşturabilir. Bu tür durumlarla ilgili yorumlarda medya kuruluşları ve gazeteciler dikkatli bir dil kullanımına özen göstermeye çalışmalı ve terimleri seçerken tarafsızlık ve doğruluk prensiplerine sadık kalmalıdır. Suçlu bir kişinin suçlarına atıfta bulunulurken doğru ve kesin ifadelerin kullanılması gereği vardır. Hukuk sistemine saygı göstermek, tarafsızlık ilkesini korumak ve doğru bilgi aktarmak, etik gazetecilik ve iletişim standartları açısından önemlidir. Aynı şekilde gerçekleri doğru bir şekilde sunup verilen kararları bağlamından koparmadan değerlendirmek gerekir. Yargıya yönelik eleştirilerin objektif, gerçekçi ve hukuki temellere dayandırılması gerekir. Yargı ile ilgili yapılan eleştiriler nesnellikten uzaklaşılıp, tarafların menfaatlerine, siyasal saiklere, ideolojik ön kabullere göre şekillenmemelidir. Yargının saygınlığının zedelenmesi durumu ortaya çıktığında, bunun sonucu olarak başta adalete olan güven duygusunun sarsılması ile birlikte huzur ve barışın sağlanması zorlaşır. Bu bakımdan, yargıyı zaafa düşürecek maksatlı eleştirilerden özenle kaçınılması gerekmektedir. Gazetecilikte "suçluluğu kanıtlanana kadar herkes masumdur" ilkesini korumak önemli olmakla birlikte, haberciliği gerçeklere, kanıtlara ve adalete bağlılığa dayandırmak da aynı derecede önemlidir. Gazeteciliğin, terör suçundan hüküm giyenler de dâhil olmak üzere herhangi bir kişi veya olay hakkında haber yaparken ya da yorumda bulunurken objektiflik, denge ve doğruluk için çaba göstermesi gerektiğini kabul etmek esastır. Ancak, gazetecilerin teröre destek suçundan hüküm giymiş bir kişiyi yeterli kanıt olmadan masum olarak göstermesi veya taraflı bir anlatı sunması uygun kanıtlar olmaksızın bu kişinin masum olarak gösterilmesi yapılan eylemlerin ciddiyetini azaltabilir. Bu temel ilkelere bağlı kalmamak yapılan eylemlere dolaylı yoldan katkı sunmak anlamına gelmektedir.
Medya kuruluşları, toplumun bilgilendirilmesi ve kamuoyu oluşturulması konusundaki sorumluluklarını yerine getirmelidir. Ancak bu süreçte tarafsızlığı korumak önemlidir. Gazetecilik etiği ve standartlara uygun davranmak, haberin doğru bir şekilde sunulmasını ve toplumun güveninin kazanılmasını sağlar. Eleştirilerin doğru, güvenilir ve gerçekçi olması gerekmektedir. Ayrıca eleştirilerin hukuki temellere dayanması da oldukça önemlidir. Ancak İhlale konu yayında, "Hani Tolga Şirin hoca hep bir bu programa geldiği zaman bir şey söylerdi. Bir rehin siyasetinden bahseder.", “..., Selahattin Demirtaş bir rehindir, Gültan Kışanak bir sürü kişi bir rehin.” şeklindeki açıklamalarla hüküm giymiş/yargılaması devam eden kişiler ile ilgili olarak tarafsızlık ve gerçeklik unsurları ihlal edilip subjektif bir değerlendirme yapılarak "rehine" ifadesiyle durum tespiti yapılırken, bağımsız mahkemelerin verdikleri kararlar sonucu mahkum olan ya da davası devam eden kişiler ile ilgili eleştirilerin tarafsız ve dengeli bir bakış açısıyla yapılmadığı, terör suçlarından hüküm giymiş kişiler ile ilgili olarak yargısal sürece yönelik eleştirilerde nesnel bir perspektiften hareket edilmediği, dolayısıyla teröre destek suçundan hüküm giymiş bir kişiyi yeterli kanıt olmadan masum olarak göstermesi veya taraflı bir anlatı sunması uygun kanıtlar olmaksızın bu kişinin masum olarak gösterilmesinin kamusal sorumluluk anlayışı ile bağdaşmadığı kanaatine varılmıştır.
Bu nedenlerle mezkur yayında, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (t) bendinin ihlal edildiği sabit görülmüştür.
Bu itibarla;
6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (t) bendinde yer alan; “Terör eylemini, faillerini ve mağdurlarını terörün amaçlarına hizmet edecek sonuçlar doğuracak şekilde sunamaz.” ilkesinin ihlali nedeniyle;
6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Bu Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (d), (f), (g), (ğ), (h), (n), (ö), (s), (ş) ve (t) bentlerindeki yayın hizmeti ilkelerine ve aynı maddenin dördüncü fıkrasına aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara, ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde ikisinden beşine kadar idarî para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz. Ayrıca, idarî tedbir olarak, ihlale konu programın yayınının beş keze kadar durdurulmasına, isteğe bağlı yayın hizmetlerinde ihlale konu programın katalogdan çıkarılmasına karar verilir. İhlalin mahiyeti göz önünde bulundurularak, bu fıkra hükümlerine göre idarî para cezası ile birlikte idarî tedbire karar verilebileceği gibi, sadece idarî para cezasına veya tedbire de karar verilebilir.” hükmü uyarınca, idari para cezası uygulanması gerektiği,
a) İhlalin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği tarihi itibariyle kuruluşun Ekim 2023 ayına ait ticari iletişim gelir beyanının 16.521.206,17 Türk Lirası olduğu değerlendirilerek, yüzde üç oranı (%3) 495.636,00 Türk Lirası İDARİ PARA CEZASI UYGULANMASINA,
b) İdari para cezasının tebliğinden itibaren bir ay içerisinde, Üst Kurulun T.C. Ziraat Bankası Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Tek İdare Tahsilat Alt Hesabı TR46 0001 0017 6200 9999 9955 88 no’lu hesabına “6112 sayılı kanunun 32’nci maddesine göre ödenen para cezasıdır” şerhiyle ödenmesi gerektiğinin veya 6112 sayılı kanunun 32’nci maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca, tebliğden itibaren en geç onbeş gün içerisinde Ankara İdare Mahkemelerinde dava açılabileceğinin, dava açma süresi (onbeş gün) içerisinde peşin ödeme yapılması halinde, 5326 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca cezanın dörtte üçünün tahsil edileceğinin ve taksitlendirme talebinde bulunulabileceğinin, peşin ödemenin kanun yoluna müracaat hakkını engellemeyeceğinin, en geç 1 aylık süre içerisinde ödenmeyen idari para cezasının, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Hazine ve Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairesine gönderileceğinin bildirilmesine,
c) 6112 sayılı Kanun'un 32’nci maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “ (…) 8’inci maddenin birinci fıkrasının (a), (b) ve (d) bentleri dışındaki bentlerini, aynı maddenin ikinci fıkrasını ve bu Kanunun yayın hizmetlerinde ticari iletişimi düzenleyen hükümlerinden herhangi birini yaptırım kararının tebliğinden itibaren bir yıl içinde yirmiden fazla ihlal eden medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayını beş güne kadar durdurulur. Bir yıl içinde aynı ihlalin tekrarı halinde, medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınının beş günden on güne kadar durdurulmasına; ihlalin ikinci tekrarı halinde ise yayın lisansının iptaline karar verilir. Programlarının yayını veya yayınları süreli durdurulan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yaptırım kararının tebliğine rağmen kararın gereklerine aykırı olarak yayınlarına devam etmesi halinde yayın lisansının iptaline karar verilir.” hükmü uyarınca işlem tesis edileceği hususunun yapılacak tebligatta bildirilmesine,
Üst Kurul Üyesi Dr. Necdet İPEKYÜZ, Tuncay KESER ve İlhan TAŞÇI’nın karşı oyları ve oy çokluğu ile karar verildi.
Toplantıya Ait Şerhler
Üst Kurulun 28.12.2023 tarih, 2023/51 sayılı toplantısında alınan 41 No’lu karara karşı oy yazısı.
Tuncay KESER Şerhidir.