İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 15.11.2023 tarih ve 567 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 10,11.10.2023 tarihlerinde saat 21:02 ve 00:00’da yayınlanan "Kayda Geçsin" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 10,11.10.2023 tarihlerinde saat 21:02 ve 00:00’da canlı olarak yayınlanan, sunuculuğunu Şule Aydın’ın sunduğu; Timur Soykan ve Murat Ağırel’in de katılım sağladığı "Kayda Geçsin" isimli programda konuk Timur Soykan tarafından; “Baktığımızda her yerde aynı çürümenin etkilerini görüyoruz ve bir Mersin olayı var. Mersin olayını da şöyle çok kısacık anlatacağım. 15 Mart 2022'de Çağrı Ünel, Sinan Ateş'e yakın bir isimdi. Sinan Ateş'e yakın olan bu isme Adana ve çeşitli bölgedeki ülkü ocaklarından bir grup saldırdı, bıçaklarla saldırdılar. Çağrı Ünel silah çekti, ateş açtı Emrullah Kaplan'ı öldürdü. Ülkü Ocaklarından bir genç ve bu olay üzerine Sinan Ateş'i suçlayan açıklamaları şu anki Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım yaptı. Sinan Ateş MHP'de ciddi bir siyasi kariyer düşünüyordu kendisine, bunun için faaliyetler yürütüyordu. Ülkü Ocaklarının eski ismi Çağrı Ünel'in de arasında olduğu isimlerle faaliyetler yapıyordu ve Ahmet Yiğit ve diğer Ülkü Ocakları üyeleri tarafından çok ciddi hedef gösteriliyordu. Öldürülmeden hemen önce hakkında bedelini ödeyeceğine dair çok ağır tehditler olan açıklamaları da görmüştük ve Mersin'deki olay, Mersin'deki olayın aslında Sinan Ateş'in ölümüne de giden olaylar zincirinin bir halkası olduğu düşünülüyor. Mersin'de şunu unutmamak gerekiyor. Mersin her zaman Ülkü Ocakları açısından karanlık ve bu olayın bütününde uyuşturucu iddialarına da bu konunun gittiğine dair yani uyuşturucu Mersin Limanı bir anlamıyla oradaki uyuşturucu ile ilgili iddiaların da bu dosyanın genelinde iddia olarak altını çiziyorum iddia olarak yer bulduğu bir konu. Yani ortada bir gerçek var koskocaman siyasi bir cinayet; Türkiye'nin tarihindeki en karanlık olaylardan bir tanesi geçmişteki gibi 10 Ekim özellikle onun da altını çizmek lazım, yüzlerce yüz insanımızı kaybettiğimiz o terör saldırısının olduğu gün, bir siyasi cinayet daha ve bu siyasi cinayetin karanlığında da maalesef çıkmış görünmüyoruz şimdilik. Hala bir iddianame yok ama bir iddianame de umarım umarım bütün bu soruların onu kim azmettirdi Doğukan Çip'i kim azmettirdi? Tolgahan Demirbaş nasıl kurtuldu? Sahte tutanağı hangi polisler düzenledi. Sahte tutanak düzenlemek büyük suç veya var olan tutanağı kimler yok etti bütün bu soruların cevabını bulacağımız bir iddianame olması gerekiyor” şeklindeki ifadeleri nedeniyle, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan; "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde alınan karara katılmadım.
Sinan Ateş’in, 30 Aralık 2022 tarihinde Ankara’da silahlı saldırıya uğrayarak öldürülmesi; vurulan şahsın siyasi kimliği dolayısıyla olayın siyasi bir cinayet olarak değerlendirilmesi, cinayetin işlendiği yerin başkentin göbeği olması, soruşturma sürecine ilişkin tartışmalar gibi faktörler nedeniyle, medyanın bu konuyu yakın takibe almasına ve gazeteciler tarafından cinayet öncesi ve sonrası yaşananların ayrıntılı olarak incelenmesine yol açmıştır.
Söz konusu programda, “Sinan Ateş Cinayeti” başlıklı konu, saat 00.22.00’de başlamış, 21 dakika 55 saniye sürmüş, cinayet öncesinde ve sonrasında meydana gelen olaylar zinciri; “Cinayet Ekibi/ İstanbul Bağlantıları/ Ankara Bağlantıları ve Mersin Olayı” şeklindeki ayrı başlıklar halinde ekrana getirilmiştir.
Sinan Ateş cinayetine ilişkin bölümün, 4 ana başlık halinde işlendiği ve diğer bölümlerde “Cinayetin Ankara Bağlantıları, İstanbul Bağlantılarına” dikkat çekilmiş, ancak yaptırım “Mersin Olayı” başlığının kullanıldığı bölüm için uygulanmıştır.
Gazeteci Timur Soykan’ın, yaptırım uygulanmasına konu ifadeleri, ,“(Emrullah Kaplan'ın öldürülmesi üzerine) …bu olay üzerine Sinan Ateş'i suçlayan açıklamaları şu anki Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım yaptı. Sinan Ateş MHP'de ciddi bir siyasi kariyer düşünüyordu kendisine, bunun için faaliyetler yürütüyordu. Ülkü Ocaklarının eski ismi Çağrı Ünel'in de arasında olduğu isimlerle faaliyetler yapıyordu ve Ahmet Yiğit ve diğer Ülkü Ocakları üyeleri tarafından çok ciddi hedef gösteriliyordu. Öldürülmeden hemen önce hakkında bedelini ödeyeceğine dair çok ağır tehditler olan açıklamaları da görmüştük ve Mersin'deki olay, Mersin'deki olayın aslında Sinan Ateş'in ölümüne de giden olaylar zincirinin bir halkası olduğu düşünülüyor” şeklindedir.
Üst Kurul, “Ahmet Yiğit Yıldırım'ın tehditler içeren açıklamaları olduğunu belirterek, söz konusu cinayetle ilgisi olabileceğini ima etmiştir. Nihayetinde Soykan, Sinan Ateş'in öldürülmesine neden olan olaylar zincirinde Ahmet Yıldırım'ın da bir parça olduğunu ifade etmiştir.” Gerekçe göstererek yaptırım uygulamıştır.
Hem Uzman Raporunda hem de Kurul Kararında, “ima etmiştir” üzerine temellendirilen, devamında da “ima yoluyla ifade etmek” gibi subjektif bir değerlendirmeyle uygulanan cezai yaptırım, ayrıca Uzman raporunda ek olarak, “iddiaların gerçekmiş gibi gündeme getirilmesi” ve “ağırlıklı olarak iddia makamının görüşlerine yer verilmesi” gibi kriterlerle dayandırılmıştır.
Bilindiği üzere; medyanın, özellikle üstün kamu yararı gerektiren durumlarda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunmakta ve bu haklar, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunmaktadır. Ayrıca AİHM kararlarının da toplumsal yararın yüksek olduğu konulara ilişkin tartışmalarda, basın özgürlüğüne daha güçlü koruma sağladığı bilinmektedir.
Toplumsal vicdanı yaralayan böylesi bir cinayet olayında, gazetecinin görevi; gerçeklerin ortaya çıkarılabilmesi, olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi için soru sormak ve yanıt aramaktır. Gazeteci Timur Soykan’ın söz konusu programdaki konuşması bütünüyle değerlendirildiğinde; Sinan Ateş cinayeti sürecinde yaşananların, kişi ya da kurumlar doğrudan hedef alınmadan, kesin bir dille suçlanmadan ortaya konulmaya çalışıldığı görülecektir. Bu çerçevede de; gerek Kurul Kararı gerekse de Kurul kararına dayanak olan uzman raporunda yer alan “Nihayetinde Soykan, Sinan Ateş'in öldürülmesine neden olan olaylar zincirinde Ahmet Yıldırım'ın da bir parça olduğunu ifade etmiştir.” Söylemler gerçeği yansıtmamaktadır. Programda; böylesine kesin ve somut bir ifade ya da suçlama cümlesi bulunmamaktadır. Bu yönüyle de yapılan değerlendirmelerin, ifade ve basın özgürlüğü sınırları içinde kaldığına kuşku yoktur.
Ayrıca, gerek şikâyet dilekçesinde, gerekse Uzman Raporu ile Kurul Kararı’nda, şikâyetçiye ilişkin hangi suç isnadının yapıldığına, hangi iftiranın atıldığına ilişkin bir saptama da bulunmamaktadır. Bu doğrultuda; bir gazetecinin, henüz tüm yönleriyle aydınlatılmamış bir cinayet olayına ilişkin, program esnasındaki sorgulamalarının, somut bir gerekçeye dayanmayan, “ima edildi” veya “iddialar gerçekmiş gibi gündeme getirildi” gibi öznel bir yaklaşım sergilenerek, Uzmanın düşünce ve duygularına dayanan subjektif kriterlerle cezalandırılması, hem gücünü Anayasa’dan alan basın ve ifade özgürlüğüne, hem de 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, “Üst Kurulun görev ve yetkilerini” belirleyen birinci fıkrasının, (a) bendinde yer alan; “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” hükmüne aykırıdır.
Yayının bu bölümünün tamamına baktığımızda; cinayet sonrasında ortaya çıkan somut delillerle, bu deliller ışığında kamuoyuna yansıyan tartışmaların dile getirildiği ve “iddia” niteliğinde olduğunun sıklıkla vurgulandığı, hatta bir bölümde; “Meslektaşlarımızın Adliye koridorlarında topladığı bilgilere göre…” ifadesinin kullanıldığı görülmektedir. Dolayısıyla; kamuoyunda var olan iddiaların dile getirildiği ve iddia olduğunun sıklıkla vurgulandığı bir yayında, bir kişinin “suçlu ilan edilmesi veya suçluymuş gibi gösterilebilmesi” ihtimalinin de bulunmadığı ortadadır. Bilindiği üzere, medyanın, “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi hem asli görevleri, hem de gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir.
Toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren konularda, kişi ya da kuruluşların doğrudan suçlanmadığı, suçlu ilan edilmediği yayınlara yaptırım uygulanması, adli konularda yapılan tüm haber ve yorumlarla ilgili soru işaretleri oluşturacak, bugünlerde neredeyse her gün yayınlanan ve halkı uyarıcı nitelikte olan “dolandırıcılık” ve “fon vurgunu” gibi haberleri yapmak güçleşecektir.
Basının en temel işlevinin, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmak olduğu göz önüne alındığında; söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
Mersin’de gerçekleşen söz konusu olay sonrasında, Ahmet Yiğit Yıldırım, bu konuda sosyal medyadan; “Ülkü Ocakları mensubu kıymetli Ülküdaşım Emrullah Kaplan Mersin’de uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Bu alçak saldırıyı azmettirip destek olan tüm odaklardan hukuki süreci de yakından takip ederek her türlü hesabı en ağır şekilde soracağız…'' şeklinde bir açıklama yapmıştır. https://twitter.com/ayyildirim1/status/1504002602371067904
Danıştay 13. Dairesi’nin, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun bir yaptırım işlemine ilişkin aldığı Esas No: 2022/458, Karar No: 2023/1067 sayılı kararı; somut olayın ve Kurul çoğunluğunun ihlal edildiğini kabul ettiği 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde düzenlenen "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz." ilkesinin değerlendirilmesi açısından yön gösterici niteliktedir:
Habertürk logolu yayın kuruluşun 19.02.2020 tarihli “Akşam Haberleri” yayınında, “Kırklareli eski Valisi O.Ç. eski sevgilisi darp etti” başlıklı habere yer verilmesi üzerine, haberde adı geçen O.Ç. yayını RTÜK’e şikâyet etmiştir. Üst Kurul, 14.05.2020 tarih ve 2020/15 nolu oy çokluğuyla alınan kararla, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin ihlal edildiği gerekçesiyle yayıncı kuruluşa “uyarı” yaptırımı uygulamıştır.
Yayıncı kuruluş konuyu yargıya taşımış, Ankara 10. İdare Mahkemesi ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi, yaptırım kararında hukuka aykırılık bulmamış, ancak Danıştay 13. Dairesi, kararı RTÜK aleyhine bozmuştur. Danıştay 13. Dairesi’nin Esas No: 2022/458, Karar No: 2023/1067 ve 08.03.2023 tarihli kararının sonuç bölümü şöyledir:
“... eski Kırklareli Valisi O.Ç.’nin bir dönem birlikte olduğu M.Ö.’yü ormanlık alanda dört kişi ile birlikte darp ettiği iddiasıyla ilgili yapılan haberde eski Vali hakkında 18 yıl hapis istemiyle dava açıldığının belirttiği, olaya ilişkin açıklamaların ‘iddiaya göre’ ve ‘ileri sürülmüştü’ gibi ifadeler ile kesin olmayan bir dille aktarıldığı, haber içeriğinde M.Ö.’nün beyanlarının yanı sıra O.Ç.’nin basın açıklamasına da yer verildiği, haberin bahse konu olay ile ilgili kovuşturma evresine geçilmesi üzerine yapıldığı, ...hakkında haber yapılan kimsenin topluma mal olmuş kişiliği de dikkate alındığında, olayın aktarılmasında öz ile biçim arasındaki dengenin sağlandığı, O.Ç.’nin suçlu ilan edilmediği, kullanılan ifade biçiminin haberin gerektirdiği ölçüde olduğu, yapılan haberin ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, dolayısıyla söz konusu programda, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin ihlal edilmediği anlaşıldığından, dava konusu Üst Kurul kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.”
Danıştay kararına konu olayda olduğu şekliyle; oy çokluğuyla yaptırım uygulanan “Kayda Geçsin” programında geçen konuşmalarda da, hiç kimse suçlu ilan edilmemiş, Sinan Ateş cinayeti sürecindeki kimi olaylar; iddia ve düşünce olarak ortaya konulmuştur. Yapılan değerlendirmeler, ifade ve basın özgürlüğü kapsamı içindedir.
Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 nolu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı; gazetecilerin kimi iddiaları gündeme taşıması ve yanıt araması faaliyetinin çerçevesine ilişkin örnek niteliğindedir.
Adıyaman’ın Gerger İlçesi’nde yapılan ihalelerle ilgili dönemin İlçe Kaymakamı’na yönelik gündeme getirdiği iddialar nedeniyle yargılanan Gazeteci Ö.B., ceza alması üzerine ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Yargılama sonucunda da gazetecinin ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği hüküm altına alınırken, Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde şu görüşler yer almıştır:
“...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığı ile doğru ve güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).
Dolayısıyla bir gazeteci olarak başvurucu, kaymakam hakkında bir soruşturma açılmasını değil onun birtakım işlem ve davranışlarının toplum nezdinde sorgulanmasını amaçlamaktadır. Dahası ilk derece mahkemesi başvurucunun hukuka aykırı fiili işlemediğini bildiği hâlde müştekiye isnat ettiğini de kesin delillere dayalı olarak ve her türlü şüpheden uzak bir biçimde gösterememiştir.”
Gerek RTÜK’ün benzer konudaki yaptırım kararıyla ilgili Danıştay kararı gerekse de Anayasa Mahkemesi’nin gazeteciliğin çerçevesine ilişkin kararı birlikte dikkate alındığında, oy çokluğuyla alınan yaptırım kararının ifade ve basın özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı kuşkusuzdur.
Yukarıdaki örnek kararlardan da anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği, bu bağlamda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, gerekse Anayasa Mahkemesi kararlarında, ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Uzman Raporuna dayanan Üst Kurulun yaptırım kararına konu edilen ifadelerde, kişi ya da kurumların doğrudan hedef alınmadığı, kesin bir dille suçlama yöneltilmediği, programda kimsenin suçlu ilan edilmediği gerçeği ortadayken yayın kuruluşuna yaptırım uygulanmasının “Basın ve ifade özgürlüğünü de” yok sayacağı gerekçesiyle katılmadım. 22.01.2024