İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 15.11.2023 tarih ve 570 sayılı yazısına konu Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 10,11.10.2023 tarihlerinde saat 20:01’de yayınlanan "18 Dakika" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 10,11.10.2023 tarihlerinde saat 20:01’de yayınlanan, Merdan Yanardağ ve Prof. Dr. Emre Kongar’ın birlikte güncel, ekonomik ve siyasi konuların değerlendirdiği "18 Dakika" adlı yorum programının
10.10.2023 tarihinde yayınlanan bölümünde geçen diyaloglarda “...büyük bir büyük bir İslamcı, faşizan bir ittifak var, bir blok var. Demokrasi karşıtı, patrimonyal sultanizm denilen rejimi onaylayan bir ittifak var…Devleti ele geçirmiş olan…Devleti ele geçirmiş olan…Ama şunu söylemek istiyorum ya bütün emeklilere verin bu ikramiyeyi ya da sadaka olarak vermeyin…bir iftiranın arkasına takılan da bir nüfusta var. Türkiye’de nüfusun bir kesimi, toplumun bir kesimi bu yönetimi fazlasıyla hak ediyor. Bundan hiç kuşku yok, hiç kuşku yok. Kendileri için mücadele eden insanları harcayan bir, harcayan bir ne diyelim derin bir cehalet ve karanlık içinde bir kesim var… Sosyal Yardımlaşma Vakfı’ndan üç kuruş sosyal yardım almak için sadaka bekleyen insanlar için mücadele ettik. Bizim arkadaşlarımızın hepsi öyle, hepsi öyle. Biz sizin için mücadele ettik.”,
11.10.2023 tarihinde yayınlanan bölümünde geçen diyaloglarda ise “Yani demokratik yollardan bu zorbalık rejiminin, bu patrimonyal sultanizm denilen benim İslamofaşist demeyi tercih ettiğim yani dinci bir gericiliğe dayalı faşizan bir rejimdir benim tanımladığım, tarif ettiğim… Rejime karşı mücadelenin demokratik yollardan yürütülebileceğine dair bir inanç yitimi var… Türkiye’de adil, demokratik, güvenilir bir seçim yapılamıyor… o tarihten sonra her seçimde bir yolsuzluk, oyların çalınması, usulsüzlük, oy kaydırma vesaire gibi bir dizi sorunu tartışıyoruz…2015 7 Haziranından sonra sokağın terörize edilmesiyle birlikte iktidara yeniden altı ay sonra el kondu… Seçimlerde kara propagandayı kullanmış, hile yapm... iftira atmış iftira atmış, hile yaptığı iddiaları var, yalan söylemiş, montaj videolar devreye sokulmuş ve bu itiraf edilmiş en yetkili ağızdan…Övülmüş, övülerek...Ona rağmen biz dönüp dönüp muhalefeti vuruyoruz. Önce bunu tartışmak lazım. İktidarın ahlaki ve siyasal meşruiyetini sorgulamak gerekiyor…” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; “Yayın hizmetleri… kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara, karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Medyanın görevi halkı ilgilendiren tüm konularda, sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu çerçevede; medyanın toplumsal meseleleri sorgulama ve iktidarın hesap vermesini sağlama görev, hak ve sorumluluğu bulunduğu, bu görev ve hakkın, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında olduğu kuşkusuzdur.
1- Tele 1 logolu hizmet sağlayıcıda 10,11.11.2023 tarihinde yayınlanan “18 Dakika” isimli programda; Türkiye gündeminde önemli yer tutan “CHP’nin kurultay süreci” ile çalışmayan emeklilere “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ikramiyesi” olarak tek seferde 5 bin TL verilmesi ile ilgili tartışmalar ele alınmıştır.
Ancak; Uzman raporu ve Uzman raporunu dayanak alan Üst Kurul kararında; yaptırıma gerekçe gösterilen, Dr. Merdan Yanardağ’ın yukarıda belirtilen ifadeleri ile “patrimonyal sultanizm” söylemini, ilk ve hangi açıklamalar öncesi ve sonrası kullandığına ilişkin bölümün deşifresinin, raporda yer almadığı dikkati çekmiştir.
Söz konusu ifadelerin öncesi ve sonrasında yapılan açıklamalara yer verilmeden, bölünerek ya da seçilerek bağlamından koparılarak hazırlanan Uzman raporuna dayalı verilen yaptırım kararı, hakkaniyete uygun olmadığı gibi; basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı bir sonuç doğuracaktır.
Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için, ifadelerin geçtiği konuşma ya da yazılı metinlerin bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi zorunluluktur.
Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar)
https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. Tarihi:19.01.2024)
Bu çerçevede, bağlamın doğru anlaşılabilmesi için ilgili bölümün deşifresinin bütününe bakılması yerinde olacaktır. Uzman raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararında yer almayan bölüme dair eksik deşifre şöyledir:
-10.11.2023 tarihli yayın-
“Dr. Merdan Yanardağ: “(20.05.50) Cumhuriyet Halk Partisi bir kurultaya, bir kurultay yaklaşıyor. İstanbul Kongresi de yapıldı… Kongre sonunda yapılan konuşmalarda 'bizim kurultaylarımızın kongrelerimizin kaybedeni yok dendi… Ama CHP’nin bu Kurultay sürecinden yenilenerek çıkması, kendi tarihsel ve devrimci temellerinde halkçı ve kamucu bir perspektifle kendi siyasal kimliğini yeniden ve kendi örgütsel yapısını yeniden üretmesi gerektiği açık... CHP’den bahsediyoruz. Türkiye’nin kurucu partisinden söz ediyoruz. O bakımdan CHP’deki tartışma herkesi ilgilendiriyor. Toplumun bütün kanat kesimlerini ilgilendiriyor… Kurucu parti ve o partinin nasıl evrileceği bu ülkenin gündeminde olacak… Ben bu değişim tartışması… Hangi yönde gelişirse gelişsin, kim kazanırsa kazansın CHP için bunun bir sağlık işareti olduğunu görüyorum ve bu Türkiye’ye örnektir. Bakın CHP'de bu tartışma yapılabilir. Sıkıysa AKP’de yapın bu tartışmayı. Denecek ki ‘orada başarı var’ Hayır, yok öyle bir şey. Başarı ile alakası yok ki. Bir kişiyi ila nihayet, ömrünün sonuna kadar bir ülkenin, bir partinin başında tutmak bir patrimonyal sultanizm diyebileceğimiz bir rejimi inşa etme girişimi. Bunu kimse bizi demokratik bir tavır, demokratik bir zemin, demokratik bir tutum olarak yutturmaya kalmasın. Yok, böyle bir şey…”
Deşifre edilen metinde de görüleceği gibi; Dr. Merdan Yanardağ bu bölümde, hem CHP yönetiminin değişim sürecine yönelik, hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Ağustos 2001 tarihinde kurduğu ve halen Genel Başkanlığını sürdürdüğü AK Parti’nin politikalarına ilişkin, eleştirel değerlendirmelerde bulunmaktadır.
Gazeteci Dr. Merdan Yanardağ’ın eleştirilerinde ve açıklamalarında yer alan; bir ittifakı oluşturan partilerin, politikaları ve siyasi söylemleri üzerinden yaptığı tanımlamalar da ihlal teşkil etmemektedir. Bu kapsamda; kullanılan ifadelerin anlam bütünlüğüne ve konuşma esnasındaki bağlamına bakılması gerekmektedir.
Faşizm; Türk Dil Kurumu tarafından “1. İsim. İtalya'da 1922-1943 yılları arasında etkinliğini sürdüren, meslek kuruluşlarına dayanan, devlet sınırlarını genişletmeyi amaçlayan, yetkinin, tek partinin elinde toplandığı düzen; faşistlik.
2. İsim. Demokratik düzenin yerine aşırı bir ulusçuluk ve baskı düzeni kurmayı amaçlayan öğreti; faşistlik. ” şeklinde tanımlanmaktadır.
Patrimonyalizm; 20 yy.'da Max Weber (ö. 1920 ) tarafından rasyonel-hukuki otoritenin aksine geleneksel otoriteye dayanan bir ideal tip çerçevesinde tanımlanmış geniş kapsamlı bir meşru siyasi yönetim şeklidir. Weber'e göre aile içi ataerkil otorite, atakerkiye dayalı patrimonyalizmin de temelini oluşturur. Ataerki (patriarki) ve hükümdarların aile içi idaresinden kaynaklanan bu yönetim şeklinde, hükümdarın otoritesini sınırlayan bir kamu-özel alan ayrımı yoktur. Devlet, hükümdarın şahsıyla özdeşleşmiştir ve onun kendi ailesini yönetim şekli aynı zamanda hiyerarşik kamu yönetiminin de temelini oluşturur. https://ansiklopedi.tubitak.gov.tr/ansiklopedi/patrimonyalizm (E.T.:19.01.2024)
Patrimonyal sultanizmi akademisyen Prof.Dr. Ersin Kalaycıoğlu, “…Sonuçta ortaya modern kılıklı geleneksel bir rejim, neo-patrimonyal sultanizm çıktı… Beş özelliği var, beşi de Türkiye’de mevcut. Birincisi kuvvetler ayrılığının tersi olarak hükümet ve devlet arasındaki farkların bulanıklaşması. Yasamanın hiçbir etkinliğinin olmaması, iktidar partisinin hem hükümete hem de devlete hâkim olmasıyla bir tür parti devletinin oluşması… İkincisi, kişiselliğin yönetim üslubuna egemen olması, kurumların kıymetinin olmayışı… Üçüncüsü, mevcut anayasa, yasa ve genel olarak her kuralın seçici olarak uygulanması veya yönetimde hiç kale alınmaması. Dördüncüsü, rejimin toplumsal kökenlerinin zayıflayarak iktidarın merkezileştirilmesi, çoğulculuğun ortadan kaldırılarak devlet ve liderin sınırsız iktidarının kurulması. Beşincisi, ekonominin kurallarının çarpıtılarak ahbap çavuş ekonomisi halinde işlemesi” şeklinde tanımlamıştır. https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/prof-dr-ersin-kalaycioglu-sultanizmde-hesap-verilmez-1881068 (Erişim Tarihi:19.01.2024)”
Görüleceği üzere, faşizm, patrimonyalizm, patrimonyal sultanizm gibi kavramlar, bir siyasi yönetimin tanımlanmasına ilişkindir ve eleştiri sınırları içindedir. Ayrıca; eksik deşifrelerde yer alan konuşmalarla birlikte, anlam bütünlüğü içinde ve bağlamından koparılmaksızın değerlendirildiğinde de, gazeteci tarafından; “patrimonyal sultanizm” kelimesinin kullanım amacının, parti içi demokrasiye ilişkin bir süreci tanımlamak olduğu ve kişi ya da kurumları küçük düşürücü, aşağılayıcı bir yanının bulunmadığı görülecektir. Dolayısıyla; Kurul Kararı’na dayanak oluşturan Uzman raporundaki deşifre, eksik ve bütünlükten uzak bir şekilde ele alındığı için, yanlış bir sonuca varılmış, haksız bir yaptırım kararı ortaya çıkmıştır.
Gazeteci Dr. Merdan Yanardağ’ın bu kapsamdaki görüşlerini daha önce “İslamo-Faşizm” adı ile kitaplaştırdığı da bilinmektedir. Dolayısıyla, bu kavramı kullanırken kastının anlaşılabilmesi için, kitabında bu kavrama yer veriş şekline bakmak da yerinde olacaktır:
“… Bir rejimin temelini tartışılamaz, eleştirilemez, sorgulanamaz ve itiraz edilemez ‘kutsal inançlar’ ve ilkeler oluşturmaya başlamışsa orada demokrasi ve özgürlüklerden söz edilemez. İşte, İslamo-faşist hareketler ve iktidarlar da itiraz edilemez, sorgulanamaz ve tartışılamaz, diğer bir ifadeyle kendinden menkul ‘kutsal’ değerlere dayalı rejimler oluşturur. Siyasal İslamcılık ve faşist ideolojinin, yani dincilik ile aşırı milliyetçilik ve şiddet kültürünün bir sentezi olarak tanımlanabilecek İslamo-faşist hareket, kutsallara dayalı bir siyaset kültürüne dayanır. Böylece, halkın geniş kesimlerinin genel kabullerine dayalı kutsal değerlerin istismarı üzerinden her türden siyasal itirazı bastırır. (s.165)”
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/emre-kongar/merdan-yanardag-islamo-fasizm-2097581 (E.T.:19.01.2024)
Bu çerçevede; Dr. Merdan Yanardağ’ın değerlendirmelerinin, ifade özgürlüğü kapsamında ve eleştiri sınırları içinde kaldığı, ayrıca seçimlere katılacak siyasi partilerin oluşturdukları ittifak içindeki partilere yönelik yaptığı açıklamaların da siyasi eleştiri niteliğinde yorumlar olduğu, söylemlerinin tümünde hakaret, küfür veya argo niteliğinde bir ifade de bulunmadığı görülmektedir.
Ayrıca raporun bir bölümünde de, Dr. Merdan Yanardağ’ın “…ya bütün emeklilere verin bu ikramiyeyi ya da sadaka olarak vermeyin… Sosyal Yardımlaşma Vakfı’ndan üç kuruş sosyal yardım almak için sadaka bekleyen insanlar için mücadele ettik…” şeklindeki açıklamalarında, devlet tarafından ihtiyaç sahiplerine yönelik yapılan yardımların ve sadece çalışmayan emekliye verilen ikramiyenin sadaka olarak ifade edildiği ve bu yardımlardan yararlanan bireylerin, kesimlerin küçük düşürüldüğü ve rencide edildiği iddia edilerek, söz konusu cümle yaptırıma dayanak gösterilmiştir.
Ancak Uzman raporu ve Uzman raporuna dayalı yaptırıma gerekçe gösterilen bölümün tam tersine Dr. Merdan Yanardağ’ın söz konusu açıklamaları dikkatlice incelendiğinde, yapılan sosyal yardımların yetersizliğini ve ikramiye için çalışan/çalışmayan emekli ayırımının yapılmasının hakkaniyetli olmadığını vurguladığı, amacının yardımlardan ve ikramiyeden yararlanamayan kesimi korumak olduğu açıktır.
Nitekim “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, fiilen çalışmayanların dışındaki emeklilere de bir defaya mahsus verilecek 5 bin liraya ilişkin, Meclis’te kabul edilir edilmez çalışmalara başlayacağız. Bütün emeklilerimiz 5 bin lira ikramiyeyi almış olacak dedi” şeklindeki açıklaması; https://www.trthaber.com/haber/ekonomi/bakan-isikhan-butun-emeklilerimiz-5-bin-lira-ikramiyeyi-alacak-816985.html (Erişim Tarihi:19.01.2024), Dr. Merdan Yanardağ’ın “…Bir de bunu çalışan emeklilere vermiyorsun bu büyük bir haksızlık, büyük bir haksızlık.” şeklinde yaptığı eleştirilerde haklı olduğunu ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla söz konusu ifadelerin; toplumun önemli bir kesimini oluşturan emeklilerin sorunlarını dile getirmek amacıyla kullanılan, abartılı ya da kışkırtıcı nitelikde de olsa Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları doğrultusunda korunan basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı açıktır.
Ayrıca, Dr. Merdan Yanardağ’ın seçim usulsüzlüklerine ilişkin ifadeleri de, gerek Uzman raporunda gerek Uzman raporunu esas alan Kurul Kararı’nda ihlal gerekçelerinden biri olarak sayılmıştır. Seçimlerle ilgili iddiaların sıklıkla kamuoyunda tartışıldığı dikkate alındığında, yayıncının sözlerinin olgusal temeli bulunduğu kuşkusuzdur. Olgusal temeli olan bir konuda eleştirel değer yargısı niteliğindeki açıklamalar nedeniyle yaptırım uygulanması, kamuyu ilgilendiren bir konuda serbest tartışmanın yolunun kapatılması, toplumda özgürce kanaat oluşumunu engellenmesi sonucunu doğuracaktır. Bu yönüyle yaptırım kararı haksız, orantısız ve ifade özgürlüğüne aykırıdır.
2- Medya mensuplarının görüşlerini herhangi bir baskı altında kalmadan açık bir şekilde ifade etmesi, özellikle siyasilere yönelik eleştiriler kapsamında, iktidar politikalarının tutarsızlık içeren yönleri hakkında kamuoyunu bilgilendirmesi, basın özgürlüğü anlamında da son derece önemlidir. AİHM’nin Otegi Mondragon v. İspanya Davası’nda, “Kral veya devlet başkanlarına yönelik eleştiri ve haklarındaki görüş açıklamalarında, şiddet, nefret ve tahrik içermedikçe abartmaya izin verilebilir ve provakatif dil kullanılabilir.” şeklinde hüküm verilmesi, ülke yöneticilerine yönelik eleştiri sınırları konusunda yol gösterici niteliktedir.
3- Bilindiği üzere, gazetecilerin görevi, toplumu bilgilendirmek, farkındalık yaratmak ve olayların gerçeklerini açıklamaktır ki gerçekleri nesnel bir biçimde, çarpıtmadan, sansürlemeden aktarmak esastır. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde bile bu husus; “Gazeteci önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoritelerine olan sorumluluklarından önce gelir.” şeklinde belirtilmektedir. Dr.Merdan Yanardağ’ın konuşması bu bağlamda incelendiğinde de; ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, uygulanan yaptırımın haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olduğu açıktır.
Demokratik toplumlarda basının en temel işlevi, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmaktır. Bu doğrultuda; medyanın “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi, gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir. Söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez.
4- Bu çerçevede; Cumhurbaşkanına veya iktidar politikalarına yönelik eleştiriler kapsamında Üst Kurulca verilen ancak Danıştay tarafından uygun görülmeyen kararlara baktığımızda, basın/ifade özgürlüğü kapsamının genişletildiği ve “kamu yararı bulunması” hususunun ön planda tutulduğu görülecektir. Şöyle ki;
a) Üst Kurulun 2 Haziran 2021 tarih ve 2021/22 sayılı toplantısının, 29 No.lu kararıyla, Halk TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şirin Payzın’la Sözüm Var” programında, sunucunun; “Bu kadar kadına yönelik şiddetin konuşulduğu bir ortamda Cumhurbaşkanı’nın çıkıp bir kadın siyasetçiye şimdilik az dövdüler ama ileride daha fazla da dövebilirler anlamında şiddeti ve dövmeyi önceleyen ve de yücelten bir tavır takınması İstanbul Sözleşmesi’nden de neden çıktığımızı anlatıyor ve üslubun da bu yani şu kadınları da gördük demek ki kadın siyasetçi… Kadınların siyasete bakışı ve sahip çıkmasıyla birtakım baş edilemediği görüldüğü zaman yumruklar konuşsun diyen bir erkek siyasetçiden bahsediyoruz gibi bir durum var, bu boyutu da var yani kadına yönelik şiddettir bu açıklamalar.” şeklindeki söylemlerinin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirlenen; “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak…” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle, yaptırım uygulanmıştır.
Ancak; Danıştay Onüçüncü Dairesi,16/05/2023 tarih ve 2023/944 E., 2023/2414 K. sayılı kararıyla, RTÜK’ün temyiz isteğini reddetmiş ve davacı yayın kuruluşunun lehine verilen Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır.
b) Üst Kurulun 11 Ağustos 2021 tarihi ve 2021/31 sayılı toplantısının 47 No.lu kararıyla, KRT logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşa; “Şimdiki Zaman” programında yer alan; “Cumhuriyet'in diğer kurumları gibi, nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında Cumhuriyet'in dikili ağaçları teker teker satıldılarsa, yerlerinden söküldüler, başka kurumlara döndürüldülerse, Türk Hava Kurumu da benzer bir akıbeti yaşıyor… Fakat bu Orman Bakanı kadar beceriksizini çok ender gördüm. Beceriksiz. Tarımı bitirdi. Hayvancılığı bitirdi. Sayesinde orman da bitiyor… Ya ben hayatımda böyle bir pişkinlik, böyle bir vurdumduymazlık, böyle bir beceriksizlik, böyle bir liyakatsizlik görmedim. Görmedim arkadaş! Marmaris yanıyor. Umurlarında değil… Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına olan düşmanlıklarını, o kurumlara olan kinlerini adeta kustular… senin bu aptalca politikaların yüzünden…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde belirlenen; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez.” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanmıştır.
Ancak Danıştay Onüçüncü Dairesi, 23/03/2023 tarih ve 2023/520 E., 2023/1378 K. sayılı kararıyla, RTÜK lehindeki Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur.
5- İfade özgürlüğü; insan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda, temel haklar ve ödevler kategorisinde, birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. İnsanların serbestçe haber ve bilgi kaynaklarına ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve serbestisi, ifade özgürlüğü şemsiyesi altındadır ve sadece düşünce ve kanaat sahibi olmayı değil, “düşünce ve kanaatleri açıklama/yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
6- Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
Anayasamızın 90. maddesine göre usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de kanun hükmünde sayılmaktadır. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir.
7- Gerek Anayasa Mahkemesi’nin, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, kamu görevlilerine veya kamu kurumlarına yöneltilen ve kamu yararı taşıyan ya da siyasi tartışma konularını tartışan ya da yorumlayan ve eleştiri/hakaret sınırında kalan ifadeler için, öngördüğü alanı genişlettiği görülmektedir.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; “kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.” (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
Yine başka bir Anayasa Mahkemesi kararında da; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğu vurgulanmıştır (Ergün Poyraz (2), § 58).
Öte yandan, “kamu görevlilerine eleştiriler” bağlamında alınan Anayasa Mahkemesi kararlarına baktığımızda da; fikir ve ifade özgürlüğünün oldukça geniş bir şekilde koruma altına alındığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” (AYM, Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55).
Bir diğer örnekte de; Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B. No: 2018/17635, R.G. Tarih ve Sayı: 19/9/2019 - 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvurunun konusu; bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bildiride; “.. Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını... fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak ... hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlâl etmektedir ...", "... Bu kasıtlı ve plânlı kıyım ...", "... Devletin ... tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini ...", "... Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini ...", "... Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp, bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor ..." ifadeleri yer almıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin, bildiri ve bildiriye gerekçe gösterilerek gerçekleştirilen yaptırıma ilişkin kararının, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” başlıklı bölümü şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
105. İkinci olarak, terörle etkin mücadele, terörizmin yıkmak istediği demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini koruyarak yapılabilir. Bu kapsamda, ne kadar ağır olursa olsun, devletin terörle mücadele politikalarını eleştiren görüş ve düşüncelerden dolayı kişilere yaptırım uygulanmamalıdır.
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.
108. Beşinci olarak bildirideki ifadelerin son derece sert olduğu kabul edilse bile bildirinin bir bütün olarak herhangi bir kişiyi veya resmî görevliyi doğrudan hedef almadığı, kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konuda büyük bir toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırdığı kabul edilmelidir. Bununla bağlantılı olarak ilk derece mahkemelerinin bildirinin ülkemizi uluslararası alanda küçük düşürme amacı bulunduğu (bkz. § 18) gerekçesine dayanmaları müdahalenin meşru sebebi olarak kabul edilemez. Başvurucuların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin meşru sebebi kamu güvenliğinin sağlanmasıdır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle kişilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması ve bu suretle ifade özgürlüklerinin sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.
109. Altıncı olarak bildiri -bir bütün olarak bakıldığında- yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir. Herhangi bir düşünce açıklamasının Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altında bulunan yaşam hakkı ile ilgili olması durumunda resmî otoritelerin eylemlerine ilişkin eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekir.”
İlgili Kararın, “Nihai Değerlendirmeler” başlıklı bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz.
131. Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir…
İlgili Kararın, “Orantılılık” başlıklı bölümündeki değerlendirmeler ise şöyledir:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17635 (Erişim Tarihi: 19.01.2024)
8- AİHM, İHM Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında, kamu görevlilerine yönelik eleştiriler bağlamında basın özgürlüğünü onaylamıştır. Mahkeme, kaleme alınış amaçları ve sahip oldukları etkiyi dikkate alarak, kullanılan dilin aşırı olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Üstelik mahkeme “Mahkûmiyet ve cezanın kamu yararı taşıyan konularda açık tartışma yapmaktan caydırabileceği” sonucuna varmıştır. (Thorgeir Thorgeirson/İzlanda, 25 Haziran 1992)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Lingens-Avusturya kararında da, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir.
Yine AİHM’ye göre hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir ve hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir. (AİHM kararı, Castells/İspanya, B. No: 11798/85, Karar tarihi: 23/04/1992, §46).
Hükûmetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca denetlenmemelidirler, hükûmetlerin aynı zamanda halk ve kitlesel medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir (AİHM kararı, Şener/Türkiye, B. No: 26680/95, Karar tarihi: 18/07/2000, §40).
AİHM’nin, Axel Springer AG / Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012 kararında; ifade özgürlüğü hakkı ile kişilik haklarının ihlali noktasında, çatışan hakların dengelenmesine ilişkin bazı ölçütler sunmuştur. Mahkeme kişilik hakkının basın yoluyla ihlalinde kullanılacak ölçütleri şu şekilde ortaya koymuştur: “(i):Kamu yararının bulunduğu tartışmaya katkı: Bu ölçüt uyarınca bir kimsenin günlük hayatındaki gelişmeler haber konusu yapılamayacaktır. (ii) İlgili kişinin ne kadar tanınır olduğu/ kamuya mal olmuş olup olmadığı ve yayının konusu. (iii) İlgili kişinin önceki davranışları. (iv) Bilginin elde ediliş yöntemi ve doğruluğu. (v) Yayının içerik, biçim ve sonuçları. (vi) Hükmedilen yaptırımın ağırlığı.” Mahkeme, somut yayının yukarıdaki ölçütleri sağladığını tespit etmiş bu nedenle yayıncı şirketin ifade özgürlüğünün ihlal edilmiş olduğuna hükmetmiştir.
AİHM’nin örnek sunulan kararları ile birlikte, Axel Springer kararındaki ölçütler açısından; yaptırıma konu edilen programdaki konuşmalar bütün olarak değerlendirildiğinde, programın içeriği ve kapsamının, tüm ölçütleri sağladığı ortadadır. Bununla birlikte, siyasetçilerin bu gibi durumları göze alarak siyasete girdiği ve her platformda kendilerini savunabilecek olanağa sahip oldukları için eleştirilere daha toleranslı olmaları gerektiği gerçeği bir yana, bu eleştirilerin iktidara yönelik olması durumunda, söz konusu olanaklar açısından çok daha ayrıcalıklı oldukları da bir gerçektir. Dolayısıyla, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara verilen bu ve benzeri haksız yaptırım kararlarının, medyanın asli görevini yapmasında caydırıcı etkiye neden olabileceği de unutulmamalıdır.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde; toplumu bilgilendirme görevi olan medyanın, ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda özgürlük alanın çok daha geniş yorumlanması gerekmektedir. Benzer şekilde politikacılara ve hükümetlere yönelik eleştiriler söz konusu olduğunda da kışkırtıcı, rahatsız edici nitelikteki ifadelerin de basın ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, gerekse Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarında, ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla programdaki değerlendirmelerin; kamu yararı, toplumsal ilgi, güncellik ve objektiflik kriterlerine uyduğu, programda hakaret, küfür ve iftira niteliğinde ifadelerin yer almadığı, yapılan yorumların, iktidarın devlet yönetiminde uyguladığı tutarsız politikalara yönelik siyasi eleştiriler olduğu, küçük düşürücü, aşağılayıcı veya hakaret içerikli bir yön bulunmamasına rağmen ihlal gerekçesiyle yaptırım uygulanmasının, haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü daraltıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olacağı ve ayrıca 6112 sayılı Yasa kapsamında aykırılık oluşturan bir hususun bulunmadığı gerekçeleriyle, karara karşı oy kullandım.23.01.2024