17.11.2023 tarihli Üst Kurul Toplantısında, h halk logolu ve Halk Radyo Ve Televizyon Yayıncılık A.Ş. unvanlı medya hizmet sağlayıcı kuruluşun; 10,11.10.2023 tarihinde saat 21:02 ve 00:00’da yayınlanan, sunuculuğunu Şule Aydın’ın yaptığı Kayda Geçsin adlı program yayınına ilişkin, Ahmet Yiğit Yıldırım vekili Avukat Abdülaziz SEKBAN tarafından incelenmesi istenen yayın ile ilgili, 15.11.2023 tarih ve 567 sayılı uzman raporunda, Timur Soykan ve Murat Ağırel’in konuk olarak katıldığı ve konuk Timur Soykan’ın Sinan Ateş Cinayetinin Anatomisi başlıklı habere dair yorumlarına istinaden 6112 sayılı Kanunun 8. Maddesinin 1. Fıkrası (i) bendi bağlamında yaptırım kararı istenmiştir.
Bahsi geçen yayınla ilgili, Avukat Abdülaziz Sekban'ın dilekçesinde Sinan Ateş cinayetiyle ilgili olarak yargılamanın etkilenmeye çalışıldığı, müvekkil Ahmet Yiğit Yıldırım aleyhine kanaat oluşturulmaya çalışılarak Ahmet Yiğit Yıldırım'a suç isnat edildiği, Yıldırım'ın toplum önünde teşhir edilmesine rağmen programda yer alan adli olaylar ve işlendiği iddia edilen suçlarla ilgili devam eden yargılamalar kapsamında hiçbir şekilde yer almadığı, Ahmet Yiğit Yıldırım hakkında herhangi bir soruşturma bulunmadığı dolayısıyla Ahmet Yiğit Yıldırım'ın kişilik haklarının ihlal edildiği ifade edilmiştir.
Bahsi geçen yayın, Sinan Ateş davası ile ilgili haberi yorumlamak üzere saat: 00:22:00’de Sinan Ateş Soruşturmasında Kriz alt başlıklı habere geçmiştir. Haberin yorumlandığı sırada Sinan Ateş Cinayeti başlıklı hazırlanan görsel de stüdyonun arka planında geniş açı ile ekrana getirilmiştir. Bahsi geçen ekran görüntüsü Cinayet Ekibi, İstanbul Bağlantıları, Ankara Bağlantıları ve Mersin Olayı başlıklı 4 ana kola ayrılmış bir şekilde ekrana getirilmektedir. Böylelikle, programda Türkiye Cumhuriyeti Adalet Sisteminin henüz failine ulaşamadığı cinayet dosyası ile ilgili yorumlara başlamışlardır.
Timur Soykan, başta Olcay Kılavuz olmak üzere, büyük ekranda yansıtılan isimler ile ilgili açıklamalarda bulunmuş ve bahse konu cinayet dosyası kapsamında bu isimler arasındaki bağlantıları ortaya koymaya çalışmıştır.
Konu kapsamında, ismi geçen isimler hakkında kim oldukları ve hangi gerekçeyle isimlerinin bu dosya ile anıldığına dair yorumlarını açıklamıştır. Bu yorumlar bahse konu dosya kapsamında isimi geçen kişilerin hem olayla hem de birbirleriyle hangi bağlantılarla hangi gerekçelerle konuya dâhil edildiğine dair yorumları da içermektedir. Hem cinayet ekibinin nasıl organize olduğu hem de bu ekibin hangi kanallarla, nasıl desteklendiğine dair ayrıntıları da ortaya koymayı hedeflemiştir. Bahse konu açıklamalarda, ismi geçen tetikçiyi Ankara’da kalacakları eve kadar bıraktığı kanıtlanan Murat Can Çolak ve Aşkın Mert Gelenbey isimli polis memurlarının ve cinayette adı geçen Suat Kurt isimli şahsın fotoğrafları gösterilmemiştir. Soruşturmada ortaya çıkan gerçekler ile birlikte cinayetin siyasi bir cinayet olduğu ve bu cinayet ile ilgili ismi geçen şahısların nasıl konuya dâhil edildiğine dair açıklamaları devam etmiştir
Konuk Timur Soykan’ın (00:41:47): Baktığımızda her yerde aynı çürümenin etkilerini görüyoruz ve bir Mersin olayı var. Mersin olayını da öyle çok kısacık anlatacağım. 15 Mart 2022'de Çağrı Ünel, Sinan Ateş'e yakın bir isimdi. Sinan Ateş'e yakın olan bu isme Adana ve çeşitli bölgedeki ülkü ocaklarından bir grup saldırdı, bıçaklarla saldırdılar. Çağrı Ünel silah çekti, ateş açtı Emrullah Kaplan'ı öldürdü. Ülkü Ocaklarından bir genç ve bu olay üzerine Sinan Ateş'i suçlayan açıklamaları şu anki Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım yaptı. Sinan Ateş MHP'de ciddi bir siyasi kariyer düşünüyordu kendisine, bunun için faaliyetler yürütüyordu. Ülkü Ocaklarının eski ismi Çağrı Ünel’in de arasında olduğu isimlerle faaliyetler yapıyordu ve Ahmet Yiğit ve diğer Ülkü Ocakları üyeleri tarafından çok ciddi hedef gösteriliyordu. Öldürülmeden hemen önce hakkında bedelini ödeyeceğine dair çok ağır tehditler olan açıklamaları da görmüştük ve Mersin'deki olay, Mersin'deki olayın aslında Sinan Ateş'in ölümüne de giden olaylar zincirinin bir halkası olduğu düşünülüyor. Mersin'de şunu unutmamak gerekiyor. Mersin her zaman Ülkü Ocakları konusunda karanlık ve bu olayın bütününde uyuşturucu iddialarına da bu konunun gittiğine dair yani uyuşturucu Mersin Limanı bir anlamıyla oradaki uyuşturucu ile ilgili iddiaların da bu dosyanın genelinde iddia olarak altını çiziyorum iddia olarak yer bulduğu bir konu. Yani ortada bir gerçek var koskocaman siyasi bir cinayet; Türkiye'nin tarihindeki en karanlık olaylardan bir tanesi geçmişteki gibi 10 Ekim özellikle onun da altını çizmek lazım, yüzlerce yüz insanımızı kaybettiğimiz o terör saldırısının olduğu gün, bir siyasi cinayet daha ve bu siyasi cinayetin karanlığında da maalesef çıkmış görünmüyoruz şimdilik. Hala bir iddianame yok ama bir iddianame de umarım bütün bu soruların onu kim azmettirdi Doğukan Çip'i kim azmettirdi? Tolgahan Demirbaş nasıl kurtuldu? Sahte tutanağı hangi polisler düzenledi. Sahte tutanak düzenlemek büyük suç veya var olan tutanağı kimler yok etti bütün bu soruların cevabını bulacağımız bir iddianame olması gerekiyor.’’ İfadeleri yayınlanırken Ahmet Yiğit Yıldırım’ın fotoğrafının da ekrana getirilmesi nedeniyle 6112 sayılı kanunun 1 fıkrasında yer alan i bendi gereğiyle; "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe hiç kimse suçlu ilân edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz.’’ Hükmü gereğince yaptırım kararı talep edilmiştir.
(00:42:53) Şule Aydın: Bir siyasi cinayet siyaset ve yargı eliyle üstü örtülecek mi örtülmeyecek mi?
Yukarıda deşifre edilen konuşmalar, şikâyete konu Ahmet Yiğit Yıldırım'a yönelik özellikle yapılmış ve şahsın haysiyetine yönelik özellikle oluşturulmuş kurmaca ifadeler değildir. Bahsi geçen yorumlarda konuk Timur Soykan ifadelerinde soruşturma kapsamında açığa çıkmış ve haberlere konu olan isim ve olayları açıklarken, henüz iddia düzeyinde öne sürülen yorumlarını ise ‘’ bu dosyanın genelinde iddia olarak altını çiziyorum iddia olarak yer bulduğu bir konu’’ şeklindeki ifadelerle açıklamaya çalışmıştır.
Sinan Ateş cinayeti ile ilgili haberler cinayet gününden bu yana soruşturulan ve hakkında çeşitli iddialar ve yorumlar sunulan bir konu haline dönüşmüş ve tüm Türkiye tarafından merakla beklenen bir habere dönüşmüştür.
Bahse konu raporda istenen 6112 sayılı kanunun 8. Maddesinin 1. Fıkrası i bendi itibariyle ‘’Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe hiç kimse suçlu ilân edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz.’’ İfadeleri kapsamında idari yaptırım talep etmektedir.
T.C. Anayasası’nın ‘Kişinin Hakları ve Ödevleri’ başlıklı İkinci Bölümü’nde düzenlenmiş olan 25. Maddesinde, herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu, her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimsenin, düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamayacağı ve suçlanamayacağı hükme bağlanmakta, 26. Maddesinde ise, herkesin, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olduğu, bu hürriyetin Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsadığını, bu fıkra hükmünün, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel olmadığı, bu hürriyetlerin kullanılmasının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabileceği hükmü bulunmaktadır.
5187 sayılı Basın Kanunun "Basın özgürlüğü" başlıklı 3. Maddesinde de, "Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç islenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir." kuralına yer verilmiştir.
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan şeref ve itibarin korunmasını isteme hakkı ile Anayasanın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasındaki adil dengenin gözetilip gözetilmediği belirlenirken, ifadelerin kim tarafından dile getirildiği ile tarafların toplumsal konumları, hedef alınan kişinin kim olduğu ilgili kişinin önceki davranışları, ifadelerin genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, kamuoyu bilgilendirme değeri toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı, müştekinin kendisine yöneltilen ifadelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı, ifadelerin kullanıldıkları bağlamından kopartılıp kopartılmadığı, basın özgürlüğünün korumasından faydalanan kişilerin meslek ahlakına saygı gösterip göstermedikleri, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket edip etmedikleri, ifadelerin hedef alınan kişinin hayati üzerindeki etkisi açısından tek tek incelenerek bir neticeye ulaşılması gerekmektedir. (AYM kararı, Burak Akbay (2) B. No:2020/1322, Karar Tarihi 08/02/2023, §10).
Anayasa Mahkemesi yine birçok kararında ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 102) (AYM kararı, Burak Akbay (2) B. No:2020/1322, Karar Tarihi 08/02/2023, §16).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ifade özgürlüğüne ilişkin 10. Maddesinde de;
1. Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.
2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakin, başkalarının şöhret ve haklarımın korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasını önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir." kural yer almaktadır.
AİHS ve AİHM’nin içtihatlarına göre, ülkelerin yetkili mercilerince ifade özgürlüğünün kullanımına getirilen müdahale, şu üç koşulun hepsi birden yerine geldiği takdirde meşru olacaktır. Bunlardan birincisi, müdahalenin, yani sınırlama veya yaptırımın yasalarda öngörülmüş olması, ikincisi, müdahalenin, Sözleşmenin metni yukarıda belirtilen, 10. maddesinin 2. fıkrasında sayılan, çıkar veya değerlerden birini veya birkaçını korumaya yönelik olması, üçüncüsü, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olması koşullarıdır. Bu konuda yargı yerince yapılacak irdelemelerde, ifade özgürlüğünün kullanımında yazılı, işitsel ve görsel yayınların demokratik ülkelerde gördüğü merkezi işlev göz önünde bulundurularak, ifade özgürlüğünün çatıştığı, korunan diğer değerler karşısındaki durumu ve yapılan sınırlamanın elde edilmek istenen amaçla orantılı olup olmadığı hususları değerlendirilecektir.
Mahkeme ayrıca, basının demokratik bir toplumda asli bir işlev üstlendiğini hatırlatır. Her ne kadar basın, özellikle başkalarının şöhreti ve hakları ve gizli bilginin açıklanmasının önlenmesi ihtiyacı konularında belirli sınırların ötesine geçmemek zorunda ise de basının görevi (yükümlülükleri ve sorumlulukları ile tutarlı bir tarzda), kamu yararını ilgilendiren bütün konularda bilgi ve fikirleri aktarmaktır (bkz. Jersild-Danimarka davası kararı, 23 Eylül 1994, Seri A No. 298, s. 23-24 paragraf 31; de Haes ve Gijsels-Belçika davası kararı, 24 Şubat 1997, Reports of Judgments and Decisions 1997-I, s. 233-34, paragraf 37; ve yukarıda anılan Bladet Tromsø ve Stensaas davası kararı, paragraf 59). Ayrıca, AİHM basın özgürlüğünün bir ölçüde abartmaya, hatta kışkırtmaya başvurmayı da kapsayabileceğini akılda tutar (bkz. Prager ve Oberschlick-Avusturya davası kararı, 26 Nisan 1995, Seri A No. 313, s. 19, paragraf 38 ve yukarıda belirtilen Bladet Tromsø ve Stenhaas davası kararı, paragraf 59). Ulusal takdir payının sınırları, demokratik bir toplumda basının halkı yakından ilgilendiren haberleri aktararak “kamunun gözü kulağı” olma konusundaki hayati görevini yerine getirmesiyle belirlenir (aynı yerde, paragraf 59).
[...] Mahkeme bunun da ötesinde AİHS’in 10. Maddesinin, halkı yakından ilgilendiren konuların basın tarafından ele alınması hususunda bile bütünüyle sınırsız bir ifade özgürlüğünü güvence altına almadığına işaret eder. Söz konusu maddenin ikinci fıkrası gereğince, bu özgürlüğün kullanılması beraberinde, basın için de geçerli olan çeşitli “görev ve sorumluluklar” getirir. AİHM’in yukarıda belirtilen Bladet Tromsø ve Stenhaas davası kararında, paragraf 65’te dile getirdiği gibi bu “görev ve sorumluluklar”, mevcut davada olduğu gibi, özel kişilerin onuruna saldırı ve “başkalarının hakları”na zarar verme söz konusu olduğunda önem kazanır. İfade özgürlüğünün kullanılmasının gerektirdiği “görev ve sorumluluklar” dolayısıyla, 10. Maddenin kamu yararını ilgilendiren konularda haber vermeye ilişkin olarak gazetecilere sağladığı güvence, gazetecilerin basın kurallarına uygun tarzda doğru ve güvenilir haber vermek amacıyla iyi niyetli davranmaları koşuluna tabidir (bkz. GoodwinBirleşik Krallık davası kararı, 27 Mart 1996, Reports 1996-II, s. 500, paragraf 39 ve Fressoz ve RoireFransa [BD], No. 29183/95, paragraf 54, EHCR 1999-I).
Bahsi geçen konu ile ilgili olarak Kaboğlu ve Oran / Türkiye (başvuru no.: 1759/08, 50766/10 ve 50782/10) (30.10.2018) davasında ‘Türk toplumunun hassas olduğu konularda, başvurucuları saldırı hedefi olarak gösteren yayınların umursamazlıkla karşılanamayacağını vurgulamış ve iç hukuk mahkemelerinin, başvurucuları hedef alan yayınların, olguların veya değer yargılarının açıklanması mı yoksa, nefret söylemi ya da, şiddete çağrı niteliğinde mi olduklarını değerlendirmeksizin verilen kararda AİHM, iç hukuk mahkemelerinin, nefret söylemi ve şiddete çağrı niteliğindeki yayınlarla, başvurucuların, özel hayatlarına saygı gösterilmesini isteme haklarının (AİHS m. 8) zarar görmesi ile basın özgürlüğü arasında 'adil bir denge' kuramadıkları için başvurucuların özel hayatlarına saygı gösterilmesini isteme hakları ihlal edilmiştir’ hükmünü vermiştir. Bahse konu davada toplumun bilgi almasına yönelik yapılan yorumlar yayınların deşifrelerinden de anlaşıldığı üzere, şiddete çağrı niteliği içermediği, nefret söylemi ile sarf edilmedikleri ve özel hayatın gizliliğini ihlal eden içeriklerin olmadığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda davaya konu kişilerin hangi gerekçelerle davaya konu olduğu ve hangi bağlantılarla hem birbirlerine hem de bahse konu davaya dâhil olduklarına dair bilgileri ve yorumları aktarmıştır.
Aynı şekilde, AİHM'nin de katıldığı, Alman Federal Mahkemesinin yaklaşımına göre, ‘’İfade özgürlüğü uyarınca, yayınlarının içeriğini – basın etiğini ve meslek kurallarını gözeterek - sadece basın organları belirler. Dolayısıyla, yayınlarda, ceza soruşturmalarına konu olan kişilerin adlarının yayınlarda yer alması, basın organlarının işinin bir parçasıdır. Öte yandan, başvurucuların, mahkûmiyetleri ile ilgili olarak, yargılamanın yenilenmesini isterken, bazı belgeleri yayınlamaları için basın organlarına verdikleri ve başvurucuların adlarının yer aldığı arşiv yayınlarında, sadece tartışmasız olguların açıklandığı ve başvurucuları küçük düşüren içerikler taşımadıkları dikkate alınarak, başvurucuların adları gizlenerek unutulmak istemelerindeki menfaatlerinin, basın özgürlüğü ile karşılaştırıldığında, çok sınırlı kaldığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenle, başvurucuların, AİHS m. 8 ile güvence altına alınan, özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkı ihlal edilmemiştir.’’ Kanısına varılmıştır. M.L. ve W.W. / Almanya (başvuru no.: 60798/10) (28.6.2018)
Bahse konu yayınlarda şiddete özendirici ifadeler yer almamakla birlikte nefretin kışkırtılmasına dair herhangi bir ifadeye de yer verilmemiştir. AİHM'ye göre, soruşturmanın, Adalet Bakanlığının iznine bağlı olması da, keyfi uygulamalara karşı sürekli ve güvenilir bir güvence sayılamaz. Bu haliyle söz konusu yasa hükümlerine dayanarak yürütülen soruşturma, kovuşturma ve mahkûmiyet, başvurucuyu, toplumun ilgi duyduğu konular üzerinde düşüncelerini açıklamaktan caydıracak niteliktedir; meşru amaçla orantılı ve demokratik bir toplum için gerekli değildir; yetkililer de, güdülen meşru amaçla, başvurucunun ifade özgürlüğü arasında adil bir denge kuramamışlardır. Kararına varılmıştır. Fatih Taş / Türkiye (no. 5) (başvuru no.: 6810/09) (4.9.2018)
Demokratik toplumların olmazsa olmazı düşünce ve ifade özgürlüğü, halkın haber alma özgürlüğünün, gerek uluslararası hukukta gerekse iç hukukta güvence altına alınması göz önüne alındığında, Timur Soykan tarafından kullanılan ifadeler, yayının gerçekleştirildiği tarihteki koşullar ve konuşmanın bütünü ile birlikte ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın, olayın bütünselliği içerisinde değerlendirildiğinde, Sinan Ateş cinayeti soruşturmasına yönelik eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ve aşağılayıcı bir söylemin bulunmadığı, bu hâliyle yayında geçen söz konusu ifadelerin, 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan yayın ilkesini ihlâl etmediğini düşünmem nedeniyle çoğunluğun görüşüne katılmadım.