İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 15.11.2023 tarih ve 567 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 10,11.10.2023 tarihlerinde saat 21:02 ve 00:00’da yayınlanan "Kayda Geçsin" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından 10,11.10.2023 tarihlerinde saat 21:02 ve 00:00’da canlı olarak yayınlanan, sunuculuğunu Şule Aydın’ın yaptığı; Timur Soykan ve Murat Ağırel’in de katılım sağladığı "Kayda Geçsin" isimli programda konuk Timur Soykan tarafından; “Baktığımızda her yerde aynı çürümenin etkilerini görüyoruz ve bir Mersin olayı var. Mersin olayını da şöyle çok kısacık anlatacağım. 15 Mart 2022'de Çağrı Ünel, Sinan Ateş'e yakın bir isimdi. Sinan Ateş'e yakın olan bu isme Adana ve çeşitli bölgedeki ülkü ocaklarından bir grup saldırdı, bıçaklarla saldırdılar. Çağrı Ünel silah çekti, ateş açtı Emrullah Kaplan'ı öldürdü. Ülkü Ocaklarından bir genç ve bu olay üzerine Sinan Ateş'i suçlayan açıklamaları şu anki Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım yaptı. Sinan Ateş MHP'de ciddi bir siyasi kariyer düşünüyordu kendisine, bunun için faaliyetler yürütüyordu. Ülkü Ocaklarının eski ismi Çağrı Ünel'in de arasında olduğu isimlerle faaliyetler yapıyordu ve Ahmet Yiğit ve diğer Ülkü Ocakları üyeleri tarafından çok ciddi hedef gösteriliyordu. Öldürülmeden hemen önce hakkında bedelini ödeyeceğine dair çok ağır tehditler olan açıklamaları da görmüştük ve Mersin'deki olay, Mersin'deki olayın aslında Sinan Ateş'in ölümüne de giden olaylar zincirinin bir halkası olduğu düşünülüyor. Mersin'de şunu unutmamak gerekiyor. Mersin her zaman Ülkü Ocakları açısından karanlık ve bu olayın bütününde uyuşturucu iddialarına da bu konunun gittiğine dair yani uyuşturucu Mersin Limanı bir anlamıyla oradaki uyuşturucu ile ilgili iddiaların da bu dosyanın genelinde iddia olarak altını çiziyorum iddia olarak yer bulduğu bir konu. Yani ortada bir gerçek var koskocaman siyasi bir cinayet; Türkiye'nin tarihindeki en karanlık olaylardan bir tanesi geçmişteki gibi 10 Ekim özellikle onun da altını çizmek lazım, yüzlerce yüz insanımızı kaybettiğimiz o terör saldırısının olduğu gün, bir siyasi cinayet daha ve bu siyasi cinayetin karanlığında da maalesef çıkmış görünmüyoruz şimdilik. Hala bir iddianame yok ama bir iddianame de umarım umarım bütün bu soruların onu kim azmettirdi Doğukan Çip'i kim azmettirdi? Tolgahan Demirbaş nasıl kurtuldu? Sahte tutanağı hangi polisler düzenledi. Sahte tutanak düzenlemek büyük suç veya var olan tutanağı kimler yok etti bütün bu soruların cevabını bulacağımız bir iddianame olması gerekiyor…” şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan; "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara, karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
Eski Ülkü Ocakları Başkanı ve akademisyen Sinan Ateş’in, 30 Aralık 2022 tarihinde Ankara’da silahlı saldırıya uğrayarak öldürülmesi; vurulan şahsın siyasi kimliği dolayısıyla olayın siyasi bir cinayet olarak değerlendirilmesi, cinayetin işlendiği yerin başkentin göbeği olması, soruşturma sürecine ilişkin tartışmalar gibi faktörler nedeniyle, medyanın bu konuyu yakın takibe almasına ve gazeteciler tarafından cinayet öncesi ve sonrası yaşananların ayrıntılı olarak incelenmesine yol açmıştır.
Söz konusu programda da “Sinan Ateş Cinayeti” başlıklı konu, saat 00.22.00’de başlamış, 21 dakika 55 saniye sürmüş, cinayet öncesinde ve sonrasında meydana gelen olaylar zinciri; “Cinayet Ekibi/ İstanbul Bağlantıları/ Ankara Bağlantıları ve Mersin Olayı” şeklindeki ayrı başlıklar halinde ekrana getirilmiştir.
Öncelikle; Sinan Ateş cinayetine ilişkin bölümün, 4 ana başlık halinde işlendiği ve diğer bölümlerde “Ankara Bağlantıları, İstanbul Bağlantıları” şeklinde, direk cinayete ilişkin vurgulamaların yapıldığı, ancak yaptırım uygulanan bölümde “Mersin Olayı” başlığının kullanıldığı dikkatlerden kaçmamalıdır.
Gazeteci Timur Soykan’ın, yaptırım uygulanmasına konu ifadeleri, “Mersin Olayı” başlıklı bölümde bulunmaktadır ve Soykan’ın,“(Emrullah Kaplan'ın öldürülmesi üzerine) …bu olay üzerine Sinan Ateş'i suçlayan açıklamaları şu anki Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım yaptı. Sinan Ateş MHP'de ciddi bir siyasi kariyer düşünüyordu kendisine, bunun için faaliyetler yürütüyordu. Ülkü Ocaklarının eski ismi Çağrı Ünel'in de arasında olduğu isimlerle faaliyetler yapıyordu ve Ahmet Yiğit ve diğer Ülkü Ocakları üyeleri tarafından çok ciddi hedef gösteriliyordu. Öldürülmeden hemen önce hakkında bedelini ödeyeceğine dair çok ağır tehditler olan açıklamaları da görmüştük ve Mersin'deki olay, Mersin'deki olayın aslında Sinan Ateş'in ölümüne de giden olaylar zincirinin bir halkası olduğu düşünülüyor. şeklindeki söylemleri nedeniyle, Kurul Kararında;
“Ahmet Yiğit Yıldırım'ın tehditler içeren açıklamaları olduğunu belirterek, söz konusu cinayetle ilgisi olabileceğini ima etmiştir. Nihayetinde Soykan, Sinan Ateş'in öldürülmesine neden olan olaylar zincirinde Ahmet Yıldırım'ın da bir parça olduğunu ifade etmiştir.” gerekçeleri ile yaptırım uygulanmıştır.
Görüleceği gibi; hem Uzman Raporunda hem de Kurul Kararında, “ima etmiştir” üzerine temellendirilen, devamında da “ima yoluyla ifade etmek” gibi subjektif bir değerlendirmeyle uygulanan cezai yaptırım, ayrıca Uzman raporunda ek olarak, “iddiaların gerçekmiş gibi gündeme getirilmesi” ve “ağırlıklı olarak iddia makamının görüşlerine yer verilmesi” gibi kriterlerle gerekçelendirilmiştir.
1- Bilindiği üzere; medyanın, özellikle üstün kamu yararı gerektiren durumlarda, “halkın gerçekleri, doğruları bilme ve öğrenme hakkı çerçevesinde, toplumsal meseleleri sorgulama ve bu doğrultuda iktidarın hesap vermesini sağlama” gibi hak, görev ve sorumlulukları bulunmakta ve bu haklar, demokratik hukuk devletlerinde Anayasal güvence altında bulunmaktadır. Ayrıca AİHM kararlarının da toplumsal yararın yüksek olduğu konulara ilişkin tartışmalarda, basın özgürlüğüne daha güçlü koruma sağladığı bilinmektedir.
Toplumsal vicdanı yaralayan böylesi bir cinayet olayında, gazetecinin görevi; gerçeklerin ortaya çıkarılabilmesi, olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi için soru sormak ve yanıt aramaktır. Gazeteci Timur Soykan’ın söz konusu programdaki konuşması bütünüyle değerlendirildiğinde; Sinan Ateş cinayeti sürecinde yaşananların, kişi ya da kurumlar doğrudan hedef alınmadan, kesin bir dille suçlanmadan ortaya konulmaya çalışıldığı görülecektir. Bu çerçevede de; gerek Kurul Kararı gerekse de Kurul kararına dayanak olan uzman raporunda yer alan “Nihayetinde Soykan, Sinan Ateş'in öldürülmesine neden olan olaylar zincirinde Ahmet Yıldırım'ın da bir parça olduğunu ifade etmiştir.”, cümlesi gerçeklikle örtüşmemektedir. Programda; böylesine kesin ve somut bir ifade ya da suçlama cümlesi bulunmamaktadır. Bu yönüyle de yapılan değerlendirmelerin, ifade ve basın özgürlüğü sınırları içinde kaldığına kuşku yoktur.
Ayrıca, gerek şikâyet dilekçesinde, gerekse Uzman Raporu ile Kurul Kararı’nda, şikâyetçiye ilişkin hangi suç isnadının yapıldığına, hangi iftiranın atıldığına ilişkin bir saptama da bulunmamaktadır. Bu doğrultuda; bir gazetecinin, henüz tüm yönleriyle aydınlatılmamış bir cinayet olayına ilişkin, program esnasındaki sorgulamalarının, somut bir gerekçeye dayanmayan, “ima edildi” veya “iddialar gerçekmiş gibi gündeme getirildi” gibi öznel bir yaklaşım sergilenerek, Uzmanın düşünce ve duygularına dayanan subjektif kriterlerle cezalandırılması, hem gücünü Anayasa’dan alan basın ve ifade özgürlüğüne, hem de 6112 sayılı Yasa’nın 37. maddesinin, “Üst Kurulun görev ve yetkilerini” belirleyen birinci fıkrasının, (a) bendinde yer alan; “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin..., korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak.” hükmüne aykırıdır.
2- Bu kapsamda, yayının bu bölümünün tamamına baktığımızda; cinayet sonrasında ortaya çıkan somut delillerle, bu deliller ışığında kamuoyuna yansıyan tartışmaların dile getirildiği ve “iddia” niteliğinde olduğunun sıklıkla vurgulandığı, hatta bir bölümde; “(00:40:07) Meslektaşlarımızın Adliye koridorlarında topladığı bilgilere göre…” ifadesinin kullanıldığı görülmektedir. Dolayısıyla; kamuoyunda var olan iddiaların dile getirildiği ve iddia olduğunun sıklıkla vurgulandığı bir yayında, bir kişinin “suçlu ilan edilmesi veya suçluymuş gibi gösterilebilmesi” ihtimalinin de bulunmadığı ortadadır. Bilindiği üzere, medyanın, “kurumların işleyişindeki aksaklıkları ortaya çıkartmak yoluyla düzeltilmesine olanak sağlamak” doğrultusunda hareket etmesi hem asli görevleri, hem de gazeteciliğin evrensel ilkeleri arasındadır. Bu temel ve evrensel ilke medyaya, halk adına denetim görevini yüklemektedir.
Toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren konularda, kişi ya da kuruluşların doğrudan suçlanmadığı, suçlu ilan edilmediği yayınlara yaptırım uygulanması, adli konularda yapılan tüm haber ve yorumlarla ilgili soru işaretleri oluşturacak, bugünlerde neredeyse her gün yayınlanan ve halkı uyarıcı nitelikte olan “dolandırıcılık”, “fon vurgunu” gibi haberleri yapmak güçleşecektir.
Basının en temel işlevinin, halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymak, kamuoyu adına denetim yapmak ve değerlendirmelerde bulunarak kamuoyu oluşturmak olduğu göz önüne alındığında; söz konusu yaptırım kararıyla, bir yandan medyanın asli görevini yapmasına müdahale edilmiş, bir yandan da halkın, var olan sorunlara dair bilgi edinme, fikir geliştirme ve kanaat sahibi olma hakkına kısıtlama getirilmiştir. Bildiğimiz üzere, demokratik toplumlarda böylesi haksız uygulamalar kabul görmez. Çünkü medya, iktidar sahiplerinin eksik/yanlış ve hatta bazen yasalara aykırı olabilecek faaliyetlerini, bir tür “denetleme” şeklinde belirlenebilecek görev tanımı nedeniyle, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine ek dördüncü bir kuvvet olarak nitelendirilebilmektedir.
3- Kaldı ki; Mersin’de gerçekleşen söz konusu olay sonrasında, Ahmet Yiğit Yıldırım, bu konuda sosyal medyadan; “Ülkü Ocakları mensubu kıymetli Ülküdaşım Emrullah Kaplan Mersin’de uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Bu alçak saldırıyı azmettirip destek olan tüm odaklardan hukuki süreci de yakından takip ederek her türlü hesabı en ağır şekilde soracağız…'' şeklinde bir açıklama yapmıştır.
https://twitter.com/ayyildirim1/status/1504002602371067904 (Erişim Tarihi:11.12.2023)
Medyada, birçok platformda haberleştirilen söz konusu açıklamaya ilişkin bir örnek vermek gerekirse; 16.03.2022’de, “Mersin Ülkü Ocaklarından Cinayetin Perde Arkası” başlığıyla yayınlanan haberde; “Emrullah Kaplan'ı öldüren katilden ve saldırıyı azmettirenlerden her türlü hesabın sorulacağını belirten Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım, sosyal medyadan yaptığı açıklamada…” sözleri yer almıştır. https://www.adanahilal.com/haber-mersin-ulku-ocaklarindan-cinayetin-perde-arkasi-21438.html (Erişim Tarihi:11.12.2023)
4- Danıştay 13. Dairesi’nin, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun bir yaptırım işlemine ilişkin aldığı Esas No: 2022/458, Karar No: 2023/1067 sayılı kararı; somut olayın ve Kurul çoğunluğunun ihlal edildiğini kabul ettiği 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde düzenlenen "Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe kimse suçlu ilan edilemez veya suçluymuş gibi gösterilemez; yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamaz." ilkesinin değerlendirilmesi açısından yön gösterici niteliktedir:
Habertürk logolu yayın kuruluşun 19.02.2020 tarihli “Akşam Haberleri” yayınında, “Kırklareli eski Valisi O.Ç. eski sevgilisi darp etti” başlıklı habere yer verilmesi üzerine, haberde adı geçen O.Ç. yayını RTÜK’e şikâyet etmiştir. Üst Kurul, 14.05.2020 tarih ve 2020/15 nolu oy çokluğuyla alınan kararla, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin ihlal edildiği gerekçesiyle yayıncı kuruluşa “uyarı” yaptırımı uygulamıştır.
Yayıncı kuruluş konuyu yargıya taşımış, Ankara 10. İdare Mahkemesi ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi, yaptırım kararında hukuka aykırılık bulmamış, ancak Danıştay 13. Dairesi, kararı RTÜK aleyhine bozmuştur. Danıştay 13. Dairesi’nin Esas No: 2022/458, Karar No: 2023/1067 ve 08.03.2023 tarihli kararının sonuç bölümü şöyledir:
“... eski Kırklareli Valisi O.Ç.’nin bir dönem birlikte olduğu M.Ö.’yü ormanlık alanda dört kişi ile birlikte darp ettiği iddiasıyla ilgili yapılan haberde eski Vali hakkında 18 yıl hapis istemiyle dava açıldığının belirttiği, olaya ilişkin açıklamaların ‘iddiaya göre’ ve ‘ileri sürülmüştü’ gibi ifadeler ile kesin olmayan bir dille aktarıldığı, haber içeriğinde M.Ö.’nün beyanlarının yanı sıra O.Ç.’nin basın açıklamasına da yer verildiği, haberin bahse konu olay ile ilgili kovuşturma evresine geçilmesi üzerine yapıldığı, ...hakkında haber yapılan kimsenin topluma mal olmuş kişiliği de dikkate alındığında, olayın aktarılmasında öz ile biçim arasındaki dengenin sağlandığı, O.Ç.’nin suçlu ilan edilmediği, kullanılan ifade biçiminin haberin gerektirdiği ölçüde olduğu, yapılan haberin ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, dolayısıyla söz konusu programda, 6112 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinin ihlal edilmediği anlaşıldığından, dava konusu Üst Kurul kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.”
Danıştay kararına konu olayda olduğu şekliyle; oy çokluğuyla yaptırım uygulanan “Kayda Geçsin” programında geçen konuşmalarda da, hiç kimse suçlu ilan edilmemiş, Sinan Ateş cinayeti sürecindeki kimi olaylar; iddia ve düşünce olarak ortaya konulmuştur. Keza yapılan değerlendirmeler, ifade ve basın özgürlüğü kapsamı içindedir.
Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin 2020/23730 nolu Özgür Boğatekin Başvurusu’na ilişkin (Karar Tarihi: 14/6/2023), 7.12.2023 tarih ve 32392 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan kararı; gazetecilerin kimi iddiaları gündeme taşıması ve yanıt araması faaliyetinin çerçevesine ilişkin örnek niteliğindedir.
Adıyaman’ın Gerger İlçesi’nde yapılan ihalelerle ilgili dönemin İlçe Kaymakamı’na yönelik gündeme getirdiği iddialar nedeniyle yargılanan Gazeteci Ö.B., ceza alması üzerine ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Yargılama sonucunda da gazetecinin ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği hüküm altına alınırken, Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde şu görüşler yer almıştır:
“22- ...Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığı ile doğru ve güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, § 52).
23- ...Yeterli olgusal temelleri olduğu müddetçe bireyleri yahut toplumu ilgilendiren olaylar hakkında çıkan söylentilerin haberleştirilmesi de cezalandırılamaz. Dahası söz konusu duyumlar hakkında yetkilileri doyurucu açıklama yapmaya çağırmanın sağlıklı bir demokraside cezalandırma konusu olması düşünülemez. Kaldı ki köşe yazılarında başvurucu, kesin ifadeler kullanmak yerine yazılarında yer alan iddiaların birer söylenti olduğunu ifade etmiş; iddiaların doğruluğuna ilişkin olarak kendisinin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısını yaratacak bir dil kullanmamıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Mehmet Ali Yılmaz, B. No: 2019/21052, 15/3/2022, § 37).
24-...Dolayısıyla bir gazeteci olarak başvurucu, kaymakam hakkında bir soruşturma açılmasını değil onun birtakım işlem ve davranışlarının toplum nezdinde sorgulanmasını amaçlamaktadır. Dahası ilk derece mahkemesi başvurucunun hukuka aykırı fiili işlemediğini bildiği hâlde müştekiye isnat ettiğini de kesin delillere dayalı olarak ve her türlü şüpheden uzak bir biçimde gösterememiştir.”
Gerek RTÜK’ün benzer konudaki yaptırım kararıyla ilgili Danıştay kararı gerekse de Anayasa Mahkemesi’nin gazeteciliğin çerçevesine ilişkin kararı birlikte dikkate alındığında, oy çokluğuyla alınan yaptırım kararının ifade ve basın özgürlüğüne ağır bir darbe olacağı kuşkusuzdur.
5- Ahmet Yiğit Yıldırım’a yönelik, Uzman Raporunda ve raporu esas alan Kurul Kararında “suçlu olduğunu ima eden ifadelerle, suçlu olduğu düşüncesini oluşturacak şekilde” olarak nitelendirilen, ancak bir gazeteci tarafından kamuoyunda yoğun tepkilere neden olmuş bir olayın genel hatlarıyla değerlendirilmesi sırasında sarf edilmiş, konunun ana fikri olmaktan ziyade, konu açıklamalarına istinaden detay olarak değerlendirilebilecek husustaki ve “iddia” olarak ifade edilen söylemlerin, doğru ya da yanlış olduğu noktasında ise, 6112 sayılı Kanun kapsamında bazı hükümler bulunmaktadır. Bu gibi durumlara karşı, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un, “Yayın Hizmeti İlkeleri” başlıklı 8’inci maddesinin (o) fıkrası, “Kişi ve kuruluşların cevap ve düzeltme hakkına saygılı olmak zorundadır” şeklinde düzenlenerek, yayınlarda doğru olmadığı ya da gerçeğe aykırı olduğu düşünülen iddialara karşı, muhatap kişi veya kuruluşların cevap ve düzeltme haklarını Yasa kapsamında koruma altına almıştır.
Dahası, düzeltme ve cevap hakkı, 6112 sayılı Kanun’un 18. maddesinde daha ayrıntılı şekilde düzenlenmiş, bu hakkın hangi durumlarda ve ne şekilde kullanılacağına dair hükümler, 7 fıkra halinde açıklanmıştır. “Düzeltme ve cevap hakkı” başlıklı 18’inci maddesinin birinci fıkrasında; “Gerçek ve tüzel kişiler, …veya gerçeğe aykırı yayın yapılması hâlinde, yayın tarihinden itibaren altmış gün içinde, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmamak ve suç unsuru içermemek kaydıyla, düzeltme ve cevap yazısını ilgili medya hizmet sağlayıcıya gönderir. Medya hizmet sağlayıcılar, hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde, cevap ve düzeltmeye konu yayının yapıldığı saatte ve programda, izleyiciler tarafından kolaylıkla takip edilebilecek ve açıkça anlaşılabilecek biçimde düzeltme ve cevabı yayınlar. Düzeltme ve cevap hakkı doğuran programın yayından kaldırıldığı veya yayınına ara verildiği durumlarda, düzeltme ve cevap hakkı, yedi günlük süre içinde anılan programın yayın saatinde kullandırılır. Düzeltme ve cevapta, buna neden olan yayın belirtilir.” hükmüne yer verilerek, söz konusu hakkın kapsamı belirlenmiştir.
Dolayısıyla 6112 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri, medya hizmet sağlayıcılar ile muhatapları arasındaki ilişkiyi, olası bir yaptırımdan önce, “düzeltme ve cevap hakkını” önceleyen bir anlayışla ele almaktadır.
Üstelik cevap ve düzeltme hakkı dayanağını doğrudan Anayasamızdan almaktadır. Anayasamızın 32’inci maddesinde; “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir. Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir” hükmü yer almaktadır. Görüleceği üzere, cevap ve düzeltmeye karar verecek yargılama makamının kararını kaç gün içinde vereceği hükmünün dahi Anayasa’yla düzenlenmesi, bu hakkın yasa koyucu tarafından ne derece önemsendiğinin göstergesidir.
Bu çerçevede, 6112 sayılı Kanun’da, “Düzeltme ve Cevap Hakkı” özel olarak düzenlenmişken; bu yola başvurmaksızın, bir yayını doğrudan bir yaptırımın konusu yapmak, yaptırımların kanuniliği ve eşitliği ilkesine aykırıdır.
6- Gazetecilerin görevi, toplumu bilgilendirmek, farkındalık yaratmak ve olayların gerçeklerini açıklamaktır ki gerçekleri nesnel bir biçimde, çarpıtmadan, sansürlemeden aktarmak esastır. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde bile bu husus; “Gazeteci önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoritelerine olan sorumluluklarından önce gelir.” şeklinde belirtilmektedir. Gazeteci Timur Soykan’ın konuşması bu bağlamda incelendiğinde; ihale konu edilen sözlerin “iddia” çerçevesinde sunulduğu, düşünce ve ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı, uygulanan yaptırımın haksız, orantısız, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı, toplumda özgürce kanat oluşumunu engelleyici nitelikte olduğu açıktır.
7- İnsan hakları hukuku belgelerinde ve Anayasalarda da ifade özgürlüğü, temel haklar ve ödevler kategorisinde birinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Bu nedenle çoğulcu demokrasilerde ifade özgürlüğü; herkes için geçerli, özüne dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yaşamsal önemde bir özgürlük niteliğinde, çoğulcu ve Anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. Bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelmekte olan ifade özgürlüğü; sadece "düşünce ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan "düşünce ve kanaati açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük alanındadır.
8- Anayasa’nın 25. maddesinin birinci fıkrasında; “herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu” belirtildikten sonra, 26. maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” hükmüne yer verilerek ifade özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
Dolayısıyla, ifade özgürlüğü yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve başka yollar ifadesiyle her türlü ifade aracının Anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasının son cümlesinde; ifade özgürlüğünün radyo, televizyon ve benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel olmadığı ifade edilerek radyo ve televizyon yayınlarının da 26. maddenin koruması altında olduğu belirtilmiştir. Radyo ve televizyon yayınlarının ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır.
9- Anayasa’nın 28. maddesinde ise basın özgürlüğü güvence altına alınmış, maddenin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “Basın hürdür, sansür edilemez” hükmü yer alırken, ikinci fıkrada “Devlet basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” düzenlemesine yer verilmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında ise basın özgürlüğünün sınırlanmasında, Anayasa’nın 26. ve 27. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir. İfade ve basın özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
10- Anayasa Mahkemesinin de yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
11- İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda, kamuoyunu bilgilendirmekle ve kamuoyunun bir görüş oluşturmasına imkân sağlamakla görevli medyanın, özgürlük ve hak alanı çok daha geniş bir çerçevede ele alınmaktadır. Bunun nedeni, dile getirilen olgu, düşünce ve kanaatlerin engellenmesinin aynı zamanda kamuoyunun haber alma ve kanaat oluşturma hakkını engelleyecek olmasıdır.
12- İfade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için, AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
13- Yine aynı konuya atfen; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Lingens-Avusturya kararında da, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir.
Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere; hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, basının ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük alanının daha geniş çerçevede değerlendirildiği, bu bağlamda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, gerekse Anayasa Mahkemesi kararlarında, ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç olarak; Uzman Raporu ve rapora dayanan Üst Kurulun yaptırım kararına konu edilen ifadelerle, kişi ya da kurumların doğrudan hedef alınmadığı, kesin bir dille suçlama yöneltilmediği, programda kimsenin suçlu ilan edilmediği, bu doğrultuda basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kalan değerlendirmelerin 6112 sayılı Yasa’ya aykırı bir yönünün bulunmadığı gerekçeleriyle, söz konusu karara karşı oy kullandım. 25.12.2023