İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 03.10.2023 tarih ve 555 sayılı yazısına konu h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 28.09.2023 tarihinde saat 13.01’de yayınladığı "Haber Masası" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Bahse konu yayına ilişkin uzman raporunda ayrıntıları belirtildiği üzere; h halk logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 28.09.2023 tarihinde saat 13.01’de canlı olarak yayınlanan, sunuculuğunu Buket Güler'in yaptığı yönetmen Ezel Akay’ın canlı yayın konuğu olarak katıldığı, "Haber Masası" adlı programda, program konuğu tarafından yapılan; “...Valla sormak değil ama talepte bulunmak isterdim, ben bir şey sormak istemiyorum ben vatandaşım talebim var. Bir kere bu ülke çok uzun yıllardır düşünce sahibi yazarlarını, gazetecilerini öldürmüş, işkence etmiş, mahkûm etmiş bir geleneğe sahip. Bu geleneğin tamamen ortadan kalkması, başkasının hayatına kastetmeyen bütün düşüncelerin özgürce söylenebilmesi gerekir. Ben bunu talep ediyorum hem Kültür ve Turizm Bakanlığından hem Adalet Bakanlığından hem İçişleri Bakanlığından hem de bütün bürokratlardan. Devlet bu konudaki gelenekten vazgeçmeli ve fikir sahibi insanları ve fikir ürünlerini engellemekten baskı altına almaktan vazgeçmeli…” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; “…kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
1- Kurul kararına dayanak oluşturan uzman raporundaki deşifre, eksik ve bütünlükten uzaktır.
İhlal iddiasına konu edilen “Haber Masası” isimli programda; Antalya’da 60’ıncısı yapılması planlanan Altın Portakal Film Festivali’ne ilişkin “sansür” tartışmaları ile ilgili haberlere yer verilmiş, “Kanun Hükmü” adlı filmin, festival seçkisinden çıkarılması süreci ele alınmış ve bu konuda Yönetmen Ezel Akay’ın görüşlerine başvurulmuştur. Raporda yaptırıma gerekçe gösterilen yayının süresi 13 dakika 06 saniye olmasına rağmen, Uzman Raporuna; Ezel Akay’ın konuşmasından “…Valla sormak değil ama talepte bulunmak isterdim, ben bir şey sormak istemiyorum ben vatandaşım talebim var. Bir kere bu ülke çok uzun yıllardır düşünce sahibi yazarlarını, gazetecilerini öldürmüş, işkence etmiş, mahkûm etmiş bir geleneğe sahip. Bu geleneğin tamamen ortadan kalkması, başkasının hayatına kastetmeyen bütün düşüncelerin özgürce söylenebilmesi gerekir. Ben bunu talep ediyorum hem Kültür ve Turizm Bakanlığından hem Adalet Bakanlığından hem İçişleri Bakanlığından hem de bütün bürokratlardan. Devlet bu konudaki gelenekten vazgeçmeli ve fikir sahibi insanları ve fikir ürünlerini engellemekten baskı altına almaktan vazgeçmeli…” şeklindeki kısa bir bölümü alınarak, ihlale gerekçe gösterilmiştir.
Bilindiği üzere, konuşmaların kesilerek ya da seçilerek deşifre edilip rapora alınması, konuşmaların anlam bütünlüğünün bozulmasına ve sağlıklı bir değerlendirme yapılmasına olanak tanımaktan uzak bir raporun ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla, yaptırım kararına dayanak oluşturan Uzman raporunun içeriğinin eksik ve yanıltıcı olması nedeniyle, Üst Kurul kararının, bu yönüyle de isabetli olmadığı açıktır.
Yaptırım uygulanan programda geçen konuşmalar, Altın Portakal Film Festivali kapsamında, kanun hükmünde kararnameyle görevlerinden alınan iki kişinin mücadelesinin anlatıldığı "Kanun Hükmü" adlı filmin festival seçkisinden çıkarılması, sonra yeniden seçkiye alınması ve en sonunda da seçkiden yeniden çıkarılması ile ilgili süreç, bakanlıklar dâhil tarafların açıklamaları üzerine yapılan değerlendirmelerden oluşmaktadır. Bir sinema filmi ile ilgili sansür tartışmasında, ülkenin önemli yönetmenlerinden birinin görüşlerine başvurulması, televizyon yayıncılığı açısından beklenen bir durumdur. Yönetmen Ezel Akay da sansür tartışmasına ilişkin düşüncelerini paylaşmış, yaşadığı deneyimlerden yola çıkarak geleceğe ilişkin bir çağrıda bulunmuştur. Konuşmanın bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde de söz konusu açıklamaların düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığına kuşku yoktur.
Buna rağmen, söz konusu ifadelerin öncesi ve sonrasında yapılan açıklamalara yer verilmeden, bölünerek ya da seçilerek ele alınan cümlelere dayanılarak ihlal kararı verilmesi, hakkaniyete uygun olmadığı gibi; basın ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler için zorunlu görülen “gerekli, ölçülü ve orantılı” ilkelerine de ters düşmektedir.
Türk Dil Kurumu; “bağlam” kelimesini “bir dil birimini çevreleyen, ondan önce veya sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen, onun anlamını, değerini belirleyen birim veya birimler bütünü, kontekst” olarak tanımlamaktadır.
Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için, ifadelerin geçtiği konuşma ya da yazılı metinlerin bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi zorunluluktur. Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar)
https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. Tarihi:09.11.2023)
Bu sebeple yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin tespitinin yapılabilmesi için, konuşmaların geniş çerçevede ele alınması ve programın ilgili bölümünün tam deşifresinin dikkate alınması gerekmektedir. İhlale konu uzman raporunda ve raporu dayanak alan Üst Kurul kararında yer almayan konuşmalar şu şekildedir:
(Saat 14:02:23-14:16:28)
“Buket Güler: …(14:02:36) Türkiye’nin en prestijli film festivali… Festivalden. İhraç edilen, önce ihraç edildiği açıklanan ‘Kanun Hükmü’ adlı belgeselden bahsediyoruz… Önce bir haberi izleyelim, sonra Festivalin Jüri Üyelerinden Ezel Akay yayınımıza konuk olacak./ Dış ses: (14.03.43) Altın Portakal yoluna sansürsüz devam edecek. Kanun Hükmü yeniden Festivalde. Ama bu kez de Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğini çekti…Bu sene sansür krizi çıktı. Sebebi, yönetmen Nejla Demirci’nin Kanun Hükmü adlı filminin festivalden ihraç edilmesi. Demirci, Antalya Büyükşehir Belediyesine dava açtı. Kararın iptalini istedi. Mahkemeye sunulan dilekçede, film de yer alan kişi ile ilgili yürüyen bir dava bulunmadığı belirtildi. Belgesel kategorisindeki yapımda, kanun hükmündeki kararnameyle görevlerinden alınan iki kişinin mücadelesi anlatılıyor… 20 Altın Portakal Jürisi filmlerde suç unsura arayan sansürü kabul etmedi. Tepki gösterdi… Jürinin çekilme kararına yönetmenler, yapımcılar eşlik etti. Ulusal uzun metraj, ulusal belgesel, ulusal kısa metraj 27 film festivalden çekildi. Zeki Demirkubuz da son filmi Hayat için aynı kararı aldı. Kanun Hükmü’nü kim sansürledi? İsmi geçen Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek, sosyal medyadan konu ile ilgili ‘Kamuoyunun Dikkatine’ başlığıyla paylaşım yaptı. ‘Biz ev sahibiyiz karara dahlimiz yoktur’ dedi. ‘Geçtiğimiz dört yıl boyunca seçici kurulların oluşmasına, jürilerin belirlenmesine, filmlerin içeriğine ve filmlerin kazanıp kazanmaması konusuna hiçbir şekilde dâhil olmamıştır. Bundan sonra da olmayacaktır.’/ Dış Ses: (14.05.44) Tepkilerin ardından geri adım geldi. Altın Portakal film festivali duyurdu. Kanun Hükmü festivale geri döndü. Belgesel filmde yer alan kişi ile ilgili yargılama sürecinin devam etmediğini tarafımıza belgelendiği için filmin yarışma seçkisi ne geri alınmasına karar verilmiştir.’ …Altın Portakal Festival programına alınır alınmaz Kültür ve Turizm Bakanlığı bu açıklamayı yaptı. Sansürün arkasında durdu. Bakanlık festivalin FETÖ propagandası yapılmasına vesile olduğunu iddia etti. Çekilme kararı aldı./ Adalet Bakanı Yılmaz Tunç: (14.06.35) Altın Portakal gibi geleneksel hale gelmiş bir yer festivalde bir terör örgütünün propagandasının yapılmasına kesinlikle müsaade edilemez. Kültür Bakanlığımızın almış olduğu kararı çok doğru buluyoruz… Ezel Akay:…(14.08.35) Ya vallahi çok sıkıldım… Ama en son Adalet Bakanlığı’nın da bu kadroya katılması çok can sıkıcı, filmi filan kimsenin seyrettiği yok. Söylenti üzerine hareket ediyorlar. Bütün arkadaşlar, bütün seçici kurul, festival hepsi filmi seyrettiler. Orada bir ne FETÖ’cülükle ilgili bir şey var.Ne başka bir şey. Sadece... kurunun yanında yaşında yandığını anlatan, mağdur iki doktorun macerasını anlatan, KHK’lar yüzünden bir belgesel bu. Ne terör propagandası var ne bir şey var. Boşuna kendilerini yırtmasınlar. Hukuk da buna bir şey demedi… Film geri alındı. Kavga bitti. Oturalım filmleri seyredelim. Adalet Bakanı da otursun seyretsin vicdanına göre karar versin ve bize bir ipucu versin gerçekten. / Buket Güler: Size izlemiş midir Adalet Bakanı?... / Ezel Akay: Ben yani Bakanlık, Belediye ve Festival Yönetimini ayıplıyorum. Ama onlar suçlu değiller. Çünkü bu üçünün de, üçü de estetikten, kültürden, sanattan anlayan insanlarla dolu Bakanlıkta, Kültür Bakanlığında, Festival Yönetiminde Belediyede ve hepsi farkındalar ki, aslında ortada yasaklanacak bir şey yok.../ Buket Güler: Düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü Türkiye’de bizim çok uzun yıllardır konuştuğumuz, tartıştığımız bir mesele… Sizin de içinde bulunduğunuz, anlattığınız jüri, yapımcı, yönetmen kabul edilmedi ve hep birlikte bir direniş gösterildi ve en nihayetinde sonuçta belgesel yeniden festivalde… / Ezel Akay: Vallahi bir denge kurulması en büyük umudum benim. Çünkü her zaman siyasetin içinde Türkiye’deki siyasetçilerin arasında bazen iktidara gelenlerin arasında fikir ve düşünce hürriyetini önemsemeyen zararlı bulanlar olmuştur. Önemli olan bir denge içinde devam edebilmek, direniş, talep, ısrarda bu dengeyi kurmaya yöneliktir. Gerçek şu ki, düşüncenin hiç kimseye zararı falan olmamıştır. Boş yere insanları mağdur edip, hapislerde çürüten bir kültürden geliyoruz. Bunun artık bir son bulmasını umuyorum… Buket GÜLER: Peki size şu soruyu sorsam. Aslında sizden bir soru sormanızı rica etsem. Bizi izleyen sizin temsil ettiğiniz, aslında orada sanatın sanatçının yanında olan milyonlarca aydın için aslında. Bugün burada Sayın Bakan'a ve bakanlığa ne sormak isterdiniz acaba? Ezel AKAY: Valla sormak değil ama talepte bulunmak isterdim, ben bir şey sormak istemiyorum ben vatandaşım talebim var. Bir kere bu ülke çok uzun yıllardır düşünce sahibi yazarlarını, gazetecilerini öldürmüş, işkence etmiş, mahkûm etmiş bir geleneğe sahip. Bu geleneğin tamamen ortadan kalkması, başkasının hayatına kastetmeyen bütün düşüncelerin özgürce söylenebilmesi gerekir. Ben bunu talep ediyorum hem Kültür ve Turizm Bakanlığından hem Adalet Bakanlığından hem İçişleri Bakanlığından hem de bütün bürokratlardan. Devlet bu konudaki gelenekten vazgeçmeli ve fikir sahibi insanları ve fikir ürünlerini engellemekten baskı altına almaktan vazgeçmeli... ”
Görüleceği üzere, Yönetmen Ezel Akay, Antalya Film Festivali kapsamındaki sansür tartışması süreci ile ilgili eleştiri sınırları içerisinde kalan değerlendirmelerde bulunmuş, düşünce özgürlüğü konusunda geçmiş deneyimlerinden yola çıkarak, geleceğe ilişkin toplumun talebini ifade etmiştir. Söz konusu konuşma bütünlüğü içinde değerlendirildiğinde, kullanılan ifadelerin eleştiri sınırları içinde kaldığı, hiçbir kişi ya da kuruluşu hedef almadığı, küçük düşürücü, aşağılayıcı ya da iftira niteliğinde olmadığı açıktır.
Bağlamı gözetilmeden yapılan değerlendirme ile ihlal kararı verilmesi, hakkaniyete uygun olmadığı gibi; 6112 sayılı Kanun’un 1’inci maddesinde belirlenen “ifade ve haber alma özgürlüğünün sağlanması” amacının da tersine bir sonuç doğuracaktır.
2- Türkiye Gazeteciler Cemiyeti “6 Nisan Öldürülen Gazeteciler Günü” nedeniyle yaptığı Basın Açıklaması: “Günümüzde artık gazeteci öldürülmemesi sevindirici gibi gözükse de yaygın basında ve yerel basında hala haberleri yüzünden darp edilen meslektaşlarımız var. Öte yandan gazeteciler hakkında açılan davaların önü arkası kesilmiyor… İlk basın şehidi olan Hasan Fehmi’yi 6 Nisan 1909 tarihinde kaybettik. Serbesti Gazetesi’nde eleştirel yazılarıyla tanınan Hasan Fehmi düşüncelerini ifade ettiği ve yazıya döktüğü için öldürüldü. O tarihten bu yana pek çoğu faili meçhul cinayetlere kurban giden 66 meslektaşımız var. Ne yazık ki faili meçhul dosyaları bir türlü parlamentoda görüşülemedi.” (http://www.tgc.org.tr (Erişim Tarihi: 09.11.2023)
Gazeteciler Cemiyetinin bu açıklamasında da görüleceği üzere; çok sayıda faili meçhul gazeteci ölümlerinin, düşünce ve ifade özgürlüğü ile halkın haber alma hakkını savunduğu için öldürüldüğüne ilişkin tartışmalar, sıklıkla kamuoyunun gündemini oluşturan konuların başında yer almaktadır.
3- Ayrıca Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Bizi de dizimize kadar suyun içinde bıraktılar. 6 kişiyiz, bu kadar bir yer (uçağın röportaj yaptığımız küçük bölmesini işaret ederek) bir tane bank var. Üç kişi ancak sığabiliyor oraya. Bir müddet üç arkadaş oturuyor, sonra yer değiştiriyoruz. Biz oturuyoruz, onlar suyun içine giriyor. Onlar oturuyor biz suyun içine giriyoruz. Bu şekilde gece geçiyor. 'Tuvalete gideceğim' diyorsunuz. Tuvalete bile izin vermiyorlar!.. Gece geçtikten sonra, bizi yan odaya aldılar. Orada esrarkeşler filan var. Ama o oda sımsıcaktı. Soğuk, kış' Ne zamandı bu?... 12 Eylül'ün hemen öncesi. Ben o zaman Gençlik Kolları Başkanı'yım. Hani bir de legal bir partinin. Beni oraya götüren adam da beni çok iyi tanıyan Emniyet Amiri. Böyle süreçlerden geçtik...” şeklindeki ifadeleri de bu konuya örnek teşkil edecek niteliktedir. https://www.ensonhaber.com/gundem/erdogan-ben-de-iskence-gordum-2011-02-08 (Erişim Tarihi:09.11.2023)
Ayrıca, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ tarafından, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a Diyarbakır Cezaevi’nin müze yapılması amacıyla, düzenlenen anahtar teslim töreninde Bakan Bozdağ, Cezaevinde yaşanan olayların Türk demokrasi tarihine geçen kara bir leke olduğunu belirterek; "Bugün Diyarbakır cezaevinin kapısına kilit vuruyor ve böylelikle bir dönemin daha kötü hatıralarıyla hak ihlalleriyle anılan bir mekanı kapatmış, kapısına kilit vurmuş oluyoruz. İnşallah bundan sonraki süreç burada geçmişten ders alan ve geleceğe daha iyi hazırlanan bir Türkiye için burası bilim, kültür ve bir ibret ve iyilik merkezi olarak Diyarbakırlılar başta olmak üzere aziz milletimize hizmet edecektir.” … “Kötü muamele ve işkence ile anılan cezaevlerinin kapılarına kilit vurulması ve buraların anı merkezi haline getirilmesi hususlarında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür eden Bakan Bozdağ, “Sayın Cumhurbaşkanımıza bu bütün değişiklikleri ortaya koyma iradesi ve kararlılığından dolayı şükranlarımı sunuyorum…” şeklindeki açıklamaları da dikkat çekicidir. https://basin.adalet.gov.tr/bakan-bozdag-anahtari-bakan-ersoy-a-teslim-etti (E.T. 09.11.2023)
Gerek Gazeteciler Cemiyeti’nin basın açıklaması, gerekse de ülkeyi yönetenlerin yakın tarihe ilişkin yaptıkları kimi değerlendirmeler, Üst Kurul kararı ile yaptırım uygulanan ifadelerin kaynağına da işaret eder niteliktedir. Toplumun değişik kesimleri tarafından dile getirilen ve eleştiri sınırları içinde kalan benzer görüşler nedeniyle bir yayıncı kuruluşa yaptırım uygulanması; adil olmayacak, basın özgürlüğüne, düşünce ve ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir darbe olacaktır.
4-Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır.
5-Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
6-Ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. “48. İfade özgürlüğü ve özel olarak basın özgürlüğü alanında devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı, yaptırımlara tabi tutmamalı, pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Nilgün Halloran, § 43; benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43).” (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/201, §§ 10-11)
Ayrıca Anayasa Mahkemesinin yukarıda alıntı yapılan Ergün Poyraz (2) [GK], kararında da söz konusu AİHM kararına yer verilerek; “69. AİHM’in yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil; aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, § 46).” şeklinde hüküm bildirilmiş ve hükûmetlerin eleştirilere daha tahammüllü olmaları gerektiğinin altı çizilmiştir. (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 13)
7-Bu konuda, Anayasa Mahkemesi tarafından alınan başka bir kararda da, konu daha ayrıntılı şekilde yer almaktadır:
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B.No:2018/17635, R.G.Tarih ve Sayı:19/9/2019- 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi Kararı’nın, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” bölümündeki bazı hükümler şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.”
İlgili Kararın “Nihai Değerlendirmeler” bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…
İlgili Kararın “Orantılılık” bölümündeki değerlendirmelerde de şu hüküm yer almaktadır:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2) [GK], § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır. (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46)
137. Demokratik bir toplumda otosansür refleksine hizmet eden bir cezaya maruz kalınması, kamu gücünü kullanan organların karar ve eylemlerini sorgulanamaz hâle getirir. Oysa demokratik bir toplumda devletin, kamusal faydası yüksek olan bir tartışmanın yürütülmesini ceza tehdidi yoluyla engellemek yerine bilgi kaynaklarına ve iletişim araçlarına erişim imkânlarının genişliğinden yararlanarak kendisine yönelik eleştirileri etkili bir biçimde yanıtlamak suretiyle bu konudaki kamusal tartışmaya katkıda bulunması beklenir.
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17635 (Erişim Tarihi:09.11.2023)
8- Anayasa Mahkemesinin de yerleşik içtihadına göre ifade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, 2014/12151, 4/6/2015, § 33-35).
9-Ayrıca Danıştay Onuncu Daire Tetkik Hâkimi “Yahya Şahin’in “Danıştay Kararlarında İfade Özgürlüğü ve Sınırlamaları” adlı makalesinde “Memleket Hikayeleri" isimli tiyatro oyununun; güvenlik kuvvetlerine, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Adliye'ye hakaret içermesi, Atatürkçü düşünce ile bağdaşan bir yönünün bulunmaması, yasa dışı terör örgütlerinin görüşlerini aksettirir mahiyette olması nedeniyle gösterimine izin verilmemesine ilişkin Ayancık Kaymakamlığı işleminin iptali ile bu işlem nedeniyle uğranıldığı öne sürülen maddi ve manevi zararın tazmini ile maddi tazminata gecikme faizi uygulanması istemiyle açılan dava sonucunda, Samsun İdare Mahkemesince; oyunda, ülkenin güvenlik güçlerinin, adliye makamlarının, Türk Silahlı Kuvvetlerinin küçük düşürülmeye çalışıldığının, siyasi konulara girilerek toplumda huzursuzluğa sebep olabilecek konulara değinildiğinin, hakarete varabilecek bölümlere yer verildiğinin, bazı ferdi olayların bütün bir Devlete mal edildiğinin ve ayrımcılığa neden olabilecek bazı olaylardan söz edildiğinin anlaşıldığı, buna göre 3713 sayılı Yasanın 8.maddesi ve 5442 sayılı Yasanın 11/c maddesi gereğince anılan oyunun sahnelenmesine izin verilmemesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş. Davacı, oyunun kamu düzenini sarsan ve bozan bir niteliği bulunmadığı iddialarıyla anılan kararın temyizen incelenip bozulmasını istemiş. Danıştay 10. Dairesi; Anayasa’nın 26. maddesinde, herkesin düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek basına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına, 27.maddesinde; herkesin bilim ve sanatı serbestçe öğrenme veya öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahip olduğunun belirtildiği, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun Ek.1. maddesinde, gerçek kişi veya toplulukların, mahallin en büyük mülki amirine en az 48 saat önceden müracaat suretiyle oyun ve temsil verebileceği veya çeşitli şekillerde gösteri düzenleyebilecekleri, bunlardan genel ahlaka, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne veya Anayasa düzenine aykırı olduğu tespit edilenlerin mahallin en büyük amirinin emri ile polis tarafından menedileceği ve ilgililerin derhal adli mercilere sevk edileceklerinin hükme bağlandığı, yukarıda belirtilen Yasa hükmünde yer alan yetkilerin kullanılabilmesi için gösterimine izin verilmeyen oyun metninin yetkili makamlarca yasaklanmış veya genel ahlaka, Devletin bütünlüğüne ya da Anayasal düzene aykırı olduğunun saptanması gerektiği, uyuşmazlığa konu oyun metninde, yazarın siyasi ve resmi çevrelerin, halkın, medyanın gündemindeki güncel sorunları mizahi bir üslupla eleştirip, insan haklarını, anayasal hak ve özgürlükleri, cumhuriyetin temel ilkelerini savunduğu ve yargı bağımsızlığını dile getirdiği anlaşıldığından oyunun bu haliyle dava konusu işlemde belirtilen hususları ve nitelikleri içermemesi nedeniyle gösterimine izin verilmemesine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı, öte yandan hukuka aykırı olan bu işlem nedeniyle davacı şirketin uğramış olduğu maddi zararın da Anayasanın 125.maddesi uyarınca tazmini gerektiği gerekçesiyle mahkeme kararı bozulmuştur.(28.6.2000 tarih ve E:1998/6871 K2000/4435 sayılı kararı.)
Bozma kararına uyan Samsun İdare Mahkemesince; aynı gerekçeyle dava konusu işlemin iptaline, davacı şirketin maddi ve manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne karar vermiş, bu karar da Danıştayca onanmıştır.(20.3.2003 tarih ve E:2001/529 K:2003/1050 sayılı kararı) https://www.anayasa.gov.tr/media/3620/sahindanistayifadeozgurlugu.pdf (Erişim Tarihi: 09.11.2023)
10- Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 2009/7316 E., 2012/17738 K. No.lu içtihat metninde:
“Türkiye Cumhuriyet Anayasası'nın 90/5. maddesinde yer alan "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir… 19.03.1954 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 10.03.1954 tarih ve 6366 sayılı Yasa ile onaylanmış bulunan "İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesi" (AİHS), iç hukukumuzun uyulması zorunlu bir parçası haline gelmiştir. Sözleşmenin 9. maddesinde din ve inanç hürriyeti, 10. maddesinde ifade hürriyeti, 11. maddesinde örgütlenme hürriyeti düzenlenmiştir. Bu üç madde; sözleşmenin genel amacı olan çoğulcu demokratik rejim için toplumda hoşgörünün sağlanarak çoğulcu demokrasinin yerleştirilmesi ve geliştirilmesine yönelik hükümlerdir.
İfade hürriyeti, bilgi verme ve bilgi edinme hürriyeti sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında, "Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahaleleri olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü, haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar", ikinci fıkrasında ise, "Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın ve ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir." denilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, kamuyu ilgilendiren sorunların kamuya açık olarak tam bir serbestlik içerisinde tartışılabilmesi, şiddeti teşvik eden eylemler hariç bu tartışmanın boyutlarının Devlet organları tarafından maksimuma çıkarılması gerektiği vurgulanmaktadır. Süreklilik gösteren bu kararlarda, kamuoyunun bir bölümünün ve hatta çoğunluğun hoşuna gitmeyen, ürkütücü, şok edici, hoşa gitmeyen fikirlerin de sözleşmenin 10. maddesi tarafından korunduğu belirtilmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Castells/İspanya vb. Kararlar).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarında, ifade hürriyetinin iki istisnası olduğuna işaret edilmektedir. Birinci istisna şiddeti teşvik edici ve övücü söylemler, ikinci istisna ise azınlıklara karşı nefret söylemidir. Bunun için önce yazı veya sözün içeriğine bakılmalıdır. Yazı veya Sözler; a) Şiddet, bir araç olarak öngörülüyorsa, b) Kişileri hedef gösterip kanlı bir intikam istiyorsa, c) Benimsenen düşünceler için şiddete başvurmanın meşru olduğu ileri sürülüyorsa, d) İnsanda saldırgan duygular uyandıracak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtıyorsa, ifade hürriyetinden yararlanmayabilir. (Sürek/Türkiye, no. 1, Büyük Daire, no 26682/95, Güzel ve Özer/Türkiye, 6 Temmuz 2010 kararı)…
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturup, toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişimi için temel koşullardan biridir. İfade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan "haber" ve "düşünceler" için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamaz. Sözleşme'nin 10. maddesinde belirtildiği üzere, bu özgürlüğün istisnaları vardır; ancak bu istisnalar dar yorumlanmalıdır (23.09.1994 tarihli Jersild - Danimarka kararı; 21.01.1999 tarihli Janowski-Polonya kararı; 25.11.1999 tarihli Nilsen ve Johnsen-Norveç kararı; 25.07.2001 tarihli Perna-İtalya kararı)…
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 13, 14, 25, 26 ve AİHS'nin 9/2, 10/2, 17. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde devlet yahut halkın bir bölümü için rahatsız edici, hoşa gitmeyen, kural dışı, endişe verici, fakat şiddet ve şiddet kışkırtıcılığı içermeyen nitelikteki sözler de ifade hürriyeti kapsamındadır.”
Yukarıda atıfta bulunulan Yargıtay metninde de görüleceği üzere; ifade özgürlüğünün sınırları, “şiddeti teşvik edici ve övücü söylemler ile azınlıklara karşı nefret söylemi” istisnaları dışında belirlenmektedir. Dolayısıyla, söz konusu yayında kullanılan ifade ve iddiaların bu kapsamlar dışında olduğu ortadadır ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
11-İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, https://www.anayasa.gov.tr/media/3542/aihs_tr.pdf, Erişim Tarihi: 09.11.2023).
12-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Lingens-Avusturya kararında da, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir.
13-AİHM’ye göre ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. Yine aynı karara göre; “ifade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez.” (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
14-Ayrıca, AİHM kararlarında, yapılan eleştirilerin hükûmete karşı olması durumunda, daha hoşgörülü bir yaklaşım sergilendiği görülmektedir. AİHM’ye göre hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir. Demokratik bir sistemde, hükûmetin eylemleri ve ihmalleri sadece yasama ve yargı makamlarının değil aynı zamanda basın ve kamuoyunun da yakın incelemesine tabi tutulmalıdır. (AİHM Castells/İspanya,)
Dolayısıyla, ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. Bu bağlamda basın özgürlüğünün asıl, sınırlamanın ise istisna olduğu unutulmamalıdır. Sınırlamanın kanuni olması, meşru amaca dayanması ve demokratik toplumda gerekli ve orantılı olması da gözetilmelidir.
15-Kurul kararı ve karara dayanak oluşturan raporda, yaptırım gerekçelerinden biri olarak da; Üst Kurulun 2014 yılında yayınladığı “Yayın İlkeleri Rehberi’nde yer alan “Canlı Yayınlarda program sunucusu/muhabiri ile programa konuk edilen kişilerin 6112 Sayılı Yasa’yı ihlal niteliğindeki ifadelerinden yayıncı kuruluş sorumludur” ve “Programa konuk olan kişilerin veya üçüncü kişilerin kişilik haklarını ihlal eder veya bir toplumsal grup aleyhine ifadeler kullanılması halinde, bu durumda programın sunucusu veya moderatörü tarafından müdahale edilmeli ve gerekli açıklamalar yapılmalıdır” ilkesi kapsamında sunucunun hiçbir müdahalede bulunmaması gösterilmiştir. Ancak daha önce de açıklandığı şekilde, Yönetmen Ezel Akay’ın konuşmasında programa konuk olan kişilerin veya üçüncü kişilerin kişilik haklarını ihlal eden veya bir toplumsal grubu hedef alan ve bu yönüyle de sunucunun müdahalesini gerektirecek bir ifade bulunmamaktadır.
16-6112 sayılı Kanun’un temel amaçlarından biri de “ifade ve haber alma özgürlüğünün sağlanması”dır. Bu amaçla da Kanun’un 37’nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ile Üst Kurul üyelerine “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin, Rekabet Kurumunun görev ve yetkileri saklı kalmak kaydıyla rekabet ortamının ve çoğulculuğun güvence altına alınması, yoğunlaşmanın önlenmesi ve kamu menfaatinin korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak” görevi verilmiştir.
İfade ve basın özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarında çerçevesinin çizildiği şekliyle gerekli, ölçülü ve orantılı olması zorunludur. Geçmiş dönemlerdeki yönetimlerin politika ve eylemlerinin eleştiri konusu yapıldığı, içerisinde hakaret, iftira, aşağılayıcı ifadeler bulunmayan bir yayına yaptırım uygulanması; ölçüsüz, ifade özgürlüğü ve düşünce çeşitliliğini engelleyici nitelikte olacaktır.
Sonuç itibarıyla, Uzman Raporu ve Üst Kurul kararına konu söz konusu ifadelerin, Anayasa ile güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamında kalması, ayrıca söz konusu ifadelerin, konuşmanın bütünü ile birlikte ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın, konunun bütünselliği içerisinde değerlendirildiğinde; 6112 sayılı Yasa kapsamında aykırılık teşkil eden bir hususun bulunmaması gerekçeleriyle, söz konusu karara karşı oy kullandım. 15.11.2023