İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 07.08.2023 tarih ve 483 sayılı yazısına konu Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 15.07.2023 tarihinde saat 10:01’de yayınladığı "Forum Hafta Sonu" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenerek Üst Kurulda değerlendirmeye ilişkin yapılan görüşmeler sonucunda;
Tele 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 15.07.2023 tarihinde saat 10:01’de canlı olarak yayınlanan, sunuculuğunu Namık Koçak’ın yaptığı, Emekli Amiral Türker Ertürk ve Cumhuriyet Gazetesi Yazarı, Şair Özdemir İnce’nin konuk olarak katıldığı "Forum Hafta Sonu" adlı yorum programında program sunucusu ve konukları arasında geçen diyaloglarda; “Bugün 15 Temmuz. 15 Temmuz kimine göre önlenmiş bir darbe girişimi, kimine göre gerçekleşmiş bir darbe… Yani 15 Temmuz’da başlatılan girişim 20 Temmuz’da tamamlandı, olağanüstü hâl ilan edilerek. Ve Türkiye’de çok çok büyük bir değişim yaşandı. Öncelikle müthiş bir kıyım yaşandı…FETÖ’yü bu iktidar destekliyordu ama 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yapılan sizin de ifade etmeye çalıştığınız bu hukuksuzluklar. Kabul edemiyorum biliyor musunuz? Evet, bir insan darbe girişimine katılmıştır, katılmamıştır. Cemaate destek… Bunları normal hukuki yöntemlerle yargılamak zorundasınız ama ne yazık ki bu iktidar hukuk dışı işler yaptı, işkence yaptı. Bakınız işkence yaptı ve işkenceyi sanki bir halt etmiş gibi kitle iletişim araçlarıyla yayınlamakta da pervasızlık gösterdi… Mesela siz yargılarsınız bir insanı. Eğer idam cezası sizin hukukunuzda varsa, yargılama sisteminizde varsa onu idama mahkûm edersiniz ama hastaysa tedavi edersiniz. Ne bileyim ona hakaret edemezsiniz. İnfazdan önce hakaret edemezsiniz, dövemezsiniz, tokat atamazsınız, hakaret edemezsiniz… Bir de 15 Temmuz, yedinci yıl. Yaşamını kaybedenlere, şehit olanlara rahmet diliyorum yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum ve şunu da söylemek istiyorum: 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşananlar şimdi gazetede bakınca görüyorum. Bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi değildir… Olmadığı ortaya çıktı… Bu esasında aynı dünya görüşten başka bir darbenin vizyona konmasaydı. Ve Yenikapı ruhu denen ruh gerçekte Cumhuriyet'e, kurucu ideolojiye, Atatürk önderliğinde yapılan aydınlanma devrimlerini eritmeye yok etmeye çalışan adeta bir tuz ruhuydu. Tuz ruhuydu… Tankın üzerinden insanlar var. Doğru değil biliyor musunuz bu? Darbeyi Türk Silahlı Kuvvetlerinin içine sızdırılan demiyorum yerleştiren, konulan imamın, imamın askerleri yaptı. Darbeyi Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk Silahlı Kuvvetlerinin o genetik kodları olan Atatürkçüler engelledi. Gerisi var ya yalan ve dolandır. Bakın tekrar söylüyorum. Darbeyi imamlar kotarmaya çalıştı. Kimin desteğinde işte bu iktidarın namütenahi destekleriyle. Ben ve benim gibi insanlar bu yüzden tasfiye oldu. Darbeyi kim durdurdu? Türk Silahlı Kuvvetleri durdurdu. Bu tankın üstüne çıkanlar filan değil. Türk Silahlı Kuvvetleri durdurdu. Hangi Türk Silahlı Kuvvetleri o? Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri, o mazisi şan ve şerefle dolu Atatürkçü Silahlı Kuvvetleri durdurdu gerisi yalan ve dolandır… FETÖ bitişik gövde ikizine karşı bir darbe yaptı. Darbeyi efendim milli iradenin zaferi falan kazanmadı. Ne milli iradesi? Öyle belediyeler ilan veriyorlar. Efendim milli irade zafer kazanmış. Hayır efendim. Milli irade yok oldu o gün… Bizi ilgilendirmiyordu. Biz sadece ölen 251 kişiye çok üzüldük… Amiralin de dediği gibi bu ayaklanmayı asker bastırdı. Asker bastırmasaydı FETÖ’nün askerleri efendim, bit gibi ezerdi AKP’yi. Böyle çat çat çat. Bereket versin şey araya girdi, disiplinli ordu, baştan çıkmamış ordu… Evet, disiplinli ordu… Tarihinden bile nefret ediyorum. Tarihi yani Türkiye'nin, Türklerin tarihinin en karanlık günlerinden biridir. Efendim milli iradenin zaferiymiş. Hayır, efendim milli iradenin yok edilmesidir ve tek adam rejiminin efendim, yelken açmasıdır okyanusta… Yahu İslam'da başörtüsü diye bir şey yok. 31. Ayet’ in ben bütün dillerdeki karşılığını yazdım. Başlardaki örtü binlerce yıldır Arapların başında olan şey ya. İndir diyor, göğsü açık çünkü Arap kadınları o sırada göğüslerini falan örtecek bir örtüleri yok. İndir de diyor o görünmesin. Vaziyet bundan ibaret. Bunu şey için söylüyorum CHP için söylüyorum, diğer muhalefet partileri için söylüyorum. Biraz okusunlar, donanım sağlasınlar ve karşılarına bilgi ile çıkıp ve tarumar etsinler bu zırvalıkları. Bunlar zırva ya Türkiye 2023'te yaşıyor…4 yaşındaki kızcağızları, çocukcağızları alıp, efendim Elif üstünde bilmem ne diye zart zurt şeyler öğretiyorlar. Ya Allah'tan kitaptan ne anlar çocuk ya. Allah, din, kitap soyut şeylerdir… Türkçe bilmeyen çocuğa işte Kur'an kursu. Çocuk ne anlayacak ondan, o dili bilmiyorsa… Faydası şu; aklı sıra, aklı sıra gelecekteki seçmenlerini devşiriyor o yaşta. Anlatabiliyor muyum? Bu burada bazı sıfatlar kullanmak istiyorum ve o sıfatları kullanmama özgürlüğümü de ilan ediyorum. O sıfatları kullanmayacağım. Bu kadar budalalık olmaz yahu! Dünyadan haberdar değiller, neler oluyor dünyada, neler oluyor… Peki, kadınlar edepsiz diyelim. Erkekler p… mi? Peki kadınlar edepsiz. O erkekler, Müslüman erkekler o rezalete nasıl tahammül ediyor...Yani mesele bu, mesele bu kardeşim ülkeye yalan söylüyorlar.” şeklindeki ifadelerin, 6112 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan; "Toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlak ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırım uygulanması yönünde “oy çokluğu” ile alınan karara karşı oy kullandım.
KARŞI OY KULLANMA GEREKÇELERİM AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:
1- Kurul kararına dayanak oluşturan uzman raporundaki deşifre, eksik ve bütünlükten uzak bir şekilde ele alınmıştır:
“Forum Haftasonu” isimli yorum programında, “15 Temmuz darbe girişiminde bulunan Fethullah Gülen terör örgütü ile AK Parti arasındaki ilişkiler, tarikatlar, Menzil tarikatının liderine devlet töreni, Osmanlı’dan Arap dünyasında kadının yeri” konuları, 10:01:10-11:42:10 saatleri arasında iki bölüm halinde, yaklaşık 1 saat 40 dakika süre ile yer almıştır. Yayının 52 dakika 47 saniye süren birinci bölümü içerisinde raporda ihlale konu edilen yayının süresi 40 dakika 12 saniye olmasına rağmen, Uzman Raporunda 5 dakika 42 saniyelik bölüm deşifreye alınarak ihlale gerekçe gösterilmiştir. Aynı şekilde 40 dakika 22 saniye süren ikinci bölüm içerisinde de, Uzman raporunda sadece 3 dakika 10 saniyelik bölüm deşifre edilmiştir.
Bu sebeple, Üst Kurulun yaptırım kararına dayanak oluşturan raporun içeriğinin eksik ve yanıltıcı olduğu açıktır. Söz konusu konuşmaların kesilerek ya da seçilerek deşifre edilip rapora alınması, konuşmaların anlam bütünlüğünün bozulmasına ve objektif kriterlerden uzak bir rapor ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yönüyle de rapor, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için yetersiz kalmıştır. Raporu esas alan Üst Kurul kararı da bu yönüyle isabetli olmamıştır.
Yaptırım uygulanan programda geçen konuşmaların, ağırlıklı olarak hükûmetin devlet yönetiminde uyguladığı politikalara ilişkin siyasî nitelikli yorum ve eleştiriler olduğu, 15 Temmuz sürecine ilişkin yapılan yanlışların gündeme taşındığı görülmektedir. Ülkemiz için ağır bedeller ortaya çıkaran konularda değerlendirilme yapılması ve eleştiri getirilmesinde kamu yararı olduğu açıktır. Buna rağmen, söz konusu ifadelerin öncesi ve sonrasında yapılan açıklamalara yer verilmeden, bölünerek ya da seçilerek ele alınan cümlelere dayanılarak ihlal kararı verilmesi, hakkaniyete uygun olmadığı gibi; basın ve ifade özgürlüğünü daraltıcı bir sonuç doğuracağı da kuşkusuzdur.
Türk Dil Kurumu; “bağlam” kelimesini “bir dil birimini çevreleyen, ondan önce veya sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen, onun anlamını, değerini belirleyen birim veya birimler bütünü, kontekst” olarak tanımlamaktadır.
Hangi ifadelerin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamı dışında olacağının belirlenebilmesi için, ifadelerin geçtiği konuşma ya da yazılı metinlerin bütünlüğü ve bağlamı içinde değerlendirilmesi zorunluluktur.
Nitekim Dr. Ulaş Karan tarafından hazırlanan, “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ-Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-2”de, bu husus şu şekilde açıklanmaktadır:
“AİHM, bu tür ifadelerin bağlamından koparılarak ve soyut olarak değil, dile getirildiği yazı veya sözlerin bütünü içerisinde ve yazıldıkları bağlam içerisinde ele alınması gerektiğini kabul etmektedir.¹ Anayasa Mahkemesi de konuya aynı şekilde yaklaşmaktadır.² Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvurularda, ifadelerin bağlamlarından kopartılarak incelenmesi Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerinde yer alan ilkelerin uygulanmasında ve elde edilen bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesinin yapılmasında hatalı sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir. Bu çerçevede, söz gelimi bir düşünce açıklamasının ifade edildiği bağlamdan koparıldığında ‘milli güvenlik’ için bir tehlike oluşturması, bu ifadeye yönelik bir müdahaleyi tek başına haklı çıkartmamaktadır.³” (1: (AİHM, Özgür Gündem/Turkey, Appl. No: 23144/93, 16.03.2000, § 63; Sürek/Turkey, Appl. No: 24762/94, 08.07.1999, § 58.), (2: (‘4 AYM, Bejdar Ro Amed Kararı, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 77; Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 77.), (3: AYM, Mehmet Ali Aydın Kararı, B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 76) (43. ve 44. sayfalar)
https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf (E. Tarihi:15.10.2023)
Bu sebeple yayının içerik yönünden ihlal teşkil edip etmediğinin tespitinin yapılabilmesi için, konuşmaların geniş çerçevede ele alınması ve programın ilgili bölümünün tam deşifresinin dikkate alınması gerekmektedir.
İhlale konu uzman raporunda ve raporu dayanak alan Üst Kurul kararında yer almayan konuşmalar şu şekildedir:
“Namık Koçak: (10:12:23-10:23:35 ) Merdan Yanardağ’ın o günlerde söylediği, bakın pek çok belge tarayarak yazdığı kitap var. ‘Darbe İçinde Darbe’. Tek başına bir darbe değildi 15 Temmuz. ‘Darbe İçinde Darbe’. Bakın yıllar yıllar sonra Okan Müderrisoğlu, Sabah Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi. Ne yazdı biliyor musunuz? Dedi ki, ‘Aslında’ dedi ‘MİT’i eleştiriyorsunuz” dedi. ‘Hani darbeyi haber alamadı. Haberi yoktu falan. Olur mu öyle şey?’ dedi. ‘Çok önceden biliyordu MİT’ dedi. ‘MİT darbeyi önceden haber alıp öne çekmeseydi görürdünüz siz’ dedi. Ne demek bu ya? /Türker Ertürk (Emekli Amiral): Erken doğuma zorlanmış /Namık Koçak: Bir darbe. Türker Ertürk: Evet /Namık Koçak: Ne demek öne çekmeseydi? Önleseydi o zaman biliyorsa. Ne demek öne çekmek ya? Ya siz gelin daha önce mi darbe yapın daha öncesine mi çekip planlandı bu? Ve bunu söyleyen kişi, hakkında hiçbir işlem yapılmadı ve hala da zannediyorum Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu. Nasıl bir ifadedir Amiralim? ‘Öne çekmeseydi’ diyor ‘MİT bunu’ diyor./ Türker Ertürk: Şöyle bu darbe engellenebilirdi. Yani hem Türkiye’nin 14 Temmuz öncesine gelişi engellenebilirdi. Bu insanlar tasfiye edilebilirdi. Ben 2010 yılında istifa ederek mesleğimden ayrıldım. O gün bu gündür mücadele ediyordum. Zaten bir gün önce bir televizyon kanalında anlattım. 31 Ağustos 2013 Fethullah Gülen’in evinin önünde konuşma yapıyorum. Darbe geldiğini anlatıyorum… Ya Allah aşkına ne bileyim o zaman Başbakan Sayın Erdoğan. ‘Ya Amiral sen ne diyorsun ya? Hangi elinde somut belgeler var da darbe geliyorsun’ dedi mi? Hayır. MİT dedi mi? Hayır. Başka kurum dedi mi? Hayır. Aksine bana düşmanlık ediyorlar ve ordan bizim ABD’den ertesi günü de New Jersey’de iki Barış’la beraber, bu nasıl bir darbe kotarmaya çalıştıklarını, bu Fethullah Gülen teşkilatının ne olup ne olmadığını, esasında bunların dört dörtlük bir karşı devrim örgütü olduğunu anlatıyoruz ve Türkiye’ye de burdan naklen vermeye çalışıyoruz. Amerika’dan Türkiye’ye. Ve bunu kim engelliyor? Siyasi iktidar engelliyor. Onun için inandırıcı değil. Hatta en son işte Zekai Aksakallı Generalin açıklamaları var. İşte. /Namık Koçak: Son duruşmada paşamızın söyledikleri var. Müyesser Yıldız’ın yazdıkları. /Türker Ertürk: Evet, Semih Terzi gibi insanlar daha önce tasfiye edilebilir miydi? Edilebilirdi. Ben hatta yaptığım toplantılarda… Her yerdeki konuşmalarımda ifade ediyorum. Diyorum ki; ‘Hala Türk Silahlı Kuvvetlerinin içinde imamlar var. Bunların tasfiye edilmesi lazım, darbe geliyor’ diyorum. İsimlerini veriyorum. Aksine bunları koruyorlar ve terfi ettiriyorlar… / Türker Ertürk: Bir de şöyle. Komisyona ifade vermesi gereken üç şahıs Sayın Erdoğan, Hulusi ve Hakan Fidan. Verdiler mi? Vermediler. Bazen bizi dinleyenler şöyle düşünebilir. Ya kardeşim ya Cumhurbaşkanı verir mi ya? Demokrasilerde verir… Demokrasilerde yargının önüne herkes çıkar. İşte… Başka ülkelerde görüyoruz. Komisyonun önüne… Meclis bu konuda Araştırma komisyonu kurmuş. Niçin hesap vermiyorsun? Verseydiler, verseydiler her şey ortaya çıkardı. Yani şimdi bir sürü bir şey anlatıyorlar ama 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinde kalın bir sis perdesi var. Aydınlatılması istenmiyor. İstemeyen de siyasi iktidar… Bu bayram olabilir mi? Olamaz biliyor musunuz? Darbe girişiminin başarısızlığa uğratılması bayram olamaz. Niçin olamaz? O zaman 22 Şubat’ı da biz 21 Mayıs’ı da yapalım. Daha önce de Türkiye’de darbe girişimleri yapıldı. Başarısızlığa uğratıldı. Niçin onlara bayram yapmıyoruz? Bugün ders alacağımız bir gün. Yani şunları konuşmalıyız. Kapalı toplantılarda, televizyonlarda. Niçin Türkiye 15 Temmuz’a geldi? Hangi hatalar yapıldı? Neler yapılsaydı veya yapılmasaydı Türkiye böyle bir acıyı yaşamaz ve bunları konuşmamız gerekirken bir hamaset ondan sonra özgürlük. Ne özgürlüğü, demokrasisi. / Namık Koçak: (Sabah Gazetesini göstererek) Burda mesela “bir milletin gururu” diyor Cumhurbaşkanı. Aslında bu, bu bir milletin ayıbı demek gerekiyor, kara günü demek gerekiyor. 251 insan can verdi. Peki bunların vebali kime? / Türker Ertürk: Siyasi iktidar. / Namık Koçak: Biliniyorsa yani Okan Müderrisoğlu’nun, Mehmet Metiner o da söyledi. Bu dedi 15 gün öncesinden biz biliyorduk dedi. /Türker Ertürk: Yarını, yarını mı sorun? /Namık Koçak: Evet, herkes biliyordu. Bile bile 251 insanın öldürülmesine göz yumulmuş ise eğer, bunun adını siz koyun. Biz bir şey söylemiyoruz. Bunun vebali vardır. / Türker Ertürk: Bu darbe girişimi hem öncesinde, hem sırasında engellenebilirdi. Engellenmedi. Niçin? Sonrasına ihtiyaç vardı. / Namık Koçak: Yani 15 Temmuz’u daha doğrusu 20 Temmuz’da tamamlandı. 20 Temmuz’un 15 Temmuz’a ihtiyacı vardı. Ki, 20 Temmuz’dan sonra Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmadı./ Türker Ertürk: Askeri okulları kapatamazdın, askeri şuranın yapısını parti şurası haline getiremezdin. Türk Silahlı Kuvvetlerinin genetik kodlarını değiştiremezdin. Bir de en iyi onlar biliyorlardı. Biliyorsunuz hani ‘sızma var, sızma var’ diyorlar. Bunların döneminde sızma yoktu Türk Silahlı Kuvvetleri’nde. Yerleştirme vardı. Önünü açma vardı. Hatta Atatürkçüleri, liyakatli insanları tasfiye operasyonları vardı. Bunun hesabını vermek zorundalar. / Namık Koçak: Biz hukukçu değiliz ama ‘Ne istediniz de vermedik ne istedilerse verdik. Bunların dini bütün Müslüman olduklarına inandık. Rabbim bizi affetsin’. Hukukta var mı böyle bir hukuki savunma?”
Görüleceği üzere, söz konusu konuşmaların ana teması; ülkeyi 15 Temmuz darbe girişimine götüren süreçte yaşanan ihmaller, darbe girişiminin önlenebilme ihtimali ve 15 Temmuz sonrası yaşananların “demokrasi” anlamında değerlendirilmesinden oluşmaktadır. Kaldı ki, yaptırıma esas teşkil eden; “Darbeyi Türk Silahlı Kuvvetlerinin içine sızdırılan demiyorum yerleştiren, konulan imamın, imamın askerleri yaptı. Darbeyi Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk Silahlı Kuvvetlerinin o genetik kodları olan Atatürkçüler engelledi… Darbeyi kim durdurdu? Türk Silahlı Kuvvetleri durdurdu. Bu tankın üstüne çıkanlar filan değil. Türk Silahlı Kuvvetleri durdurdu. Hangi Türk Silahlı Kuvvetleri o? Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri, o mazisi şan ve şerefle dolu Atatürkçü Silahlı Kuvvetleri durdurdu.” şeklindeki söylemler de, konuk Emekli Amiral Türker Ertürk’ün değerlendirmeleridir. Emekli bir amiral tarafından, darbe girişimine ilişkin yapılan ve askeri nitelik taşıyan bir değerlendirmenin cezai yaptırıma konu edilmesi, ifade özgürlüğü bağlamında kabul edilemez olmasının yanı sıra, aynı zamanda darbe girişiminin önlenmesinde TSK’nın da rolü ve önemini yok saymak olacaktır. Şehadeti göze alarak darbecilere karşı koyan Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevli Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir gibi pek çok TSK personeli, bizzat darbecilerle çatışmaya girmiş, şehit olarak, gazi olarak hain kalkışmanın bastırılmasını sağlamıştır. TSK’dan emekli bir generalin, kurum aidiyeti ile sürecin bu yönünü öne çıkarmasını, toplumun milli ve manevi değerlerine saldırı şeklinde yorumlayarak yaptırım uygulanması, adil ve ölçülü olmayacaktır.
“Özdemir İnce: (11:09:09-11:19:07) Tarikatlar adıyla sanıyla saltanat rejimidir. / Namık Koçak: İnanç üzerine kurulmuş bir saltanat rejimidir. / Özdemir İnce: …Sadece bunu söyleyeceğim bu konuda. / Namık Koçak: …İşte bu İslam ülkelerindeki giyim kuşam, kadınların yaşam tarzları nasıldır? Biz de örneğin Mahmut Ustaosmanoğlu öldü. Videoları paylaşılıyor. Bir videosunu gördüm. Efendim şöyle bir şey söylüyor. ‘Ben hastalansam mutlaka bir çarşaflı örtüsünü açmıştır.’ Diyor. ‘Yani bu bana böyle yansır’ diyor. ‘Ben bundan böyle etkilenirim’ diyor. / Özdemir İnce: Ya şimdi çarşaflı çarşafını biraz açtıysa altına hiçbir şey giymiyor mu? Çarşafını açtığın zaman kadının göğsü memeleri falan mı ortaya çıkıyor? Hayır. / Namık Koçak: Hayır yüzünü şöyle bir açtığı zaman herhalde ‘Ben hasta oluyorum’ diyor. / Özdemir İnce: … Ürdün Kralı ailesi Haşimi ailesindendir… Hazreti Muhammed’in dedesinden gelir… Şimdi düğünde bakıyorsun efendim Kral Abdullah Avrupalı gibi giyinmiş, oğlu Avrupalı gibi giyinmiş, sağ tarafında gelin hanım başı açık Avrupalı kadın gibi giyinmiş… Hazreti Muhammed’in torunu olan kraliyet ailesinin kadınlarının başı açık. Peki, bu efendim peçesini açtığı zaman nefsi kabaran herif mi Müslüman yoksa bu adam mı Müslüman? Hangisi Müslüman? Demek ki palavra sıkıyorlar, şantaj yapıyorlar. Ben bunu yayınladığım zaman, bütün yayınlarımı televizyonda, ne şeyde izleyen Cumhuriyet yazılarımı izleyenler nasıl bir tepki gelecek diye bekledim. Tısss. Tek bir satır aleyhime yazı yazmadılar. Bana yalan söylüyorsun demediler, diyemediler.”
Bu bölümdeki konuşmalardan da anlaşılacağı üzere, yakın zamanda ölen bir tarikat liderinin, kadınların kılık kıyafeti üzerine yaptığı konuşma temelinde, tarikatların eleştirildiği, konuya ilişkin farklı düşüncelerin ifade edildiği görülecektir. Yayın konuğunun düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kalan açıklamaları nedeniyle medya hizmet sağlayıcı kuruluşa yaptırım uygulanması, farklı düşüncelerin ifade edilmesini güçleştirecek, düşünce çeşitliliğine engel oluşturacaktır.
2-Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır.
3-Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir.
4-Ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. “48. İfade özgürlüğü ve özel olarak basın özgürlüğü alanında devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı, yaptırımlara tabi tutmamalı, pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Nilgün Halloran, § 43; benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43).” (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/201, §§ 10-11)
Ayrıca Anayasa Mahkemesinin yukarıda alıntı yapılan Ergün Poyraz (2) [GK], kararında da söz konusu AİHM kararına yer verilerek; “69. AİHM’in yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil; aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, § 46).” şeklinde hüküm bildirilmiş ve hükûmetlerin eleştirilere daha tahammüllü olmaları gerektiğinin altı çizilmiştir. (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 13)
5-Bu konuda, Anayasa Mahkemesi tarafından alınan başka bir kararda da, konu daha ayrıntılı şekilde yer almaktadır:
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 26/7/2019 tarihinde, Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri (B.No:2018/17635, R.G.Tarih ve Sayı:19/9/2019- 30893) başvurusunda; Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi Kararı’nın, “Kamu Otoritelerinin Eleştirilmesi” bölümündeki bazı hükümler şu şekildedir:
“104. Kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde Mahkememiz bazı ilkeler benimsemiştir. İlk olarak, sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69;Ayşe Çelik, § 53).
106. Üçüncü olarak ise kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Ayşe Çelik, § 54; Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69).
107. Dördüncü olarak, kamu otoriteleri kendilerine yönelik saldırı ve eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Bu imkânların varlığı nedeniyle kamu gücünü kullanan otoriteler haksız sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır.”
İlgili Kararın “Nihai Değerlendirmeler” bölümünde ise şu hükümlere yer verilmektedir:
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz…
İlgili Kararın “Orantılılık” bölümündeki değerlendirmelerde de şu hüküm yer almaktadır:
134. Kamu gücünü kullananların eylemleri hakkındaki açıklamaların rahatsız edici de olsa cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2) [GK], § 79). Bilhassa cezalandırılmaları hâlinde ülkede kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacağı muhakkak olan akademisyenler gibi kişiler güçlü nedenler olmadan cezalandırılmamalıdır. (gazeteciler bağlamında bkz. Orhan Pala, § 52; Bekir Coşkun § 58; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46)
137. Demokratik bir toplumda otosansür refleksine hizmet eden bir cezaya maruz kalınması, kamu gücünü kullanan organların karar ve eylemlerini sorgulanamaz hâle getirir. Oysa demokratik bir toplumda devletin, kamusal faydası yüksek olan bir tartışmanın yürütülmesini ceza tehdidi yoluyla engellemek yerine bilgi kaynaklarına ve iletişim araçlarına erişim imkânlarının genişliğinden yararlanarak kendisine yönelik eleştirileri etkili bir biçimde yanıtlamak suretiyle bu konudaki kamusal tartışmaya katkıda bulunması beklenir.
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17635 (Erişim Tarihi:10.10.2023)
6-Ayrıca, Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 2009/7316 E., 2012/17738 K. No.lu içtihat metninde:
“Türkiye Cumhuriyet Anayasası'nın 90/5. maddesinde yer alan "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir… 19.03.1954 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 10.03.1954 tarih ve 6366 sayılı Yasa ile onaylanmış bulunan "İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesi" (AİHS), iç hukukumuzun uyulması zorunlu bir parçası haline gelmiştir. Sözleşmenin 9. maddesinde din ve inanç hürriyeti, 10. maddesinde ifade hürriyeti, 11. maddesinde örgütlenme hürriyeti düzenlenmiştir. Bu üç madde; sözleşmenin genel amacı olan çoğulcu demokratik rejim için toplumda hoşgörünün sağlanarak çoğulcu demokrasinin yerleştirilmesi ve geliştirilmesine yönelik hükümlerdir.
İfade hürriyeti, bilgi verme ve bilgi edinme hürriyeti sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında, "Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahaleleri olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü, haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar", ikinci fıkrasında ise, "Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın ve ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir." denilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, kamuyu ilgilendiren sorunların kamuya açık olarak tam bir serbestlik içerisinde tartışılabilmesi, şiddeti teşvik eden eylemler hariç bu tartışmanın boyutlarının Devlet organları tarafından maksimuma çıkarılması gerektiği vurgulanmaktadır. Süreklilik gösteren bu kararlarda, kamuoyunun bir bölümünün ve hatta çoğunluğun hoşuna gitmeyen, ürkütücü, şok edici, hoşa gitmeyen fikirlerin de sözleşmenin 10. maddesi tarafından korunduğu belirtilmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, Castells/İspanya vb. Kararlar).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarında, ifade hürriyetinin iki istisnası olduğuna işaret edilmektedir. Birinci istisna şiddeti teşvik edici ve övücü söylemler, ikinci istisna ise azınlıklara karşı nefret söylemidir. Bunun için önce yazı veya sözün içeriğine bakılmalıdır. Yazı veya Sözler; a) Şiddet, bir araç olarak öngörülüyorsa, b) Kişileri hedef gösterip kanlı bir intikam istiyorsa, c) Benimsenen düşünceler için şiddete başvurmanın meşru olduğu ileri sürülüyorsa, d) İnsanda saldırgan duygular uyandıracak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtıyorsa, ifade hürriyetinden yararlanmayabilir (Sürek/Türkiye, no. 1, Büyük Daire, no 26682/95, Güzel ve Özer/Türkiye, 6 Temmuz 2010 kararı)…
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturup, toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişimi için temel koşullardan biridir. İfade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan "haber" ve "düşünceler" için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamaz. Sözleşme'nin 10. maddesinde belirtildiği üzere, bu özgürlüğün istisnaları vardır; ancak bu istisnalar dar yorumlanmalıdır (23.09.1994 tarihli Jersild - Danimarka kararı; 21.01.1999 tarihli Janowski-Polonya kararı; 25.11.1999 tarihli Nilsen ve Johnsen-Norveç kararı; 25.07.2001 tarihli Perna-İtalya kararı)…
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 13, 14, 25, 26 ve AİHS'nin 9/2, 10/2, 17. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde devlet yahut halkın bir bölümü için rahatsız edici, hoşa gitmeyen, kural dışı, endişe verici, fakat şiddet ve şiddet kışkırtıcılığı içermeyen nitelikteki sözler de ifade hürriyeti kapsamındadır.”
Yukarıda atıfta bulunulan Yargıtay metninde de görüleceği üzere; ifade özgürlüğünün sınırları, “şiddeti teşvik edici ve övücü söylemler ile azınlıklara karşı nefret söylemi” istisnaları dışında belirlenmektedir. Dolayısıyla, söz konusu yayında kullanılan ifade ve iddiaların bu kapsamlar dışında olduğu ortadadır ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
7-İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, https://www.anayasa.gov.tr/media/3542/aihs_tr.pdf, Erişim Tarihi, 10.10.2023).
8-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Lingens-Avusturya kararında da, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir.
9-AİHM’ye göre ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. Yine aynı karara göre; “ifade özgürlüğünün, toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi yalnızca toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın demokratik toplumdan bahsedilemez.” (AİHM Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, Para. 49).
10-Ayrıca, AİHM kararlarında, yapılan eleştirilerin hükûmete karşı olması durumunda, daha hoşgörülü bir yaklaşım sergilendiği görülmektedir. AİHM’ye göre hükûmete karşı eleştirinin sınırları, bir vatandaşa hatta bir politikacıya göre daha geniştir. Demokratik bir sistemde, hükûmetin eylemleri ve ihmalleri sadece yasama ve yargı makamlarının değil aynı zamanda basın ve kamuoyunun da yakın incelemesine tabi tutulmalıdır. (AİHM Castells/İspanya,)
Dolayısıyla, ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. Bu bağlamda basın özgürlüğünün asıl, sınırlamanın ise istisna olduğu unutulmamalıdır. Sınırlamanın kanuni olması, meşru amaca dayanması ve demokratik toplumda gerekli ve orantılı olması da gözetilmelidir.
11-Bununla birlikte, yukarıda atıfta bulunulan Anayasa Mahkemesi kararı, Yargıtay kararı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından da görüldüğü üzere; medyada, bireylere yönelik olarak küçültücü olmamak ve hakaret içermemek kaydıyla belirli ölçüde abartılı, kışkırtmaya başvuran, muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler ve iddialar yer alabilmektedir. Bu nitelikte haber ve iddialar basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmelidir. Ayrıca, medyanın karşıt görüşlere de yer vermesi; demokratik toplumun gelişmesine ve kamuoyunda özgürce kanaat oluşmasına katkı sağlayacağı gibi, medyanın kamusal sorumluluğunun ve medya etiğinin de bir gereğidir.
12- Ayrıca, ilgili kuruluşa daha önce Üst Kurul tarafından aynı maddenin ihlali gerekçesiyle uygulanan yaptırıma yönelik, Danıştay tarafından onaylanan ve aşağıda ayrıntıları yer alan bir kararın da, “Milli ve manevi değerlere aykırılık” konusunda aydınlatıcı nitelikte olduğu görülecektir. Şöyle ki;
Üst Kurulun, 31.03.2021 tarih ve 2021/13 sayılı toplantısında alınan 20 No.lu kararıyla;
“ABC Radyo Televizyon ve Dijital Yay. A:Ş” unvanlı ve “Tele 1” logolu medya hizmet sağlayıcıda, 20/01/2021 tarihinde yayınlanan "18 Dakika” adlı programına, yayında “İslami terör” ifadesinin kullanılması nedeniyle, 6112 sayılı Yasa’nın 8/1 (f) bendinden yaptırım uygulanmıştır.
Kuruluş bu karara karşı mahkemeye başvurmuş, Ankara 13. İdare Mahkemesi’nin, 31/12/2021 tarih ve E:2021/1174, K:2021/2473 sayılı kararıyla, “dava konusu işlemin iptaline” kararı verilmiştir. RTÜK, anılan mahkeme kararı nedeniyle istinaf yoluna başvurmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi’nin, 13/10/2022 tarih ve E:2022/3658, K:2022/4111 sayılı kararıyla, istinaf istemi reddedilmiştir. Ardından RTÜK, BİM kararı nedeniyle Danıştay’a başvurmuş, Danıştay Onüçüncü Dairesi tarafından, 26.01.2023 tarihli, E:2022/4667 ve K:2023/390 No.lu kararında; “Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.” şeklinde hüküm bildirerek davalı RTÜK’ün temyiz istemi reddedilmiştir.
13-6112 sayılı Kanun’un temel amaçlarından biri de “ifade ve haber alma özgürlüğünün sağlanması”dır.
Bu amaçla da Kanun’un 37’nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ile Üst Kurul üyelerine “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin, Rekabet Kurumunun görev ve yetkileri saklı kalmak kaydıyla rekabet ortamının ve çoğulculuğun güvence altına alınması, yoğunlaşmanın önlenmesi ve kamu menfaatinin korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak” görevi verilmiştir.
İfade ve basın özgürlüğüne yönelik müdahalelerin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarında çerçevesinin çizildiği şekliyle gerekli ve orantılı olması zorunludur. Hükûmetin, devlet yönetimi ve 15 Temmuz sürecine ilişkin politikasının eleştiri konusu yapıldığı, hakaret içermeyen ve milli manevi değerlerine aykırı bir söylemin bulunmadığı bir yayına yaptırım uygulanması, ölçüsüz, ifade özgürlüğünü ve düşünce çeşitliliğini engelleyici olacaktır.
Sonuç itibarıyla, Uzman Raporu ve Üst Kurul kararına konu söz konusu ifadelerin, Anayasa ile güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamında kalması, ayrıca söz konusu ifadelerin, konuşmanın bütünü ile birlikte ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın, olayın bütünselliği içerisinde değerlendirildiğinde; 6112 sayılı Yasa kapsamında aykırılık teşkil eden bir hususun bulunmaması gerekçeleriyle, söz konusu karara karşı oy kullandım.