İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 06.08.2021 tarih ve 1078 sayılı yazısına konu TELE 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 03.08.2021 tarihinde saat 20:00’da yayınlanan "4 Soru 4 Cevap" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
Sunuculuğunu Evren Özalkuş'un yaptığı, Merdan Yanardağ'ın konuk olarak katıldığı "4 Soru 4 Cevap" adlı programda, program konuğu tarafından; “Bu medya anlayışı son derece ilkel bir zihniyetin dışa vurumudur. Acımasız, vahşi, piyasacı bir anlayıştır. Bu piyasacı medya anlayışının yarattığı bir zihniyet dünyasının iktidar çevrelerinde de hakim olduğunu görüyorum... Şimdi Ebubekir Şahin RTÜK Üst Kurulu Başkanı. Üst Kurulu'nun en tepesindeki isim. AKP kontenjanından oraya gelmiş. Tam da anlatmaya çalıştığım şey bu. İktidarın zihniyeti bu. Yani televizyonlar göstermemişse ormanı yanmamış sayacaklar. Tıpkı o kuşu ötmemiş saydıkları gibi...Durum çok vahim öyle anlaşılıyor. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin bütün televizyon kanallarını tehdit etti. Tam lafı şu; Yani olacak şey mi ya? "Yangınları göstermeyin. Yoksa size en ağır cezayı keseriz." diyor. "Vermek zorunda kalırız." Yangınları göstermeyin demek halktan gerçeği, bilgiyi gizleyin demektir. Bu düpedüz sansürdür, suçtur. Anayasal bir suç işliyor RTÜK Başkanı. Kendisini burada madem yasa gereği Radyo Televizyon Üst Kurulu bizim Üst Kurulumuz sayılıyor ve bizim yayınlarımızı kamu çıkarına denetlemekle görevliler. Bağımsız olmadığına çok eminim. Açıktır. Bağımsız değildir ve böyle bir kurul olamaz. Dünyadaki en ucube kuruldur. Kendisini mahkeme yerine koyan ve temyizi olmayan cezalar kesen bir kuruldur. İktidarın bir baskı ve sansür aygıtı olarak çalışıyor... Değerli seyirciler şunu söylüyor RTÜK Başkanı. Televizyonlarınızda yangını göstermeyin.... Ve siz yangınları göstermeyin diye televizyonları tehdit ediyorsunuz. Şimdi bu bir tehdittir. Söyleyecektir ki ya biz abartılı bir şekilde gösterilmesini istemiyoruz. Hayır efendim. Abartılı olduğunu kim takdir edecek?”, “Hayır kim takdir edecek? Siz yangın uzmanı mısınız? Yani RTÜK mü takdir edecek görüntülerin abartılı olup olmadığını. Bırakın onu yurttaşlar karar versin, izleyenler karar versin. Ortada yalan haber var mı siz ona bakın. Ortada çarpıtılmış haber var mı siz ona bakın...Yangını göstermeyin demek ne demek ya? Halktan gerçeği gizleyin demek....Siz önce ideolojik yargılarınızdan kurtulun. Dinci ideolojik ön yargılarınızdan kurtulduğunuz zaman bundan da kurtulursunuz. Gerçek diye akılcılığa ve bilime dönmeniz gerekiyor.” şeklinde ifadeler nedeniyle, 6112 sayılı Kanun’un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde yer alan; "...,kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde ifadeler içeremez." ilkesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, “oy çokluğu” ile alınan yaptırım kararına karşı oy kullandım.
Karşı Oy kullanma gerekçelerim aşağıda belirtilmiştir:
1. Orman yangını gibi sadece belirli bir bölgeyi değil, sonuçları itibarıyla tüm ülkeyi ilgilendiren bir doğal afete ilişkin kamuoyunun bilgilendirilmesi, yayıncılığın temel esaslarındandır. Bu gibi durumlarda hükümetin eksik yönlerinin veya yanlış olduğu düşünülen uygulamalarının eleştirilmesi de ayrıca yayıncıların görev alanındadır. Anayasamızın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28. maddesinde yer alan; “Basın hürdür, sansür edilemez…” hükmü, yayıncılara bu hakkı tanımaktadır.
2. Bir yayına “eleştiri sınırlarını aştığı” gerekçesiyle yaptırım uygulanabilmesi için, yayının bütünü üzerinden ne anlatılmak istendiğine bakılarak karar verilmesi gerekmektedir. Söz konusu yayında, Merdan Yanardağ, orman yangınlarına ilişkin RTÜK’ü, hem yaptığı basın açıklaması hem de -daha önemli olduğunu düşündüğü- yapmadığı uyarı üzerinden eleştirmektedir.
Şöyle ki,
Uzman Raporu’nda yer almayan konuşmasının tamamına bakıldığında,
- RTÜK’ün medya kuruluşlarına yaptığı basın açıklamasını “sansür” olarak nitelendirdiğini; “Görülür olmak duyulur olmak temel ilke olduğu için, eğer siz bunların üzerini örtüyorsanız, eğer siz bunları sansürlüyor ve engelliyorsanız yanmamış sayacaklar.”,
- İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yaptığı önemli bir uyarının dikkate alınmadığını; “Neden uyarı yapmadınız bir takım televizyon kanallarında bir takım yandaş medyada bu yangını Kürtler çıkartıyor diye insafsızca yayınlar yapıldığı zaman niye müdahale etmediniz? Bütün bakanlar sağduyu çağrısı yaptılar doğru yaptılar İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu ‘Bizi birbirimize düşürmek istiyorlar daha büyük bir yangın çıkarmak istiyorlar.’ diye uyarıda bulunmak durumunda kaldı. Niye RTÜK Başkanı bu uyarıyı yapmadı medyaya? Niye yapmadınız?”
- Ve yapılan basın açıklaması nedenini; “Ama gelip dönüp diyorsunuz ki niye iktidarın acizliği ortaya çıkaracak çünkü beceriksizliğini ortaya çıkaracak bu yayınlar çünkü iktidarın Türkiye’yi yönetemediğini felaketlere karşı mücadele etmekte yetersiz basiretsiz kaldığını ortaya çıkaracak, derdiniz bu. Hayır efendim biz bu yangınları haber değeri taşıdığı sürece halkı bilgilendirme ve halkın haber alma hakkını savunma ilkesine sonuna kadar bağlı kalarak yayınlayacağız… Anayasal suç işliyorsunuz çünkü böyle bir genelgeyi hiçbir dönemde böyle bir genelge yayınlayan bir Üst Kurul Başkanı olmadı… Şunu söyleyebilirsiniz yangın olmadığı halde siz yangın haberi yapıyorsunuz derseniz haklısınız gösterin bir tane örneğini ama.”
şeklindeki sözleri ile eleştirmektedir.
3. Ayrıca Uzman Raporu’nda, Merdan Yanardağ’ın, Üst Kurulu “ucube” olarak nitelendirmesi için, “itibarını zedeleyici bir niteliğe sahip olduğu” şeklinde bir değerlendirmede bulunulmuştur. Oysaki Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un, Kars’ta yıktırılan “İnsanlık Anıtı” heykeli için “Ucube” dediği gerekçesiyle (o zamanki) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında açtığı tazminat davasının 4. duruşmasında, Mahkemenin Türk Dil Kurumu Başkanlığına ucubenin anlamını sorduğu yazıya, 12 Şubat 2014 tarihinde gelen yanıtta “ucubenin olumsuz anlamda olduğu ancak hakaret anlamı taşımadığını belirttiği” basına yansımış ve haberleştirilmişti.
https://www.cnnturk.com/haber/turkiye/ucube-davasinda-tdkdan-yanit-geldi-
hakaret-anlami-tasimamaktadir (Erişim Tarihi:03.06.2022)
4. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...” düzenlemesi ile ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. (AİHM Sözleşmesi,
5. http://www.anayasa.gov.tr/files/bireysel_basvuru/AIHS_tr.pdf, Erişim Tarihi, 03.06.2022).
6. Anayasa’nın 25’inci maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” ve 26’ncı maddesinde “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” hükümlerinden anlaşılacağı üzere ifade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile de güvence altına alınmaktadır. Anayasa’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesinde düzenlenen “Basın hürdür, sansür edilemez.” ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3’üncü maddesinde yer alan “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” hükümleri ise basın hürriyetinin güvence altına alındığını göstermektedir. Bununla birlikte İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme, Anayasa ve Basın Kanunu’nda ifade özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkan basın özgürlüğünün kullanımına ve sınırlamasına yönelik belirli düzenlemelerin olduğu da unutulmamalıdır.
7. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2007/7-28 E. ve 2007/34 K. numaralı "İçtihat Metni"nde, demokratik toplumlarda basının önemini vurguladıktan sonra, “Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır.
Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28’inci vb. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasası'nın 3’üncü maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. ...Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslupla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler 'polemik' niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” ifadelerine yer vermiştir.
8. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2007/7-28 E. ve 2007/34 K. numaralı içtihadında, basın özgürlüğünün; belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerebileceğinin kabul edilmesi gerektiğini ve gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimlerin “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadelerin asılsız kişisel saldırı olarak görülemeyeceğini ortaya koymaktadır. Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 2009/7316 E., 2012/17738 K. nolu içtihat metninde ifade özgürlüğünün aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanacağı belirtilmiştir.
9. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Lingens-Avusturya kararında, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanacağının belirtildiği görülmektedir. Ki, AİHM 22 Nisan 2013 tarihli 48876/08 başvuru no'lu kararında da “İfade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun vazgeçilmez esasını ve bu toplumun gelişiminin ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşulunu oluşturduğunu” vurgulayarak, AİHM Sözleşmesinin 10. maddenin 2. Fıkrasına atıf yapmaktadır. AİHM, bahsi geçen kararında, “İfade özgürlüğünün sadece kabul edilen, zararsız ya da farklı olan bilgi ya da düşünceler için değil ama ayrıca hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici olanlar için de geçerli olduğunu vurgulamakta; devamında, bunların, demokratik toplumun onlarsız olamayacağı çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği olduğunu savunmaktadır.
10. Mezkûr Yargıtay kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından görüldüğü üzere ulusal ve uluslararası hukuk düzeninde, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü kavramlarının demokrasinin bir sonucu olarak geniş anlamda yorumlandığı değerlendirilmektedir. Sonuç olarak medyada bireylere yönelik olarak küçültücü olmamak ve hakaret içermemek kaydıyla belirli ölçüde abartılı, kışkırtmaya başvuran, muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler ve iddialar yer alabilmektedir. Bu nitelikte haber ve iddialar basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmelidir. Ancak demokratik toplumlarda medyanın sorumluluklarının da bulunduğu unutulmamalıdır. Medyanın; abartılı, kışkırtmaya başvuran, muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler ve iddiaların muhataplarına cevap ve düzeltme hakkı tanıması ve/veya karşıt görüşlere yer vermesi demokratik toplumun gelişmesine ve kamuoyunda özgürce kanaat oluşmasını sağlayacağı gibi medyanın kamusal sorumluluğunun ve medya etiğinin bir gereğidir.
11. Öte yandan, AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay içtihatlarına bakıldığında da görülecektir ki kamu görevlilerine yönelik eleştiriler de fikir ve ifade özgürlüğünün geniş koruması altındadır. Örneğin, Anayasa Mahkemesi’ne göre “Belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır.” (AYM, Ali Rıza Üçer (2) Kararı, B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 55) Bununla birlikte Mahkeme kamu görevlilerine siyasetçiler gibi geniş koruma sağlamakla birlikte kamu görevlileri ile siyasetçiler arasında bir ayrıma gitmektedir.
12. Yukarıda örneklerini verdiğim kararlardan anlaşılacağı üzere İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme, Anayasa ve Basın Kanunu’nda dolayısıyla hem ulusal hem uluslararası hukuk metinlerinde ifade özgürlüğünün açıkça güvence altına alındığı, bu bağlamda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında, gerekse Yargıtay kararlarında ifade özgürlüğünün temel alındığı görülmektedir.
Sonuç itibarıyla, Uzman Raporu’na konu ifadelerin eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde olmadığını düşündüğüm ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdiğim için, söz konusu Üst Kurul kararına karşı oy kullandım.