İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığının 09.04.2019 tarih ve 342 sayılı yazısına konu ULUSAL 1 logosuyla yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşun 21,22.01.2019 tarihinde saat 16:00’da yayınlanan "Nasıl Yani" adlı program yayınına ilişkin uzman raporu ile video görüntülerinin incelenmesi ve değerlendirilmesiyle yapılan görüşmeler sonucunda;
6112 sayılı Kanun'un 8'inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinin ihlal edildiği OY ÇOKLUĞUYLA değerlendirilmiştir.
“İfade özgürlüğü; çoğulcu ve anayasal demokrasilerin temel taşlarındandır. Farklı tanımlara yer verilmekle birlikte genel kabule göre, ifade özgürlüğü; insanın serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği fikir ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkan ve serbestisidir. İfade özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaat sahibi olmayı” değil, “düşünce ve kanaatlere ulaşma” ve “düşünce ve kanaatleri açıklama, yayma” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Ayrıca ifade tarzları, biçimleri ve araçları da bu özgürlük kapsamında değerlendirilmektedir.
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlıklı 26. maddesinde; “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...” şeklindeki düzenleme, Anayasa'nın 28. maddesinin birinci fıkrasında “basının hür olduğu ve sansür edilemeyeceği”, üçüncü fıkrasında “basın ve haber alma özgürlüğü bakımından devletin pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu”, dördüncü fıkrasında da “basın özgürlüğünün sınırlandırılmasında Anayasa'nın 26 ve 27. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı” hükümleri ile ifade özgürlüğü anayasal güvence altına alınmıştır.
Bunu dışında, Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrası; usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı hükmünü içermektedir. Bu nedenle iç hukukumuz açısından, Türkiye'nin taraf olduğu 4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme ‘de (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-AİHS) ifade özgürlüğünün nasıl düzenlendiği ve AİHS'nin esas uygulayıcısı ve içtihat mercii olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) ifade özgürlüğüne yaklaşımı önem kazanmaktadır.
AİHS'nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir”.
AİHM’ye göre ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. (Handyside/Birleşik Krallık, 5493/72, 07.12.1976).
İfade özgürlüğü, özellikle kurulu düzene ters düşen, şoke eden ya da meydan okuyan fikirlerin korunması açısından önemlidir (Women On Waves ve diğerleri/Portekiz, 31276/05, 03.02.2009). AİHM, birçok kararında, AİHS'nin 10. maddesinin sadece ifade edilen düşünce veya bilginin esasını değil, aynı zamanda bunların aktarılma biçimlerini de güvence altına aldığını belirtmiştir. Bu anlamda, AİHS'de özel olarak düzenlenmeyen basın özgürlüğü, AİHS'nin 10. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü içerisinde ele alınmıştır.
Yukarıdaki AİHM kararlarına paralel olarak birçok Yargıtay emsal kararlarında ifade ve basın özgürlüğüne ilişkin AİHS’in 10. Maddesi bağlamında şu ifadelere yer verilmiştir;
“...Sözleşme’nin 10/1. fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini geliştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatarak ifade özgürlüğünün, Sözleşme’nin 10/2. fıkrasının sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulandığını, bunun, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğunu, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamayacağını ...” belirtmiştir.”
İfade özgürlüğü ve bu bağlamda basın özgürlüğünün asıl, sınırlamanın ise istisna olduğu unutulmamalıdır. Sınırlamanın kanuni olması, meşru amaca dayanması ve demokratik toplumda gerekli ve orantılı olması da gözetilmelidir.
Basın özgürlüğü, bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından birincil derecede önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevini yapabilir. Bu görevini yerine getirmek için basına bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Böylece basına, ifade özgürlüğünü kullananlar arasında ayrıcalıklı bir statü verilmiştir.
Somut olayda programın 21 ve 22 Ocak tarihli yayınlarında iki ayrı gününde iki ayrı konuk yer almıştır. İlki öğretmen-yazar Sema EGESOY, ikincisi ise ilahiyatçı-yazar-öğretmen Cemil KILIÇ’tır. Öncelikle birbirinden farklı iki günde iki farklı insanın düşüncelerinin birbiri ile ilişkili imiş gibi bir rapor içeresinde düzenlenmesi usul açısından sakıncalıdır. Farklı düşünceleri olan iki insanın bir raporla cezaya konu edilmesi zaten bu insanların düşüncelerine karşı olan toptancı anlayışı da ortaya çıkarmaktadır.
21.01.2019 tarihli yayında yazar Sema EGESOY çoğunlukla yazdığı eserden bölümler okumuş ve bunun üzerine düşüncelerini ifade etmiştir. Bilindiği kadarıyla bu eser yasaklı bir içeriğe sahip değildir. Eser sahibinin şahsi düşüncelerini içermektedir. Konuk olduğu programda bu düşüncelerini kamuoyu ile paylaşmıştır. Evet eleştirileri serttir. Zira bahsedilen konular toplumsal hafızamız için acı olayları barındırmaktadır. Siyasetçilerin yapması gereken ancak yapmadıkları görevleri sebebiyle toplumsal yaşantımızda keskin yarıklar oluşturan bu konularda olabilecek tüm eleştirilerin sert olması da gayet doğaldır.
Örneğin konuşmanın bir yerinde Palu ailesi olayına değinilmiştir. RTÜK 2019/17-42 sayılı kararı ile bu olaya ilişkin ATV logolu kuruluşta ihlal olmadığı, dolayısıyla herhangi bir idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar vermiştir. Dolayısıyla RTÜK yapması gereken anda görevini yapmazken, birileri sırf kurumu ve siyaseti eleştiriyor ve düşüncelerini ifade ediyor diye bu tür programları cezalandırmayı daha uygun görmektedir. Bu kabul edilemez.
Cemil KILIÇ’ın konuk olduğu 22.01.2019 tarihli yayında ise KILIÇ’ın MEB’e bağlı okullarda, laiklik ilkesine aykırı olarak bir takım öğretmenlerin tarikat propagandası yaptığına ilişkin bilgiler vermiş; ayrıca din ve siyaset üzerine eleştirel düşüncelerini ifade etmiştir. Bahsi geçen şahıs alanında yetkin ve din gibi dogmatik bir konuda halkın bilgilenebilmesi için önemli araştırmalar yapmış ve kimi zaman ezberleri bozmuş ve bu yüzden bedel ödeyen bir insandır. Tabii ki düşüncelerinin statükoyu rahatsız etmesi normaldir. Zaten düşünce özgürlüğü de tam olarak bu değil midir?
Bahse konu programın 21 ve 22 Ocak tarihli yayınları açısından birlikte bir değerlendirildiğinde; bugün var olan medya düzeni sebebiyle ekranlarda sıklıkla karşılaşamadığımız kişi ve eleştirel düşüncenin kısıtlı imkânlardan yararlanarak topluma ulaşabildiği bir yayın olduğunu, uzun zamandır eleştiri ile karşılaşmayan iktidar sahiplerinin en ufak bir eleştiri gördüğünde dahi ne ölçüde rahatsız olduğunu bir kez daha bu karar ile görmüş oluyoruz. Rapora konu düşünceler içeresinde kişi ve kurumları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ve hakaret barındıran bir içerikten söz etmek mümkün değildir ve RTÜK olarak bir ceza uygularken gözetmemiz gereken kıstas budur.
Sonuç olarak sunucunun ve konuklarının ifade ettiği düşünceleri toplumun ve yönetenlerin bir kısmı tarafından hoş karşılanmasa da yukarıda saydığım AİHS, AİHM kararları ev Yargıtay emsal kararları çerçevesinde ifade özgürlüğü kapsamındadır ve 6112 sayılı Kanun’un yayın ilkelerini düzenleyen 8. Maddesi kapsamında bir ihlal oluşturmamaktadır.”
Görüşünde olduğum için çoğunluk kararına katılmıyorum.